HZ. PEYGAMBERİN DAVETİNİN DİĞER PEYGAMBERLERİN DAVETLERİYLE İLİŞKİSİ

Hz. Muhammed Aleyhissalâtü Vesselam, Peygamberlerin sonuncusudur ve ondan sonra artık peygamber yoktur. Müslümanların üzerinde ittifak ettikleri ve zarûrat-ı diniyye'den bildikleri şeylerden biri de budur. Resûlullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:


2012-04-22 11:05:53

Hz. Muhammed Aleyhissalâtü Vesselam, Peygamberlerin sonuncusudur ve ondan sonra artık peygamber yoktur. Müslümanların üzerinde ittifak ettikleri ve zarûrat-ı diniyye'den bildikleri şeylerden biri de budur. Resûlullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:

"Benimle, benden önceki peygamberlerin misâli, şu kişinin misâli gibidir: Bu adam bir bina kurmuş ve binayı güzel yapıp, süslemiş, yalnız köşelerinden bir köşede bir kerpiç yeri eksik kalmış. Bu vaziyette halk, binayı dolaşmaya başlarlar, binayı çok beğenirler ve "Keşke şu bir tek kerpiç de konulmuş bulunsaydı!" derler. İşte ben o, (yeri boş bırakılan) kerpicim. Ben peygamberlerin sonuncusuyum." [1].

Resûlullah'ın da'veti ve onun da'vetinin geçmiş peygamberlerin da'veti ile alâkasına gelince, yukarıda zikredilen hadîsin de işaret ettiği gibi, onun da'veti, geçmiş peygamberlerin davetlerini te'kid ve tamamlamak esası üzerine kurulmuştur.

Bunun anlamı şudur: Her peygamberin dâvası iki temel prensip üzerine kurulur: Birincisi akide (inanç); ikincisi ise, şeriat (hukuk) ve ahlâktır. Akideye gelince, onun muhtevası, Hz. Âdem'in peygamber olarak gönderilmesinden, ta peygamberlerin sonuncusu Hz. Muhammed (s.a.v.)'e gelinceye kadar değişmemiştir. Bunlar ise Allah'ın vahdaniyyet (birlik) ine, O'nun Zât-ı ulûhiyyetine yakışmayan sıfatların her türünden münezzeh olduğuna inanmak, âhiret gününe, insanların öldükten sonra hesaba çekileceklerine; Cennet ve Cehennem'e inanmaktır.

Böylece her peygamber kendi halkını, bu hususlara iman etmeye çağırıyordu. Onların tümü kendinden önceki peygamberlerin da'vetini tasdik ederek, kendinden sonra gelecek peygamberin peygamberliğini de müjdeleyerek geliyordu.

İşte böylece, peygamberlerin halkı itâata çağırmak ve tebliğ etmekle yükümlü oldukları tek hakikati pekiştirmek için çeşitli kavim ve milletler birbirini izledi. Dikkatle bakalım! Onların çağırdıkları tek hakikat; peygamber seçme ve din gönderme hakkının yalnızca Allah'a âit olduğudur. Cenâb-ı Hak Kur'ân-ı Kerim'de, şu âyet ile bu gerçeğe işaret ediyor:

"Allah, Nuh'a buyurduğu şeyleri size de din olarak buyurmuştur. Ey peygamber! Sana vahyettik, İbrahim'e, Musa'ya- ve İsa'ya da buyurduk ki: "Dine bağlı kalın, onda ayrılığa düşmeyin." Putperestleri çağırdığın şey, onların gözünde büyümektedir. Allah dilediğini kendine seçer. Kendisine yöneleni de doğru yola eriştirir." [2]

Esasen, akide konusunda, peygamberlerin davetlerinde bir ihtilâfın olduğu düşünülemez. Çünkü akide konuları, ihbar türündendir. Bir şeyden haber vermeye gelince; haber konusunda doğru sözlü olduğunu kabul ettiğimiz iki haberci arasında, verdikleri haber konusunda ihtilaflı olmaları düşünülemez.

Peygamberlerden birinin insanlara, Allah'ın üçün üçüncüsü olduğunu bildirmek -Hâşâ- için gönderildiğini, ondan sonra gelen bir başka peygamberin de; Allah'ın bir olduğunu, eşinin ve ortağının bulunmadığını açıklamak için görevlendirildiğini; her iki peygamberin de Allah'tan aldıklarını açıklamada doğru sözlü olduklarını savunmak aklın kabul etmeyeceği bir husustur.

Akide konusundaki durum budur. Teşriî konusuna gelince; teşriî kelimesi, fert ve toplum hayatını düzenleme ve hükümler koyma anlamında kullanılmaktadır. Bir peygamberle diğer peygamberin (Allah'ın salât ve selâmı hepsinin üzerine olsun) şeriatı arasında keyfiyyet ve kemmiyyet bakımından birtakım farklar bulunuyordu. Bunun sebebi de, teşri'in (şeriat koyma) ihbar türünden değil de, inşâ türünden oluşudur. Akide konusunda söylediklerimiz, teşriî konusunda söylenemez. Zira, çeşitli kavim ve milletlerin varlığının, zamanın değişmesinin şeriatların değişmesinde ve çeşitli olmasında önemli etkisi vardır.

Ayrıca, teşrii fikrinin temeli, kulların dünya ve âhiret maslahatına dayandığı sebebi de, bu konuda önemli bir etkendir. Buna, geçmiş peygamberlerden her birinin peygamberliklerinin belirli bir ümmet (milletle) mahsus olduğunu ve bütün insanlar için umumî olmadığını da ilâve edebiliriz. Buna göre, şer'î hükümler de, o ümmetin kendi hususiyetleriyle birlikte belli bir çerçeve içinde sınırlandırılmıştır.

Meselâ, Mûsâ (a.s.) İsrail Oğullarına gönderilmişti. O zamanki şartlar, Mûsâ (a.s.)'nın şeriatının -İsrail Oğullarının durumuna göre - ruhsatlar üzerine değil de, katı bir şekilde azimetler üzerine kurulmasını gerektiriyordu. Fakat bir müddet geçtikten sonra Efendimiz İsâ Aleyhisselâm onlara peygamber olarak gönderildi. Hz. İsâ (a.s.) onlara daha önce Mûsâ (a.s.)'nın getirdiği şeriattan daha kolay bir şeriatı tebliğ etti. Bu hususta, Hz. İsa'nın İsrail Oğullarına yaptığı konuşmada; Cenâb-ı Hakk'ın onun dilinden buyurduğu şu âyete bakınız:

"Benden önce gelen Tevrat'ı tasdik etmekle beraber, size yasak edilenlerin bir kısmını helâl kılmak üzere, Rabbinizden bir âyet getirdim.... [3]

Hz. İsa(a.s) İsrail Oğullarına, kendisinin akide işleriyle alâkalı konularda Tevrat'ta bulunan şeyleri tasdik ve te'kid edici, da'veti de yenileyici olduğunu açıklamıştı. Haram ve helâl hükümleriyle, teşrii duruma gelince, hakikaten o, bir kısım değişikliklerle, bazı kolaylıklar sağlamak ve katlandıkları katı hükümlerin bir kısmını yürürlükten kaldırmakla görevlendirilmişti. Buna göre her peygamberin peygamberliği akide ile teşriî (hukukî) durumu kapsar.

Bir peygamberin akide konusundaki çalışması, herhangi bir değişiklik yapmaksızın, önceki peygamberlerin getirdiği akidenin özünü te'kid etmekten başka bir şey değildir.

Teşri'e gelince; her peygamberin şeriatı, desteklediği veya sustuğu konular hariç; önceki şeriatı yürürlükten kaldırır. Bu görüş, "Aksi varid olmadıkça bizden öncekilerin şeriatı, bizim şeriatımızdır" diyenlerin görücüdür.

Yukarıdaki açıklamalardan da anlaşılacağı üzere, değişik "Semavî Dinler" yoktur; ama değişik şeriatlar, vardır. İlâhî kaderin, tebliğcisini, bütün peygamberlerin sonuncusu yaptığı büyük semavî şeriat gelip yerleşinceye kadar, her sonraki şeriat, kendinden öncekini yürürlükten kaldırmıştır.

Hak dine gelince, o da tekdir. Bütün peygamberler Hz. Âdem'den Hz. Muhammed (s.a.v.)'e gelinceye kadar ona inanmayı emretmek ve ona da'vet etmek için gönderilmişlerdir. O hak din ise yalnızca İslâmiyet'tir.

Hz. İbrahim de, Hz. İsmail de ve Hz. Ya'kub (Allah'ın salât ve selâmı onların üzerine olsun) da aynı Hak Din ile gönderildi. Cenâb-ı Hak şöyle buyurur:

"Kendini bilmeyenden başka kim İbrahim'in dininden yüz çevirir? And olsun ki biz onu dünyada beğenip seçmişizdir. O, şübhesiz ki, âhirette de muhakkak sâlihlerdendir. Rabbi ona: (Kendini Hakk'a) teslim et" dediği zaman, o, "Âlemlerin Rabbine teslim oldum (müslüman oldum)" demişti. İbrahim bunu oğullarına da tav-siye etti. Ya'kub da: "Ey oğullarım! Allah sizin için (İslâm) dinini beğenip, seçti. O halde, siz de (başka değil) ancak müslümanlar olarak can verin! [4] dedi.

Hz. Musa Aleyhisselâm da aynı hak dinle gönderilmişti. Allahu Teâlâ, Fir'avun'un büyücülerinden şöyle bahsediyor: "Biz büyücüler şüphesiz ki, nihayet (ölerek) Rabbimize dönücüleriz, dediler. Sen bizden başka bir sebeple değil, ancak Rabbimizin âyetlerine onlar bize geldiği zaman iman ettik diye intikam alıyorsun." (Sonra şöyle niyaz ettiler): «Ey Rabbimiz! Üstümüze sabır yağdır, bizi müslümanlar olarak öldür [5].

Hz. İsâ da yine aynı "Hak Din" ile gönderilmişti. Allahu Teâlâ bu konuda da şöyle buyuruyor: "İsâ onlardan (ısrar ile taşan) küfrü hissedince dedi ki: "Allah'a doğru giden yolda bana yardımcı olacaklar kim?" Havariler: "Biziz, Allah'ın yardımcıları. Allah'a inandık. Sen de (ey İsâ) şahid ol ki, biz muhakkak Müslümanlarız" dediler. [6]

Bazen deniliyor ki; Hz. Musa'ya bağlı olduklarını iddia eden kişiler, tüm peygamberlerle gönderilen Tevhid Akidesinden ayrı, başka bir akideyi niçin benimsiyorlar? Yine, Hz. İsâ'ya bağlılıklarını savunan kişiler, neden özel bir akideye inanıyorlar?

Bunun cevabı Allah Azze ve Celle'nin Kitab-ı Kerim'inde buyurduğu şu âyette verilmiştir:

"Allah indinde, Hak din, İslâm'dır. Kitab verilenler (başka suretle değil) ancak kendilerine ilim geldikten sonra, aralarındaki ihtirastan dolayı, ihtilâfa düştüler. Kim Allah'ın âyetlerini inkâr eder¬se, şübhesiz ki, Allah hesabı pek çabuk görendir. [7]

Ve yine Cenâb-ı Hak Şûra sûresinde şöyle buyurmuştur: "Onlar ancak, kendilerine ilim geldikten sonra, aralarındaki ihtirastan dolayı, ihtilâfa düştüler. Eğer belirli bir süre için Rabbinin verilmiş sözü olmasaydı, aralarında muhakkak hüküm verilmiş (her şey olup bitirilmiş) ti bile. Onlardan sonra, kitaba mirasçı yapılanlar da ondan mutlak bir tereddüt içindedirler. [8]

Bu duruma göre, bütün peygamberler, Allah katında gerçek din olan İslâmiyet ile gönderildiler. Ehl-i Kitab, dinin tek olduğunu biliyor. Yine onlar, peygamberlerin kendileriyle birlikte gönderilen hak dinde sadece birbirlerini desteklemek ve tasdik etmek için gönderilmiş olduklarını, birbirine zıt, çeşitli inançlara bölünmek için gelmediklerini de biliyorlar. Fakat onlar, Yüce Allah'ın da buyurduğu gibi, kendi aralarındaki ihtirastan dolayı bu konuda kendilerine kesin bilgi gelmiş olmasına rağmen ihtilâfa düştüler, bölündüler ve peygamberlerin söylemediklerini onlara nisbet ederek iftirada bulundular.

Dipnotlar

1-Hadis, müttefekun aleyhtir. Lâfız Müslim'indir.

2- eş-Şûrâ sûresi, âyet: 13.

3-Al-i İmrân sûresi, âyet: 50.

4-Bakara sûresi, âyet: 130, 132.

5-Firavun kastediliyor. Çünkü Firavun büyücülerin Hz. Musa'ya iman et­meleri üzerine onlara işkence yapacağına yemin etmişti.

6-A'râf sûresi, âyet: 125, 126.

7-Al-i İmrân sûresi, âyet: 19.

8-eş- Şûrâ sûresi, âyet: 14.

Kaynak

M. Said Ramazan El-Bûti, Fıkhu's Siyre, terc: Ali Nar, Gonca Yayınevi: 44-48.

Bu yazıya yorum yazın


Not: Yanında (*) işareti olanlar zorunlu alanlardır.

Bu yazıya gelen yorumlar.

DİĞER YAZILAR

MUALLİMLERİMİZ NELERE DİKKAT ETMELİ?

MUALLİMLERİMİZ NELERE DİKKAT ETMELİ?

İnsanları tenvir ederek cehaletten halas eden, onları atalet ve sefaletin karanlık gecelerinden

HÜRRİYET ADINA KAYBETTİKLERİMİZ

HÜRRİYET ADINA KAYBETTİKLERİMİZ

Dr. Alexis Carrel Her insan keyfine göre yaşamak ister. Bu insanın doğuştan gelen bir dileğid

ŞAFAĞIN IŞIĞINDAKİ SIR

ŞAFAĞIN IŞIĞINDAKİ SIR

“Annemin memnun bir eda ile: “Bu sabah kahvaltıdan önce ne yaptığımı dünyada tahmin edeme

UBEYDULLAH-I AFGÂNÎ İLE SEBÎLÜRREŞÂD İDÂREHÂNESI’NDE BİR MUHÂVERE

UBEYDULLAH-I AFGÂNÎ  İLE SEBÎLÜRREŞÂD İDÂREHÂNESI’NDE  BİR MUHÂVERE

Ubeydullah-ı Afgānî” nâmında bir zât tarafından geçenlerde Kavm-i Cedîd ünvânıyla neş

MAÂRİF, DİN EĞİTİMİNİ EN İYİ ŞEKİLDE VERMELİDİR

MAÂRİF, DİN EĞİTİMİNİ EN İYİ ŞEKİLDE VERMELİDİR

İnanmak yaradılışın bir gereğidir. Din, aklın mâverâsında, zekânın fevkinde bir mürşi

MELİK FAYSAL’IN YAHUDİ KİSSİNGER'E VERDİĞİ TARİHİ CEVAP

MELİK FAYSAL’IN YAHUDİ KİSSİNGER'E VERDİĞİ TARİHİ CEVAP

Melik Faysal'ın en önemli gayelerinden birisi, Filistin meselesi ve Mescid-i Aksâ'nın hürriyeti

NESLİN EĞİTİMİNDE MAARİFE DÜŞEN VAZİFELER

NESLİN EĞİTİMİNDE MAARİFE DÜŞEN VAZİFELER

Mânevîyatsız ilmin, beşeriyete felâh ve huzur yerine, şüphe, tereddüt, hatta ızdırap verdi

NASIL BİR MAARİF?

NASIL BİR MAARİF?

Yıllardır ilmî ve fikrî çalışmalarım arasında memleketimizin mânevî, ahlâkî, derûnî

GENÇLERİ HEDONİZM ÇILGINLIĞINA İTENLER

GENÇLERİ HEDONİZM ÇILGINLIĞINA İTENLER

Diyorlar ki: Dünyaya bir kere gelinir. Sonun başlangıcı yoktur. Gülün, eğlenin, bir yıldır

HİCRET VE HAREKET

HİCRET VE HAREKET

Hicret, tâ ezelden ebede, âlem-i vücubdan âlem-i imkâna, daire-i ilimden daire-i kudrete, tâ

ORUÇ, ORUÇ BOZMAK VESAİRE

ORUÇ, ORUÇ BOZMAK VESAİRE

Ramazan ayının hususiyeti oruç. Orucun hususiyeti de kendisine ait meseleler. Başında; tutan tu

Sizi topraktan yarattık; oraya döndüreceğiz ve oradan tekrar sizi çıkaracağız.

Tâ Hâ, 55

GÜNÜN HADİSİ

"Şekavet sahibi Allah'a yakındır, insanlara yakındır, cennete yakındır, cehennemden uzaktır. Cimri ise Allah'tan uzaktır, insanlardan uzaktır, cennetten uzaktır, cehenneme yakındır. Cahil şekavet sahibini Allah, cimri ibadet düşkününden daha çok sever."

Tirmizi, Birr 40, (1962)

TARİHTE BU HAFTA

*Kanije müdafaası(18 Kasım 1601) *Hz.Fatıma'nın(r.anha) Vefatı(22 Kasım 632) *İstanbul'un Müttefikler Tarafından İşgali(23 Kasım 1918) *Alparslan'ın Şehadeti(24 Kasım 1072) *Öğretmenler Günü(24 Kasım)

ANKET

Sitemizle nasıl tanıştınız?

Yükleniyor...

SİTE HARİTASI