MÃœMÄ°NÄ° NEBÄ°SÄ°NDEN UZAKLAÅžTIRAN TUTUM VE DAVRANIÅžLAR-1

Konuya açıklık getirmek için sünnet-i mutahhara karşısındaki konumumuza bir göz atalım. Bazı kimselerin Resûlüllah aleyhisselâtü vesselâm ve O’nun sünnetine karşı sergilemekte olduğu kabalıkların açıklanmasında yeterli olacağını düşündüğüm bazı davranışlara değinelim. Böylece umulur ki Allah sübhânehû ve teâlâ, doğru işleyenin doğruluğunu artırır, kaba kimseyi efendileştirir, uzağı yakınlaştırır ve yüksekleri hedeflemeyi müyesser kılar.


Mehmet Akıncı

mehmed.akinci@gmail.com

2012-09-30 19:58:02

Konuya açıklık getirmek için sünnet-i mutahhara karşısındaki konumumuza bir göz atalım. Bazı kimselerin Resûlüllah aleyhisselâtü vesselâm ve O'nun sünnetine karşı sergilemekte olduğu kabalıkların açıklanmasında yeterli olacağını düşündüğüm bazı davranışlara değinelim. Böylece umulur ki Allah sübhânehû ve teâlâ, doğru işleyenin doğruluğunu artırır, kaba kimseyi efendileştirir, uzağı yakınlaştırır ve yüksekleri hedeflemeyi müyesser kılar. 

1.Batında ve zahirde sünnetten uzaklaşılması:

Bu davranışların en başında iç âlemde sünnetten uzaklaşma gelir. Bu ise, ibadetlerin âdetlere dönüşmesi ve Allah sübhânehû ve teâlâ'dan ecir beklentisinin unutulmasıyla olur. Ya da Resûlüllah aleyhisselâtü vesselâm'ın yolundan ayrılıp onu tazim etmeyi bırakmakla, onun saf sevgisini kalpten çıkarmakla, sünnetleri araştırıp öğrenmemek yahut bilinen sünnetleri unutmakla ve onlara gerekli önemi göstermeyip hafife almakla olur.

Yine zâhirde sünnetten uzaklaşmak da Nebî aleyhisselâtü vesselâm'a karşı gösterilen kabalıkların başında gelir. Bu ise, bir kısmının yapılması vacip olan, bir kısmının yapılması mendûb olan zahirî sünnetleri terk etmekle olur. Misal olarak itikadî sünnetleri, bid'atlerden ve ehlinden uzak durmayı ya da yeme, giyinme, vakit namazlarının sünnetleri, vitir namazı, hac ve umre sünnetleri, oruç sünnetleri gibi sünnet-i müekkedeleri sayabiliriz. Öyle ki bazılarına göre 'sünnet' demek 'fazladan bir şey' demek haline gelmiştir. Böyle olmaktan Allah sübhânehû ve teâlâ'ya sığınırız.

Allah sübhânehû ve teâlâ'ya yemin olsun ki, bir kimse sünnete hürmet etmeden, ona ihtimam göstermeden ve onu yaşamadan istikamet üzere olmaz. Her şeyden öte Resûlüllah aleyhisselâtü vesselâm: "Kim benim sünnetimden yüz çevirirse benden değildir."(1) buyurmuştur. Dahası O'nun bu hadis-i şerifi evlilik, et yeme ve benzeri emirlerle alakalıydı.

Übeyy bin Ka'b radiyallahu anh şöyle der: "Doğru yoldan, sünnetten ayrılmayın. Kim ki doğru yolda olup, sünnet üzere yaşar, Allah sübhânehû ve teâlâ anıldığında O'nun korkusuyla ürperirse, ağacın kuru yapraklarının dökülmesi gibi onun günahları dökülür. Kim ki doğru yolda olup, sünnet üzere yaşar ve yalnızken Allah sübhânehû ve teâlâ'yı anıp O'nun korkusuyla gözlerinden yaşlar boşanırsa, onun bedenine asla ateş dokunmaz. Bilinmeli ki, doğru yol ve sünnet üzere olan az bir şey bunların tersine olan çok şeyden daha hayırlıdır. O halde az olsun, çok olsun amellerinizin nebilerin yoluna, onların yaşam biçimine uygun olması için gayret gösterin."(2)

2.Sahih Hadislerin Reddi:

Bazı sahih hadislerin ilmi değer taşımayan bir sebeple inkâr edilmesi de Efendimiz aleyhisselâtü vesselâm'a karşı yapılan kabalıklar arasında sayılır. Bu önemsiz sebepler; inkâr edilen hadisin o kimselerin aklına yahut vâkıaya uygun düşmemesi, onunla amel imkânının bulunmayışı olabilir. Bu kimselerin sahih hadislerden bazılarını kabule yanaşmamalarının sebebi kibirlerinden de kaynaklanabilir. Öyle ki sırf bu nedenle sarîh nasları te'vile kalkışırlar. Kimileri âhâd oldukları için sahih hadisleri kabul etmezler. Hâlbuki şeraitin pek çok hükmü âhâd tarîkiyle gelmiştir. Bazı kimseler ise yalnızca Kur'an-ı Kerim'le amel edip diğer her şeyi terk ettikleri iddiasıyla böyle bir kabalığa cüret eder. Halbuki Resûlüllah aleyhisselâtü vesselâm:"Sizden birini kendisine benim emir ve yasaklarımdan bir şey ulaşıp da, koltuğuna kurulup: 'Böyle bir şey duymadık, biz yalnızca kitapta olana tabi oluruz.' derken bulmayayım."(3) buyurmuştur. Her ne kadar bu kimseler yalnızca Kur'an-ı Kerim'de bulunan hükümlerle amel etmenin gerekliliğine inansalar da Allah sübhânehû ve teâlâ Kur'an'da Resûlüllah aleyhisselâtü vesselâm'ın getirdiği her bir şeyi kabul etmenin gerekliliğini: "Peygamber size ne verdiyse onu alın, size ne yasakladıysa ondan da sakının."(4) diyerek ifade buyurmuştur. Allah sübhânehû ve teâlâ, Resûlüllah aleyhisselâtü vesselâm'a itaat etmeyi Kur'an-ı Kerim'de otuz üç yerde zikretmiştir. Resûlüllah aleyhisselâtü vesselâm ise şöyle buyurur: "Dikkat edin! Bana Kur'an ve onun bir misli daha verilmiştir."(5)

Humeydî şöyle der: "İmam Şafii rahmetullahi aleyh'in yanındaydık. Ona bir adam gelip bir mesele sordu. İmam: "Resûlüllah aleyhisselâtü vesselâm bu meselede şöyle şöyle hüküm vermiştir." dedi. Adam: "Peki sen ne dersin?" diye sordu. İmam: "Sübhanallah! Nereye geldiğini sanıyorsun? Havra? Kilise? Belimde bir kuşak görüyor musun? Sana: "Resûlüllah aleyhisselâtü vesselâm şöyle şöyle demiştir." diyorum. Sense "Sen ne dersin?" diyorsun."(6)

İmam Malik rahmetullahi aleyh şöyle demiştir: " Bize her ne zaman ağzı iyi laf yapan biri gelince, onun laflarıyla Cebrail'in Muhammed aleyhissalâtü vesselâm'a getirdiklerini bir kenara mı bırakacağız?"(7)

Yine İmam Malik rahmetullahi aleyh şöyle der: " Resûlüllah aleyhisselâtü vesselâm ve daha sonra onun halifeleri bir takım sünnetler ortaya koymuşlardır. Bu sünnetleri uygulamak Allah'ın kitabını tasdik, O'na tam manasıyla itaat ve O'nun dini hususunda kuvvet anlamına gelir. Kim bu sünnetlerle amel ederse doğru yolu bulur. Kim onlar vasıtasıyla yardım talep ederse yardıma erişir. Kimde bu sünnetlere muhalefet ederse müminlerin yolundan sapmış olur ve Allah sübhânehû ve teâlâ onun başına türlü türlü işler getirir."(8)

İbn-ül-Kayyim rahmetullahi aleyh şöyle der: "Resûlüllah aleyhisselâtü vesselâm'a karşı uyulması gereken edeplerden biri de onun sözlerini çelişkiliymiş gibi göstermemektir. Aksine onun sözleri sebebiyle diğer görüşlerde çelişki aranır. Onun açık ifadelerinin karşısına kıyas çıkarılamaz. Aksine onun ifadeleri karşısında kıyaslar heder edilir, bir kenara bırakılır. Her ne kadar sahipleri makul diye iddia etseler de bir takım hayaller neticesinde onun sözleri hakiki manalarından saptırılamaz. Evet. Bunlar hayal ürünüdür, haktan uzaktır. Kimseye yaranmak için O'nun getirdiklerini kabullenmede tereddüt edilemez. Tüm bunlar edepsizliktir, cüretkârlıktır."(9)

3.Yaşam biçiminden (sîret) ve uygulamalarından (sünnet) sapma:

Bilgi çağı diye nitelendirebileceğimiz bu çağda, Efendimiz aleyhissalâtü vesselâm'a karşı gösterilen bir diğer kabalık, onun sîretini, sünnetini değil de; gerek liderlik ve siyasette, gerek düşünce ve felsefede, gerekse edebiyat ve etikte doğunun ve batının önderleri diye isimlendirilen şahısların sözlerini esas almada kendini gösterir. Bu şahısların söylediklerinin Nebî aleyhissalâtü vesselâm'ın sözleriyle ve davranışlarıyla kıyaslanıp bu haliyle toplum önüne sunulması ise daha dehşet verici bir durumdur. Bu, toplumun alt kesimini Resûlüllah aleyhisselâtü vesselâm'ın sîretini ve sünnetini sorgulamaya ve yalnızca vahiyden ibaret olan "O (bildirdikleri) vahyedilenden başkası değildir."(10) söz ve uygulamalarında kuşku duymaya kadar götüren bir musibettir. Ne var ki bazı zihinler yalnızca gözleriyle görebildiklerini algılayabilmekte, yalnızca ânı kavrayabilmekte ve bununla övünmektedir. Diğer yandan Nebi aleyhissalâtü vesselâm'ın yaşayanlar ve daha dünyaya gelmeyenler, o an ve tüm zamanlar ve hatta hayat ve ölüm için sergilediği örnek hayatı unutmaktadırlar.

Nitekim Allah sübhânehû ve teâlâ, imandan önceki küfrü ölüm diye, imanı ise hayat diye isimlendirmiştir: "Ölü iken dirilttiğimiz ve kendisine insanlar arasında yürüyebileceği bir ışık verdiğimiz kimse…"(11)

Kardeşin İsa, bir ölüyü çağırdı da, ölü kalktı gitti.

Sen ise nesillere hayat verdin.

Efendimiz aleyhissalâtü vesselâm'ın sünneti, hiçbir delil ve açıklamaya ihtiyaç duymaksızın O'nun yüceliğinin ve hayatının ifadesi olarak var olagelmiştir ve var olamaya devam edecektir.

Artık ortalığın aydınlık olduğunu da ispatlamak gerekiyorsa,

Bu zihinlerde sağlam hiçbir şey kalmamış demektir.

Başkalarının söylediklerine ve yaptıklarına daha bir değer vermek de bu başlık altına girer. Peki, buna öncülük eden kim? Kişilikleri çürümeye yüz tutmuş kimselerle, yayın organlarında çalışan bir kesim ve daha siyasetin ve idarenin ne demek olduğunu bilmeyen bazı kendini bilmezler. Ne acı bir durum!

4.Nebi aleyhissalâtü vesselâm'dan söz ederken saygıya riayet edilmemesi:

Düşünen biri, sohbet ve toplantılarda Efendimiz aleyhissalâtü vesselâm'dan bahsederken sanki bir seyyahtan söz ediyormuşuz gibi, sanki bir şairin yaşamından bahsediyormuşuz gibi davranmamızdaki manevi kabalığı hemen fark eder. Çoğu zaman konuşurken edebe riayet edilmez, hadis söylerken saygı gözetilmez, nebevî heybet hissedilmez, nurâni havanın tadına varılmaz, konuşmalarda, hal ve hareketlerde laubalilikler görülür ve hürmet gösterilmez. "Ey iman edenler! Seslerinizi Peygamber'in sesinin üstüne yükseltmeyin. Birbirinize bağırdığınız gibi, Peygamber'e yüksek sesle bağırmayın."(12) İşte ilahî edep budur. İnsanların edep anlayışı nerede, İslam'ın öğretisi olan edep nerede?

Nitekim Allah sübhânehû ve teâlâ müfessirlerin de ifade ettiği gibi Efendimizi aleyhissalâtü vesselâm 'Ya Muhammed' diye ismiyle çağıran bir guruba böyle yapmalarını yasaklamıştır. Böyle yapan kimse Efendimiz aleyhissalâtü vesselâm'ın şahsına has olan nübüvvet ve risalet şerefini ondan çekip almış olur. Tabii bu durum her zaman geçerli değildir. Ancak edep bunu gerektirir.

Abdurrahman bin Mehdî hadis rivayet ederken yanında bulunanlara sessiz olmalarını söylerdi. O zaman konuşmalar kesilir, kalemler oynatılmaz, kimse gülümsemez ve sanki başlarında kuş varmış gibi yerlerinden kalkmazlardı. Sanki namazda imiş gibi olurlardı. İçlerinden birinin tebessüm ettiğini yahut konuştuğunu görürse ayakkabılarını giyer ve oradan çıkar giderdi.(13)

Anlaşılan o, Hucurât sûresinin ilk üç ayetini Hammad bin Ziyad'ın yaptığı gibi bu manaya tevil ediyordu.(14)

İmam Malik rahmetullahi aleyh Resûlüllah aleyhisselâtü vesselâm'ın hadislerine karşı daha bir ta'zim gösterirdi. Fıkıh müzakeresi için nasılsa öyle otururdu. Hadis içinse önce boy abdesti alır, koku sürer, yeni elbiseler giyer, sarığını sarar, yerine huşu, hudû ve vakar içerisinde oturur, meclisi de hadîse taz'im için toplantı süresince kokulandırılırdı.(15)

Konunun önemine binaen müminlerin emiri Hz. Ömer(r.a) da, yaşamında gösterildiği gibi irtihalinden sonra da ona nasıl saygı gösterileceğini öğretmeye özen gösterirdi. Bu, Nebi aleyhissalâtü vesselâm'a bir vefa borcudur. İmam Buhari rahmetullahi aleyh es-Sâib bin Yezid'den şöyle rivayet eder: O şöyle dedi: "Mescitte uyuyordum. Bir adam bana doğru çakıl taşı attı. Bir de baktım Ömer bin el-Hattab. Bana: "Git, şu iki kişiyi bana getir." dedi. O kişiler geldikten sonra: "Kimsiniz?" ya da "Nerelisiniz?" diye sordu. "Taif'ifliyiz." dediler. Bunun üzerine Hz. Ömer: "Şayet buralı olsaydınız canınızı acıtırdım. Allah Reûlü aleyhissalâtü vesselâm'ın mescidinde yüksek sesle konuşulmaz." diye uyardı.(16)

5.Sünnete ittibâ edenlerden uzak durmak, haklarında ileri geri konuşup, onlarla alay etmek:

Sünnete hizmet edenlere kalbî ve amelî olarak eziyet etmek de

Efendimiz aleyhissalâtü vesselâm'a yapılan kabalıklar arasına girer. Bu, sünnete ve seleften bize ulaşan nakillere önem veren ve bunlarla amel eden kimselerden uzak durmak, onlar hakkında ileri geri konuşmak, onlarla alay etmek, onları hor görmek ve zahirde ve batında sünnete sıkı sıkıya tutundukları için onları tenkit edip ayıplamak şeklinde tezahür eder.

O erlerin hiçbir kusuru yoktur

Kılıçlarındaki savaş izlerinden başka.

Garipliği ve garip olanların halini düşündüğünüzde onların her zaman azınlıkta olduğunu görürsünüz. Bu durumu İbn-ül-Kayyim rahmetullahi aleyh ne güzel ifade etmiştir:

Daha acı gurbet var mıdır?

Düşmanın bizim hakkımızda verdiği gurbet kararından.

Yalnız düşmanı esir alan da bizleriz.

Bir daha vatanımıza dönüp

Teslim olur muyuz?

Sünnete ve seleften bize ulaşan nakillere sıkı sıkıya tutunan kimseler hakkında Resûlüllah aleyhisselâtü vesselâm şöyle buyurur: "Ümmetimden bir tâife düşmanlarına galip bir biçimde, onlara yardım etmekten geri duran ve onlara muhalefet edenlerden zarar görmeden ta ki Allah'ın emri gelene (kıyamete) kadar hak üzere olacaktır."(17)

Çulhalar seni seviyorum diye beni ayıplıyor,

Asıl bu şikâyetlerin ayıp olduğunu sen iyi bilirsin.

Cüneyd bin Muhammed şöyle der: "Allah'a giden yollar Resûlüllah aleyhisselâtü vesselâm'ın izinden giden, O'nun sünnetine tabi olan, O'nun yolundan ayrılmayanların dışındaki kişilere kapalıdır. Bu kimselere ise hayır kapıları sonuna kadar açıktır. Nitekim Allah sübhânehû ve teâlâ şöyle buyurur: "Andolsun ki, Resulullah, sizin için, Allah'a ve âhiret gününe kavuşmayı umanlar ve Allah'ı çok zikredenler için güzel bir örnektir."(18)

Sünneti ve onunla amel etmenin önemini idrak edemeyenlerin tek tasası ise ileri geri konuşup başkalarını ayıplamaktır. Ancak, birini kınamak, ancak kınayan kişiye zarar verir.

Parçalamak için bir kayayı boynuzlayan dağ keçisi gibi...

Mümkün mü ki parçalasın. Ancak kendi boynuzunu kırar.

Belki bu da insanlar arasında sünnetin yayılmasına hizmet edecektir.

Allah bir köşede kalmış hayrın duyulmasını irade edince,

Hasetçilerin diline o hayrı dolayıverir.

-Devam edecek-

Dipnotlar

1-Buhari: 5063; Müslim: 1401

2-El-Hılye (Ebu Nuaym): 1/253; Telbisü İblis -İbn-i El-Cevzi: 16

3-Tirmizi: 2800, Ebu Davud: 4605

4-HaÅŸr: 7

5-Ebu Davud: 4604

6-Siyeri A'lamün Nübelâ: 10/34, Hılyetü l-Evliya: 9/106

7-A.ge: 8/99, Şerefü Eshabi l-Hadis (el-Hatib el-Bağdadi): 5

8-Şerefü Eshabi l-Hadis (el-Hatib el-Bağdadi): 7

9-Medaricüs Salikin: 2/406

10-Necm: 4

11-El-Enam: 122

12-Hucurat: 2

13-Siyeri A'lamün Nübelâ: 9/201

14-Siyeri A'lamün Nübelâ: 7/460

15-Tezkiratü l-Huffaz (Zehebi): 1/196, Eş-Şifa (Kadı İyaz): 2/601

16-Buhari: 470

17-Buhari: 3641, Müslim: 1037

18-Ahzab: 21

Yazan: Abdullah bin Salih el-Hudayrî

Mütercim: Mehmed Akıncı/cevaplar.org

 

Bu yazıya yorum yazın


Not: Yanında (*) işareti olanlar zorunlu alanlardır.

Bu yazıya gelen yorumlar.

DÄ°ÄžER YAZILAR

Hak (ancak) Rabbindendir. Artık, sakın şüpheye düşenlerden olma.

Bakara, 147

GÃœNÃœN HADÄ°SÄ°

Oruç insanı cehennem ateşinden koruyan bir kalkandır; tıpkı sizi harpte ölüme karşı muhafaza eden bir kalkan gibi...

Buhari,Ebû Davud,Tirmizi, Nesai

TARÄ°HTE BU HAFTA

*Kanije müdafaası(18 Kasım 1601) *Hz.Fatıma'nın(r.anha) Vefatı(22 Kasım 632) *İstanbul'un Müttefikler Tarafından İşgali(23 Kasım 1918) *Alparslan'ın Şehadeti(24 Kasım 1072) *Öğretmenler Günü(24 Kasım)

ANKET

Sitemizle nasıl tanıştınız?

Yükleniyor...

SÄ°TE HARÄ°TASI