RÜYA BEREKETİ
Tedayi-i efkâr (çağrışım) şeklinde uyanıkken bizi keşfe götüren ilhamlar, rüyada açık olarak veya semboller halinde kendisini göstermektedir.
İnsan, kâinatta en değerli cihazlarla donatılmış bir varlık olarak yaratıldığından, maddi ve manevi ihtiyaçlarına, fıtri ve kavli isteklerine, derin ve ince arzularına devamlı şekilde ummadığı tarzda cevaplar bulmuştur. Sanki zayıflık ve nahifliği, acizlik ve fakirliği onun elinde pek çetin bir kuvvet ve pek büyük bir servet gibidir.
Aslında kâinatta, insanlara düşünüp idrak etmesi için, böyle tezatlarla, pek çok tablolar serilmiş, pek çok merhamet nakışlan dokunmuştur. Evet, görüp duyuyoruz, yüksek ağaçların üzerindeki yuvasında daha tüylenmemiş yavrular, analarını hem bir muhafız, hem de bir hizmetler gibi etraflarında döndürüyorlar. Tavuğu, civcivi için aslana saldırtan ve bir canavar olan aslanı yavrusu için aç bırakan nedir? Evet, bu şefkatli ve ibretli tabloların altında ne var? Yavrulardaki acizlik değil mi? Öyle değilse, yavrular büyüyüp kuvvetlendiği zaman aynı analar niçin onların elinden yiyeceklerini almak için uğraşıyorlar? Nazlı bir çocuğun hazin ağlayış ve feryatlarına büyük ve muktedir insanlar yardım için koştukları halde, o çocuk acizliğini unutup, "Siz korkunuzdan bana boyun eğiyorsunuz" der gibi, bu işi güç ve kudretiyle yaptırıyor tavrını takındığı zaman, sihir bozulur gibi, birden azar ve tekdiri yemiyor mu?
İşte bunlar gibi insanın şu gördüğümüz saltanatı onun kudret ve mücadelesinin neticesi değil; bilakis acizliği, zayıflığı, cahilliği ve ihtiyacı için kendisine bir yardım, bir ilham ve bir ikramdır.
Öyle ise, benliğimizin derinliğinden hissedip tasdik ettiğimiz şu gerçeğe karşı bigane kalamayız. Görünen ve görünmeyen âlemlerin ortasında bulunan ve her iki taraftan gelenleri müşahede eden vicdanımız zaten bunu iliklerine kadar duymaktadır.
Biz bu yazımızda rüyalarla da bir kısım nimetlerin mesajlarının gönderildiğini delillere dayanarak anlatmaya çalışacağız, önce rüyaları kısaca ele alalım.
Rüyaları üç bölümde inceleyebiliriz. Bir kısmı, şuur altına atılan ve itilen hadiselerin bilhassa heyecanlı olayların, uykuda şuur üstüne çıkmasıdır. Bir kısmı da rahatsızlıklar gibi mizaç inhirafı sebebi ile görülen rüyalardır. Bir de sadık rüyalar vardır. Bunlar ise, uyku ile beş hissin perdelenmesiyle insandaki ince cihazların gaybı âlemlerle irtibata geçmesi neticesidir. Bu çeşit rüyalarla, bazen olmaya yakın hadiseler hissedilir. Fakat her zaman bütün açıklığıyla meseleyi görmek mümkün olmaz, Hayal de o anda devreye girdiği için tabir ister. Bazen hiyeroglif yazılarından mana çıkarmak gibi rüyadaki semboller üzerinde durmak icap eder, Bu nevi rüyaların bazısı ile de ilhamların geldiği olur. Şimdi onlardan ilim ve teknikle alakalı olan bazılarını nakledelim.
Bu asrın başlarında öğrenci Niels Bohr şöyle bir rüya gördü: kendisi Güneşin kızgın gazlarla dolu merkezinde duruyor ve gezegenler ince ipliklerle bağlı oldukları Güneşin etrafında dönüyorlardı. Her gezegen Bohr'un yakınından geçerken bir de düdük çalıyordu. Sonra yanan gazlar soğuyup katılaştı, Güneş ve gezegenler uzaklaşıp gitti ve Bohr uyandı. Bu rüya onun güneş sistemi ile atom yapısı arasında bir benzerlik düşünmesine sebep oldu, Bu bize "ATOMUN İLK MODERN TABLOSU"nu verdi; ortada bir çekirdek, (nucleus) ile bunun etrafında dönen elektronlar. Böylece modern atom teorisi bir rüya ile başlamış oluyordu.
Sinirlerin çalışmasında kimyevi maddelerin önemini ispat ettiği için Nobel mükâfatı alan Otto Loewi'ye gelelim. Loewi'nin 1903'de ortaya attığı faraziyeye göre: "Sempatik ve parasempatik sinirlerin uyarılması sonucunda bu sinirlerin uçlarında kimyevi maddeler serbest hale geçmekte ve bu maddeler sinirin getirdiği tembihi, sinirin girdiği organa aktarmaktadır.'' Fakat bunu ispat edecek bir metot bulamıyordu. 1920 senesi bir gece rüya gördü, rüyada 1903'de ortaya attığı faraziyesi ile iki sene önce bir başka fikri ispat için kullandığı yeni bir metot birden bir araya gelmişti. Uyanıp bazı notlar yazdı ve tekrar uykuya daldı,
Sabah kalkınca gece yazdığını okuyamadı, rüyayı da unutmuştu. Ertesi gece aynı rüyayı gördü. Bu defa laboratuara girip rüyasında gördüğü deneyi yaptı. Loewi iki kurbağa kalbi aldı, bunlardan biri sinirleri ile beraberdi, diğerinin sinirleri çıkarılmıştı. Sinirli kalbin yavaşlatıcı sinirini (Vagus) uyardı, kalb yavaş atmaya başladı. Bu kalbin içinde bulunduğu tuzlu suyu sinirsiz kalbe tatbik etti, sinirsiz kalb sanki kendi yavaşlatıcı siniri uyarılış gibi yavaşladı. Loewi, deneyi başka şekilde tekrarladı, bu defa da birinci kalbi hızlandırıcı (Accelarator) sinirini uyardı, bu kalbin içinde bulunduğu sıvıyı ikinci kalbe aktardı, ikinci kalb de hızlandı. Bunlardan şu neticeye vardı: Sinirler kalbe doğrudan doğruya tesir yapmıyor, kalp uyarılınca uçlarından hususi kimyevi maddeler çıkıyor; sinirleri uyarılan kalbin atışlarını değiştirmesi bu hadiseye bağlıdır.
Büyük kimyacı Friedrich August Kekule de şöyle bir rüya gördü. Şöyle yazıyor: "İskemlemi ateşe doğru çevirip uyuklamaya başladım. Gene atomlar gözlerimin önünde zıplayıp duruyordu. Küçük atomlar mütevazı bir tavırla arka plana çekilmişlerdi. Onlardan başka daha büyük şekiller de görüyordum; yılana benzer hareketlerle eğilip bükülen uzun zincirler vardı. Fakat bakınız, bu ne ola ki? Yılanlardan biri kendi kuyruğunu ağzına aldı ve bu halka alay edercesine gözlerimin önünde döndü. Yıldırım hızıyla uyandım." Rüyasında gördüğü kuyruğunu ağzına almış yılan sayesinde Kekule Benzen'in halka şeklindeki (umumiyetle bir altıgen olarak gösterilir) formülünü keşfetti ve organik kimyada moleküler yapının ehemmiyetini gösteren "Kapalı zincir" veya "Halka" teorisini ortaya koydu.
Elias Howe yıllardır dikiş makinesi iğnesini keşfetmek için çalışıyordu. İlk yaptığı iğnelerde, delik iğnenin ortasında idi ve bunlar işe yaramıyordu. Beyni, gece gündüz hatta uykuda bu keşifle meşguldü. Bir gece rüyasında vahşi kabilelere esir düştüğünü gördü, "Elias Howe" diye kükredi kabile reisi, "Sana bu makineyi derhal bitirmeni emrediyorum, yoksa öleceksin" Elias'ın dizlerinin bağı çözüldü, elleri titremeye başladı ve yüzünden soğuk bir ter boşandı. Düşünüyor, taşınıyor, makinenin bu parçasındaki eksikliği bir türlü gideremiyordu. Bütün bunlar ona o kadar gerçek gibi gözüküyordu ki uykusunda avazı çıktığı kadar bağırdı. Boyalar sürünmüş, esmer tenli cengâverler etrafını sardılar ve onu ölüm meydanına doğru götürmeye başladılar. Birden birşey fark etti: muhafızların mızraklarının ucunda göz şeklinde delikler vardı, nihayet işin sırrını çözmüştü: Ona lazım olan, deliği ucunda bir iğneydi. Uyanıp yataktan atladığı gibi ucu delikli mızrakların minik bir modelini yapmağa koyuldu; bu iğne başarı ile neticelendi.
Verdiğimiz misaller bunların kitaplara aktarılanlarından bazılarıdır.
Safvet SENİH
Sızıntı
Cilt: 2
Sayı: 14
Mart-1980
Bu yazıya yorum yazın
Bu yazıya gelen yorumlar.
DİĞER YAZILAR
MUALLİMLERİMİZ NELERE DİKKAT ETMELİ?
İnsanları tenvir ederek cehaletten halas eden, onları atalet ve sefaletin karanlık gecelerinden
HÜRRİYET ADINA KAYBETTİKLERİMİZ
Dr. Alexis Carrel Her insan keyfine göre yaşamak ister. Bu insanın doğuştan gelen bir dileğid
ŞAFAĞIN IŞIĞINDAKİ SIR
“Annemin memnun bir eda ile: “Bu sabah kahvaltıdan önce ne yaptığımı dünyada tahmin edeme
UBEYDULLAH-I AFGÂNÎ İLE SEBÎLÜRREŞÂD İDÂREHÂNESI’NDE BİR MUHÂVERE
Ubeydullah-ı Afgānî” nâmında bir zât tarafından geçenlerde Kavm-i Cedîd ünvânıyla neş
MAÂRİF, DİN EĞİTİMİNİ EN İYİ ŞEKİLDE VERMELİDİR
İnanmak yaradılışın bir gereğidir. Din, aklın mâverâsında, zekânın fevkinde bir mürşi
MELİK FAYSAL’IN YAHUDİ KİSSİNGER'E VERDİĞİ TARİHİ CEVAP
Melik Faysal'ın en önemli gayelerinden birisi, Filistin meselesi ve Mescid-i Aksâ'nın hürriyeti
NESLİN EĞİTİMİNDE MAARİFE DÜŞEN VAZİFELER
Mânevîyatsız ilmin, beşeriyete felâh ve huzur yerine, şüphe, tereddüt, hatta ızdırap verdi
NASIL BİR MAARİF?
Yıllardır ilmî ve fikrî çalışmalarım arasında memleketimizin mânevî, ahlâkî, derûnî
GENÇLERİ HEDONİZM ÇILGINLIĞINA İTENLER
Diyorlar ki: Dünyaya bir kere gelinir. Sonun başlangıcı yoktur. Gülün, eğlenin, bir yıldır
HİCRET VE HAREKET
Hicret, tâ ezelden ebede, âlem-i vücubdan âlem-i imkâna, daire-i ilimden daire-i kudrete, tâ
ORUÇ, ORUÇ BOZMAK VESAİRE
Ramazan ayının hususiyeti oruç. Orucun hususiyeti de kendisine ait meseleler. Başında; tutan tu
- HEKİM VE FİLOZOF GÖZÜ İLE RAMAZAN
- HÜZÜNLÜ BİR HAYVANAT BAHÇESİ GEZİSİ
- YİRMİNCİ ASRIN BAŞINDA ANADOLUDA PAZARIN NAMUSU
- BİZ DE RAHATSIZIZ
- "BANA KUR’AN YETER!”
- MEALCİ KARDEŞLERİME KUR’AN’DAN MİSAFİRPERVERLİK DERSİ
- MEZHEPLERE TÂBİ OLMAYANLAR
- ‘KADİR GECESİ BİN AYDAN HAYIRLIDIR’ NE DEMEKTİR?
- İKİ PEYGAMBERİN DOĞUM GÜNLERİ
- “BİR ALLAHSIZA CEVAP”
- YEDİ YAŞIN ÖNEMİ
- DÜŞÜLEN MÜHİM BİR HATA
- YALANCININ MUMU
- BEN OLACAKTIM Kİİİİİ
- AĞIRLIĞINI DUYMAK
- SON ASIRDA TASAVVUFTA TECDİD YAPAN ÜÇ ŞAHSİYET
- KURBAN KESMEK KİMLERE VÂCİPTİR?
- KURBAN
- DİLİMİZE BİR ŞEY OLDU
- NERDE O ESKİ GÜNLER
- YALAN DOLAN SONRASI YAPILAN ASKERÎ DARBELER
- BAYRAMLA İLGİLİ SÜNNET VE ADABLAR
- BİR KOLERA SALGINI HATIRASI; NURİYE ABLA
- “GUSL-İ İÇTİMÂİ”
- İMANIN ÇİÇEĞİ RAMAZAN ORUCU
- EVLİYA
- BERAAT GECESİ İLE ALAKALI ÜÇ YANLIŞ MESELE
- ALLAH’IN AHLAKIYLA AHLAKLANANLAR
- ATEİST, DEİST ve BİLİME DİN GİBİ İNANANLARA SORULAR
Kur'an okuyacağınız zaman, kovulmuş şeytandan Allah'a sığının.
Nahl,98
GÜNÜN HADİSİ
Zalim sultanın yanında gerçeği söylemek en büyük cihaddandır.
Tirmizi 13, (2175)
SON YORUMLAR
- Bütün beytlerin tercümesini gönderebilir misiniz? sitede sadece son birkaç...
- Fıtrat, namaz, tevafuk, sırlar ve tüm bunların sahibi zişanı İlahi kusur...
- Selamünaleyküm İnternette mütalaalı risale i nur dersleri diye arama yapt...
- bu kıymetli yazıdan dolayı ahmed izz kardeşimize teşekkür ederiz çok mani...
- selamün aleyküm Ahmed kardeşimizi tebrik ediyor ve bu faideli tercümelerin...
- Yanında okuyan diğer öğrencileri; Molla Muhammed Kasori Molla Muhammed Era...
- Benim merhum babam Molla İbrahim Azizi de onun yanında icazeti tamamlamıştı...
- Teşekkürler. Sanırım Envar neşriyat idi.Tam hatırlayamıyorum.....
- Çok güzel bir çalışma Rabbım ilminizi arttırsın bu çalışmalarınızı...
- Merhaba, Ben Foliant yayınlarından uğur. Sizinle iletişim kurmak istiyoruz ...
TARİHTE BU HAFTA
*Kanije müdafaası(18 Kasım 1601) *Hz.Fatıma'nın(r.anha) Vefatı(22 Kasım 632) *İstanbul'un Müttefikler Tarafından İşgali(23 Kasım 1918) *Alparslan'ın Şehadeti(24 Kasım 1072) *Öğretmenler Günü(24 Kasım)
ANKET
Sitemizle nasıl tanıştınız?
Yükleniyor...