AHMET EMÄ°N SAÄžBAÅž
Ahmet Emin sağbaş; Afyonkarahisar İlinin, Dinar İlçesinin, Yüksel Köyünde 1946 yılında dünyaya gelmiştir. İlkokulu kendi köyünde bitirerek, Kur’an-ı Kerim ve Arapça okuduktan sonra, Isparta İmam-Hatip Okulunda yedi sene, Konya Yüksek İslam Enstitüsünde dört sene olarak eğitimini tamamlamıştır. Şu anda Akşehir İlçe Müftüsü olarak vazife yapmaktadır.
Ahmet Emin sağbaş; Afyonkarahisar İlinin, Dinar İlçesinin, Yüksel Köyünde 1946 yılında dünyaya gelmiştir. İlkokulu kendi köyünde bitirerek, Kur'an-ı Kerim ve Arapça okuduktan sonra, Isparta İmam-Hatip Okulunda yedi sene, Konya Yüksek İslam Enstitüsünde dört sene olarak eğitimini tamamlamıştır. Şu anda Akşehir İlçe Müftüsü olarak vazife yapmaktadır.
Isparta İmam Hatip Okulunda okurken, Üstadın emriyle, Ahmet Gümüş ve Ali Zeybek ile beraber üç sene aynı evde kalmışlardır. Hem de Üstad Hazretlerinin kaldığı evin elli metre yakınında. Kendileriyle ilgilenmeleri için, Üstad Hazretlerinin Bayram ağabeye talimat vermiş olduğu, hatıralardan anlaşılmaktadır. Arzumuz üzerine gördüğü ve yaşadığı hadiseleri yazıp bize teslim etmiştir.
AHMET EMÄ°N SAÄžBAÅž ANLATIYOR
Babam beni Ãœstad'a, Ãœstad da Bayram AÄŸabeye emanet etti
Doğum yerim Dinar İlçesi, vilayetimiz olan Afyon'a göre Isparta'ya daha yakındır. Resmi işlerin dışında, diğer bütün işlerimiz Isparta'da görülür. Merhum babam da çok defa Isparta'ya gidip geldiği için, Üstadımız Bediüzzaman'a karşı büyük bir sevgi duymaya başlamış. Onu görebilmek için Denizli, Afyon, Emirdağ hapishanelerinde ziyaretlerine gitmiş. En sonunda da Emirdağ'ında Bayram Abi vasıtasıyla Üstad'ı ziyaret etmiş. Orada Üstadımıza; benim için, İlkokulda okuduğumu belirterek, okulu bitirince kendisine emanet edeceğini söylemiş. Üstadımız da kabul etmiş. Nihayet ben 1958 senesinde İlkokulu bitirdim. Babam beni Üstadın talebesi olan hafız bir Hocaefendinin yanına verdi. Hususi olarak Kur'an-ı Kerim ve Arapça dersleri aldım.
A.Emin SaÄŸbaÅŸ Isparta Ä°mam Hatip Okulu talebesi iken
Bir sene sonra, 1959 senesinde, babam beni yanına alarak Isparta'ya götürdü. Bir gece otelde kaldık. Sabahleyin saat 10.00 gibi Üstadımızı şu anda müze olan vakıf evinde ziyaret ettik. O anda kapıda Üstadımızla görüştük. Merhum babam Üstadımıza beni göstererek: "Üstadım emaneti getirdim" dedi. Üstadımız da elini omzuma atarak, beni kucakladı ve başımdan öptü. Ben de elini öptüm. Bana: "Kur'an-ı Kerim okudun mu?" dedi. Ben de: "Evet Üstadım, Kur'an-ı Kerim ve tecvit okudum, ezberler yaptım ve Arapça okudum" deyince; Babam: "Üstadım! Medresede mi kalsın, hafız mı olsun, yoksa İmam-Hatip okuluna mı gitsin?" dedi. Üstadımız: "Hemen, doğru İmam-Hatip Okuluna gitsin" dedi. Yanımızda bulunan Bayram Yüksel Abiye dönerek, "Bayram, kardeşim, geçenlerde Konya'dan gelen, İmam-Hatip'e kayıt olan Ahmet gümüş kardeşimizin yanına verin, beraber kalsınlar" diye emir buyurdular.
Üstad beni Bayram Yüksel Abiye emanet etmişti. Bayram Abi beni alarak Ahmet Gümüş Abinin kaldığı eve götürdü, bizi tanıştırdı. Isparta İmam Hatip Okuluna da kaydımızı yaptırdık. Bayram Abi, Üstadın emriyle, bir velim olarak benimle çok meşgul olmuştur. Hatta babam çok defa parayı, yani harçlığımı ona verir, ben de ondan alırdım.
Ben, Ahmet Gümüş, Ali Zeybek; üç sene, Üstadımıza çok yakın bir evde kaldık
Ahmet Gümüş Abimiz Risale-i Nur eserlerini okuduğu için, Konya İmam-Hatip Okulundan tasdikname ile uzaklaştırılmış. Kendisi İstanbul, Ankara ve Adana İmam-Hatip okullarına müracaat etmiş, fakat bu okullar onu kabul etmemişler. O da, Konya İmam-Hatip Okulunda Arapça hocası olan, Üstadımızın kardeşi Abdülmecit Abiye müracaat etmiş. Abdülmecid abi de, Ahmet Gümüş'ü, Isparta'ya, üstadımıza göndermiş. Üstadımız da Ahmet Gümüş abimize: "İmam-Hatip Okulunun müdürüne git, benim selamımı söyle, seni okula kaydetsin" demiş. Bunun üzerine Ahmet gümüş abi okula giderek Müdür beye: "Üstadımın selamı var, ben Konya İmam-Hatipten tasdikname ile geldim, beni kayıt edeceksiniz" demiş. Müdür bey, "hangi Üstad" deyince; "Üstadımız Bediüzzaman" diyor Ahmet Gümüş. Müdür hemen ayağa kalkmış, Ahmet abinin gözünden öperek, "seni aldım yavrum, değil mi ki sen bana Üstad'dan selam getirdin; beni müdürlükten de alsalar yine seni aldım" diyerek kaydını yapmış. Ben, Ahmet Gümüş Abi ve Ali zeybek ile beraber üç kişi, üç sene, Üstadımıza elli metre yakınlıkta bir evde kaldık. Bu beraberliğimiz üstadımızın emriyle olmuştu.
Gönüllerde taht kuran Üstad Bediüzzaman, son zamanlarını Isparta'da şu anda ziyaretlere açık olan evinde geçirmiştir. 1959–1960 yıllarında sanki ziyaretçi akınına uğramıştır. Çok defa şarktan büyük ulemalar, müderrisler gelerek günlerce görüşmek için Isparta'da kalırlardı. Üstad göz hapsinde olduğu için, çoğu zaman bekleyen polisler nezaretinde ancak kapıda, giriş ve çıkışlarında ziyaret edilebilirdi. Bizim evimiz Üstadın evine elli metre mesafede olduğundan biz bunları görebiliyorduk.
İmam-Hatip talebelerine karşı çok şefkat gösterirdi
Isparta İmam Hatip Okulunda okurken, Üstad'ı, derslere gittiğimizde ve diğer zamanlarda ziyaret ederdim. Üstadımız çok defa saat 10.00 gibi faytonla gezintiye çıkar, 16.00 gibi eve dönerdi. Biz o saatleri bildiğimiz için, kendisini çok defa kapıda ziyaret ederdik. Kendisi de İmam-Hatip talebelerine karşı çok şefkat gösterirdi. Bunun için Üstadımız bazen; tam öğle vaktinde, talebeler yemekten döndükleri sırada, saat 13.00 ile 13.30 arasında, okulun yanından geçerdi. Bütün talebeler de avlu duvarının üzerine çıkarlar ve Üstad'ı selamlardı. Üstadımız da ellerini kaldırarak, "Selamün Aleyküm" diyerek oradan geçerdi. Bu muhteşem manzara bizim bütün arkadaşlarımız tarafından pek çok sevinçle karşılanırdı. Şimdi görüştüğümüz o arkadaşlarımız hala o hatıraları unutamıyorlar, unutulması da mümkün değildir.
Aynı senelerde okulda talebe iken, Üstadımızın mahkemesinin veya bir sorgusunun olduğunu duyduk, bir arkadaşımla beraber adliyeye gittik. Biraz sonra Üstadımızı jandarmalar getirdiler ve saat 13.00 gibi içeri girdiler. Biz de arkalarından girdik. Üstadımız önce koridorda oturtuldu. Mahkeme 13.30'da başlayacaktı, yarım saat vardı. Biz de Üstadımızın karşısında bir yer bulduk ve tam karşısında yarım saat doya doya Onu seyrettik. O an çok tatlı bir andı. Üstadımızın üzerinde deve tüyü renginde cüppe, başında sarık ve ayağında yemeni vardı. Bu haliyle çok ciddi ve vakur bir duruşu vardı. Bir komutan edasıyla karşımızda durmakta idi. Bu fotoğraf hala hayalimde, gözümün önünde canlanmaktadır.
Mahkeme başladı, içeri girdik. Duruşma fazla sürmedi. Üstad müdafaasını yazılı olarak sundu ve mahkeme duruşması başka bir güne bırakıldı. Burada dikkatimizi çeken bir şey vardı; hiç bir kimseyi içeri almadıkları halde, bize küçük talebe diye bir şey dememeleriydi.
O zaman Üstad'ın evinin önündeki 'Said Nursi Sokağı' çıkmaz sokaktı. Kapıda iki tane sivil polis bekler ve devriye gezerlerdi. Üstadla bir görüşmemizde yine polisler sokakta devriye geziyordu. Üstadımız bana dönerek: "Evladım, sen bizim böyle tarassut altında olduğumuza bakma. Bir gün gelecek, Risale-i Nurlar hürriyetine kavuşacak; serbestçe yazılacak; bütün dünyada okunacak ve kitapçılarda serbestçe açıktan satılacaktır. Radyo, Risale-i Nuru bütün dünyaya ilan edecek, okullarda ders kitabı halinde okutulacaktır. Siz de okuyacaksınız" dedi. Üstadın dediği müjdeyi ben bizzat yaşadım. Şöyle ki: Konya Yüksek İslam Enstitüsüne talebe oldum. Okulumuzun Müdür muavini, Arapça Tasavvuf ve Pedagoji hocası Ahmet Hamdi Savlu idi. Bu hocamız, teksir halinde dağıtılan kitaplarında, Risale-i Nurlardan pasajlar koymuş ve bizlere okutmuştur.
Ahmet Gümüş ile beraber Üstadımızı Urfa'ya uğurladık
Ben, Ahmet Gümüş Abi ve Ali Zeybek, beraber üç sene Üstadımıza çok yakın bir evde kaldık. O sene Ramazan Ayında, sahurla sabah namazı arasında, Üstadın odasında ders yapılırdı, Ahmet Abimiz bu derse katılırdı. Biz de ondan bilgiler alırdık. Bir gün Üstadımızın çok hasta olduğunu bildirerek, "ziyaretine gidelim" dedi. Beraberce gittik. Avlu içerisinde ağabeyler bekleşiyorlardı. Üstadın yanına kimseyi almıyorlardı. Avlu içerisinde konuşmalar devam ediyordu. Hararetli konuşma arasında Bayram Abi söze karışarak "Üstadımız çok ciddi, 'Urfa'ya gitmemiz lazımdır' diyor, ne yapacağız, bu araba Urfa'ya gitmez." "Üstada tekrar arz edelim" dediler. Bayram Abi tekrar Üstadın yanına çıktı, ama üzüntü ile döndü. Üstadın; "gerekirse başka araba bulun, hazırlığınızı yapın, gitmemiz lazım" dediğini söyledi. Hemen araba için hazırlıklar başladı. Lastikler, yağ kontrol edildi, temizlik yapıldı.
Bir ara Bayram Abi dedi ki: "Bir şey aklıma geldi, mesainin bitmesini bekleyelim. Mesai bitince Üstadımıza, 'Üstadım, mesai bitti, izin alamıyoruz' deriz ve bugün kalırız" dedi. Üstad Isparta'da göz hapsinde olduğu için, her çıkışlarında emniyet ve vilayetten izin alma mecburiyetleri vardı, izin almadan çıkmaları mümkün değildi. Biraz sonra yine Üstada çıktı, bu sefer biraz daha heyecanlı geldi. Üstad: "Bayram, izin Allah'tandır. Bu gün izinsiz çıkacağız, emir var, bahane istemiyorum, hemen çıkmalıyız" demiş. Abiler hemen yukarı çıktılar. Üstadımızı ikinci kattan kollarına girerek arabaya getirdiler ve bindirdiler. Biraz sonra da Isparta'dan uğurladık. O gidiş, son gidiş idi.
AÄžABEYLERDEN HATIRALAR
Bazı ağabeylerle görüşmelerim olmuştur. Bunlardan bazılarını bir hatıra olarak arz etmek istiyorum. Belki istifadesi olur.
Ãœstad 19 defa zehirlenmiÅŸtir
Bayram Yüksel Ağabey anlatıyor: Üstad hayatında 19 defa zehirlenmiştir. Bu zehirler sol böğründe ceviz büyüklüğünde, yemyeşil bir ur halinde toplandı. Çamaşırlarını değiştirirken görüyordum. Nihayet cenazesi yıkanırken ve kefenlenirken bu zehir mübarek vücuduna dağıldı. O kısmın yemyeşil olduğunu gördüm.
Üstad, Konya'da Mevlana Müzesinin dışında, Üçler Mezarlığına bakan tarafında tek kabir olan, Şair Şem-i'nin mezarının yakının da durarak; Mevlana'ya Fatiha okumuştur. Ayakta titreyerek: "Aman Yarabbi! Aman Yarabbi! Kabrimin böyle olmasını istemem!" Dedikten sonra, bana dönerek: "Bayram, Mevlana'nın ruhaniyeti burada yoktur" demiştir.
"Benim kabrimi az insanlar bilecek" sözünü üç beş defa Üstad'dan duydum. Fakat bütün dünyanın tanıdığı Üstadın, kabrinin, nasıl az insanlar tarafından bilineceğini, akıllarımız almıyordu. Üstad'a da soramadık. Ancak Urfa'dan kabir kaldırılınca anlayabildik.
Nurcular hapishaneden uçtular, vuramadık
Terzi Mehmet Abi anlatıyor: Isparta'da, hayatının son zamanlarında, Risale-i Nurda ismi gecen Terzi Mehmet Abiyi ziyaret etmiştim. O, talebeliğimizde bizim ev komşumuz olurdu. Kendisine Risale-i Nurda geçmeyen hatıralarını sordum. Dedi ki:
Biz sekiz arkadaş Isparta cezaevinde idik, sıra ile ikişer saat Cevşen-ül Kebir okuma nöbeti tutardık. Gece ve gündüz her kardeşimiz sıra ile ikişer saat cevşen okurdu. Yine bir gece Mustafa Ezener adlı kardeşimiz nöbette idi. Bir sesle aniden uyandık. Karakolda, hapishane etrafındaki askerler silah atıyorlardı. Biraz sonra hapishane Müdürü geldi, "kim uçtu?" diye sordu. Biz de, "kimse uçmadı, biz yatıyorduk, bir kardeşimiz uyanıktı" dedik. Biraz sonra savcı geldi, aynı soruyu tekrarladı. Artık sabaha kadar uyuyamamıştık. Sabahleyin bizi doğru mahkemeye çağırdılar. Savcı ve hâkimler hep aynı soruyu soruyorlardı: "Kim uçtu, nasıl uçtunuz, nasıl geri geldiniz?" diyorlardı. Şahitlik yapan askerler de yeminle: "Vallahi, onları bembeyaz giyinmiş, başlarında sarıkları, beyaz cübbeleri ile beraber pencereden uçarken gördük. Silah attık, ama vuramadık, birbiri arkalarına uçtular, gittiler" diyorlardı. Askerler böyle ifadeler verdiler. Savcı ve hâkimler… Hepsi şaşkınlık içendeydi. Ve neticede sekiz kişi beraber, hepimizi tahliye ettiler, biz de evlerimize döndük.
O zaman Emirdağ'ında olan Üstada bir mektup yazdık, vaziyeti anlattık. Cevaben Üstadımız dedi ki: "Allah'ın size bir ihsanıdır. O askerlere sizin uçtuğunuzu göstermiş. Siz de sabahleyin hapishaneden uçmuşsunuz" diyerek taltif etmişti.
Afyon Mahkemesinde Üstadın şiddetli müdafaası
Sabri Halıcı Ağabey anlatıyor: Konya Yüksek İslam Enstitüsünde talebe idik. Kürt Sabri diye bilinen, meşhur Sabri Halıcı abimiz anlatmıştı:
Konya'ya gelme sebeblerimden birisi de Üstada yakın olmaktı. Üstad'ı hep cezaevlerinde görmek istedim, nasip olmadı. Onu görebilmek için hapishaneye girmeyi göze almıştım. İşte böyle bir anda iki tane polis gelerek evimi arayacaklarını söylediler. Aradılar ve beni karakola götürdüler. Başkomiser komşumdu. Bana meselenin ciddiyetini anlatarak: "Sabri kardeşim, dikkat et. Bediüzzaman ellidokuz arkadaşı ile beraber Afyon cezaevine getirilmiş. Yarın Afyon da mahkemesi var. Seni de nurcu diyerek gıyaben idam cezası ile yargılanmak üzere çağırmışlar. Sen nurcu değilsin değil mi?" diye üç defa aynı soruyu sordu. Ben de sırf üstad ile görüşmek için, "evet nurcuyum" dedim. Komiser beyin canı çok sıkıldı, "yapacak bir şeyim kalmadı" dedi ve beni askerlerin gözetiminde trenle Afyona gönderdiler.
Ertesi günü mahkemeye çıktık. Gerçekten dediği gibi, dört kişi, ben de dâhil idamla yargılanıyoruz. Tam 63 kişi mahkemeye çıkarıldık. Hâkimler Üstada değişik sorular sordular. Üstad önümde, ben onun arkasında oturuyordum. Biraz daha ileri giderek değişik şekilde Üstada hakaretamiz kelimeler kullanılınca ben dayanamadım. Kendi kendime: "Üstad bunlara cevap vermeyecek, bana müsaade etse de ben bir cevap versem…" gibi şeyler kalbimden geçti. Biraz sonra Üstad celallendi, bir anda ayağa fırladı, başladı müdafaaya. Artık hep üstad konuşuyordu, hâkimler susmuştu: "Bunları kim getirdi, bunlar hırsızlık mı yapmış, adam mı öldürmüşler, kız mı kaçırmışlar, hükümeti mi devirmişler, ne yapmışlar, nerede şahitler? Yalanlarla dolanlarla bu masum insanları getirdiniz, bunların çocukları yok mu, bunların rızıklarını kim temin edecek, o babasız insanların vebalini kim taşıyacak?" Tarzında şiddetli ifadelerinden sonra geriye dönerek, bana: "Nasıl Sabri kardeşim oldu mu?" dedi. Sanki kalbimden geçenleri okumuştu. Çok mahcup olmuştum. Sonra yerine oturdu: "Bu kâtiplerin kabahati ne, huzuru İlahide sizde mi şahitlik edeceksiniz, bu masanın sandalyenin kabahati ne?" Diyerek hem konuşuyor, hem de bacak bacak üzerine atarak, cebinde ipi kopmuş tesbihini dizmeye başlamıştı...
Netice olarak; idamı istenen dört kişiye altışar ay hapis, diğer 59 kişiyi de tahliye kararı ile salıverdiler. Bunlar hayatta unutulmayan günlerdi. Benim en büyük sevincim Üstad ile beraber hapishanede kalmaktı.
Yavrum bu zatı Allah zaten yakmaz ki
İmam-Hatip ikinci sınıfta talebe iken, beraber kaldığımız Ali Zeybek kardeşimizle birlikte Türkçe dersinde, öğretmen gelmeden önce tahtaya Üstad'tan bir vecize yazmak istedik.
"Ben İman ve Kur'an yolunda dünyamı da feda ettim, ahretimi de. Gözümde ne cennet sevdası var, ne de cehennem korkusu. Eğer cemiyetin imanını selamette görmezsem, cenneti de istemem. Orası da bana zindan olur. Eğer cemiyetin imanını selamette görürsem cehennemin alevler içerisinde yanmaya razıyım. Çünkü vücudum yanarken, gönlüm gül gülistan olur." Vecizesini tahtaya yazdık.
Türkçe öğretmenimiz hanımefendi kapıdan girdi, daha oturmadan yazıyı okudu. Çok duygulanmıştı, tekrar okudu. Bize dönerek; "yavrum bu zatı Allah zaten yakmaz ki, çünkü kendisini cemiyete adamış" dedi ve yerine oturdu. Hayli duygulanmıştı, "kim yazdı" diye sordu. Ben ayağa kalkarak, "hocam ben yazdım" dedim. Cep defterini bana vererek, "lütfen şu defterime aynısını yazıver" dedi. Sonra, "bu kimindir?" diye sordu. Ben de "Muhammed İkbal" diyerek cevap verdim ve yazdım. O gün bir saatlik dersini bu cümle ile bitirdi. Çok güzel bir yorumunu bize anlattı.
Bir kaç gün sonra Ali Zeybek arkadaşımla öğretmenimizi teneffüste ziyaret ettik. Ben: "Hocam özür dilerim, o geçen ki yazdığım söz Muhammed İkbalin değil, Bediüzzaman'ındır. Talebelerin huzurunda yanlış anlaşılır, sizi zor durumda bırakırız diye, böyle bir taktik kullandık" dedim. Özrümüzü beyan edince çok sevindi. Teşekkür etti, "bu küçük yaşta iyi düşünmüşsün" dedi. Bir iki hafta sonra kendisine Tesettür Risalesini verdik, memnuniyetle kabul etti. Bize, kendisinin namaz kıldığını, imam-hatip okuluna geldiği için sevindiğini belirtmişti.
Â
Bu yazıya yorum yazın
Bu yazıya gelen yorumlar.
Muzaffer Alev, 2014-01-27 16:30:06
Ali Zeybek kardesimiz, 1967 senelerinde Mustafa ve Eyüb Ekmekci Kardeslerle , Kirazli Mescit te, Zübeyir Agabeyin yaninda kalan kardes mi? Ali Zeybek kardesi merak ediyordum, hayatta midir, diye? Muzaffer Alev Kopenhag www.islamvesulh.wordpress.com
Bu yoruma katılıyor musunuz ?
DÄ°ÄžER YAZILAR
YUSUF ÜNLÜ(1936 -)
Cübbeli Ahmed Ünlü hocaefendinin babası Yusuf Ünlü 1936’da Giresun’un Göreli İlçesinde
YILMAZ DUMAN(1938 -)
Denizlili Emekli Lise Öğretmeni Yılmaz Duman, 1951’de Türkiye’de ilk açılan yedi İmam Hat
ÜMMÜHAN ERGÜN(1913 – 1976)
Nur Fabrikası sahibi, Denizli şehidi, İslamköylü Hafız Ali Ergün’ün akıl sınırlarını
ÛLVİYE SÜMER (1895 – 1974)
Ûlviye Sümer, Risale-i Nur’un Kastamonulu hanım kahramanlardandır… “Âsiye, Ulviye, Lütfi
TACEDDÄ°N TOPAL(1927-2020)
Taceddin Topal ağabeyimiz Isparta/Yalvaçlıdır. Yalvaçlılar O’na Taci Dede diye biliyor ve ö
ŞÜKRÜ ALTUĞ(1914 – 1984)
Isparta’nın Sav köyü bin kalemle Risale-i Nur eserlerini yazarak çoğaltan, Hz. Üstadın ifad
ÅžEVKET AKIN(1923 -2021)
Batmanlı Şevket Akın, Bediüzzaman hazretlerini 1952 yılında Isparta’da ziyaret ediyor. Aynı
ŞAHABEDDİN ÜNLÜ (1945 -2021)
Bolvadinli Emekli Edebiyat öğretmeni Şahabeddin Ünlü ile Ankara’da halef selef oluyoruz. Biz
ŞAHABEDDİN GARGILI(1924 – 2017)
Molla Şahabeddin Gargılı, 1924 yılında Bingöl’ün Kığı ilçesinde doğmuştur. Erzurumlu
SÜLEYMAN ÇAĞAN(1930 - )
Malatya/Doğanşehirli Süleyman Çağan ağabeyimiz üç arkadaşıyla beraber Hz. Üstad’ı Ispa
SAİD NUR ÇELEBİ (1948 -)
Risale-i Nur hizmetkârlarından iki bahtiyar hanedanın silsilesi Said Nur Çelebi’de buluşuyor.
- ÖMER HALICI(1919 – 1954)
- OSMAN NURİ TOL(1885 – 1955)
- OSMAN AKSOY(1940 - )
- NEVÄ°N HALICI(1939 -)
- NECATÄ° AKKOYUN(1934 -)
- MÜBAREK SÜLEYMAN (KÖSE)(1898 - 1963)
- MUSTAFA CENGÄ°Z (1929 -2021)
- MUHAMMED ALİ ÖZTÜRK (1930 -)
- MUAMMER ŞENEL (1909 – 2000)
- MEVLÜD GÖNEN (1934 -)
- MEHMED KÜÇÜKAĞA (1924 – 1976)
- MEHMED KERVANCI(1940 - )
- MEHMET GÜLEŞÇİ
- MEHMED FIRINCI (GÜLEÇ) (1928 - 2020 )
- İBRAHİM GÜL (1892 – 1956)
- HÃœSEYÄ°N BİÇER (1923 -2018)Â
- HÜSEYİN AKÇAY
- HATÄ°CE SOYLU (ALTUÄž)(1930 - 2013)
- HASAN HALICI(1940 -)
- HASAN BASRİ SARIÇAM
- HAMDÄ° SAÄžLAMER
- HAFIZ MUSTAFA ERTÜRK (1906 – 1950)
- FİKRİ MERİÇ(1935 -2021)
- EÅžREF EDÄ°P FERGAN(1882-1971)
- AV. İBRAHİM ÜNLÜ(1942 - )
- ÂSİYE MÜLÂZIMOĞLU(1881-1981)
- ALÄ° YILMAZ(1936 - )
- ALİ SERT(1929 – 2017)
- ALÄ° RIZA MUHLÄ°S(1927 - 2016)
Allah'a güven. Vekîl olarak Allah yeter.
Ahzab, 33
GÃœNÃœN HADÄ°SÄ°
Alî b. Ebî Tâlib (r.a.)'dan :
"Benim ağzımdan yalan uydurmayınız. Her kim benim ağzımdan yalan söylerse Cehennem'deki yerine hazırlansın."
SON YORUMLAR
- Bütün beytlerin tercümesini gönderebilir misiniz? sitede sadece son birkaç...
- Fıtrat, namaz, tevafuk, sırlar ve tüm bunların sahibi zişanı İlahi kusur...
- Selamünaleyküm Ä°nternette mütalaalı risale i nur dersleri diye arama yaptÄ...
- bu kıymetli yazıdan dolayı ahmed izz kardeşimize teşekkür ederiz çok mani...
- selamün aleyküm Ahmed kardeşimizi tebrik ediyor ve bu faideli tercümelerin...
- Yanında okuyan diğer öğrencileri; Molla Muhammed Kasori Molla Muhammed Era...
- Benim merhum babam Molla İbrahim Azizi de onun yanında icazeti tamamlamıştı...
- Teşekkürler. Sanırım Envar neşriyat idi.Tam hatırlayamıyorum.....
- Çok güzel bir çalışma Rabbım ilminizi arttırsın bu çalışmalarınızı...
- Merhaba, Ben Foliant yayınlarından uğur. Sizinle iletişim kurmak istiyoruz ...
TARÄ°HTE BU HAFTA
*Kanije müdafaası(18 Kasım 1601) *Hz.Fatıma'nın(r.anha) Vefatı(22 Kasım 632) *İstanbul'un Müttefikler Tarafından İşgali(23 Kasım 1918) *Alparslan'ın Şehadeti(24 Kasım 1072) *Öğretmenler Günü(24 Kasım)
ANKET
Sitemizle nasıl tanıştınız?
Yükleniyor...