ÅžEYH MUHAMMED DÄ°YAUDDÄ°N/HAZRET (K.S.)

Hazret lakabıyla bilinen Muhammed Diyâuddin (k.s.)Hazretleri, 7 Cemâzîyelâhir 1272 Hicri (Milâdi 14 Şubat 1856) tarihinde perşembe günü öğleden sonra Bitlis’in Hizan kazasına bağlı Usb (Uvseb) köyünde doğmuştur


Mehmet Törehan Serdar

mtserdar@gmail.com

2013-01-10 13:02:11

Hazret lakabıyla bilinen Muhammed Diyâuddin (k.s.)Hazretleri, 7 Cemâzîyelâhir 1272 Hicri (Milâdi 14 Şubat 1856) tarihinde perşembe günü öğleden sonra Bitlis'in Hizan kazasına bağlı Usb (Uvseb) köyünde doğmuştur.

Asıl adı Muhammed Diyauddin, şöhreti; Hazret'tir. Bu lakabı kendisine üstadı Şeyh Fethullah Verkanisi vermiştir. Babası; Seyda-i Taği (Tahi) ismiyle bilinen Şeyh Abdurrahman-et Taği'dir.(1)

Şeyh Abdurrahman-i Taği'nin altısı erkek, altısı kız olmak üzere toplam 12 çocuğu olmuştur. Hazret tüm çocukların büyüğüdür. Bu çocukların birçoğunun çocukluk yıllarında babaları olan Şeyh Abdurrahman Taği, kendini tamamen şeyhi olan Seyyid Sıbğatulah Arvasi'nin hizmetine adadığından, uzun zaman ailesi ve çocukları ile fazla ilgilenmemiş, aile efradı epey zorluk, yokluk ve perişanlık çekmişler.

Öyle ki; Şeyhinin yanında bulunduğu zamanlarda kendi köyünden gelen, kendisine evinden ve çocuklarından haber vermek isteyenlere karşı; "Sakın bana evlad u iyalimin durumundan bahsetmeyesiniz. Vallahi Diyauddin (Hazret) bile vefat etmişse benim için çok fark etmez." diye ailesinin ve çocuklarının iyi olmayan durumlarını anlatmalarına fırsat vermiyordu.(2)

Ä°lim Tahsili

Sıkıntılar içerisinde çocukluğunu geçiren Hazret, nihayet tahsil çağına gelmiştir. Muhammed Diyâuddin'in aile çevresi dindar insanlardan müteşekkildi. Dini ilimler sahasında otorite olmuş olan zamanın ulema-i kiramı yakın çevresinde yaşamaktadır.

Zahirî ve manevî ilimleri tahsil etmeye çok müsait bir ortam içerisinde çocukluğunu geçiren Muhammed Diyâuddîn, ilk eğitim ve öğretimine babası Abdurrahmân-i Tâğî'nin yanında başlar. Normal medrese tahsilini önceleri Halenze köyünde Molla Mustafa el Halenzi el Bedevi'nin yanında almıştır. Ardından kardeşi Abdurrahim ile beraber Şeyh Fethullah-ı Verkanisi'nin yanında tedrisata başlarlar. Ancak iki kardeş arasında ayrı özellikler görülür. Hazret'in dersi çabuk biterken, kardeşinin dersi epey uzun sürüyordu. Durumu gören ev halkından bazıları Şeyh Fethullah'a; "Sen Hazret'e az, Abdurrahim'e ise çok önem veriyorsun." diye zaman zaman çıkışıyorlardı.

Şeyh Fethullah ise; "Ne yapabilirim ki; Hazret dersleri normal olarak dinleyip, öğrendiği ile ikna olup verileni yeterli görüyor, dolayısıyla dersi çabuk bitiyor. Molla Abdurrahim'e gelince; O, çok soru soruyor ve bizi de cevap vermeye zorluyor, bu yüzden dersleri gecikiyor." der. Bu şekilde tedrisata devam eden Hazret, tüm tahsilini Şeyh Fethullah'ın yanında tamamlayıp, ilim icazetini de ondan alır.(3) Zamanında medreselerde okutulan dersleri tamamlayarak molla payesine erişir.

Birinci Dünya Savaşında Hazret:

Muhammed Diyauddin'in ilim yuvası, Rusların Doğu Anadolu'yu işgale başlamasıyla bir askeri teşkilat haline gelmiştir. Barışta talebelerine hocalık eden bu zatı, savaşta yine talebelerinin başında komutan olarak görmekteyiz. Hazret'e göre vatan müdafaası, bütün ilimlerin üzerinde gelmektedir.

Birinci Dünya Savaşının başlamasıyla beraber Ruslar memlekete girmiş; şehirler, köyler boşalmış, insanlar hicret etmişlerdi. Kars ili daha önceden Rusların eline geçmiş, düşman Muş ve Bitlis'e kadar dayanmıştı.

Şeriata tavizsiz bağlı olan Hazret'in Birinci Dünya Savaşına katılışı ilginçtir. Ruslar doğu sınırından yavaş yavaş yurda sokulurken herkes cihat hazırlığına başlamış, Hazret'e de hazırlanması için haber gelmiştir. O devrelerde askerlik yapmayanlar için belirli bir miktar para ödenirdi. Hazret evinin ve medresesinin ekonomik işlerini kendisine verdiği, yeğeni olan Şeyh Masum'u çağırarak sorar:

"Burada kaç öğrencimiz var?"

Åžeyh Masum:

".......... kadar."

Hazret:

"Her birinin ücretini hazırla ve gönder. Şimdilik cihada gidilmeyecek!"

Bir anda para hazırlanır ve gönderilir. Ardından soğuk ve kıtlık baş gösterince, Hazret, tüm öğrencileri memleketlerine gönderir. Bir müddet sonra da Rusların ilerleyişi artmış, artık Bitlis bile kaygı altına girmişti. Bu esnada Hazret Şeyh Masum'u tekrar çağırır ve der ki:

"Tüm öğrencilere haber sal hepsi toplanıp gelsin. Cihada çıkacağız."

Åžeyh Ma'sum:

"Ama efendim onların paralarını göndermiştik. Onlar mecbur değil."

İşte burada Hazret; Kur'an'a olan harikulade bağlılığını gösteren cevabını verir: "Evladım, ilk emri Kur'an'ın cihat ayetlerine ittiba (tabi olmak) olsun diye vermiştim. Bilmez misin ki tüm cihat ayetleri önce mal ile sonra canla cihadı emreder. Şimdi sıra canımıza geldi" der. Bir anda bütün öğrenciler toplanır, artık Hayye Alel Cihad zamanıdır.(4)

Bu savaşta Hazret kendini nasıl olması gerekiyorsa öyle göstermiş ve cihad vazifesini bihakkın yerine getirmiştir.

Düşman yaklaşınca evini Çukur'dan (Nurşin) Garzan bölgesindeki bazı köylere taşır. Bir sabah evinden tam bir savaşçı elbisesi giymiş, elinde tüfeği dışarı çıkarak atına biner. O andan itibaren tüm halife, talebeler ve müridleri savaşa başlamıştır.

Hazret (k.s.) bu savaşta büyük cesaret ve pehlivanlarda görülmeyen şecaatı göstermiştir. Hazret (k.s.) bu savaşın faziletlerine ulaşmak için, Seyda Taği (k.s.)'nin evlatları arasında savaşa katılmak için nöbetleşe görev vermiştir. Bu savaşın bitimine kadar en az iki kişi devamlı olarak savaşta bulunmuşlardır.

Kalençgedük/Kılıç Gediği (Bulanık/Malazgirt arası) tarafından Ruslar hücum etmiş, fakat Hazret (k.s.)'in askerleri Rusların o yandan gelmelerine engel olmuştur. Hazret (k.s.)'le beraber halifelerinden Şeyh Alaaddin (k.s.), Şeyh Ahmed el Haznevi (k.s.), Şeyh Mahmud-i Karaköy (k.s.), Seyda evlatlarından bazıları, Huyutlu Musa bey ve diğer ağalar, Kalençgedük'te düşmana karşı siper tutmuşlardır.(5)

Bu savaşa her halife ve ağalar kendi aşireti ile katılır. Şeyh Mahmud-i Zokaydi Garzandaki aşireti ile katılırken, Musa Bey (Huyut) de kendi aşireti ile katılmıştır. Hazret de etrafında kardeşleri ve Şeyh Muhammed Alaaddin, Şeyh Mahmud-i Karaköyi ve Şeyh Ahmed-i Haznevi ile beraberce katılırlar. O aralar Kılıç Gediği isimli köye saldıran Rusların önüne bir anda çıkıp şiddetli bir savaştan sonra kâfirin köye girmesini engellerler. Bu çarpışmalar esnasında Hazret o denli bir kahramanlık gösterir ki, o anda gerçekten insanlar arasında kahramanlığı ile ün salmış olan kardeşi Muhammed Said şöyle der; "Hazret bizden tüm kemalatları almış, bize yalnızca kahramanlık kalmıştı ki onu da elimizden aldı" demiştir.

Şeyh Mahmud-i Karaköyi anlatıyor; "Ben bazı geceler koruma için dışarı çıkıyordum. Vakit kış ve şiddetli soğuk vardı. Ben daima Hazret'e hizmet ederdim. Bir gece de o bunu hissetti ve bana;

- Bu yaptığın ne güzel bir şeydir, bu çok hayırlı ve büyük bir fazilettir. Şayet ben de bunu yapabilseydim, aynı sizin gibi yapardım ama Allah (c.c) biliyor ki bu şiddetli soğukta sizin gibi yapmaya gücüm yok, siz yapmaya devam edin. Allah (c.c) sizi ve bizi sevaplandırsın" dedi. O savaşa Hazret (k.s.)'in bütün halifeleri, kendi kavim ve aşiretleriyle beraber katıldı. Hatta Şeyh Mahmud-i Zokaydi (k.s.) Garzan mıntıkasında bulunan aşiretlerle beraber savaşa katılmıştır. Savaş esnasında Hazret'in adetleri şöyle idi. Önce kendileri savaşa gider yorgun düşünceye kadar savaşır, yorgun düşüp geri geldiğinde de savaş alanının kendi ailesinden boş kalmaması için kardeşlerinden birini gönderirdi. Bu savaş esnasında Hazret'e bir kılıç hediye edilir. Hazret de o kılıcı Resulullah'a (s.a.v.) mutabaat (uyma, tabi olma) olsun diye kuşanır ve savaşa çıkardı. Bu kılıcı sonradan bir kişi kendisinden çalar, bu olaydan sonra Hazret çok üzülür ve: "Biz o kılıç ile Resulullah'a (s.a.v.) rabıta kuruyorduk, o kılıç çalındıktan sonra o rabıta kayboldu" derdi. Bu kılıcın kendisine bağlı olduğu anlarda Hazret, etrafındakilere geceleri zaman zaman yaptığı sohbetlerde birçok gaybi müjdeler verir ve dedikleri de aynen çıkardı. O müjdelerden biri de o zamana kadar Rusların elinde bulunan Kars şehri için idi. Bu şehir için şöyle diyordu; "İnşallah Kars şehrinin mescidinde İslam askerleri cemaatle namaz kılacaklardır" müjdesi idi ki, bir müddet sonra dediği aynen çıkmış ve Kars'ta düşmanın elinden alınmıştı.(6)

Hazret'in (k.s.) savaş hazırlığını yapıp, silahları donatarak ata binip düşmana karşı gitmesini Kardeşi Şehid Şeyh Muhammed Said (k.s.) şöyle anlatmaktadır:

"Hazret (k.s.) bütün kemalâtları bizden almıştı. Bizde sadece şecaat ve erkeklik kalmıştı, onu da bizden aldı'' dedi.

Bir de ÅŸunu derdi:

"Ben diyorum biz Kars beldesinde namaz kılacağız.'' Burada da Hazret (k.s.)'in kerametini görüyoruz. Kars'ın tekrar alınması çok zor görünmesine rağmen, Hazret (k.s.) bu sözü sık sık söylerdi. Tekrar Kars'ın alınmasına işaret ediyordu.

Bu savaşta kardeşleri, Şeyh Muhammed Said ve Muhammed Eşref Şehid oldular. Yüce Allah (c.c) Rahmet eylesin, bizi ve bütün Müslümanları ecirlerinden mahrum etmesin.

Ruslar Muş ve ovasını işgal ettikten sonra, Hazret (k.s.)'in evi Şeyhan (Çayarası) köyüne nakil olundu. Yaza kadar orada kaldılar.(7)

Muhammed Diyauddin'in Ruslarla bir sonraki karşılaşması, kendi talebelerinden ve yakın köylerdeki vatandaşlardan oluşturmuş olduğu Milis Kuvvetleriyle Bulanık'ta olmuştur. Rusların Bitlis ve Muş'a gelmelerinden önce Bulanık'ı kuşatmaları üzerine Muhammed Diyauddin, Mutki Aşiret Reisi Hacı Musa Bey ve Hacı Musa Bey'in kardeşi Nuh Bey ile Bulanık'ın müdafaası için Bilican mevzilerine yerleşmişlerdir. Ruslar büyük bir zorlukla Bulanık'ı alır fakat Bilican mevzilerini almak kendilerine çok pahalıya mal olmuştur. Araziyi çok iyi bilen milisler, Rus birliklerine oldukça ağır kayıplar verdirirler.(8)

Ruslara karşı cihat yapılırken her namaz vakti geldiğinde; "Haydi arkadaşlar namazımızı cemaatle kılalım", her ikindiden sonra da; "haydi arkadaşlar cemaatle hatmemizi yapalım" der ve hep beraber hem namaz kılınmasını, hem de hatme yapılmasını sağlardı. Hazrete:

"Efendim cihattayız. Namaz cemaatle olmasa, hatta hatme bile olmasa olur." Denilince kendisi;

"Hayır, cihat ayrıdır, bu vazife ayrıdır. Biz hem cihat ederiz, hem vazifemizi yaparız" derdi.(9)

Hazret, büyük bir İslâm âlimi ve aynı zamanda da büyük bir komutan, iki işi de bir arada fevkalade yürütebilen bir insandı. 27 Ocak 1916 günü savaş bölgesinden yazdığı şu mektup, buna örnektir.

 ŞEYH MUHAMMED DİYAUDDİN'İN MEKTUBU

 Bu mektub, kendisi Birinci Cihan Harbinde bizzat savaş bölgesinde düşmana karşı bulunduğu zaman, halifesi Molla Mehmed Emin'e, bazı durumların bahsi hakkındadır.

Allah'ın (c.c.) Adıyla Başlarım.

Hamd ve salâvattan sonra, bu mektub âlem kutbu kaymakamının perverdesinden, Allah yolundaki kardeşi yani Molla Muhammed Emin'edir. Allah, onu sevdiği ve razı olduğu gibi eylesin. Perverde size, Masum'a ve diğer ev halkının büyük ve küçüklerine, yanınızda bulunan dostlara selamdan sonra, size ve onlara dua edip, sizden hele merkad-i şerifi ziyaret ettiğinizde duanızı taleb edip, Allah'a karşı takvalı bulunmanızı, emirlerini yerine getirip, yüce tarikatın adabına riayet etmekle seher vakti, ibadete kalkmanızı tavsiye eder. Çünkü Mevla'ya (c.c) yönelmekten, rızası olan şeylere çalışmaktan başka, insana hiç bir şeyin faydası yoktur.

Sizin ve ev halkının ahvalinden sorar, selamette olup hastalığın olmamasını diler, bütün arkadaşlarla sıhhat ve afiyette olduğumuzu, düşmanlar tecavüz edip te tarafların karışmaması için, şimdilik, Derik köyünde Kılıçgedik'i muhafaza ediyoruz. Eleşkirt'te şimdilik düşmanların büyük bir kuvveti görünmediğini size haber veriyoruz.

Durumun izahını mektubu getiren bilir. Mümkün ise, onunla bize biraz para ve bir miktar iyi tütün ile biraz zahire gönderiniz! Şimdilik Masum'un bu tarafa gelmesine lüzum yoktur.

Zaman Han ağa, Abdülmecit ağa, Abdülaziz ile diğer subaşı kabilesinin ev halkına selam ederiz. Hal-i hazırda burada silah yoktur. Silahlar gelip sözü geçen adamların gelmelerine ihtiyaç olduğunu bilsek, onlara haber göndeririz. Muhammed Said Fethullah, Şeyh Alauddin, Molla Abdurrahman, Molla Mahmud ellerinizden öper, sizden ve ev halkından dua dilerler. Yanınızda bulunanlara da keza...

Hidayete tabi olanların üzerine selam olsun! Kanun-ı sani 14

Âlem kutbu kaymakamın perverdesinden

Muhammed Diyauddin

Mühür(10)

Savaş esnasında ne acıdır Hazret'in kahraman kardeşlerinden Muhammed Said ve Eşref şehid olurlar.

Yine bu savaşta Hazret'in halifelerinden Molla Abbas Susari (k.s.) şehit olmuştur. Şehit Molla Abbas'ın halifeliği, Hazret ile kendisi aralarında kalan bir gizli halifeliktir.(11)

Bu savaş esnasında ibadet vakti de geldiğinde, mutlaka ibadet yerine getirilir ve yağmur gibi yağan düşman kurşunlarından kimse isabet almazdı. Bazen bu ibadetlerde Şeyh Alaaddin Ezan okuyup aynı zamanda imamlık yapıyordu.(12)

 

Şeyh Alaaddin (k.s.)şöyle rivayet ediyor:

"Bir gün cephedeydik. Kerb (Konuksayar) köyünde ikindi namazını kılıyorduk, ben imamdım. Düşmanlar bize top ateşi açtılar. Ben namazda acele etmedim. Namazın şekli nasılsa öyle kıldık. Namaz kıldıktan sonra;

Hazret;

"Siperlere dağılın ki mermiler topluluğunuza düşmesin."

Hazret (k.s.) bu şekilde namaz kıldığıma sevindi.

Şeyh Alaaddin (k.s.) diyor; "Hazır bulunduğum zaman Hazret (k.s.) beni imam yapardı. Sonra, Yüce Allah onları muvaffak kıldı. Düşmanların Mutki topraklarına girmelerine engel oldular ve düşmanlar geri döndüler. Ondan sonra savaş devam etti. Hazret (k.s.) ve askerleri Şeyh Ömer dağında kaldılar. (Şeyh Ömer dağı, Mutki ve Huyut arasında bulunan bir dağdır.)

Düşman Nabat dağında İslam askerlerinin karşısındaydı. Aralarında daima çatışma çıkardı. İslam askerleri Bitlis vadisinde bulunan Rığanan vadisindeydiler."(13)

Şeyh Muhammed Hafid (k.s.) şöyle rivayet ediyor:

"Hazret (k.s.) hem kendi askerlerine hem de resmi askerlere üç gün oruç tutturuyor, onlara tövbe ve istiğfar ettiriyordu. Dördüncü günün sabahında; "Bizim manevi gücümüz tamamlandı. Şimdi Ruslara hücum edebiliriz" dedi.

Bitlis'in arkasında bulunan askerler sabah namazını kıldıktan sonra, Bitlis'e girip Rusları perişan ettiler. Ruslar silahlarıyla güçlü olmalarına rağmen, Hazret (k.s.) ve askerlerin manevi gücüne dayanamadılar. 

Savaş bittiği zaman, düşman Bitlis ve Nurşin'den çıktıktan sonra, rotasını şaşırmış arkadaşlarını kaybetmiş bir manga düşman askeri, Hazret (k.s.) ve arkadaşlarına ateş ettiler. Atılan mermiler Hazret (k.s.)'ın koluna isabet etti."

Bu yaralanma ile ilgili olarak Şeyh Muhammed Hafid'in anlattıklarının dışında üç değişik görüş ileri sürülmektedir. Bunlardan birisi; Şefik Korkusuz'un yazdıklarıdır. Korkusuz, bu yaralanma olayını aşağıdaki şekilde anlatmaktadır. "Düşman Bitlis'ten sonra Muş ve Nurşin'den de çıkarıldıktan sonra Hazret Nurşin'e gider ve orada arkadaşları ile beraber henüz patlamamış bir top mermisi bulurlar. Hazret bunu incelemek isterken mermi patlar ve Hazret ağır yaralanır."

Anlatılan ikinci olay ise şöyledir; "Muhammed Diyauddin'in Ruslarla ikinci karşılaşması, kendi talebelerinden ve yakın köylerdeki vatandaşlardan oluşturmuş olduğu Milis Kuvvetleriyle Bulanık'ta olmuştur. Rusların Bitlis ve Muş'a gelmelerinden önce Bulanık'ı kuşatmaları üzerine Muhammed Diyauddin, Mutki Aşiret Reisi Hacı Musa Bey ve kardeşi Nuh Bey ile Bulanık'ın müdafaası için Bilican mevzilerine yerleşirler. Ruslar büyük bir zorlukla Bulanık'ı alır fakat Bilican mevzilerini almak kendilerine çok pahalıya mal olur. Araziyi çok iyi bilen milisler, Rus birliklerine oldukça ağır kayıplar verdirirler.

Bulanık'ın Karaağlı köyündeki müdafaada, Muhammed Diyauddin olanca gücüyle Rus ve Ermeni birliklerine karşı koymakta, düşmanın hem sayı ve hem de mühimmat bakımından çokluğu onun için bir korku vesilesi olmamıştır. Bu sırada yakınında patlayan bir top mermisinden kopan şarapnel parçası, Hazret'in sağ kolunu koparmıştır.

Bu olay olmadan hemen önce Hazret (k.s.) Allah'a (c.c) dua ederek; "Ya Rabbi! Ben gerçekten senin sevdiğin, razı olduğun kullarından birisi isem, bana bir musibet göster ki emin olayım" diye yalvarmıştır. Bu sözlerinin bitmesiyle top mermisi yakınında patlamış, bir şarapnel parçası sağ koluna isabet ederek kolun kopmasına neden olmuştur. Hazret (k.s.); bu olaydan hemen sonra secdeye kapılarak şükür secdesi yapmıştır. "Gerçekten Allah (c.c.) benden razıdır ki bana bu musibeti verdi" demiştir.

Diğer olay ise, Şeyh Masum'un oğlu Şeyh Nurettin (k.s.)'in anlattıklarıdır. Kendisi bu olayı bizzat babasından dinlediğini ve babasının olay esnasında orada olduğunu söylemiştir. Şeyh Nurettin'in anlattığına göre savaştan sonra patlamamış bir Rus top mermisi ele geçmiştir. Merminin patlama tehlikesi dikkate alınarak, uzaktan tüfekle ateş ederek patlatılma yoluna gidilmiştir (olay yeri; Hazret'in bulunduğu Merkad'ın az ilerisidir).

Mermi bir taş üzerine bırakılmış, herkes ateş ederek patlatmaya çalışmıştır. Kimse mermiye isabet ettiremeyince, Hazret kendileri silahla ateş etmiş, isabet alan mermi büyük bir gürültüyle patlamıştır. Patlayan mermiden kopan bir şarapnel parçası Hazret'in koluna isabet ederek ağır tahribat yapmıştır. Kangren tehlikesine karşı Bitlis Asker Hastanesinde kolu kesilmiştir.(14)

Muhammed Diyauddin'in bu hizmetlerine karşı kendisine takdir olarak İstanbul'dan bir takma kol gönderilmiş, Sultan Reşat tarafından da bir madalya ile ödüllendirilmiştir.(15)

Hazret'in kolunun ağır tahrip görmesi üzerine Doktor, Şeyh Alaaddin (k.s.) ve Hazret (k.s.)'in oğlu Molla Fethullah (k.s.)'a; Hazret (k.s.)'in bu kolunun kesilmesi gerektiğini söyler. Onlar da Hazret (k.s.)'in izni olmadan böyle bir karar alamayacaklarını söylerler. 

Doktor;

"Şayet, kolu kesilmezse kangren olma ihtimali çok büyük. Bu da Hazret (k.s.)'in hayatını tehlikeye düşürür. Hazret (k.s.)'in zatı bizim için çok önemlidir. Bize onun kolundan ziyade dili lazımdır" dedi.

Hazret (k.s.);

"Demek Yüce Allah (c.c.) bu saate kadar benim bütün azalarımı tam olarak getirdi. Bundan sonra Allah (c.c.) benden bir kol alıp birini bırakmasını irade eder. Ben buna itaat edeceğim" deyip bu duruma izin vermiştir.

Hazret (k.s.) Bitlis'teki askeri hastanede beşinci fırkanın (Tümenin) askeri hekimi tarafından ameliyat edilmiş, sağ kolu omuzundan kesilmiştir. (Kesilen kolu Bitlis'te bulunan Şeyh Fetullah Verkanisi'nin kabrinin yanına gömülmüştür).

Bu durumu Molla Ömer Vani şöyle anlatmaktadır;

"Ben de yaralıydım, ayağımdan sakatlanmıştım. Biz hastanede iken, Hazret (k.s.) epey hastaydı.

Hazret (k.s.) dedi;

"Gavsü'l-Azam Seyyid Sıbgatullah Arvasi, Üstadü'l-Efham Abdurrahman-ı Taği ve Şeyhü'l-Ekrem Fethullah Verkanisi hazretleri (k.s.) bulunduğum odaya geldiler.

Seyda-i TaÄŸi (k.s.) dedi;

- Diyauddin'i götürelim.

Şeyh Fethullah Verkanisi (k.s.); 

- Bir kaç sene kalsa iyi olur. Çünkü O'nun Müslümanlara faydası var" dedi.

Karar verdiler; "sekiz küsur sene kalsın"

Mola Ömer Vani;

"Ben kendim şahid oldum. Sadatlar gittikten sonra, Hazret (k.s.) o şiddetli hastalıktan gözünü açtı." Bana dedi ki;

- Duydun mu bu olanları?

- Evet, dedim.

Aradan sekiz sene geçti, bir gün Nurşin'e geldim. Bu kıssayı unutmuştum. 

Hazret bana dönerek;

Molla Ömer, hastanedeki hadiseyi hatırladın mı? Biz hangi senedeyiz?" deyince, Molla Ömer Efendiyyil Vani'nin rengi gitmiş, o sırada ağlamaklı bir bağırma sesi çıkmış kendisinden. Çünkü sekiz sene bitmişti. Hazret (k.s.) vefatı yakındı. Bu durumu Molla Ömer Efendiyyil Vani (k.s.) gizledi, akabinde Hazret (k.s.) vefat etti. Daha sonra Molla Ömer Efendiyyil Vani bu hadiseyi anlattığında neden ağladığı anlaşılmıştı."

Hazret (k.s.) 40 gün hastanede kaldı. Bütün halifeleri kapıda bekliyorlardı. Kimisi gece kalıyordu, kimisi gündüz. Şeyh Mahmud-i Karaköy (k.s.) hem gece hem de gündüz kalıyordu.

Hazret (k.s.) hastanede iken Mustafa Kemal Paşa onu ziyaret etmiştir. M. Kemal o zaman askeriyede önemli bir rütbedeydi. 

Molla Ömer diyor;

Hazret (k.s.)'in tercümanlığını yaptım. Hazret (k.s.) bana dedi ki;

"Bu kişi ileride büyük bir yere gelecek, kişinin gözlerinde görüyorum. O'na söyle dine sahip çıksın.''

Ben de Hazret (k.s.)'ın bana bildirdiklerini kendisine söyledim.(16)

Bu savaş sırasında Hazret'in evinin tüm ekonomik işlerine Molla Fethullah ve Hazret!in yeğeni Masum bakıyordu, her türlü erzak tedariki için Diyarbakır, Urfa ve Suruç'a katırlarla gidiliyor, böylelikle işler sürdürülmeye çalışılıyordu. O yıllarda açlık ve yokluk fazla olduğu için Masum'un bu hizmetleri Hazret'in takdirini topluyor, hatta o yılın Ramazan ayında iftar için yemeğe otururlarken Hazret; "Önce Masum'a dua edelim ondan sonra yiyelim, çünkü buna sebeb O'dur." diyordu. O yıllar ve sonradan rahatlığın başladığı yıllarda da talebeler ve müridan devamlı Hazret'in yanında kalıyor ve onlardan ayrılmıyordu. Hazret bu şartlarda bile her türlü irşat ve tedrisat işlerinden geri kalmıyordu.

Vefatı

Muhammed Diyaüddin (k.s.) vefat edeceği yıl ölümü daha çok anmaya ve sohbet meclislerinde ölüm hakkında konuşmalar yapmaya başlamıştı. Oysa onun böyle bir âdeti yoktu. Aksine önceki sohbetlerinde daha çok muhabbetten ve onu elde etmenin yollarından, din ve dünya ehlinin büyüklerinden yani peygamberlerin, meşayihu'l-kirâmın (büyük şeyhlerin) ve devlet adamlarının hallerinden ve onların vefatlarından bahseder, sonra da; "Bu akıbetten yani ölümden kimse kurtulamaz. Kişi için en önemli şey, ahiretine yönelik yaptığı amellerdir" derdi.

Şah-ı Haznevi'nin (k.s.) oğlu Şeyh Alâeddin Haznevi (k.s.), Hazret'in (k.s.) vefatıyla ilgili olarak şunları anlatmaktadır.

"Muhammed Diyaüddin (k.s.) vefat edeceği gece gördüğü bir rüyayı bize şöyle anlattı;

"Rüyamda çok sayıda askerin geldiğini ve Üstadü'l-Azam'ın (k.s.) kabrine doğru gittiklerini gördüm. Yer ile gök arasını bembeyaz kuşlar doldurmuştu. İçlerinden büyük bir kuş bana gelerek;

- Hazırlan... Sabah gün ışımaya başlayıp saat on bir veya on iki olduktan sonra yola çıkacaksın" dedi.

Muhammed Diyaüddin hazretleri (k.s.) bu rüyayı anlattıktan sonra aile fertleri yanından birer birer çıktılar. Çıkarken de bana;

- Şeyh hazretleri dostlarından iki üç kişi ile birlikte seni huzuruna çağırıyor dediler.

Bunun üzerine yanına önce biz sonra da diğer yakın dostları girdiler. Ölüm alametleri belirmeye başlayınca kendisine,

"Görünen o ki sen bizleri yetim ve ne yapacağını bilemez bir halde bırakıp gidiyorsun. Bizim senden başka ne bir yol göstericimiz ne de bir sahibimiz vardır (Bizim tek rehberimiz ve büyüğümüz sensin)" dedim. Sözlerime karşılık olarak sadece bir defa; "Elhamdülillah sen varsın" dedi. Bunun üzerine; "Benim varlığım (hizmetim) sizin sayenizde idi. Yoksa ben neyim ki! İnsanlara ne faydam olsun!" dedim.

"Allah var. O herkese yeter (Başkasının himayesine gerek yok)" dedi ve ekledi.

"Benim yüce Allah'tan başka hiçbir şeyle bağım kalmadı". Onun bu sözlerine,

"Böyle olduğu için Allah'a hamdolsun. Zaten öyle olması gerekirdi" diyerek karşılık verdim.

Ya batınının zahirine galip gelmesinden ya da ayrılık vaktinin geldiğini bildiğinden olsa gerek böyle söylemişti.

Yakın bir dostu kendisine acele ile telkini hatırlattığında "La ilahe illallah" tehlilini diliyle açıktan söyleyememişti. Kendisine tehlili hatırlatmak amacıyla,

"Siz her gece seyyidü'l-istiğfar ile Bakara süresinin sonunu okurdunuz. Bu gece bunları okudunuz mu?" diye sordum.

"Hatırlamıyorum" dedi. Bunun üzerine,

"Bu ikisini huzurunuzda size okuyayım mı? Siz de benimle birlikte okursunuz" dedim.

Evet oku" dedi.

Hemen seyyidü'l-istiğfar ile Bakara süresinin sonunu okumaya başladım. O da beni takip etmek suretiyle kıraatte bulundu. Sonra da,

"Bu hastalık sırasında Yunus'un (a.s.) tesbihini okudunuz mu?" diye sordum.

"Onu kırk kere okudum. Aynı şekilde bir kere de şimdi okuyalım" dedi. Kendisine;

Vakit artık lâ ilâhe illallah demenin vakti değil mi? diye sorunca bana şöyle dedi;

"Evet. Nitekim Hâce Ahrâr (k.s.) demiştir ki; "bin ilmin ve bin fennin bilgisine sahip olsan da (ölüm anında) hepsi uçup gider. Aklında lâ ilâhe illallah sözü dışında ahiretine fayda sağlayacak hiçbir şey kalmaz" dedi.(17)

Muhammed Diyauddin (k.s.) ölüme ve vuslata yaklaştıkça mübarek yüzü daha parlak, daha alımlı ve daha güzel bir görünüm kazanıyordu. Hatta son günlerinde yanakları al al olmuş ve çehresindeki tebessüm daha bir belirginleşmişti. Bu yüzden kendisini görenler sağlığının iyice düzeldiğini sanıyorlardı.

Son nefesini vereceği sırada yüzünde ve alnında ayna gibi bir pırıltı ve ışık belirmişti. Bu pırıltı ve ışığı orada bulunan herkes görmüştü.

Vefat edeceği günün sabahında mübarek odasından etrafa dünya kokularına benzemeyen hoş bir koku yayılmaya başladı. Odaya giren herkes bu kokuyu alabiliyordu. Odada artarak devam eden bu güzel koku, vefatı anında evin her köşesini sardı. Hatta dışarıdan geçenler bile bu kokuyu alabiliyorlardı. Vefatından, yıkanıp defnedilişine kadar geçen sürede mübarek bedenlerinin değdiği her bez parçasına bu güzel koku siniyor, defalarca yıkansa bile yine de çıkmıyordu.(18)

Hazret Muhammed Diyaûddin'in (k.s.) Rabbinin rızası uğruna geçen ömrü; Hicri 1342 (Miladi 1923/24) senesinin Recep ayının 17. Cuma günü sabah namazından sonra Nurşin'de son bulmuştur.

Cenazesini Molla Abdullah Baleki ile Molla Abdülkerim Tertubi başka dostların da yardımları ile yıkadılar. Kendi işareti ile kabri merkad-i şerifin duvarları içerisinde bulunan babasının yanı başında toprağa verildi.

 Şeyhi (Şeyh Fethullah Verkanisi) hayattayken on yıl, şeyhinin vefatından sonra da yirmi dört yıl olmak üzere toplam otuz dört yıl irşad görevinde bulunmuştur.(19) Yüce Mevlâm cümlemizi şefaatlerine nâil eylesin.

Sultan Muhammed Reşat Han tarafından Hazret Muhammed Diyaddin (k.s.) Hazretlerine verilen Madalyalar(20)

(TUĞRA) REŞAD – Muhammed Reşad Bin Abdülmecid Han Tâbe Serahu- Şân-i Şerîf-i âlîşân sâmiyi Mekân-i sultânî Ve Tuğrayı Gâzâ-yı Cihân-Sitân-i Hâkânî Norşîn'de mukîm ifti-haru'l-Emâcid ve'l-Ekârim Şeyh Ziyauddîn Efendi Bitlîs hadisesi zâilesi esnasında Hükûmet-i Seniyyeme karşı ibrâz eylediği hidemât-i hasene ve meâsir-i sadakatkârâneden nâşî şehriver-i âtıfet-i seniyye-i şâhânem olduğuna binaen bi'lİsti'zân şerefsâdır olan irâde-i seniyye-i mülûkânem mûcebince mumaileyhe Mecîdî Nişân-i Zîşânının Beşinci Rütbesi 'inayet ve ihsan kılınmış olduğunu mutazammın işbu Berât-i Alîşânî ısdâr olundu. Hurrire Fi'l-Yevmi's-Sadis Aşer Min Şehri Cemaziye'l-Ahire Senetu isna selasûn ve selâsemiete ve elf

(16 Cemâziye'l-Ahir 1332)

Gümüş Liyakat Muharebe Madalyası

Beratı Elgazi (Reşad) Tuğra

Mevki'i harpte fevkal'ade şecaat ve cesaret ibrâzı sûretiyle hizmet-i vataniyyede bulunan erkân ve ümera ve zabitân ile küçük zabitân ve efradı ve me'murîn-i askeriyye ve mülkiyyenin beyne'l-Emâsil bâis-i fahr ve mübahât olacak sûretde taltîf ve tesrîri emr u fermâ-i hümayûn-i padişâhânem iktizâ-yı celîlinden bulunduğuna ve Milis ruesâsından Kudvetu'l-Emâsil ve'l-Akrân Şeyh Hazret Ziyauddîn Efendi Mutki ve Huyût cihetlerindeki muharebâtda şuhûd olunan fedakârlığından nâşî (iki kelime yırtılmış) seniyye-i şâhânem olduğuna binaen bi'l-İsti'zân şerefsâdır olan irâde-i seniyye-i mülûkânem hükm-i münîfine ve nizamnâme-i mahsûsuna tevfîkan kendisine Gümüş Liyakat Muharebe Madalyası i'ta kılınmış olduğunu mutazammın işbu Berât-i Alîşânî ısdâr olundu. Hurrire Fi'l-Yevmi'l-Hâdî Aşer Min Şehri Ramadhâni'l-Mubarek Senetu Erba'a ve Selâsûn ve Selasemiete ve elf

(11 Ramazan 1334)

MUSTAFA KEMAL'Ä°N MUHAMMED DÄ°YAUDDÄ°N'E MEKTUBU

Muhammed Diyauddin'in savaşta gösterdiği kahramanlık, Mustafa Kemal tarafından büyük iltifatlarla takdir edilmiştir. Mustafa Kemal, bu takdirlerini 1919 yılında yazdığı bu mektupta şöyle dile getirmektedir:

Vesika, 52 13.08.1919

Nurşin'li Büyük Şeyh, Şeyh Muhammed Diyauddin Efendi Hazretlerine

Faziletli Efendim:

Zat-ı fazilanelerinizin Birinci Dünya Savaşı boyunca Osmanlı Ordusuna yapmış olduğunuz üstün vazifeler ve yüksek Hilafet makamına ve saltanata göstermiş olduğunuz bağlılıklara içten ve yakından haberdar bulunuyorum. Bu sebeple zat-ı âlinize kalben pek büyük hürmetim vardır.

Bugün Hilafet makamının, Osmanlı Saltanatının ve mukaddes vatanımızın düşmanlarımız tarafından nasıl rencide edilmekte ve Vilayati Şarkiyemizin (Şark vilayetlerimizin) Ermenilere hediye edilmesinde nasıl ısrar olunduğu sizin malumunuzdur. Millete dayanmayan İstanbul Hükümeti, bütün düşman saldırıları karşısında aciz ve naçiz kalarak, milletin hukuku ve memleketi müdafaa edememekte olduğu görülmektedir. Bu sebeple milletimizin varlığını bütün dünyaya göstermek ve hukukumuzun şahsi kararlarla yok edilmesine müsaade etmeyeceğimizi anlatmak maksadıyla resmî makam ve sıfatımdan ayrılarak, milletin içinde ve milletle beraber çalışmaktan başka çare görmedim ve derhal askerlikten istifa ettim.

Acı olaylar karşısında her tarafta teşekkül eden Millî ve Vatanî cemiyetlerin yetkililerinden oluşmak üzere Erzurum'da toplanan bir kongre ile "Şarkî Anadolu Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti" teşekkül etti ve millî birliğimizi içte ve dışta temsil eylemek üzere bir temsil heyeti kabul edildi. Bu hususa ait beyan-name ve nizamnamelerden yüce zatınıza takdim ediyorum. Zat-ı fazilaneleri cemiyetimizin en muhterem üyesinden bulunduğunuz vesilesiyle mukaddes için cümlece kabul edilen himmet ve gayretlerinin, teşkilatımızın o mıntıkaca tesiri ve zarar veren düşmanın telkinlerinin boşa gitmiş olacağına eminim. Birkaç güne kadar Batı Anadolu ve Rumeli'nin bütün vilayetinden gelmekte olan yetkililerle de genel bir Kongre Sivas'ta yapılacaktır. Cenab-ı Hakkın yardımı ve Peygamberi Zişanımızın Şefaati ile bütün milletimizin bir noktada birlikte olduğunu ve hukukunu muhafaza ve müdafaaya kadir bulunduğunu cihana göstereceğiz.

Yakında Millet Meclisini açtırmak ve millete dayanan kuvvetli bir hükümeti iktidara geçirerek, vatanın selametini temin eylemek nasip olacaktır.

 Muhabbet ve hürmetlerimin kabulünü ve havalideki bilcümle vatandaşlarıma selam ederim. Efendim Hazretleri.

Sabık Üçüncü Ordu Müfettişi

Mustafa Kemal(21)

Törehan Serdar/CEVAPLAR.ORG

Dipnotlar

1- SERDAR M. Törehan, Bitlis 1915-16 Tehcir, Göç, İşgal ve Kurtuluş, Uğurel Matbaası, Bitlis 2007, sah. 254 – HAZNEVİ Şeyh Alâeddin, Hazret ve Şah-ı Hazne (k.s) Hayat ve Menkıbeleri, Tercüme, Abdullah Demiray, Hacegan Klasikleri, Semerkand Basım, Yayın Dağıtım A.Ş. İstanbul, 2012 sah. 16 – KORKUSUZ M. Şefik, Nehri'den Hazne'ye Meşayihi Nakşibendî, Kilim Matbaacılık, İstanbul 2010, sah. 225 2-KORKUSUZ M. Şefik, a.g.e. sah. 225

3-http://www.cennetbilvanis.com/bilvanis_forumlari/seyh-muhammed-diyauddin-hz/seyh-muhammed-diyauddin-ks-hayati - KORKUSUZ M. Åžefik, a.g.e. sah. 225

4- http://www.turkforum.gen.tr/vforum/bitlis-ilinde-bulunan-evliyalar-t67272.html

5- http://www.kalpehli.com/archives/1100

6- KORKUSUZ M. Åžefik, a.g.e. sh. 232-233 http://www.kalpehli.com/archives/1100

7- http://www.kalpehli.com/archives/1100

8- SERDAR M. Törehan, Bitlis 1915-16, a.g.e. sah. 254

9- http://www.turkforum.gen.tr/vforum/bitlis-ilinde-bulunan-evliyalar-t67272.html

10- Şeyh Muhammed Diyauddin, Şeyh Ahmed El-Haznevi, Mektubat, Tercü-me; Hasib Seven, Mektubat, Yaylacık Matbaası, İstanbul 1977, sah. 249

- KINACI Dr. A. Selahaddin, Mektûbât-ı Hazret, Şeyh Muhammed Diyaud-din'nin Mektupları, Sey-Tac Yayınları, Mektubatlar Serisi 3, Ank. s. 308-309

11- http://www.norsin.biz/norsin-seyhlerinin-hayatlari/seyh-muhammed-diyauddin.htm

12- KORKUSUZ M. Åžefik, a.g.e. sah. 235

13- http://www.kalpehli.com/archives/1100

14- Åžeyh Masum oÄŸlu Åžey Nurettin Efendi

15- SERDAR M. Törehan, Bitlis 1915-16, a.g.e. sah. 254 - UÇAN Salih, Nakşibendi Şeyhlerinin Mukaddes Sözleri, a.g.e. sah. 528

16- Abdurrahman-i Taği, Muhammed Diyauddin, İşaretler, Hazırlayan Emekli Yarbay Mehmet Ildırar, Umran Yayınları 17, İlmi Eserler Serisi 2, sah. 195

http://www.kalpehli.com/archives/1100 - KORKUSUZ M. Åžefik, a.g.e. sah. 235

17- HAZNEVİ Şeyh Alaeddin, Hazret ve Şah-ı Hazne (k.s) Hayat ve Menkı-beleri, Tercüme, Abdullah Demiray, Hacegan Klasikleri, Semerkand Basım, Yayın Dağıtım A.Ş. İstanbul, 2012, sah. 49-50

18 - Abdurrahman-i TaÄŸi, Muhammed Diyauddin, Ä°ÅŸaretler, a.g.e. sah. 196-97

- HAZNEVİ Şeyh Alaeddin, Hazret ve Şah-ı Hazne (k.s) Hayat ve Menkıbe-leri, a.g.e. sah. 52 -

19- UÇAN Salih, Nakşibendi Şeyhlerinin Mukaddes Sözleri, a.g.e. sah. 528-547 – HAZNEVİ Şeyh Alaeddin, Hazret ve Şah-ı Hazne (k.s) Hayat ve Menkı-beleri, a.g.e. sah. 53

20- http://www.turkforum.gen.tr/vforum/bitlis-ilinde-bulunan-evliyalar-t67272.html http://www.cevaplar.org/index.php?khide=visible&sec=10&sec1=45&yazi_id=5793

21- ATATÜRK Mustafa Kemal, Nutuk, Cilt III, M.E.Basımevi, İstanbul 1973, sah. 942-943

 

 

 

 

 

 

 

 

Bu yazıya yorum yazın


Not: Yanında (*) işareti olanlar zorunlu alanlardır.

Bu yazıya gelen yorumlar.

Mehmet Serdar, 2013-01-11 07:54:12

Saygıdeğer Cevaplar.org yetkilileri, Allah sizlerden razı olsun. Allah dostlarını binlerce insana ulaştırdınız, onları tanıttınız. Dilerim ahirette sizlere şefaatçi olurlar. Sizin yaptığınız, bizim yaptığımızdan daha da hayırlıdır. Dilerim hep hayırlarla yad edilirsiniz. Allah\\\'a emanet olun. Allah Yar ve Yardımcınız olsun. Saygılarımla

Bu yoruma katılıyor musunuz ?

DÄ°ÄžER YAZILAR

EMİR ŞEKİB ARSLAN (1869-1946)-2. BÖLÜM

EMİR ŞEKİB ARSLAN (1869-1946)-2. BÖLÜM

1927 yılında Emir, Kuzey Amerika'ya gitti. Orada Detroit beldesinde göçmenlerin sorunları için

EMİR ŞEKİB ARSLAN (1869-1946)-1. BÖLÜM

EMİR ŞEKİB ARSLAN (1869-1946)-1. BÖLÜM

O, Emir Şekib Bin Hamud bin Hasan Yunus Arslan. Hire hükümdarlığı kurucusu olan Tenuhiler sül

NEDVİ’NİN KALEMİNDEN KUDÜS MÜFTÜSÜ EMİN EL HÜSEYNİ-2

NEDVİ’NİN KALEMİNDEN KUDÜS MÜFTÜSÜ EMİN EL HÜSEYNİ-2

Bundan sonra araya yeni bir fasıla girdi, ama bu ilki kadar uzun sürmedi. Ve onunla Mekke-i Müker

NEDVİ’NİN KALEMİNDEN KUDÜS MÜFTÜSÜ EMİN EL HÜSEYNİ-1

NEDVİ’NİN KALEMİNDEN KUDÜS MÜFTÜSÜ EMİN EL HÜSEYNİ-1

Kıymetli ziyaretçilerimiz, sizlere Filistin istiklal hareketinin mimarı, büyük aksiyon insanı,

İMAM MUHAMMED KASIM EN NÂNOTEVİ- 3. BÖLÜM

İMAM MUHAMMED KASIM EN NÂNOTEVİ- 3. BÖLÜM

Papazlarla Ve Hindu Bilginleri İle Münazaraları Şeyh, Meerut şehrinde ikamet ederken, papazlar

İMAM MUHAMMED KASIM EN NÂNOTEVİ- 2. BÖLÜM

İMAM MUHAMMED KASIM EN NÂNOTEVİ- 2. BÖLÜM

İngilizlere Karşı Cihadı 1857 yılında İngiliz yönetimine karşı Hindistan'da büyük bir a

ÖMER MUHTAR GRAZİANİ’NİN KARŞISINDA

ÖMER MUHTAR  GRAZİANİ’NİN KARŞISINDA

... Graziani hatıratında diyor ki; “Ofisimin girişine geldiği zaman bana öyle geldi ki, ell

İMAM MUHAMMED KASIM EN NÂNOTEVİ- 1. BÖLÜM

İMAM MUHAMMED KASIM EN NÂNOTEVİ- 1. BÖLÜM

Büyük imam, islam filozofu, rabbani alim, büyük ıslahçı, mücahid bir kahraman, İslam düşm

KURRA HAFIZ MEHMET GÃœRGÃœR HOCA EFENDÄ° (1937-2020 )

KURRA HAFIZ MEHMET GÃœRGÃœR HOCA EFENDÄ° (1937-2020 )

Mehmet GÜRGÜR Hoca Efendi 2 Mart 1937 yılında Dumlu Nahiyesine bağlı Akdağ köyünde dünyaya

ÅžEYH MUHAMMED HAFÄ°D (1928-2001)

ÅžEYH MUHAMMED HAFÄ°D  (1928-2001)

Şeyh Muhammed Hafid hazretleri, dedesi ‘Hazret’ namıyla bilinen Muhammed Ziyauddin hz.'nin ve

ABDULÄžAFUR HAS EFENDÄ°(1936-2007)

ABDULÄžAFUR HAS EFENDÄ°(1936-2007)

Abdulgafur HAS Hocaefendi 1936 yılında Çat ilçesi Babaderesi köyünde dünyaya geldi. Soyu sils

Her can ölümü tadacaktır. Sonra bize döndürüleceksiniz.

Ankebut, 57

GÃœNÃœN HADÄ°SÄ°

"Kişi, dostunun dini üzeredir. Bu nedenle, kiminle dost olacağına dikkat etsin!"

Ebû Hureyre radıyallahu anh. Ebû Dâvud.

TARÄ°HTE BU HAFTA

*Kanije müdafaası(18 Kasım 1601) *Hz.Fatıma'nın(r.anha) Vefatı(22 Kasım 632) *İstanbul'un Müttefikler Tarafından İşgali(23 Kasım 1918) *Alparslan'ın Şehadeti(24 Kasım 1072) *Öğretmenler Günü(24 Kasım)

ANKET

Sitemizle nasıl tanıştınız?

Yükleniyor...

SÄ°TE HARÄ°TASI