ÂLÛSÎ'NİN RÛHU’L-MAANÎ’SİNDE İŞARİ TEFSİR-4
a)Tekellüflü Görünen Yorumları Yukarda olduğu gibi Âlûsî, her ne kadar bazılarının yorumunu “tekellüfün en şiddetlisi” olarak değerlendirse de biz, onun her işarî tefsirini “tekellüf” olarak değerlendirmiyor, hatta onun bu tür yorumlarını, ilm-i beyanda benzetme edatı hazfedilmiş bir nevi müekked teşbihler(1)olarak görüyoruz
a) Tekellüflü Görünen Yorumları
Yukarda olduğu gibi Âlûsî, her ne kadar bazılarının yorumunu "tekellüfün en şiddetlisi" olarak değerlendirse de biz, onun her işarî tefsirini "tekellüf" olarak değerlendirmiyor, hatta onun bu tür yorumlarını, ilm-i beyanda benzetme edatı hazfedilmiş bir nevi müekked teşbihler(1)olarak görüyoruz. Çünkü benzeyen, benzetileni inkâr etmiyor. Âlûsî'nin de ifade ettiği gibi işarî yorum, ayetin zahirini kaldırıp atmıyor. Mesela: Bir adam için: "O, cömertlikte denizdir." (Bolelli, 1993: 91) demekle adam gerçekten deniz olmaz, bollukta ve cömertlikte denize benzetilmiş olur. Yine "Arifin kalbi Allah'ın kürsüsüdür" demekle gerçekten de kalp Allah'ın kürsüsü olmaz, Allah Teâlâ'nın her an rahmetle nazar buyurduğu bir nazargah olarak düşünülür.
Şimdi biz, bu çerçeveden bakarak Âlûsî'nin tekellüf olmadığı halde tekellüflü görünen ve bir kısmı müekked teşbihten ibaret olan işarî yorumlarına kısa kısa misaller vermek istiyoruz:
Âlûsî, Mescid-i Haram'ı (Bakara, 2/191), kalb makamı; buzağıya tapmayı (Bakara, 2/93), "ağyara bakma; fitneyi (Bakara, 2/193), mâsivaya iltifat; (1415/1994: II, 92), cehennemi (Bakara, 2/206), tabiat zindanında kalmak; (1415/1994: II, 105), şarabı (Bakara, 2/219), hevâ; (1415/1994: II, 162), kalbi (Bakara, 2/ 253), dağ ve sırrı da vâdi; (1415/1994: III, 12), hevayı (Bakara, 2/253), kılıç; (1415/1994: III, 12), dalâleti (Bakara, 2/253), ok; rızık olarak verilenlerden infakı (Bakara, 2/254), canı feda ve kulları irşad; ruhları (Bakara, 2/255), gökler; eşbahı (görüntü ve slüetleri) (Bakara, 2/255), yer; Allah'ın kürsüsünü (Bakara, 2/255), ârifin kalbi; (1415/1994: III, 12), rüşdü (Bakara, 2/256), vahdet yolu; gayyı (Bakara, 2/256), ağyara nazar; (1415/1994: III, 24), İbrahim'i (Bakara, 2/258), kudsî ruh; Nemrud'u (Bakara, 2/258), nefs-i emmare; merkebi (Bakara, 2/259), kalbi taşıyan kalıp; (1415/1994: III, 25-26), kadınları (Âl-i İmrân, 3/14), nefisler (1415/1994: III, 103-104) olarak yorumlamaktadır.
Yine Âlûsî'ye göre İslam (Âl-i İmrân, 3/19), İbrahimî makama; Peygamberler (Âl-i İmrân, 3/21), kâmil kullara; adaletle emredenler (Âl-i İmrân, 3/21), ruhanî kuvvetlere; acıklı azab (Âl-i İmrân, 3/21) Rabbin huzurundan kovulmaya; gece (Âl-i İmrân, 3/36), nefsin karanlığına; gündüz (Âl-i İmrân, 3/36), kalbin aydınlığına; (1415/1994: III, 119), kemikler (Bakara, 2/259), kuvvelere; et, (Bakara, 2/259), irfana; ruhun gıdası (Bakara, 2/259), şuhud yiyeceklerine ve vuslat içeceklerine (Bakara, 2/259); (1415/1994: III, 25-26), cisim, (Bakara, 2/26), kafese; kuşlar yani dört kuş, akıl, kalb, nefis ve ruha, dağlar; azamet, kibriya, izzet ve ezel cemali dağına işarettir. "Azamet dağının başına akıl kuşunu, kibriya dağının başına kalp kuşunu, izzet dağının başına nefs kuşunu, ezel cemalî dağı başına ruh kuşunu koy" diyen Âlûsî diğer bir yorumla dört kuş: tavus, horoz, karga ve güvercindir. Tavus, ucbe; horoz, şehvete; karga, hırsa; güvercin, dünya sevgisine (Bakara, 2/26) işarettir, yorumunu vermektedir.
Zât-ı Vâcibu'l-Vücud'a karşı varlık iddiası, günaha işarettir. (1415/1994: III, 103-104). Rızık: Allah katından akıp gelen hikmetler, ilimler, hakikatler ve marifetler gibi ruhanî rızıklardır. Mel'un şeytan: Nefsânî şehvetlerdir. (1415/1954: III, 143)
Bakara Sûresi'nin 246-251. âyetlerinde geçen terimlerin işarî manaları şöyledir:
Mûsa: Kalb; İsrailoğulları: Beden; Nebiyy: Akıl; Allah yolunda: Allah'a seyir ve kavuşma yolunda; Savaş (cihad): Nefisle cihad; Yurttan çıkarılma: Kabiliyetleri kaybetme; Çocuklardan uzak kalma: Kemalatı yitirme; Düşman: Nefs-i emmare. Nefs-i emmarenin zararları: Hayret, felaket, gurbet; Melik Tâlût: İnsanî ruh; Tabut: Göğüs sandığı; Sekine: Göğüs sandığındaki iman, Allah'a ünsiyetle itmi'nan, Musa ve Harun yani kalb ve sır hanedanından bir bakiyye. Hârun: Sır; Lâilâheillellah: Asa ki, nefis sıfatlarının büyüsünü yutuyor; Akıl: Vezir; Gönül: Mareşal; Nehir: Şehvet sularıyla beslenen cismanî tabiat; Ruh Tâlutunun tâbileri: Kalb, akıl, melik, Câlut: Nefis; Kalb: Davut; Taş: Teslimiyyet; Rıza: Mancınık; Hilafet: Hükümdarlık; Vâridat: Kuşlar; Bedenler: Dağlar; Taleb erbabı: Müridler; Meşayıh-ı Kâmilin: Vuslata ermişler. (1415/1994: II, 175-176).
Mâide (Mâide, 5/114): Sofra demektir. Sofra: İlimlerin, hikmetlerin, marifetlerin ve hükümlerin çeşitlerini içine alan şeriattır. (1415/1994: VII, 75). Kentlerin anası ve çevresindekiler (En'am, 6/92): Kalb ve kalbin kuvvetleridir. (1415/1994: VII, 226)
Bakara Sûresinin 164. âyetinin işarî tefsirinde Âlûsî, gökleri: ruhlar; yeri: nefisler; gece ve gündüzün değişmesini: ışık ve karanlık değişmesi; gemileri: bedenler; denizi: isti'dad; suyu (yağmuru): ilim; ölümü: cehalet; yeryüzünde hayat verip yaydığı canlıları: nefisler yerinde yaydığı hayvanî kuvveler; yer ile gök arasındaki emre hazır bulutları: nefis arzı ile ruh seması arasında emre hazır tecelliyat bulutları olarak tefsir etmektedir. (1415/1994: II, 37).
Bunlardan bir kısmı için insanın: "Ne kadar hoş te'vil ve tefsirler" demesi mümkün olduğu gibi; bir kısmı için de: "bütün bütün tekellüften uzak yorumlar" diyebilmesi imkan dahilinde görünmemektedir. Çünkü benzeri yorumlara Âlûsî'nin kendisi de "tekellüf" demiştir. Mesela Kehf Sûresinin 94. âyetinde geçen "Zülkarneyn"i kalb, kâmil şeyh; "Ye'cüc ve Me'cüc" ü kışkırtıcılar, vehmî kuşlar, vesveseler ve hayalî çekişmeler; "yer"i beden olarak yorumlayanların ağır bir tekellüfe girdiklerini söylemiş ve kınamıştır. (1415/1994: XVI, 55-56).
Kendisinin "kalb"i kimi yerde dağ, kimi yerde "Musa" ve "Davut"; "Varidat"ı kuşlar; "Bedenler"i dağlar; "ruhlar"ı gökler; "eşbah"ı yer; merkebi"i kalbi taşıyan kalıp vb. şeklinde yorumlaması (1415/1994: III, 25-26). ne denli tekellüften uzaktır? Sanıyoruz işarî tefsirde tehlikeli olan zahiri inkar etmek veya zâhiri bâtının, bâtını da zâhirin yerine koymaktır. Âlûsî'nin te'villerini tekellüf olmaktan çıkaran ve hoş te'vil haline getiren, belki onun ayetlerin zahirini asıl olarak görmesi, işarî yorumları da bir zenginlik olarak değerlendirmesidir. (1415/1994: XIII, 137).
b) Bir Kısım Sûfîlerin Yorumlarını Şiddetle Eleştirmesi
Âlûsî'nin işarî tefsiri sekr ve istiğrak halinde yapılmış bir tefsir değildir. O, söylediklerini bilerek söylemiştir. Âlûsî, işarî tefsirinde uç noktalardan uzak kalmış, hatta bir kısım tasavvufçuların zâhiri inciten yorumlarını "bid'at" olarak değerlendirmiş ve onları şiddetle eleştirmiştir. Mesela:
Âlûsî, Ra'd Sûresinin 13. âyetinin işarî tefsirini yaparken, İbnu'z-Zencanî'nin: "Gök gürültüsü: meleklerin naraları; şimşek: kalplerinin çarpıntısı; yağmur da ağlamalarıdır." şeklindeki sözünü nakleder. Arkasından da "Zemahşerî'nin bunları, tasavvufçuların bid'atlarından saydığını söyler. Ondan sonra da okuyucusuna döner ve şöyle der: Sanıyorum diyorsun ki: "Bu kitaptan işaret konusunda zikredilenlerin çoğu bu kabildendir." Bu düşünceye vereceğimiz cevap şudur: Biz, sadece ve sadece işaret vardır; işaretten başka bir şey yoktur, demiyoruz. Lafzın medlûlü budur, yahut Allah Teâlâ'nın muradı budur, diye bir iddiada da bulunmuyoruz. Bu düşünceye saplanmaktan Allah Teâlâ'ya sığınıyoruz. Bu itikad, apaçık sapıklıktan başka bir şey değildir." Sûfilerin muhakkikleri, buna inananın kâfir olduğuna dair kesin hüküm vermişlerdir. Ve'l-iyâzubillah. (1415/1994: XIII, 137).
Bu sözlerden anlaşılıyor ki, Âlûsî, tasavvufçuların bid'at ehlini tenkit ederken, yine tasavvufçuların kendisi gibi düşünen muhakkiklerini savunmakta, hatta onların sözlerini de mesned edinmektedir.
Yine Âlûsî, Hicr Sûresinin 30-33. Âyetlerinin(2) işarî tefsirinde vahdet-i vücud ehlinden birinin sözünü nakleder ve eleştirir. Şöyle ki: Onlardan biri dedi: Hiç şüphesiz mel'un (iblis), zannetti ki, Allah Teâlâ'dan başkasına secde etmemekle sağlam bir yerdedir ve sağlam bir iş yapmaktadır. Bu haliyle o hata etmiştir. Çünkü orada ondan başka yoktur. Çünkü Cem'ul-Cem(3) hakikatinde gayriyyet kalkar, ikilik zâil olur gider. Ne Âdem ile İblis arasında başkalık kalır, ne de başkalarının arasında. Bu sebepten dolayıdır ki, sözcüleri şöyle demiştir:
ما ادم في الكون ما ابليس ما ملك سليمان و ما بلقيس
الكل عبارة و انت المعني يا من هو للقلوب مقناطيس
Kâinatta ne Âdem vardır, ne de İblis
Ne Melik Süleyman vardır, ne de Belkıs
Her şey ibaredir, sen ise Ma'na
Ey kalblere ait olan mıknatıs!
Âlûsî, bunları naklettikten sonra bunlar hakkındaki görüşünü ortaya koyuyor ve diyor ki: "Bu kelamın benzeri sözler, bu gün sokaklarda câhillerin ve fâsıkların meclislerinde söylenip durmaktadır. Elbisede yırtık büyümüş, iş ciddileşmiştir. Allah Teâlâ'dan başka onu defedecek olan da yoktur. (1415/1994: XIV, 56).
c) İ'raba Göre Mana Vermesi
Âlûsî, işarî tefsirinde az da olsa i'raba yer vermiştir. Mesela: لَقَدْ جَاءَكُمْ رَسُولٌ مِنْ أَنفُسِكُمْ "Sizin kendi içinizden size bir Resul gelmiştir." (Tevbe, 9/128) âyetindeki (أَنفُسِكُم) kelimesini (فاء) nın fethası ile ( أنفسكم ) şeklinde de okunabileceğine dikkat çekmiş, buna göre de "Sizin en iyilerinizden size bir Resul gelmiştir." şeklinde yorumlanabileceğine işaret etmiştir.
Yine, وَهُوَ رَبُّ الْعَرْشِ الْعَظِيمِ (Tevbe, 9/128) âyetindeki (الْعَظِيمِ) kelimesinin ötre ile de okunabileceğini söylemiş. Böyle olursa Rab Sübhânehû'nun sıfatı olur demiş, manasını da şöyle düşünmüştür. "O Allah, arşın, azameti sonsuz Rabbidir." Yani Allah'ın (c.c.) azametinin sonu yoktur. (1415/1994: XI, 57). Bu şekilde bir izahtan sonra Âlûsî, ( وَمَا قَدَرُوا اللَّهَ حَقَّ قَدْرِهِ ) "Onlar, Allah'ın kadrini hakkıyla takdir edemediler" (En'am, 6/91) âyetini okuyarak azameti sonsuz bir Allah'ın kadrinin hakkıyla bilinmesi gerektiğini hatırlatmıştır.
d) Harflerden İşârî Yorum Çıkarması
Âlûsî, âyetlerde geçen kelimenin bütünü üzerine işarî açıdan yorumlar yapmanın yanında, bazen kelimelerdeki harflerin işaret ettiği manalara da dikkat çeker. Mesela: "Sevmek" anlamına gelen (الحب ) kelimesini izah ederken, sevmenin hakikatini, aslını ve fer'ini, sevmenin edeplerini, muhabbetin kısımlarını açıkladıktan sonra diyor ki: "Sevgiyi izahta o kelimenin lafzı yeter. Zira onun lafzı ( حاء) ve ( باء)'dan ibarettir. (حا) boğaz harfindendir. ( باء ) ise dudak harflerindendir. Bunda şuna işaret vardır: Sevgi kalbi, dili, içi, dışı, gizliyi, açığı istila etmedikçe, ona sevgi denilmez. Bunun izahı uzundur. Bu kulun Rabbisine olan sevgisidir.(4) (1415/1994: III, 42). Bazen de kelimenin lafzında, harflerin mahreçleri yolundan buna işaret vardır der. Ama o işaretlerin neler olduğunu söylemez. (1415/1994: III, 143)
e) Fıkhî Hükümlerle İşârî Anlayışı İrtibatlandırması
Âlûsî'nin işarî tefsirinde yer yer fıkhî hükümlerle tasavvufî anlayışı telif ettiği de görülmektedir. Bu hususta da yine mutasavvifenin görüşüne başvurmuştur. Bunların başında Şeyh-i Ekber dediği Muhiddin Arabî (k.s.) gelmektedir. Âlûsî'nin bu telif örneğinin en iyi tatbik şeklini Mâide Sûresinin 6. âyetinin işarî tefsirinde görüyoruz. Mesela: Fıkıh, abdest azalarını yıkarken yüzü yıkamanın farz olduğunu söyler. Tasavvuf da, Allah'tan utanmanın farz olduğunu söyler. Çünkü utanma, daha ziyade yüzle alakalıdır. Fıkıh, iki eli ve iki dirseği yıkamayı emreder. Şeyh-i Ekber bunun bâtınî hükmünü şöyle açıklar: İki eli, iki dirseği yıkamak, onları kerem ile, cömertlikle, bağışlarla i'tisam ve tevekkül ile yıkamaktır. Fıkıh, başı meshetmenin farz olduğunu söyler. Tasavvuf, meshin manası, tezellüldür. Büyüklenmeyi, hatta tevazu ve ubudiyetle böbürlenmeyi silip atmaktır der. Fıkıh, ayakları yıkamanın farz olduğunu söyler. Tasavvuf ise, Futuhat'ta da ifade edildiği gibi ayakları yıkamanın manası, cemaatlere yürümek, mescitlere gidip, gelmek, savaşta sabit kadem olmak, söz götürüp getirmemek, şımarık yürümemek ve yürüyüşünde mutedil olmak demektir, der. (1415/1994: VI, 91-93).
f) İşarî Yorumlarını Dua ile Tamamlaması
Âlûsî, işarî tefsirini tamamladığı âyet gruplarının sonunda kimi yerde: "Bunun muradını en iyi bilen Allah Teâlâ'dır." (1415/1994: VII, 75). der; arkasından da ya konu ile ya da sûre ile alakalı duasını yapar. Buna birkaç misal vermek isteriz:
1-Bakara Sûresinin tefsirini ve işarî tefsirini bitirdikten sonra aynı sûrenin son iki âyetindeki duaları kastederek Allah'a şöyle yalvarır:
Allahım! Bu dualara icabetten en büyük nasibi bize lütfeyle. Bizi isabetli söze ve sâlih amele muvaffak eyle. Kur'an'ı kalbimizin baharı, kulaklarımızın cilası, ruhlarımızın gezinti bahçesi eyle. Hedeflediğimiz şeyleri tamamlamayı bize kolaylaştır. Bu yoldaki engelleri bertaraf eyle. Tılsımlı hazinene, en büyük halifene selam ve salat eyle. Onun, senin kitabının esrarına vâkıf olan âline, hitabının hükmüyle kurtuluşa eren ashabına da. (1415/1994: III, 72)
2-Nisâ Sûresinin sonunda: "Zevk erbabına sınırlama olamaz. Allah Teâlâ'nın kitabı ise bir denizdir. Kovalar onu bitiremez. Doğru yola kavuşturan Allah Teâlâ'dır. O'nun kelamını anlamak için O'ndan başarı diliyoruz, ihsanını hediyeleriyle, in'amının sofralarıyla göğüslerimizi açmasını istiyoruz. O'ndan başka Rab yoktur. O'nun hayrından başka bir hayrın da hayrı yoktur." (1415/1954: VI, 47). diye yakarışta bulunmaktadır.
3-Mâide Sûresinin sonunda da mâide ile alakalı şu temennide bulunmaktadır:
"Biz, Allah Teâlâ'dan Peygamberimiz Hz. Muhammed'in (s.a.v.) hürmetine her başlangıç ve her sonuçta kereminin sofralarını üzerimize indirmesini, bizden kesmemesini ve bize lütufta bulunmasını istiyoruz. (1415/1994: VIII, 25; VIII, 73).
-Devam Edecek-
(1)Müekked Teşbih: Benzetme edatının hazfedildiği teşbihtir. وهي تمر مر السحاب = "Dağlar da (tıpkı bulutlar gibi) yürür." Burada şiddetli benzerlikten dolayı ( مر ) kelimesinin başında teşbih edatı olan ( ك ) hazfedilmiştir. (Teftazânî, 1974: 314) "Aslanı gördüm" demek, "Aslan gibi cesur askeri gördüm" demektir. (Ulutürk, 1995: 19-20.) Bu misalde de yine müekked teşbih görülmektedir.
(2)Bu âyetlerin meâli şöyledir: "Meleklerin hepsi topluca secde ettiler. Yalnız İblis, secde edenlerle beraber olmayıp kabul etmedi. Allah: "Ey İblis, nen var ki, sen secde edenlerle beraber olmadın?" dedi. İblis: "Ben bir çamurdan, değişken bir balçıktan yarattığın insana secde edemem!" dedi." (Hicr, 15/30-33) Bu laîn şeytanın, Adem'den (a.s.) daha hayırlı olduğuna dair iddiasındaki yanlışı ve demagojisi idi. Aklına gelmiyordu ki, sâdık muhibb, nasıl olursa olsun mahbubunun emrine imtisal eder. (1415/1994: XIV, 55).
(3)Cem'u'l-Cem: Tamamen kendinden geçmek ve Allah'tan başka bir şey görmemek, vecd ve istiğrak halidir. (Uludağ, 1991: 819)
(4)Letâif'in sahibinde de buna yakın bir mana görüyoruz. Der ki: el-hubbu = ( الحب ) iki harftir. ( حا ) ve ( ب ) diye ( حا ) dan ruha, ( باء ) dan bedene işaret vardır. Bu şu demektir: Seven, sevgilisinden hiçbir şeyini saklamaz. Ne kalbini, ne de bedenini. (Yani bütün varlığı ile onu sever.) (Kuşeyri, (t.y.): I, 148.)
Bu yazıya yorum yazın
Bu yazıya gelen yorumlar.
DİĞER YAZILAR
O halde sabret. Sonunda kazanacak olanlar, elbette Allah'tan korkup sakınanlardır.
Hûd, 49
GÜNÜN HADİSİ
Oruç insanı cehennem ateşinden koruyan bir kalkandır; tıpkı sizi harpte ölüme karşı muhafaza eden bir kalkan gibi...
Buhari,Ebû Davud,Tirmizi, Nesai
SON YORUMLAR
- Bütün beytlerin tercümesini gönderebilir misiniz? sitede sadece son birkaç...
- Fıtrat, namaz, tevafuk, sırlar ve tüm bunların sahibi zişanı İlahi kusur...
- Selamünaleyküm İnternette mütalaalı risale i nur dersleri diye arama yapt...
- bu kıymetli yazıdan dolayı ahmed izz kardeşimize teşekkür ederiz çok mani...
- selamün aleyküm Ahmed kardeşimizi tebrik ediyor ve bu faideli tercümelerin...
- Yanında okuyan diğer öğrencileri; Molla Muhammed Kasori Molla Muhammed Era...
- Benim merhum babam Molla İbrahim Azizi de onun yanında icazeti tamamlamıştı...
- Teşekkürler. Sanırım Envar neşriyat idi.Tam hatırlayamıyorum.....
- Çok güzel bir çalışma Rabbım ilminizi arttırsın bu çalışmalarınızı...
- Merhaba, Ben Foliant yayınlarından uğur. Sizinle iletişim kurmak istiyoruz ...
TARİHTE BU HAFTA
*Kanije müdafaası(18 Kasım 1601) *Hz.Fatıma'nın(r.anha) Vefatı(22 Kasım 632) *İstanbul'un Müttefikler Tarafından İşgali(23 Kasım 1918) *Alparslan'ın Şehadeti(24 Kasım 1072) *Öğretmenler Günü(24 Kasım)
ANKET
Sitemizle nasıl tanıştınız?
Yükleniyor...