Ä°SLAM HUKUKUNDA ZARURÄ°YAT-3

Din, lügatte, birçok anlama gelmektedir. Cevherî (v.313/1002), es-Sıhâh’ında(1), dîn’in ‘âdet, durum, cezâ, mükâfat, itaat’ gibi manaları bulunduğunu söyler. Râğıb el-Isfehânî (v.565/1170), dînin, ‘itaat’ ve ‘ceza=karşılık’ anlamlarını verir(2). Zebîdî (v.1205/1790) ayet, hadis ve Arap şiirinden aldığı çeşitli örneklere dayanarak


Ali Pekcan

alipekcan65@hotmail.com

2013-03-10 00:46:04

ZARÛRİYYÂT'I OLUŞTURAN TEMEL DEĞERLER

I.DEÄžER:

DÃŽN'Ä°N KORUNMASI

Tanım:

Din, lügatte, birçok anlama gelmektedir. Cevherî (v.313/1002), es-Sıhâh'ında(1), dîn'in 'âdet, durum, cezâ, mükâfat, itaat' gibi manaları bulunduğunu söyler. Râğıb el-Isfehânî (v.565/1170), dînin, 'itaat' ve 'ceza=karşılık' anlamlarını verir(2). Zebîdî (v.1205/1790) ayet, hadis ve Arap şiirinden aldığı çeşitli örneklere dayanarak 'din' kelimesinin yirmiden fazla anlamını zikreder(3). Mütercim Âsım Efendi (v.1235/1819) ise, dinin otuzu aşkın anlamından söz eder. Bunlardan bazıları şunlardır: Ceza ve karşılık, İslâm, örf ve adet, boyun eğme, hesap, hâkimiyet ve galibiyet, saltanat ve mülkiyet, hüküm ve ferman, makbul ibadet, millet, şeriat, itaat.(4)

Modern bilim dallarından 'Din Sosyolojisi'ne göre, dinin üç önemli yönü vardır(5). Bunlar:

1.Dinin Teorik Anlatımı: İnanç, Öğreti,

2.Dinin Pratik Anlatımı: Tapınma ve İbadet,

3.Dinin Sosyolojik Anlatımı: Din birliği, topluluk yönü, cemaat.

İnsanın Dine Olan İhtiyacının Tabiiliği

Dinin nasıl korunduğuna cevap vermeden önce insanın dine ihtiyacı var mıdır? Bu sorunun cevabını aramak gerekir. Tarihin bütün devirlerinde ve bütün toplumlarında daima kendisiyle karşılaşılan bir olgu olarak din, insanı hem içten hem dıştan kuşatan, onun düşünce ve davranışlarında kendisini gösteren bir disiplindir. Kişi, tarih boyunca kendisinin insanüstü bağlarının bulunduğunu, ihtiyaçları için onu aşan yüce bir kudrete yönelmesi gerektiğini düşünmektedir.(6)

İnsanın yüce bir kudrete gönülden bağlanması onun gücüne güç katar: dua, niyaz, iltica insanı ulvîleştirir. Allah sevgisi ve korkusu iki yönden insanın ruhî ilkelliğini giderir. Ona kuvvetli bir irade ve sağlam bir karakter kazandırır. Böyle kimselerin içinde yer aldığı toplumlarda fazilet yarışı başlar. Din, insanın hem içgüdülerinin ve madde âleminin esiri olmadığı, hem de sonsuz bir hürriyet ve bağımsızlık içinde bulunmadığı şuurunu verir. Kişi, bencil duygularına canlı ve cansız tabiata değil, yalnız her şeyin sahibi Allah'a boyun eğecektir. Dinin bu telkini insana gerçek hürriyet ve bağımsızlığını kazandırır. Böylece kul, yaratıklar önünde ve tabiat olayları karşısında hayret ve dehşete düşmez.(7)

Allah Teâlâ Kur'an-ı Kerimin'de, insanın bir dine 'doğal' olarak ihtiyaç duyduğunu, zorunlu olarak 'dine' yönelişe eğilimli olduğunu belirtir. Rûm, 30'da şöyle buyurur:

 "(Rasûlüm!) Sen yüzünü hanîf olarak dine, Allah insanları hangi fıtrat üzere yaratmış ise ona çevir. Allah'ın yaratışında değişme yoktur. İşte dosdoğru din budur: fakat insanların çoğu bilmezler."

Allah Teâlâ ayette insanın tabiatından doğal yaratılış biçiminden, 'dîn-i kayyım' (=dosdoğru/sağlam din)'den bahseder. 'İnsanın tabiatı' ile 'dosdoğru din'e yapılan vurgu, bu iki unsur arasında önemli ve zorunlu bir ilişkinin varlığına işaret eder.

Yani, "Bütün insanlar şu fıtrat üzere yaratılmışlardır ki, hiçbir şey değil, sadece ve sadece bir tek Allah onların yaratıcısı, rabbi ve mabududur. Bu fıtratta sebat etmelisiniz. Eğer bağımsızlık tavrını benimserseniz, fıtratınıza aykırı hareket etmiş olursunuz ve Allah'ın yanı sıra başkalarına taparsınız, yine fıtratınıza aykırı hareket etmiş olursunuz"(8).

Zemahşerî (v.538/1143) "Fıtrat yaratılıştır" der ve ayetin manasının "Allah onları İslâm dinîne ve tevhide kabiliyetli olarak yarattı..." şeklinde olduğunu söyler(9). Dinin, özellikle tevhide dayalı bir inancın insan fıtratında bulunduğunu Ebû Hüreyre (r.a)'nin rivayet ettiği bir hadisinde(10) Peygamberimiz şöyle açıklar:

 "Her doğan (çocuk) sadece fıtrat üzere doğar, (sonra) ana-babası onu Yahudileştirir veya Hıristiyanlaştırır veya Mecusîleştirir." Sonra hadisin ravisi Ebû Hüreyre (r.a), şöyle der:

"(Ä°sterseniz) ÅŸu ayeti okuyun:

"...Allah insanları hangi fıtrat üzere yaratmış ise (yüzünü) ona çevir. Allah'ın yaratışında değişme yoktur. İşte dosdoğru din budur!" (Rûm, 30/30).

Hadis-i Şerifte de Rasûlullah Efendimiz , insanın doğası gereği İslâm'a eğilimli olarak dünyaya geldiğini belirtmektedir. Demek ki insan, saf ve temiz doğasını değiştirmez, fıtratına aykırı hareket etmezse, gerçek dîn olan İslâm'ı bulabilir, onunla sonsuz mutluluğa ulaşabilir.

Allah, yarattığı insanın yapısını elbette ki en iyi bilendir. Dolayısıyla, insanların neye ihtiyaçları olduğunu ve bunları nasıl sağlayacağını en iyi O bilir. Allah, insanın fıtratını, vicdanını bu şekilde yarattığı için insan, güzellikten hoşlanıp kötülükten kaçınır. Allah'ın Kur'an'da emrettiği temel ahlak özellikleri: merhametli, şefkatli, adaletli, güvenilir, dürüst, mütevazı bir insan olmak ve zulümden, haksızlıktan, kötülükten sakınmaktır. Diğer bir deyişle, Allah'ın gönderdiği İslam dininin insandan istedikleriyle, insanların doğal olarak yaşamak istedikleri, anahtar ve onun açtığı kilit gibi, birbirine tam bir uyum halindedir. Allah bu gerçeği Kur'ân'da şöyle haber vermektedir:

"Öyleyse sen yüzünü Allah'ı birleyen (bir hanif) olarak dine, Allah'ın o fıtratına çevir ki insanları bunun üzerine yaratmıştır. Allah'ın yaratışı için hiçbir değiştirme yoktur. İşte dimdik ayakta duran din (budur). Ancak insanların çoğu bilmezler." (Rum Suresi, 30)

DÄ°NÄ°N KORUNMASINI SAÄžLAYAN DÄ°NAMÄ°KLER

İnanç Esasları ve İbâdetler

Şâtıbî 'el-Muvâfakât''ında(11), dînin itikâdî esaslarını ve şahadet kelimesinin söylenmesini 'hıfzu'd-dîn'in zarûrî kısmından sayar(12)ki, bu görüş son derce yerindedir. Çünkü dinin temelini ve esasını oluşturan öğeler 'inançlar'dır. Diğer dinî işler onun üzerine bina edilirler. Bu yüzden imânî ilkelere riayet etmeksizin ibadetlerin ve diğer muamelelerin makbul olması imkânsızdır. Bu yüzden zarurî olarak korunması gereken kısımının, dinin 'itikâdi' esasları olduğunu belirtmek gerekir.

Usulcülerin ittifakına göre, iman esasları 'dinin' korunmasında zorunlu kısmı oluştururken, ibadetler ise, dindarlığın korunması için tamamlayıcı bir nitelik taşır. Zira ibadetler olmadan inanç zedelense ve zayıflasa da tamamen yok olmaz, dolayısıyla dinin korunması gayesi sağlanmış olur. Ancak inançlar da kendilerini korumak için ibadetlerle desteklenmelidirler.

İnsan Zihnini Batıl Düşünce Ve Anlayışlardan Arındırma

İslâm, önce batıl inanışlara, heva ve hevese tâbi olmaya, taklitçiliğe, hurafelere, insan zihnini körelten ve zekâyı söndüren müneccimlik ve kehanet gibi temelsiz uğraşılara, cehalete, taassuba karşı çıkmış, bu türlü şeylerden aklı korumuştur. Kur'ân-ı Kerim, dinin onaylamadığı davranışları yermiş, hevâ ve arzulara körü körüne bağlılığı ve itaati şiddetle yasaklamıştır. Ayrıca, kötülüklerin kaynağı ve yönlendiricisi şeytana uymayı da bir sapma ve yoldan çıkma olarak kabul etmiştir. Örneğin Yüce Allah şöyle buyurmuştur:

"…Heva ve hevese tâbi olmayın!"(13)

"…Kötü isteklerini ilâh edinen kimseyi gördün mü?"(14)

"…Şeytan'ın peşine düşmeyin!"(15)

Bu ayet-i kerimelerde de vurgulandığı gibi, kötü arzu ve istekler ile şeytana körü körüne tâbi olmak, sağlıklı ve şuurlu insanın yapacağı işlerden değildir. İslâmiyet gerçeğe ve doğruya tabi olunmasını akl-ı selim'e aykırı davranış ve düşüncelerden kaçınılmasını tavsiye etmiştir.

KENDİSİNE YÖNELİK ZARARLAR GİDERİLEREK DİNİN KORUNMASI

Dinin korunmasına, ona varlık kazandırma açısından, özellikle inanç esaslarının zorunlu olarak korunması gerektiğini söyledikten sonra, şimdi de "dinin" kendisine yönelik zararlardan korunmasına temas edeceğiz.

Gazzâlî başta olmak üzere(16)Râzî(17), Âmidî(18), Karâfî(19)'nin de içinde bulunduğu bazı usulcüler, dinin korunmasına, ona yönelik zararların giderilmesi açısından örnek olarak, cihadın farz kılınmasını, Ehl-i harb ile ve mürtetlerle savaşılmasını, kendi bidatlerine çağıran zındık ve bidatçilerin bertaraf edilmesini vermişlerdir.

Cihâdın Farz Kılınması:

Biz burada sadece usûlcülerin görüşlerine temas edecek, ayrıntılardan bahsetmeyeceğiz. Râzî, harbilerle ve mürtetlerle savaşın "dinin" korunması için farz kılındığını söyler(20)bu görüşüne "Allah'a ve ahiret gününe inanmayanlara karşı savaşın!"(21) mealdeki ayeti delil olarak getirir.

Müçtehitler cihâdın illetini tespitte ihtilaf etmişlerdir. İmâm Ebû Hanife, İmam Malik ve İmam Ahmed'in de içinde bulunduğu cumhûra göre, cihadın illeti, "düşmanın savaş açmasıdır". İmam Şâfiî ile İmam Ahmed'in bir kısım ashabına göre cihadın illeti, "küfür"dür."(22)

Mürtetlere ağır ve sert cezalar verilmesi:

Rıdde(t) veya irtidat: dinden dönmek, İslâm'dan çıkıp küfre girmek diye tanımlanır. İslâmiyet, irtidat denilen bu dinden çıkma eylemini yermiş, böyle bir davranışı, kendi varlığına ve değerlerine yönelik bir küçültücü bir hareket saymıştır.

Kur'an-ı Kerim'de irtidat, oldukça sert ifadelerle reddedilmiştir. Örneğin bir ayette Allah Teâlâ şöyle buyurmaktadır:

 "Sizden kim, (benimsediği İslâm) dininden döner ve kâfir olarak ölürse, bu durumdaki kimselerin yaptıkları işler dünyada da ahirette de boşa gider. Onlar Cehennemliktirler ve orada devamlı kalırlar." (23)

Peygamberimiz 'in de bu konuda: "Dinini değiştireni öldürün."(24) buyurduğu rivayet edilmiştir. İslâm müçtehitlerinin tamamının da mürtedin öldürülmesi konusunda ittifak halinde oldukları, bununla birlikte bu durumdaki bir kişiye tövbe etme imkânının verilip verilmeyeceği hususunda ise farklı görüşleri benimsedikleri belirtilmiştir.(25)

 İslâm müçtehitleri bu hususu şöyle temellendirmişlerdir. Bir kimsenin İslâm dininden dönmesi için makul ve tutarlı hiçbir gerekçe bulunmamaktadır. Çünkü bu dinin anlayışına göre, bu dinin temel ilke ve prensipleri tamamen insanın aklına ve doğal yapısına uygundur. Bu nedenle böyle bir yolu seçen bireylere bu şekildeki ağır bir ceza öngörülmüştür.

Bidatçilerle ve Zındıklarla Mücadele

Bidat, dinin aslından olmadığı halde, sonradan dine sokulan ve dinle ilgisi olmadığı halde dinî imiş gibi değerlendirilen düşünce ve davranışlardır. İslâm hukuku, müslümanların doğru din anlayışlarını sarsacak, dinin orijinalliğini bozucu davranışlara karşı çeşitli önlemler almıştır. Bu hususta Gazzâlî, bidatlerine çağıran bidatçilerle mücadele edilmesinin "dinin korunması" için gerekli olduğunu söyler(26). Ayrıca bidatçilerin cezalandırılması gerektiğini bunun için, cezalandırma yetkisinin yönetime bırakılmasını, cezalandırmadan önce de onların yaptığı faaliyetlerin izlenmesi gerektiğini savunur(27)

Zındık ise, ilhâdı ortaya çıkmış: açıktan dinin aleyhine faaliyetlerde bulunan kimsedir(28). Zındık olan kimseler, inanç yönünden kâfir olmakla birlikte, münafıklar gibi inançlarını örtüp gizlemezler, açıktan din karşıtı eylemler ve propaganda yaparlar, onların bu davranışı izlenir, engellenir, gerekirse ta'zir cezası verilebilir(29).

-Devam edecek-

Dipnotlar

1-Cevherî, İsmail, es-Sıhâh, (thk. Ahmet Abdülgafûr Atâr), Beyrut 1984, III. Baskı, c.5, s.2118.

2- Isfehânî, el-Müfredât, s.253.

3-Zebîdî, Tâcü'l-Arûs, IX, s.208.

4- Âsım Efendi, Kâmus Tercemesi, İstanbul 1305, c.IV, s.622.

5- Taplamacıoğlu, a.g.e., s.178-179.

6- Tümer, Günay, 'Din' md. DİA, İstanbul 1994, c.IX, s.317.

7-Tümer, a.g.md., c.IX, s.317.

8-Mevdûdî, Ebü'l-A'lâ (v.1979), Tefhîmü'l-Kur'ân, ç. Heyet, İstanbul 1995. c.4. s.301.

9- Zemahşerî, Ebu'l-Kasım Cârûllah (v.538/1143), el-Keşşâf an Hakâki't-tenzîl, Beyrut ts., c.III, s.204.

10-Müslim, Kader, Hd. No; 2658. (c.3, s.2047); Ebû Dâvûd, Sünne, 17; Tirmizî, Kader, 5; İbn Hanbel, c.7, s. 315-346

11- Şâtıbî, a.g.e., c.II, s.7.

12- Şâtıbî, a.g.e., c.II, s.7.

13- en-Nisâ, 4/135.

14-el-Furkân, 25/43.

15- el-Bakara, 2/168.

16-Ğazzâlî, el-Mustasfâ, c.I, s.287.

17- Râzî, a.g.e., c.II, s.321.

18-Âmidî, a.g.e., c.III, s.240.

19-Karâfî, Şerhu Tenkîhi'l-Füsûl, s.169.

20-Râzî, a.g.e., c.II, s.321.

21-et-Tevbe, 9/29.

22-Emîr-i Padîşah, a.g.e., c.III, s.306; Zühaylî, Vehbe, İslâm Hukukunda Savaş, ç. İsmail Bayer, İstanbul 1996, s. 95-97; Âlim, a.g.e., s.253 (İbn Teymiyye'nin, Risâletü'l-Kıtâl'inden naklen (s.117).

23- el-Bakara, 2/217.

24-Ebû Dâvud, a.g.e., Hudûd, I, (c.IV, s.520).

25- İbnü'l-Münzir, Ebûbekr (v.318/930), el-İşrâf alâ Mezâhibi Ehli'l-İlm, [nşr. Abdullah Ö. el-Bârûdî], Mekke ts., c.III, s.156.; İbn Hazm, Ebû Muhammed (v.456/1063), Merâtıbü'l-İcmâ, Beyrut ts., s.127.

26- Ğazzâlî, el-Mustasfâ, c.I, s.287.

27-Ğazzâlî, Şifâül-Ğalîl, s.229.

28-Ğazzâlî, a.g.e., s.224.

29-Ebû Zehra, Muhammed (1974), el-Ukûbe fi'l-Fıkhı'l-Îslâmî, Kahire, ts., s.177.

 

 

 

 

 

 

Bu yazıya yorum yazın


Not: Yanında (*) işareti olanlar zorunlu alanlardır.

Bu yazıya gelen yorumlar.

DÄ°ÄžER YAZILAR

Allah'a güven. Vekîl olarak Allah yeter.

Ahzab, 33

GÃœNÃœN HADÄ°SÄ°

Sehavet sahibi Allah'a yakındır, insanlara yakındır, cennete yakındır, cehennemden uzaktır. Cimri ise Allah'tan uzaktır, insanlardan uzaktır, cennetten uzaktır, cehenneme yakındır. Cahil sehavet sahibini Allah, cimri ibadet düşkününden daha çok sever."

Tirmizi, Birr 40, (1962)

TARÄ°HTE BU HAFTA

*Kanije müdafaası(18 Kasım 1601) *Hz.Fatıma'nın(r.anha) Vefatı(22 Kasım 632) *İstanbul'un Müttefikler Tarafından İşgali(23 Kasım 1918) *Alparslan'ın Şehadeti(24 Kasım 1072) *Öğretmenler Günü(24 Kasım)

ANKET

Sitemizle nasıl tanıştınız?

Yükleniyor...

SÄ°TE HARÄ°TASI