Ä°SLAM HUKUKUNDA ZARURÄ°YAT-4

İnsan biri ruh, diğeri beden olmak üzere iki temel unsurdan meydana gelmiştir. İslâm hukuku ‘insanın hayatını korumayı’ öncelikli hedeflerinden biri saymıştır. Zira


Ali Pekcan

alipekcan65@hotmail.com

2013-03-15 15:59:40

II. DEÄžER: HAYATIN KORUNMASI

Tanım 

Nefis, lügatte: ruh, kan, kardeş, beden, insanın bütünü, hareket, bir şeyin bizzat kendisi, bir şeyin gerçek özü, gibi anlamlara gelir(1).

İnsanın Hayatının Değeri Ve Önemi 

İnsan biri ruh, diğeri beden olmak üzere iki temel unsurdan meydana gelmiştir. İslâm hukuku 'insanın hayatını korumayı' öncelikli hedeflerinden biri saymıştır. Zira yaşama hakkına sahip olmayan bir kimse diğer haklara da sahip olamaz. En doğal hak olan hayat hakkına sahip olmayanların sorumlulukları ve görevleri de bulunmaz. Bir insan önce yaşama hakkına sahip olmalıdır ki, diğer haklara da sahip olsun ve bir takım görevleri yüklenebilsin.

İslâm inancı ve düşüncesine göre ezelî ve ebedî tek varlık Allah Teâlâ'dır. O (c.c.), maddî ve madde ötesi bütün âlemleri yoktan var etmiştir. Birleşme, değişme, gelişme ve bozulmada da O'nun koyduğu iradesine tabi bulunan kanunlar dâhilinde olmaktadır. O hayvanları genellikle ayrı türler halinde yarattığı gibi insanı da özel bir topraktan yaratmış, erkekli dişili kılmış, o canları aile bağı içinde birleşmeleri ile insan neslinin çoğalmasını ve devamını sağlamıştır. İnsanı diğer canlılardan ayıran en önemli özelliği, sadece ona özgü olarak, onun nefis ve irade sahibi olmasıdır. Nefis, her bir insan için ayrı ayrı yaratılmış, maddî olmayan, insanın hayatı boyunca bedeninde gelişen ve özellikler kazanan, ölümden sonra da devam eden, berzahta ve ahirette, dünyada kazandığı özelliklere göre muamele görecek olan varlıktır. Günlük dilde buna 'ruh' denmektedir.(2)

İnsanı insan yapan ruh ve nefsin, dünya hayatında kulluk imtihanını verebilmek insan için takdir buyrulmuş olan kemal noktasına ulaşabilmek için bedene ihtiyaçları vardır. Bu sebeple insanın bedeni, yaşarken de, öldükten sonra da değerlidir. Saygıya layıktır ve hakları vardır. İbadet, bedeni zayıf düşürmeye, uzuvları sakatlamaya acı ve güçlüğe sebep olmayacaktır. Böyle bir ihtimal bulunduğunda, ruhsatlar, kolaylıklar devreye girer. Bedene zarar verdiği halde azimette ısrar günahtır(3).

Fark gözetilmeksizin bütün insanların bedenleri dokunulmazdır, bedene zarar verilmesi halinde kısas ve tazminat şeklinde konulmuş cezalar vardır. Ana rahmine düştüğünden itibaren insanın varlığı (hayatı) korunur. Hayata yönelik suçlar için caydırıcı cezalar öngörülmüştür(4). İnsanın maddî ve manevî üstün vasıfları, değeri ve kabiliyetleri olduğunu ise yüce Allah şöyle beyan etmiştir.

"Biz, hakikaten insanoğlunu şan ve şeref sahibi kıldık. Onları, (çeşitli nakil vasıtaları ile) karada ve denizde taşıdık: kendilerine güzel rızklar verdik: yine onları, yarattıklarımızın birçoğundan cidden üstün kıldık."(5)

HAYATIN KORUNMASINI SAÄžLAYAN DÄ°NAMÄ°KLER

 Hayatın korunmasına "varlık kazandırma" onu yoktan var etme anlamına gelmez. Zira insanı yoktan var etme, hayat sahasına getirme gücü ve yetkisi âlemlerin rabbine aittir. Nitekim Allah Teâlâ şöyle buyurur. 

"O ki, hanginizin daha güzel davranacağını sınamak için ölümü ve hayatı yaratmıştır. O, mutlak galiptir, çok bağışlayıcıdır."(6)

 Hayatın korunmasına 'varlık' kazandırma, insanın hayata gelmesine vesile olmak, onun varlığını güvence altına almak, onun varlığını sürdürmesine yardımcı olmak demektir(7). Mûsa Cârullah Bigiyef (1949), 'Kavâid-i Fıkhıyye' adlı eserinde(8) 'Hıfzü'n-nefs'ten muradın 'nev-i insâniyeti hem de her bir insanı hıfz etmek' olduğunu belirttikten sonra 'insan hakları'nın iki gruba ayrıldığını söylemiştir. 1.Hukûk-ı Zâtiye:

Sırf insan olması yönüyle vacip olan haklardır. Bu hususta bütün insanlar eşittirler ve altı kısma ayrılır.

Hakk-ı hayat (Yaşama hakkı),

Hakk-ı sıhhat (Sağlığı koruma hakkı),

Hakk-ı ehliyet (Hukûkî işlemler yapabilme hakkı),

Hakk-ı hürriyet (Hürriyet hakkı),

Hakk-ı mûsâvât (Eşitlik hakkı),

Hakk-ı taharri-i saadet (Özgür biçimde iyi ve doğruyu araştırma ve seçme hakkı).

2.Hukuk-ı Müktesebe:

İnsanın kendi çabasıyla elde ettiği haklar: Doğal olanın dışında kazanılan haklardır(9).

Ebu Zehra (v.1974) ise, 'hayatın korunması' konusunda şunları söyler: "İnsan nefsinin korunması demek, insanın şerefli hayatını güvence altına almak demektir. 'Nefsi müdafaa ve koruma' kavramı içine insanın bütün organlarının korunması da girer. Nitekim aynı kavrama insanın şerefinin korunması, şerefine leke sürülmemesi, özgürlüklerinin baskı altına alınmaması gibi manevî nitelikleri de dâhildir."(10) 'İnsanın çalışma, düşünce, ikamet vb hürriyetlerini hiçbir kimsenin saldırısına uğramamak suretiyle faziletli bir toplum içinde sürdüreceği insana yaraşır hayatın öteki desteklerinden olan diğer hürriyetlerinin zedelenmemesi de bu manevî unsura dâhildir.'(11)

Sonuç olarak şöyle diyebiliriz: 'kendisine varlık verme' açısından hayatın korunması demek, ruh ve beden bütünlüğünü korumak, bedenin, fiziki ve biyolojik ihtiyaçlarını gidermek, onun sağlığını korumak demektir.(12)

Kendisine Yönelik Zararlar Giderilerek Hayatın Korunması

Hayatın korunması için ona yönelik zararların giderilmesi gerekir. Bu zararların defedilmesinden beklenen hedef, hayatın varlığını, ruh-beden bütünlüğünü korumaktır. İslâm hukuku bu nedenle hayatın varlığını korumak ve sürdürmek için bazı önlemler almıştır. Şimdi bunları sırasıyla görelim.

İslâm dini, insanın hayatının saygınlık ve dokunulmazlığı bulunduğunu kabul eder, bu yüzden insanın 'haksız ve kanunsuz yere' öldürülmesini, yasaklamıştır. Bu dokunulmazlığa ister iman etsin ister iman etmesin bütün insanlar dâhildir. Allah Teâla 'hayatın dokunulmazlığı'nı "...Allah'ın dokunulmaz/saygın kıldığı cana haksız yere kıymayın!"(13) ayeti dile getirir.

Bir başka ayette ise, haksız yere bir canı öldüren kimsenin bütün insanları öldürmüş gibi sayılacağı, öldürmeyip hayatı bağışlamanın ise bütün insanların diriltmiş gibi kabul edileceğini bildirmiştir.

 "Kim, bir cana veya yeryüzünde bozgunculuk çıkarmaya karşılık olmaksızın (haksız yere) bir cana kıyarsa bütün insanları öldürmüş gibi olur. Her kim bir canı kurtarırsa bütün insanları kurtarmış gibi olur..."(14)

Ayrıca Peygamberimiz  ünlü Vedâ Hutbesinin başında şöyle demişti:

"...Sizin canlarınız, mallarınız, ırz ve namuslarınız, şu gününüzün, şu ayınızın, şu beldenizin saygınlığı gibi saygındır –dokunulmazdır-. (Bu hususu) burada bulunanlar bulunmayanlara bildirsin!"(15) Yine Peygamberimiz , kıyamet günü ilk hesaba çekilecek konunun "kan dökmek" olduğunu şöyle beyan etmiştir. "Kıyamet günü insanlar arasında hükmedilecek ilk konu kan davalarıdır."(16)

İnsan hayatının saygın ve dokunulmaz olduğunu ifade eden İslâm hukuku, ayrıca hayatın korunması için bazı tedbirler almıştır.

Kasten Adam Öldürene Verilen Kısas Cezası

İslâm bilginlerinin büyük çoğunluğu kısasın 'hayatın korunmasına' yönelik en önemli müeyyide olduğunu söylemişlerdir(17). Çağımızın önde gelen fıkıhçılarından İbn Âşûr, hayatın korunmasının anlamını: 'birey ve toplum olarak hayatın teleften korunmasıdır. Çünkü toplum, tek tek bireylerden meydana gelmiştir. Her canda her toplumda kamu düzeninin bir kısmının sağlandığı özellikler vardır'(18)diye açıklar.

Kasten bir başkasının hayatını sonlandıran kimse kısas ile cezalandırılır. Bu hükmün dayanağı şu ayetlerdir.

"Ey iman edenler! Öldürülenler hakkında size kısas farz kılındı."(19)

"Ey akıl sahipleri! Kısasta sizin için hayat vardır. Umulur ki suç işlemekten sakınırsınız."(20)

"Tevrat'ta onlara şöyle yazdık: Cana can, göze göz, buruna burun, kulağa kulak, dişe diş (karşılık ve cezadır). Yaralar da kısastır."(21)

Bu ayetlerde sözü edilen açık hükme göre, haksız yere adam öldürmek, bir organı yok etmek, işlemez hale getirmek, yaralamaktan dolayı kısas yani aynı fiilin suçluya da tatbik edilmesi gereklidir, farzdır. Ancak kısasın yapılışı, şartları, hangi boyutlarda tatbik edileceği, kısasta denklik, statü farklılığının bulunup-bulunmaması, kısası uygulayacak otoritenin kim olduğu, kısasın düştüğü durumlardaki, diyet ve tazminatlar nasıl olacaktır gibi hususlar İslâm Ceza Hukukuna ilişkin çalışmalarda tafsilatlıca işlenmiştir.(22)

İntihar Yasağı

Bir kimsenin başkalarının hayatına son vermesi yasak olduğu gibi kendi hayatını da sona erdirmesi yasaktır. Ayrıca, bedenine ve organlarına da zarar veremez. İsrâ, 17/33 ayeti ile Enam, 6/151 ayetleri buna işaret eder. Ayrıca Peygamberimiz  intihar eden kimsenin ahirette, intihar ettiği şeklini ebedî olarak tekrar edeceğini haber vermiştir.(23)

Kan Davası Yasağı

İslâm, kan davalarını tamamen yasaklamıştır. Hz. Peygamber  Vedâ hutbesinde bu konuya temas ederek: "Câhiliye döneminin kan davaları tamamıyla kaldırılmıştır, ilk kaldırdığım kan davası, İbn Rabîa b. el-Hâris'in kan davasıdır."(24) buyurmuştur.

Hastalıklardan Korunma Ve Tedavi Olma Emri

İslâm dini, her türlü hastalıktan korunmayı emretmiş, özellikle, veba vb. salgın hastalıklardan korunmayı tavsiye etmiştir(25). Ayrıca her hastalığın mutlaka bir tedavisinin de bulunduğunu Peygamberimiz :

"Her hastalığın mutlaka bir şifası vardır."(26) diyerek ifade etmiş, bu meyanda insanları tedavi olmaya teşvik etmiştir.

Hırâbe (Terör Ve Anarşi) Suçuna Karşı Ölüm Cezası Verilmesi

Hırâbe, "Bir kişinin ya da bir grubun, silahlı veya silahsız, zorla meskûn mahalde ya da başka bir yerde insanların yollarını kesip, mallarını ellerinden almak"(27) anlamına gelir. Bu konuda Allah Teâlâ şöyle buyurur.

"Allah ve elçisiyle savaşanların ve yeryüzünde bozgunculuk yapmaya çalışanların cezası: (ya) öldürülmeleri, ya asılmaları, ya ellerinin ve ayaklarının çapraz kesilmesi veya bulundukları yerden sürülmeleridir. Bu onların dünyada çekecekleri rezilliktir. Ahirette ise onlara büyük azap vardır."(28)

Hataen Öldürmelerde Diyet Cezası Verilmesi

Bir kimse, başka birini hataen, yani yanılarak öldürürse: mümin bir köleyi azat etmekle birlikte ölenin yakınlarına diyet ödemek zorundadır(29). Bu öldürme kasten yapılırsa o zaman kısas uygulanır, ancak öldürülenin yakınları kısastan vazgeçip, diyete razı olursa, bu da caizdir.(30)

Ceninin Öldürülmesinden Dolayı "Ğurre" Adlı Diyet Cezasının Verilmesi

İslâm hukukuna göre, zaruret olmaksızın cenini düşürmek, çeşitli biçimlerde cenini aldırmak (ichâz, kürtaj) yasaktır. Hayatta olduğu belirlenmiş anne karnındaki çocuğa karşı yapılan kürtaj gibi eylemler cinayettir. İnsan hayatına yönelik kötü bir eylemdir.(31)

Müçtehitler, ana karnından düşürülen bir ceninin diyetinin "ğurre" olduğunu ifade etmişlerdir. Ğurre, bir köle ya da cariye parasıdır(32). Asr-ı Saadette, Hüzeyl kabilesinden iki kadın birbiriyle kavga eder. Kadınlardan biri diğerine taş atar. Hem kadının hem de karnındaki yavrunun ölümüne yol açar. Taraflar Rasûlullah'ın hükmüne başvurduklarında, Rasûlullah  kadının karnındaki ceninin diyetinin köle ya da cariye (fiyatı) olduğuna karar verir(33).

Dipnotlar

1- Fîrûzâbâdî, a.g.e., s.745; Tehânevî, a.g.e., c.II, s.1398; İbn Manzûr, a.g.e., c.XI, s.234-235; Râzî, a.g.e., s.591; Kefevî, a.g.e., s.897.

2- Karaman, İslâm'ın Işığında Günün Meseleleri, c.III, s.172-173

3-Karaman, a.g.e., s.176

4- Karaman, a.g.e., s.176; Armağan, Servet, İslâm Hukukunda Temel Hak ve Hürriyetler, Ankara 1992, II. Baskı, s.73.

5- el-İsrâ, 17/70.

6- el-Mülk, 67/2.

7-Zühaylî, Vehbe., a.g.e., Beyrut, 1986. I. Baskı, c.II, s.1021; Âlim, a.g.e., s.271

8- Bigiyef, Musa Cârullah (v.1949), Kavâid-i Fıkhiyye, Kazan (Tataristan), Örnek Matbaası ts., s.164.

9- Bigiyef, a.g.e., s.164-165.

10- Ebû Zehra, el-Ukûbe, s.35.

11- Ebû Zehra, Muhammed, Târîhu'l-Mezâhibi'l-İslâmiyye, Beyrut, 1989, s.308; el-Ukûbe, s.35.

12- Gökmenoğlu, Hüseyin Tekin, İslâm'da Şahsiyet Hakları, Ankara 1996, s.92 vd.

13- el-İsrâ, 17/33; el-En'âm, 6/151.

14-el-Mâide, 5/32.

15-Müslim, Kasâme. 9. (Hd. No; 1679).

16-Müslim, Kasâme. 9. (Hd. No; 1678).

17- Bkz. Cüveynî, el-Bûrhân, c.II, s.62; Ğazzâlî, Şifâü'l-Ğalîl, s.160; el-Mustasfâ, c.II, s.287; İzz Abdisselâm, el-Kavâidü's-Suğrâ, s.62; Şâtıbî, a.g.e., c.II, s.8.; Şevkânî, a.g.e., s.366.

18-İbn Âşûr, a.g.e., s.80.

19- el-Bakara, 2/178.

20- el-Bakara, 2/179.

21- el-Mâide, 5/45.

22- Mes. Bkz. Ûdeh, Abdülkadir, 'et-Teşriü'l-Cinâî el-İslâmî' adlı eseri, Ayrıca Ebû Zehra'nın 'el-Cerîme' ve 'el-Ukûbe' adlı eserleriyle, Şamil Dağcı'nın 'İslâm Ceza Hukukunda Şahıslara Karşı Müessir Fiiller' adlı doktora çalışmasına bakılabilir.

23-Buhârî, Cenâiz, 83; Müslim, İman, Hd. No; 175-177; Tirmizî, İmân. 16; Nesâî, İman, 7; Ahmed Hanbel, c.II, s.254, 478, 488.

24-Müslim, Hacc, 19. (Hd. No; 1218)

25- Buhârî, Tıbb, 30; Müslim, Selam, 32.

26-Müslim, Selâm, 26; (Hd. No; 2204); Fedâilü's-Sahâbe, 92; Ebû Dâvud, Tıbb, 1, 11; İbn Mâce, Tıbb, 1.

27- Zeydan, Abdülkerim, Mecmûa Bühûs Fıkhiyye, Beyrut, 1986, s.403.

28- el-Mâide, 5/33.

29-en-Nisâ, 4/92.

30 el-Bakara, 2/178.

31-İbn Mübârek, Nazariyyetü'd-Darûrati'ş-Şer'îyye, s.426; Türkiye Aile Planlaması Derneği, Aile Planlaması ve İslâm Dini, Ankara 1987, II. Baskı, s.49-51 (Diyanet İşleri Başkanlığı Din İşleri Yüksek Kurulu'nun konu hakkındaki görüşü ile birlikte)

32-İbn Rüşd, Ebûl-Velid (v.595/1199), Bidayetü'l-Müçtehit ve Nihayetü'l Muktesid, İstanbul 1985, c.II, s.347.

33- Müslim, Kasâme, 11 (hd. No; 1681)

 

Bu yazıya yorum yazın


Not: Yanında (*) işareti olanlar zorunlu alanlardır.

Bu yazıya gelen yorumlar.

DÄ°ÄžER YAZILAR

Kur'an okuyacağınız zaman, kovulmuş şeytandan Allah'a sığının.

Nahl,98

GÃœNÃœN HADÄ°SÄ°

"Oruçlu için iki sevinç vardır: Biri, orucu açtığı zamanki sevincidir, diğeri de Rabbine kavuştuğu zamanki sevincidir. Oruçlunun ağzından çıkan koku (haluf), Allah indinde misk kokusundan daha hoştur."

Ebu Hüreyre

TARÄ°HTE BU HAFTA

ANKET

Sitemizle nasıl tanıştınız?

Yükleniyor...

SÄ°TE HARÄ°TASI