İMAM EBU HANİFE-HAYATI VE ŞAHSİYETİ-7

4-Firaseti-Cesareti-Metaneti(146) Firâset, öngörü, bir şeyin vukuundan önce sezilmesi gibi anlamlara gelir.(147) Bir hadis-i şerifte Rasûlullah (s.a.s.) “Mü’minin firasetinden sakının. Çünkü o Allah’ın nuru ile bakar!” buyurmuştur.


Ali Pekcan

alipekcan65@hotmail.com

2013-04-30 06:03:29

4-Firaseti-Cesareti-Metaneti(146)

Firâset, öngörü, bir şeyin vukuundan önce sezilmesi gibi anlamlara gelir.(147) Bir hadis-i şerifte Rasûlullah (s.a.s.) "Mü'minin firasetinden sakının. Çünkü o Allah'ın nuru ile bakar!" buyurmuştur.(148) Bu hadiste de açıkça görüleceği üzere, bir Müslüman, ilim ve takva bakımından ileri derecelere ulaştığında Yüce Allah ona önsezi/öngörü yetisini ihsan etmektedir. Bu durumdaki bir kimse kendisine bahşedilen bu yeti/meleke sayesinde olayları, fikirleri, insanları değerlendirirken isabetli kararlara ve sonuçlara ulaşmaktadır. Bütün kaynaklar onun böyle bir şahsiyet olduğuna vurgu yapmaktadırlar. İmam Ebû Hanîfe, firasetiyle ashabından birçoğunun istikbalde nasıl olacağını keşfetmiş(149,) daha olmadan önce kendilerine söylemiş, söylediklerinin de aynen çıktığı görülmüştü.

Oğlu Hammâd'ın anlattığına göre, İmam Züfer (v.158/774), İmam Ebû Yusuf (v.182/798), Dâvud et-Tâî hakkında söyledikleri aynen çıkmıştı. Ebû Hanîfe, Dâvud et-Tâî'nin ahirete, Ebû Yusuf'un ise dünyaya meyledeceğini söylemiş, söylediği gibi Dâvud et-Tâî zahitlerin önde gelenlerinden olmuştu. Ebû Yusuf da Abbasiler döneminde Başkadı oldu.(150)

III. SOSYAL HAYATI

A-Anne-Babasına Saygısı:

Anlatıldığına göre, kadılık görevini alması için kendisine sürekli baskı yapılıyordu. Hapse atılıyor, her gün sopalanıp, dövülüyordu. Ancak o, bu eziyet ve işkenceler sırasında çok sabrediyor, eziyetlere katlanmak imkânsız hale gelince de gözyaşlarına hâkim olamıyordu. Serbest bırakılınca, "Benim ağlamam işkenceye tahammülsüzlükten değil, annemin beni merak edip üzülmesinden dolayıdır" diyordu.(151)

Hamza b. el-Muğîre (v.180/797)'nin anlattığına göre, kendisi Ramazan ayında geceleri Ömer b. Zerr ile birlikte teravih kılarlardı. Evleri epey uzak olmasına rağmen İmam Ebû Hanîfe de annesini [merkebe bindirir] kendisi de yürüyerek gelir, cemaate katılırlardı.(152)

İmam Ebû Hanîfe bazı zamanlar annesini adı geçen vaizin sohbetlerine götürürdü. Bir gün annesinin başına bir iş gelir, oğlu Ebû Hanîfe'ye, "Git, bu meselenin hükmünü Ömer b. Zerr'e bir sor" der. O da mahalle mescidinin hocası Ömer b. Zerr'in yanına gider, "Annemin başına şöyle şöyle bir mesele gelmiş, benim sana gelip hükmünü öğrenmemi istedi" der. Mescid İmamı: "[Sen büyük bir fakih iken] bana bunun hükmünü mü soruyorsun?" diye şaşkınlıkla sorar. Ebû Hanîfe de: "Evet, ama annem bunu benim sana sormamı istedi" der. Ömer b. Zerr: "Peki, ben ona nasıl cevap vereyim?" diye sorar. Ebû Hanîfe de cevabını verir. O da cevabı kendisine tekrarlar. Sonra da gelip, Ömer b. Zerr'in verdiği hüküm şöyle şöyledir, diye annesine haber verir."(153)

B-Hocalarına olan yüksek saygısı

Bir şahsın, sevip saydığı bir kimsenin ölümünden sonra, öleni daima hayırla yâd etmesi, ona rahmet dilemesi, bu sevgi ve saygının samimi ve karşılıksız olduğunu gösterir. İşte İmam Ebû Hanîfe de bu meyanda:

"Ben, hocam Hammâd öldüğünden beri, kıldığım her namazın ardından anam-babam ile birlikte hep kendisine dua eder, Yüce Allah'tan onu bağışlamasını dilerim. Aslında ben, sadece bana ilim öğretenlere değil, kendisine ilim öğrettiklerime de dua eder mağfiret dilerim" demiştir.(154)

Rivayet edildiğine göre, İmam Ebû Hanîfe kimi zaman şöyle dermiş:

"Hocamın eviyle benim evimin arasında yedi sokak olmasına rağmen Üstadım Hammâd b. Ebî Süleyman'ın evine doğru ayağımı hiç uzatmadım!"(155)

C-Çocuklarına Karşı Tutumu:

İmam Ebû Hanîfe oğlu Hammâd'ı da kendisi gibi yetiştirmiştir. Hatta onların çocukları da dedeleri gibi aynı minvalde hareket etmişlerdir. Anlatıldığına göre, oğlu Hammâd da âlim ve zahit biriydi. Takvası ve vakarlı tutumuyla dikkat çekiyordu.(156)

Çocuklarının eğitimine özel önem gösteren İmam Ebû Hanîfe, onların eğitim ve öğretimini temin maksadıyla uzman hocalar tutar, onlara fazlasıyla ücret verir, bu hususta her şeyini seferber ederdi. Örneğin torunu İsmail (v.212/828), dedesi Ebû Hanîfe'nin, babası Hammâd'ın kaliteli eğitim alması için 500 dirheme öğretmen tuttuğunu söyler.(157)

D-Komşularıyla münasebetleri:

Rivayet edildiğine göre; bir kişi, Ebû Hanîfe'ye gelip komşusunun evinde kendisinin duvarına yakın bir yerde kuyu kazdığından şikâyet etti ve bu kuyunun devamlı kullanılması sebebiyle kendi duvarının zarar göreceğini söyledi. İmam A'zam da ona; 'git komşuna kuyudan zarar gördüğünü ve kapatmasının uygun olacağını söyle' dediğinde şikâyetçi şahıs da; ona söyledim dinlemedi, dedi. Bunun üzerine Ebû Hanîfe ona; 'öyleyse git, sen de evinin dâhilinde onun kuyusunun karşısına bir lâğım çukuru kaz' diye tavsiyede bulundu. Adam da, Ebû Hanîfe'nin dediğini yaptı. Çukurun pis suyu komşusunun kuyusuna sızmaya başlayınca o, kendi kuyusunu kapatmak zorunda kaldı.(158)

E-Dost ve Arkadaşlarıyla ilişkileri

İmam Ebû Hanîfe sıcak kanlı bir kimseydi.(1599 Tanısın, tanımasın hemen herkesle dostluk kurardı. Hafs b. Hamza el-Kureşî onun bu özelliğini şöyle dile getirir:

"Herhangi bir kimse, bir niyet ve ihtiyacı olmaksızın Ebû Hanîfe'nin yanına uğrasa bile hemen ona ısınırdı. Kalkacağı zaman Ebû Hanîfe, onun hal hatırını sorar, varsa bir ihtiyacı hemen giderirdi. Hasta ise ziyaretine gelirdi. Böylece tanımadığı zatı kendisine bağlardı. Onun meclisi çok verimli/değerliydi."(160)

Ebû Hanîfe'nin dost ve arkadaşlarıyla ilişkileri oldukça köklüydü. Bunun bir göstergesi olarak onlara karşı iyi davranır, çokça ikramda bulunurdu. Onun bulunduğu meclis çok hoş geçerdi.(161) Bunun yanı sıra cömertliğiyle tanınır, güvenilir bir şahsiyetti.(162) İmam Ebû Yusuf'un anlattığına kendinden yardım isteyenleri hemen hemen hiç geri çevirmezdi.(163)

F- Sosyal Yardım Anlayışı

İmam Şâfiî'nin en önde gelen hocası Vekî' b. el-Cerrâh (v.197/812)'ın anlattığına göre, İmam Ebû Hanîfe, kılı kırk yaran hassasiyete sahip biriydi. Yalan yere yemin etmek şöyle dursun, doğru bir şey üzerine yemin ettiğinde dahi bir dinar tasadduk etme konusunda kendi kendisine söz vermişti. Ne zaman ev halkının ihtiyaçları için bir harcama yapsa, ihtiyaç sahiplerine de aynı miktarda tasaddukta bulunurdu. Kendine yeni bir elbise alırsa, bir takımda yaşlılara ve ilim sahiplerine alır hediye ederdi. Önüne ikram için bir yemek konduğunda onun değerinde bir parayı hemen fakirlere tasadduk ederdi.(164)

G-Öğrencilerini kendi kazancıyla okutur, onları daima ilme sevk ederdi.

Ebu Hanife, ilim meclislerine devam etmesi icin yoksul öğrencilere harçlıkla destek olan, ilim halkalarının ihtiyaçların kendi kazancıyla karşılayan, çevresindeki fakir ve düşkün kimselerin derdine çare olmaya çalışan bir büyük İslam âlimi ve müçtehididir.

Ebu Hanife, ilimle uğraşırken ticareti de bütünüyle bırakmamış, ticari kazancının çoğunu talebelerinin ihtiyaçları ve bağımsız bir ilim meclisi kurulması için harcamıştır. Rivayete göre, İmam Ebu Hanife, en önde gelen talebesi İmam Ebu Yusuf'un parasının bittiğini söylemesine ihtiyaç bırakmadan onu murakabe eder, kendisine maddi yardımda bulunurdu. Evlenmeye gücü yetmeyen talebelerine, evlenmeleri için maddi ve manevi destek verirdi.(165)

H-Ticaretinde Dürüst Davranırdı

Ebu Hanife gayet derin düşünce, uzak görüş, geniş akıl sahibi bir zattı. Gözü önünde cereyan eden işlerin sebeplerini ve neticelerini tanıma hususunda gayet maharetli ve nüfuz-ı nazar sahibi idi. Hayatı iyi tanırdı. Çarşı pazarla oldukça alakalıydı. Ticaretle iştigal eder, halkla alış-verişte bulunur, hayatta ne oluyor, bilirdi. Fıkıh ve Hadis ilmini öğrendiği gibi hayatı da öğrenmişti. Ebu Hanife'nin selem, murabaha, tevliye, vadi'a(166) ve şirket gibi ticari akitlerdeki görüşleri, öteki fakihlerin görüşlerine nispeten çok sağlam, çok titiz ve incedir. Bu türlü akitlerin hükümlerini ilk defa açıklayan odur.

Rivayetlerin ittifakla söylediklerine göre, İmam Ebu Hanife kumaş tüccarı idi. Daru Amr b. Hureys semtinde çok sayıda işçi ve sanatkârın çalıştığı oldukça geniş bir mağazası vardı.(167) Ebu Yusuf'un naklettiğine göre, Ebu Hanife'nin mal varlığının değeri 2 Milyon Dirhem'den fazlaydı. Fıkhi çalışmalarının yanı sıra hiç ara vermeden ticari hayatını sürdürdü. Bulunduğu şehirdeki tüccardan mal alır, onları çalıştırır, elde ettiği kârı ihtiyaç sahiplerine pay ederdi.(168)

I-Faizli Muameleler Konusunda Çok Hassastı.

Malum olduğu üzere İslam dininin üzerinde ısrarla durduğu insani değerlerden birisi de 'mal ve mülkiyetin' korunmasıdır. Bu değerin korunması amacıyla insanların sahip oldukları mal varlığına yönelik saldırılara karşı çeşitli maddi ve manevi yaptırımlar belirlemiştir.(169) Bu amaca binaen ekonomik faaliyetlerde faizli muameleler şiddetle yasaklanmıştır.(170)

Sıcak bir günde güneşin altında oturduğu(165)nu gören birisi, niçin hemen yanındaki evin gölgesine girmediğini sorduğunda şöyle demişti:

"Bu evin sahibinden bir miktar alacağım var. Bu sebeple onun gölgesine girmeyi haksız menfaat elde etmek olarak gördüm. Benim bu davranışım başkalarını bağlamaz. Ancak âlim olan bir kimse, ilminden insanlara aktardığı kısmın daha fazlasıyla kendi nefsi için amel etmeye muhtaçtır. Bu sebeple onun evinin gölgesinde oturmayı doğru bulmadım."(171)

Çünkü bütün çeşitleriyle faiz, İslam nazarında en kötu ve haram olan bir şeydir. Peygamber (s.a.s.) şöyle buyurmuştur: "Bir dirhemlik faiz yemek, otuz üç defa zina etmekten daha kötüdür. Haramla beslenen bir vücut ateşte yanmaya layıktır."(172)

İçinde faiz bulunan her akit batıldır. Faiz bulunma ihtimali olan akitler de batıldır. Çünkü bu suretle zarara sürükleyen yollar kapatılmış, başkalarına ait malların haksız yere yenmesi önlenmiş olmaktadır.(173)

Döneminin ileri gelen âlimlerinden Hasan b. Salih şöyle demiştir:

"Allah rahmet eylesin, Ebu Hanife çok vera'lı idi; Harama düşme korkusuyla ve şüpheden kurtulmak için birçok helalı terk ederdi. Kendisini ve ilmini şüpheli şeylerden korumakta onun kadar hassasiyet gösteren bir fakih görmedim. Bütün hazırlığı kabir hayatı içindi…"(174)

J-Siyasi görüşleri (Dönemindeki Yönetimlere Karşı Tutumu)(175)

Biz bu bolümde Ebu Hanife'nin siyasi düşünce değerlendirmelerine ayrıntılı olarak değil, sadece genel karakteri ve tutumuyla ilgili bir fikir vermesi maksadıyla temas edeceğiz. Şurası muhakkak ki bu konu başlı başına bir araştırma niteliği taşımaktadır.

İmam Ebû Hanîfe, yönetici konumda olmaktan, zamanındaki devlet bürokrasisinde görev almaktan son derece sakınır, başkalarını da bu konuda dikkatli olmaları yönünde uyarırdı. Onun kişisel yapısındaki bu hassas durum siyasi duruşunu da etkilemişti. Bir başka deyişle gündelik siyasi tutumunda da vera'lı bir tavır içerisinde idi.

Kendisinin şöhretinden de yararlanılarak istismar edileceğini sezmesiyle(176) beraber bürokraside görev almadığı gibi bu yöndeki baskılara da onurlu bir şekilde direniş göstermiştir. Onun bu tutumu kendinden sonraki âlimleri de derinden etkilemiştir. Örneğin İmam Ahmed b. Hanbel (v.241/855) kendisi, dönemin hâkim rejiminin tasarladığı bir siyasal proje olan 'Halku'l-Kur'ân' meselesinde sergilediği tavır nedeniyle şiddetli bir baskıya maruz kalınca, onun bu vakur ve izzetli duruşundan sıkça söz eder, onu rahmetle anardı.(177)

İmam Ebû Hanîfe'nin torunu İsmail (v.212/828) anlatır:

"Babam [Hammâd b. Ebî Hanîfe] ile Künâse(178) denilen mevkiden geçiyorduk. Babam ağlamaya başladı. 'Babacığım neden ağlıyorsun?' dedim. "Oğlum, dedi. İşte burası, vali İbn Ebî Hübeyre tarafından babama kadı olmayı kabul etmediğinden dolayı günde on olmak üzere iki hafta boyunca yüzden fazla sopa attırdığı yerdir. Bir an o olayı hatırladım da, ondan ağladım, dedi."(179)

Emevî ve Abbasî idarelerinin uygulamalarına bizzat tanık olan Ebû Hanîfe, zühd ve takvası sayesinde yönetimin maşası olmaktan kendini canı pahasına koruyabilmiş bir şahsiyettir. Kulların hakkını gözetmede kusur etmekten korktuğu için Emevîler kadar Abbasîler tarafından da ısrarlı şekilde teklif edilen kadılık görevini ve diğer şahsi menfaatlerin hepsini geri çevirmiştir.(180)

1-O, Sultanların Verdiği Hediyeleri Kabul Etmezdi.

Kimi tarihi kaynaklarda, dört mezhep imamının da devlet adamlarından hediye alınabileceğine dair ruhsat verdiği ifade edilse de(181) şurası yadsınamaz bir gerçektir ki Ebû Hanîfe, -ister Sultan olsun ister vali vb. olsun- devlet yöneticilerinin hiç birisinden hediye ve ihsan kabul etmezdi.

2-Ona Göre, Rüşvet Alıp-veren bir Kadı azledilmiş sayılır.

İmam Ebû Hanîfe'ye göre rüşvet alıp-verdiği tespit edilen bir kadı birisinin kendisini azletmesine bakılmaksızın doğrudan azledilmiş sayılır. Dolayısıyla vereceği hükümler gecersizdir.182

3-O, Zamanındaki Yönetimlere karşı Ehl-i Beyt'i desteklemiştir

İmam Ebu Hanife'nin Ehl-i Beyt'e olan sevgisi bilinen bir gerçektir. Ancak o, bu sevgisinde aşırı gitmemiş, yani teknik tabiriyle teşeyyu'a kapılmamıştır. İmam'ın hareket noktası tamamen Kitap ve Sünnet nasslarında ifadesini bulan Ehl-i Beyt sevgisidir. Bu sebeple o, yönetimdeki sapmaları nedeniyle hem Emevilere hem de Abbasilere karşı durmuş, onların nebevi hilafete geri dönmeleri için olanca gücüyle çaba sarf etmiştir. Ancak onun ve benzeri ulemanın direnişlerine rağmen mevcut yönetimler despotluğu ve zulmü çeşitli şekilleriyle sürdürmüşledir.

Bütün bu olumsuz şartlara karşın İmam Ebu Hanife, bu bağlamda mesela, İmam Muhammed Bakır (v.114/733), İmam Zeyd b. Ali [b. Zeynu'l-Abidin (v.122/740)], İmam Abdullah b. Hasen b. el-Hasen, İmam Cafer es-Sadık (v.148/766) gibi Ehl-i Beyt İmamlarıyla hem arkadaşlık hem de öğrencilik ilişkisi içerisinde olmuştur.(183) İmam Zeyd'e Abbasilere karşı direnişinde lojistik destek olması amacıyla gizlice 4000 dirhem gönderdiği kaynaklarda yer alır.(184)

VEFATI

Ebu Hanife'nin ölüm tarihi belli olmakla birlikte, onun nasıl öldüğü/öldürüldüğü hususunda bir ittifak yoktur. Ölüm tarihinin H. 150/767 olduğunda kaynaklar müttefiktir.(185)

Ebu Hanife'nin, Sultan Ebu Cafer el-Mansur'un kadılık teklifini kabul etmeyince, -her gün on sopa olmak üzere- uzun sure kırbaçlandığı, sonra da hapse atıldığı kaynaklarda zikredilmektedir.(186)

Hatib el-Bağdadi (v.463/1071), bu hususta "Sahih olan onun hapisteyken öldüğüdür" derken,(187)

Hatib el-Bağdadi'den bir buçuk asır önce yaşamış, Ebu'l-'Arab Muhammed b. Ahmed b. Temim et-Temimi (v.333/945), Kitabu'l-Mihen adlı eserinde, Ebu Hanife'nin zehirlenmesiyle ilgili şu bilgiyi vermektedir:

"Bana bildirildiğine göre, Ebu Hanife, Ebu Cafer el-Mansur'un talebi üzerine, onun saraydaki odasına gitti, içeri girdi. Mansur onun için zehirli bir süt hazırlatmıştı. Ebu Hanife yanına oturunca Mansur sütü getirterek içmesini istedi. Ebu Hanife yaşlılığından dolayı sütün midesine dokunacağını söyleyerek içmek istemedi. Mansur içmesi için ısrar etti. Ebu Hanife sütü içti, sonra izin almadan Mansur'un yanından kalktı. Mansur nereye gittiğini sorunca, Ebu Hanife, "Senin gönderdiğin yere" cevabını verdi ve oradan ayrıldı. Kısa bir zaman sonra o süt yüzünden zehirlenerek öldü."(188)

Cenazesi vasiyeti üzerine Bağdat'ta Hayzürân kabristanının doğu tarafına defnedildi. Yirmi gün süreyle insanların, kabri başında namazını kılmaya devam ettikleri, bu arada Sultan Ebû Cafer el-Mansur'un bile [utanmadan] onun kabri başına gelip namazını kıldığı rivayet edilmektedir.(189)

Oğlu Hammâd (v.176/793) şöyle anlatır: "Babam vefat ettiğinde, el-Hasen b. el-Umara naaşını yıkarken, "Allah seni Bağışlasın. Otuz seneden beri hep oruçlu idin. Kırk sene bütün gece boyunca yanını yere koymadın. Kendinden sonrakileri de zorda bıraktın" demiştir.(190)

Aynen babası gibi dindar bir insan olan Hammâd'ın anlattığına göre, babasının vefatı sonrasında yanında kimliği bilinmeyen kişilere ait çok miktarda emanet mal bulunduğunu görmüş, bu malları sahiplerine verilmek üzere dönemim hâkimine teslim etmek istemiş, sözü edilen hâkim: "Sen güvenilir birisin, onlar senin yanında dursun" demiştir. O da: "Siz bunu tartın, teslim alın. Bunların yükü babamın zimmetinden düşsün. Sonra dilediğini yaparsın!" dedi. Hâkim de bu yönde davrandı. Emanet malların tartılması ve hesaplanması günlerce sürdü. Hammâd, söz konusu emanet malları, kadı bir yed-i emin tayin edinceye kadar yanında korudu ve bu durumu kimseye açmadı.(191)

Zehebî'nin anlattığına göre, İmam Ebu Hanîfe'nin oğlu Hammâd genç yaşta vefat etmiş, ilim ve takva bakımından yerine oğlu İsmail'i bırakmıştır. O da daha sonra Basra kadısı olarak görev yapmıştır.(192)

Vefatından sonra İmam Ebû Hanîfe'nin kabrini birçok âlim ziyaret etmiştir. İmam Şâfiî, zühd hareketinin zirvesi Abdullah b. el-Mübarek, dönemin Bağdad kadısı Hasan b. Ümâre bunlardan sadece üçüdür. Rivayete göre, İmam Şâfiî, Bağdat'ta bulunduğu zamanlarda Ebû Hanîfe'nin kabrini ziyaret ederdi. Bir defasında kabrin yanında sabah namazı kılmış, ancak burada kunut okumayı terk etmişti. Sorulduğunda, 'Kabrin sahibine teeddüben terk ettim!" demiştir.

Bazı kaynaklar da İmam Şâfiî'nin, başına bir sıkıntı geldiğinde İmam'ın kabrini ziyaret edip, Allah rızası için iki rekât namaz kılar, işinin görülmesi için Yüce Allah'a (bu salih ameliyle) tevessülde bulunurmuş.(193) İmam Ebû Hanîfe'nin vefatında sonra salih insanların rüyalarında onu gördükleri kendisine çeşitli sorular sorduklarına dair birçok hikâye anlatılır.(194)

Dipnotlar

146-Bu bölümde Ebû Hanife'nin zekâsı, sorulara verdiği susturucu cevapları, hızlı işleyen aklı, keskin kavrayışı gibi özelliklerine yer verilmemiş, sadece bir fikir vermesini sağlamak amacıyla firasetine dair verilen örneklerle yetinilmiştir. Tespitimize göre, kaynaklarda bu hasletle yani firasetiyle ilintili olduğunu düşündüğümüz zor meselelerden çıkış yöntemlerini (hiyel/mehâriç) vb. hususları anlatan birçok örnek olaydan bahsedilmiştir. Ancak biz araştırmalarımız sırasında mevcut kaynaklarda bu yöndeki bir çalışma için çok sayıda bilgi ve malzeme bulunduğunu müşahede ettik. Bundan dolayı bu mahiyetteki bir konunun özel ve derinlikli olarak incelenmeye değer olduğu kanaatindeyiz. Çok sayıda örnek olay için bkz. Saymerî, Ahbâru Ebî Hanife ve Ashâbih, s.27-41; Heysemî, el-Hayrâtü'l-Hısân, s.63-79; Muvaffak el-Mekkî, Menâkıbü Ebî Hanife, s.155 vd.

147- Firâset ile ferâset kelimesi anlam bakımından birbirinden farklıdır. Ancak gündelik dilde nasıl ki, diyanet kelimesi dinayet şeklinde yanlış olarak telaffuz ediliyorsa, bu iki yakın kelime de yanlışlıkla birbirinin yerine kullanılmaktadır. Hâlbuki Arap dilindeki kullanımına göre, firaset kelimesi öngörü, önsezi anlamlarına gelirken, feraset sözcüğü ise jokeylik yani at biniciliği demektir.

148 -Tirmizî, 5/298 (3127); Taberânî, el-Mu'cemü'l-Kebîr, 8/102 (7498).

149- Bkz. Mizzî, Tehzîbü'l-Kemâl, 29/430.

150- İbn Abdilberr, el-İntikâ, s.182; Heysemî, el-Hayrâtü'l-Hısân, s.62; Bkz. Bu söz İmam Ebû Hanife'nin oğlu Hammâd'ın torunu İbrahim tarafından da ifade edilmiştir. Bkz. Bedrüddîn el-'Aynî, Meğâni'l-Ahyâr, III/998

151- Vâsıtî, a.g.e., III/334; Zehebî, Menâkıb, s.26

152- İbn Abdilberr, el-İntıqâ, s.256.

153-Sâlihî, Ukûdü'l-Cümân fî Menâkıbi'l-İmam el-Azam, s.292. Görüldüğü üzere bu örnek olay, fakihlerin önderi olmasına rağmen Ebû Hanife'nin, annesine olan saygısının zarif bir ifadesini yansıtmaktadır. Benzeri bir menkıbe de aynı kaynakta az ileride bir başka kişi üzerinden anlatılmaktadır. (bk.s.294)

154- Aras, Özgü, Ebû Hanife'nin Hocası Hammâd ve Fıkhî Görüşleri, İstanbul 1996, s.93 vd. (Hatîb el-Bağdadî'den naklen); Ayrıca bkz. Sâlihî, a.g.e., s.292.

155- Sâlihî, Ukûdü'l-Cümân fî Menâkıbi'l-İmam el-Azam, s.293.

156- Lüknevî, Abdülhayy, el-Fevâidü'l-Behiyye fî Terâcimi'l-Hanefiyye, nşr. Ahmed Za'bî, Beyrut 1998, s.119.

157 -Vâsıtî, a.g.e., III/341. İmam Zehebî'nin nakline göre, İmam Ebû Hanife bu ücreti sadece Fatiha suresini iyice öğretmesi için vermişti. Bkz. Menâkıb, s.18.

158-Bkz. Zehebi, Menakıb, s.18.

159 -İbn Abdilberr, el-İntıqa, s.208.

160- Nevevi, Tehzibu'l-Esma ve'l-Luğat, II/221, 222; Mizzi, Tehzibu'l-Kemal, 29/430; Vasıti, a.g.e., III/341.

161- Bağdadi, Tarihu Bağdad, 13/330 vd; Zehebi, Tarihu'l-İslam, VI/310; Ayrıca bkz. İbn Cemaa', Sa'dullah, İslam Geleneğinde Eğitim ve Oğretim Adabı, c. Muhammed Şevki Aydın, İstanbul 1998, s.88; Deybani, Abdulmecid, Tarihu'l-Fıkhi'l-İslami, Bingazi/Mağrib ts., s.243; Salihi, Ukudu'l-Cuman fi Menakıbi'l-İmam el-Azam, s.293.

162- Nevevi, Tehzibu'l-Esma ve'l-Luğat, II/221; İbn Hacer, Tehzibu't-Tehzib, X/450.

163- Nevevi, a.g.e., II/222; Vasıti, a.g.e., III/341.

164- Nevevi, Tehzibu'l-Esma ve'l-Luğat, II/221; Zehebi, Menakıb, s.18.

165-Zehebî, a.g.e, 39; A.müellif, Târîhu'l-İslâm, VI/310; Ayrıca bkz. Abdülfettâh Ebû Ğudde, Safahât min Sabri'l-Ulemâ alâ Şedâid'i-İlmi ve't-Tahsîl, Beyrut 1994, s.168-171.

166 -Selem, para peşin mal veresiye olmak üzere yapılan bir akittir. Meselâ, tarladaki pamuğun yetişmeden önce parası ödenerek satın alınması böyledir. Yalnız, burada faiz gayesinin güdülmemiş olması şarttır. Murabaha, malın yüzde beş veya yüzde on kârla satışıdır. Tevliye, malın alış fiyatına; vedia ise zararına satış demektir.

167- Bağdadî, Târîhu Bağdâd [ev Medînetü's-Selâm], 13/325; Zehebî, Târîhu'l-İslâm, VI/310;

168- Bkz. Kerderî, Menâkıbü Ebî Hanîfe, s.110.

169 -Bu konuda daha fazla ve detaylı bilgi için, 'İslam Hukukunda Gaye Problemi', adlı çalışmamıza bakılabilir. [İstanbul 2003, s.195 vd.]

170- Günümüzde bu yasağın din karşıtları tarafından değil, bizzat dindarlar, dahası din bilginlerince aşılmaya, delin. meye çalışıldığı gözlemlenmektedir. Bazıları daha da ileri giderek faizli muamelelere, çeşitli kılıflar giydirerek, ilgili nassları tahrife ve kötüye kullanmaya yeltenmişlerdir. Örneğin banka faizlerinin, hakkında yasak söz konusu olan faiz/riba kapsamına girmediği ileri sürerek mubah sayma densizliğine bile başvurmuşlardır. Kimileri de Kuran'da yasaklanan faizin sadece tefecilik anlamında 'kat kat yemek' manasını içeren faiz olduğu, dolayısıyla böyle olmayan miktar ve mahiyetteki faizin ise bu kapsamda olmadığı! Gibi orijinal (!) keşiflerde bulunmuş, bazıları da 'faizsiz ekonomi olmaz' modern uydurma sözünü kendilerine dayanak yapmışlardır. Oysa faizin her türlüsü, bizatihi bu dinin sahibi Allah tarafından Kur'ân-ı Kerim'de ve onun elçisi Hz. Muhammed as. tarafından pek çok hadislerinde ve özellikle Veda hutbesinde şiddetle yasaklanmıştır.

171- Kuşeyrî, er-Risâle, s.113; Attar, Tezkiretü'l-Evliyâ, s.278; Muvaffak el-Mekkî, Menâkıb, s 166. Bu husus fıkıh kitaplarında şu kaideyi oluşturmuştur. 'Küllü karzın cerre menfeaten fehuve riban' 'Menfaat sağlayan her karz (kredi/borç) faizdir." Bu kaidenin aslı Hz. Peygamber'e izafe edilen bir rivayete dayanır. Bkz. Tahâvî, Şerhu Meâni'l-Âsâr, thk., Muhammed Zührî en-Neccâr, Dâru'l-Kütübi'l-İlmiyye Beyrut 1399, IV/99 (5440) Tahavî bu konuda icma'ın bile hasıl olduğunu belirtir. Ayrıca bkz. Beyhakî, es-Sünenü'l-Kübrâ, thk. M. Abdülkadir 'Atâ, Mekke-i Mükerreme 1999, V/350 (10715); İbn Sîrîn, İbrahim en-Nehaî, Hasan el-Basrî, 'Atâ b. Ebî Rabâh gibi müçtehitler de aynı görüşü paylaşırlar. Bkz. Abdürrezzak, el-Musannef, VIII/145; İbn Ebî Şeybe, el-Musannef, IV/327.

172- Bu rivayet Beyhakî ile Taberânî'nin, el-Mu'cemü's-Sağîr'inde, zayıf senetle geçmektedir. Bkz. Elbânî, Zaîfü't-Terğîb ve't-Terhîb te zikreder. (I/289, [hd no. 1161] Riyad ts.) Hâkim'in el-Müstedrek'inde benzeri bir rivayet vardır. Senet bakımından sahihtir. Abdullah İbn Mesud (r.a.) rivayetine göre, Hz. Peygamber (s.a.v.) şöyle buyurur: "Faiz yetmiş üç çeşittir. En hafifi bir adamın öz annesiyle nikâhlanması/cima etmesi gibi kötüdür." Bkz. İbn Hacer el-Askalânî, Bülûğu'l-Merâm, Beyrut 1995, s.276 (hd. No. 851)

173- Ebû Zehre, İslam'da İtikâdî-Siyasî-Fıkhî Mezhepler Tarihi, s.371.

174 -Muvaffak el-Mekkî, aynı eser, s 181.

175 -Bkz. 'Uveyza, a.g.e., 76.; Bu konuda bkz. Hacı Şerif Ahmet Reşit Paşa, Hazret-i İmâm-ı 'Azam'ın Siyâsî Terceme-i Hâli, sadeleştiren: Mevlüt Uyanık, İslamî Araştırmalar Dergisi –Ebû Hanife Özel Sayısı-, Ankara 2002, sayı: 1-2, s.259 vd.; Uzunpostalcı, Mustafa, Ebû Hanife ve Nassları Değerlendirmesi, İslamî Araştırmalar Dergisi –Ebû Hanife Özel Sayısı-, Ankara 2002, sayı: 1-2, s.21-24.

176-İmam Ebu Hanife, emanete riayetiyle şohret bulduğundan dolayı zamanın Sultanı onu maliye bakanı yapmak, hazinenin başına getirmeyi duşunur. O ise bu isteği reddeder. Bu yuzden işkence gorur, turlu eziyetler maruz kalır ama istismara asla izin vermez. Bkz. İbn Abdilberr, el-İntiqa, s.322 vd.

177- Bağdadi, Tarihu Bağdat, 13/327; Nevevi, Tehzibu'l-Esma ve'l-Luğat, II/217; İbn Kesir, el-Bidaye ve'n-Nihaye, IX/405. ; 'Ayni, Meğani'l-Ahyar, III/998; Taşkoprizade, Tabakatu'l-Fukaha, Musul ts., s.13;

]ةفينح بيأ ىلع محرتو ىكب كلاذ ركذ اذا لبنح نب دحمأ ناكو[

178- Kufe yakınlarında bir yer adı. Bkz. İbn Kesir, el-Bidaye ve'n-Nihaye, IX/405

179- Bağdadi, Tarihu Bağdat, 13/327; İbn Abdilberr, el-İntiqa, s.324; İbn Kesir, a.g.e., IX/405.

180- İbn Hacer, Tehzibu't-Tehzib, X/451.

181 -Bkz. Zehebi, Tarihu'l-İslam, VI/310; Aynı muellif, el-'Iber fi Haberi men Ğaber, Beyrut ts, I/164.

182-Zehebi, Siyeru A'lami'n-Nubela, 6/400

183- Ebu Zehre, Ebu Hanife, s.77, 78.

184- Şek'a, Muhammed, el-Eimmetu'l-Erba'a, Beyrut-Kaire 1998, s.113-124; Kays, Al-i Kays, el-Iraniyyun ve'l-Edebu'l-'Arabi [Ricalu Fıkhi'l-Hanefiyye] Tahran 1370, s.7-9; Atalan, Mehmet, Ebu Hanife ve Ali Oğulları, Dini Araştırmalar Dergisi, cilt. 8, sayı.24, sh. 157-168; A.muellif, Cafer-i Sadık, Ankara 2007, s.57 vd.; Ayrıca bkz. Varol, Muhammed Bahauddin, Hilafet Mücadelesinde Ehl-i Beyt Nesli, Konya 2004, s.50 vd.; Doğan, İsa, İmam Zeyd b. Ali, Ankara 2009, s.132 vd.; Hamidullah, Muhammed, İmam-ı 'Azam ve Eseri, c. Kemal Kuşcu, İstanbul 2004, s.21 vd.

185- Ebu Zehre, Ebu Hanife, s.54.

186- Bağdadi, Tarihu Bağdad, 13/326 vd.

187 -Bağdadi, Tarihu Bağdad, 13/330 vd.

188-Benzer bir rivayet Saymeri, a.g.e., s. 93'de geçer; Ayrıca bkz. İbn Kesir, el-Bidaye ve'n-Nihaye, IX/405.

189- Saymeri, a.g.e., s. 63.

190- Zehebi, Menakıb, s.24; İbn Hacer, Tehzibu't-Tehzib, X/450.

191- İbn Abdilberr, el-İntıqa, s.257; Zehebi, Siyeru A'lami'n-Nubela, 6/403.

192 -Zehebi, a.g.e., 6/400,

193 -Kerderi, Menakıb, s.383; Heysemi, el-Hayratu'l-Hısan, s.94, 95.

194 -Örnek olarak bkz. Attar, Tezkiretu'l-Evliya, 281-282. Heysemi, el-Hayratu'l-Hısan, s.95; Kerderi, Menakıb, s.383 vd.

Bu yazıya yorum yazın


Not: Yanında (*) işareti olanlar zorunlu alanlardır.

Bu yazıya gelen yorumlar.

DİĞER YAZILAR

Şu insanlar, çarçabuk geçen dünyayı seviyorlar da önlerindeki çetin bir günü (ahireti) ihmal ediyorlar.

İnsan, 27

GÜNÜN HADİSİ

Hayâ îmândandır.

Abdullâh b. Ömer (r.a)'dan

TARİHTE BU HAFTA

*Kanije müdafaası(18 Kasım 1601) *Hz.Fatıma'nın(r.anha) Vefatı(22 Kasım 632) *İstanbul'un Müttefikler Tarafından İşgali(23 Kasım 1918) *Alparslan'ın Şehadeti(24 Kasım 1072) *Öğretmenler Günü(24 Kasım)

ANKET

Sitemizle nasıl tanıştınız?

Yükleniyor...

SİTE HARİTASI