REYHANLILI SÃœLEYMAN SASONLU AÄžABEY-1

2007 Eylül Ayı’nın başıydı. Yaklaşık yirmi yıl önce beş yıl yaşadığımız Reyhanlı topraklarına değdi ayağımız. On yıllar sonra dönüp gelmek Reyhanlı’ya niçindi? Bizi kim çağırmıştı buraya?


İbrahim Köse

ibrahimkose60@gmail.com

2013-09-10 09:26:25

2007 Eylül Ayı'nın başıydı. Yaklaşık yirmi yıl önce beş yıl yaşadığımız Reyhanlı topraklarına değdi ayağımız. On yıllar sonra dönüp gelmek Reyhanlı'ya niçindi? Bizi kim çağırmıştı buraya?

Kim çağırdığını pek anlayamadık ama sünnet-i seniyye olan sılayı rahim yaptığımıza sevindik. Bizi buralara, buradaki ağabeylere, kardeşlere yeniden kavuşturan Allah'a şükrettik.

Reyhanlı'ya varınca önce Cuma Ağabey'i, sonra Süleyman Ağabey'i sorduk. Cuma Ağabey, Adana'da Abdullah Yeğin Ağabeyle berabermiş. Süleyman Ağabey de hasta yatıyormuş. Hemen Süleyman Ağabey'in ziyaretine gittik. Bizi görünce duygulandı, ağlamaklı oldu. Sarıldık, kucaklaştık. 1983–1987 yıllarındaki hizmet kardeşliğini, kader arkadaşlığını yeniden yaşadık. Ağabey sordu:

-Hatırlıyor musun İbrahim Kardeş, İskenderun'a meşveret için benim lastiği bir el kadar yırtılmış, şamyeli çıkmış eski kısa toros arabayla gitmiştik."

Ben de "hatırlıyorum" Ağabey dedim. Gerçekten de o zamanlar Antakya, Kırıkhan, İskenderun, Hassa hizmet merkezleri yeni bir heyecanla toplanıyor, cemaat yeniden şekilleniyordu. Bu organizasyonun başını da Adana'da hizmetin başında bulunan Ali Uçar Ağabey çekiyordu. Bu işin baş duacısı da Ali Sert Hocayla, Cuma Ağabey'di. Tabii Hassalı Rahmetli Mevlüt Ağabey'i de zikretmek gerekir.

İşte bu cemaatin bir gün İskenderun'da meşvereti vardı. Haber bize geç ulaşmıştı, ya da bizim organize olmamız uzun sürmüştü. Hemen yola çıkmamız gerekiyordu. O zaman cemaatte sadece Süleyman Sasonlu Ağabey'in arabası vardı. Hemen arabaya binip yola çıktık. Yol yüz kilometreyi geçmeyecek kadar kısa, fakat Belen Geçidi gibi dik bir yokuşa sahipti. Reyhanlı'dan daha çıkmamıştık ki Süleyman Ağabey arabayı durdurarak dedi ki: Arabanın lastiği balon, biz bu lastikle beş kilometre bile gidemeyiz. İnip lastiğe baktık. Lastik bir el içi kadar yırtılmış ve şamyel dışarı çıkmıştı. Elbette ki bu halle gidemezdik. Fakat içimizden biri: "Binin arabaya yürüyün, biz hizmete gidiyoruz, zaman daraldı. Allah hizmete giden arabayı yolda koymaz."dedi. Bindik arabaya şehri çıkana kadar pek bir şey olmadı. Fakat şehri çıkıp Kırıkhan'a doğru yol alırken biraz hızlandığımız için sol ön lastik "pat pat çat, pat pat çat" diye bir tempo tutturdu. O kendi zikriyle meşgul olurken biz de Kırıkhan Yolu'nu yarıladık. Fakat bilhassa şoför bu sesten rahatsız olmuştu. Tekrar arabayı durdurup tekerin eskimiş lastiğinden bir el parçası kadar sallanıp duran parçayı çekip kopardı. Artık el ayası kadar şamyel dışarıdaydı. O halde Amik Ovası'nı geçip Belen Dağı'nı aşarak İskenderun'daki meşverete yetiştik. Gece on ikiden sonra da aynı arabanın aynı lastiğiyle geri döndük. Bu yolculuktan sonra anladık ki Allah, hizmet için şamyel üzerinde giden arabayı yolda koymuyormuş.

Bu hatırayı yâd ettikten sonra Süleyman Sasonlu Ağabey'i şöyle bir süzdüm. Sanki sol tarafı uyuşuk gibiydi. Bana dönerek:

-İbrahim, kalp krizi geçirdim. Sol kolum pek tutmuyor, dedi. Ben de:

-Geçmiş olsun, Allah şifa versin Ağabey, dedim.

Süleyman Sasonlu Risale-i Nur'u çok iyi anlayan bir ağabeydi. O, Muhakemat, Münazarat, Sünuhat okur ve meseleleri o mantıkla değerlendirirdi. Müthiş yorumlar yapardı. Onu dinleyen kendisini bir profesörle konuşuyor sanırdı. Aslında o, dersini Risale-i Nur'dan almış bir halk filozofuydu.

Yaptığı iş müteahhitlikti. O tarım, ziraat müteahhitliği yapardı. Türkiye'nin her yerinde bilhassa devlet üretim çiftliklerinde, daha çok Dalaman Devlet Üretim Çiftliği'nde işler alırdı. İşi icabı irtibat kurduğu yüksek düzeydeki görevlilerle tanışır, konuşur, fikir musahabeleri yapardı. Bilhassa onların Üstadla ve Risale-i Nurla ilgili sorularını cevaplandırırdı.

Bir defasında Dalaman'da kökeni alevi, görüşü sosyal demokrat olan bir savcıyla münakaşa ettiğini anlatmıştı. Önce her şeye karşı çıkan savcının hayli konuşmadan sonra Üstad'ın görüşlerine değer verdiğini anlatmıştı.

Bir gün bize dedi ki:

-İbrahim, benim ahbabım olan savcının tayini Van'a çıktı. Keşke ayağım Van'a düşse de onunla Risale i Nur'dan sohbetler yapsak.

Sanki Ağabey'in bu duası kabul olmuş gibi, o zamanlar Van'da Celal Huyut ve diğer bazı ağabeylerin bir tutuklama meselesi olmuştu. Biz de telefonla Ali Uçar Ağabey'i arayarak o savcının Süleyman Ağabey'in ahbabı olduğunu söylemiştik. O da Süleyman Ağabey'i arayarak devreyi tamamladı. Süleyman Ağabey Van'a giderek hem ahbabıyla hasretlik giderdi, ders yaptı hem de bir kez daha Risale-i Nur'un gerçek mahiyetini savcıya anlatarak hayırlara vesile oldu.

Son görüşmemizde bu konu da mevzubahis oldu; ancak Ağabey dedi ki:

- İbrahim, ben hâlâ benim o savcıyla arkadaş olduğumu Vanlılara kimin haber verdiğini bilmiyorum.

Ağabey'in dediği doğruydu. Çünkü bu hadisenin iç yüzünü o gün bu gündür hiç kimseye söylememiştik. Hatta Süleyman Ağabey'in kendisine bile söylememiştik. Onun Van'a gittiğini bilmediğimizi sanıyordu. Bu hizmet-i Kur'an'iyede bu türlü mahrem meseleler, o zamandan beri, hatta Üstad'tan beri "sırren tenevveret" şeklinde olmuştu. Bu her zaman her yerde geçerli bir husustu. Fakat artık aradan yirmi yıl geçmiş, zaman hükmünü kaldırmıştı. Bunun için Ağabey'e dedik ki:

-Ağabey, o zaman Ali Uçar Ağabey'e söyledik. O da Van'a haber verdi. Sizi öyle istediler.

- Ya öyle mi İbrahim! Ben de kim bu malumatı veren diye düşünmüştüm. 

Bu son görüşmeye birlikte gittiğimiz Abdülkadir Löklü ve Halil Sarsar kardeşlerimizle birlikte otururken Süleyman Ağabey, o hasta haliyle içeriye seslenerek sofra kurulmasını istedi. Halil Hoca:

-Ağabey biz yemek yedik. Zahmet çekmeyin, dedi. O da dedi ki:

-Olmaz Halil yaa. İbrahim Kardeş gelmiş, sofra kurmazsak olmaz. Biraz da sofra kurulasıya kadar zaman kazanmak için Abdülkadir Bey'e dönerek:

- Sen milli eğitim müdürüyle görüştün mü? Nasıl, iyi mi?

-Ä°yidir AÄŸabey.

Biraz sonra içeriye, o cömert Anadolu insanının her misafire kurulan sofrası geldi. Yedik içtik. Son söz olarak üç beş satır Risale-i Nur okuduktan sonra vedalaştık ve ayrıldık.

Süleyman Ağabey iki evliydi. On üç çocuğu vardı. Bazen o da çocuklarını birbirine karıştırdığını söylerdi. Çiftlik gibi çok geniş bir bahçesi, her biri bir hanımına ait olmak üzere, bahçenin üst ve alt başlarında iki evi vardı. Bilhassa bahar mevsiminde o her çeşit çiçek açan ağaçların altında yapılan sohbetler hiç unutulmayan hatıralardı. Bir kısım il ve bölge meşveretlerini bu bahçede yapardık. Bu meşveretlerin birisine hatırlayabildiğim kadarıyla Rahmetli Nazım Gökçek Ağabey, Muzaffer Aslan Ağabey, Ali Sert Hocam ve Rahmetli Ali Uçar Ağabey katılmışlardı.

On yıllar sonra tahakkuk eden bu ziyaretimiz, son görüşmemiz oldu. Sanki Ağabey gitmeden önce bizi Reyhanlı'ya çağırmıştı. Biz oradan ayrıldıktan bir ay sonra, tekrar bir kalp krizi geçirerek Hakk'ın rahmetine kavuştu. Yeri cennet olsun.

-Devam edecek-

Bu yazıya yorum yazın


Not: Yanında (*) işareti olanlar zorunlu alanlardır.

Bu yazıya gelen yorumlar.

DÄ°ÄžER YAZILAR

MUSTAFA KARAMAN BEYİN GÖZÜNDEN MEHMED KIRKINCI HOCAEFENDİ

MUSTAFA KARAMAN BEYİN GÖZÜNDEN MEHMED KIRKINCI HOCAEFENDİ

“Cenab-ı Hak varlıkları bereket yönünden üç kategoriye ayırmış; Bereketli insanlar vard

VAHDET YILMAZ AÄžABEY

VAHDET YILMAZ AÄžABEY

50 yıllık bir hukukum vardı Vahdet ağabey ile. Beni ilk defa terziye götürüp elbise ve palt

MEHMET KIRKINCI HOCAMIZIN VEFATININ SENE-Ä° DEVRÄ°YESÄ° MÃœNASEBETÄ°YLE

MEHMET KIRKINCI HOCAMIZIN VEFATININ SENE-Ä° DEVRÄ°YESÄ° MÃœNASEBETÄ°YLE

Bugün rahmetli Mehmed Kırkıncı hocamın sene-i devriyesi. Kendisini minnet ve şükran ile anarÄ

PROF. DR. ŞENER DİLEK BEY’DEN KIRKINCI HOCAMIZLA ALAKALI HATIRALAR

PROF. DR. ŞENER DİLEK BEY’DEN KIRKINCI HOCAMIZLA ALAKALI HATIRALAR

Benim kanaatime göre hocamın mümeyyiz üç vasfı vardı; Birincisi: Kırkıncı Hocamda mükemme

NECATİ KILIÇOĞLU HOCAMIZDAN HATIRALAR-2

NECATİ KILIÇOĞLU HOCAMIZDAN HATIRALAR-2

HACI FARUK TİFNİKLİ EFENDİ Hacı Faruk efendi, Mustafa Necati Efendi’den sonra hocamın ikinc

NECATİ KILIÇOĞLU HOCAMIZDAN HATIRALAR-1

NECATİ KILIÇOĞLU HOCAMIZDAN HATIRALAR-1

Kıymetli ziyaretçilerimiz, Mehmed Kırkıncı Hocaefendi’nin talebelerinden, kendisinden İslami

NECATÄ° KURÅžUNOÄžLU AÄžABEYDEN HÄ°ZMET HATIRALARI-3

NECATÄ° KURÅžUNOÄžLU AÄžABEYDEN HÄ°ZMET HATIRALARI-3

ÜSTADIN MAHKEMEDEKİ FOTOĞRAFININ BULUNUŞU Erzurum’da müteahhit Osman beyin evinde dersteydi

MEHMED KIRKINCI HOCA’NIN ESERLERİ VE HAYATIM HÂTIRALARIM

MEHMED KIRKINCI HOCA’NIN  ESERLERİ VE HAYATIM HÂTIRALARIM

Bazı şahsiyetler vardır ki, fikirleriyle, eserleriyle, hizmetleriyle sembol olmuşlardır. Memlek

NECATÄ° KURÅžUNOÄžLU AÄžABEYDEN HÄ°ZMET HATIRALARI-2

NECATÄ° KURÅžUNOÄžLU AÄžABEYDEN HÄ°ZMET HATIRALARI-2

1979 senesiydi. Memlekette anarşi olayları en üst düzeye çıkmış, kan gövdeyi götürüyordu

NECATÄ° KURÅžUNOÄžLU AÄžABEYDEN HÄ°ZMET HATIRALARI-1

NECATÄ° KURÅžUNOÄžLU AÄžABEYDEN HÄ°ZMET HATIRALARI-1

Takdim Kıymetli ziyaretçilerimiz, yeni bir nehir söyleşimizi daha hizmetinize arz ediyoruz. Ya

BÄ°R IRMAÄžIN KIYISINDA DOLAÅžMAK-4

BÄ°R IRMAÄžIN KIYISINDA DOLAÅžMAK-4

HACI MUSA KIRKINCI AĞABEY Hacı Musa ağabey çok zeki bir insandı. Çok farklı bir insandı. Bi

Müminler o kimselerdir ki, Allah anıldığı zaman kalpleri titrer.

Enfal,2

GÃœNÃœN HADÄ°SÄ°

"Şekavet sahibi Allah'a yakındır, insanlara yakındır, cennete yakındır, cehennemden uzaktır. Cimri ise Allah'tan uzaktır, insanlardan uzaktır, cennetten uzaktır, cehenneme yakındır. Cahil şekavet sahibini Allah, cimri ibadet düşkününden daha çok sever."

Tirmizi, Birr 40, (1962)

TARÄ°HTE BU HAFTA

ANKET

Sitemizle nasıl tanıştınız?

Yükleniyor...

SÄ°TE HARÄ°TASI