MARGARET MARCUS - (MERYEM CEMİLE) (1934-2012) 7. BÖLÜM

Batılıların, Müslümanları eğitim-öğretim yolu ile sürekli kendilerine bağımlı ve muhtaç olan; zayıf düşmüş bir duruma getirmek gayreti içinde oldukları konusuna değinen Cemile; Batılı oryantalistlerin amacının “tek ve ebedî düşmanları olan İslâm'ı yıkmak ve yok etmek” olduğunun altını çizer. İşte bundan dolayı Avrupa ve Amerika'da birçok üniversitede bu işin mükemmel bir biçimde öğrenilmesi ve izlenecek politikaların tâyin edilmesi için bir sürü para harcanarak bir takım kurumlar meydana getirilir.


Nurgül Dere

nurguldere@gmail.com

2013-11-08 16:23:56

KURNAZ BATILI ORYANTALİSTLER

Batılıların, Müslümanları eğitim-öğretim yolu ile sürekli kendilerine bağımlı ve muhtaç olan; zayıf düşmüş bir duruma getirmek gayreti içinde oldukları konusuna değinen Cemile; Batılı oryantalistlerin amacının "tek ve ebedî düşmanları olan İslâm'ı yıkmak ve yok etmek" olduğunun altını çizer. İşte bundan dolayı Avrupa ve Amerika'da birçok üniversitede bu işin mükemmel bir biçimde öğrenilmesi ve izlenecek politikaların tâyin edilmesi için bir sürü para harcanarak bir takım kurumlar meydana getirilir. Bu kurumların adı: "İslâm Enstitüleri" veya "İslâmî Araştırma Merkezleri"dir. Bu kurumlar, herbir İslâm memleketinde de araştırma merkezleriyle irtibat hâlindedir veya buralara da şube açmakla meşguldürler. Bu kurumların yegâne amacı İslâmî hareketleri içeriden yıkmak ve bozmak, ortaya çıkmakta olan gerçek İslâmî düşüncenin filizlenmesini engellemek ve bu hususta yapılan gayretlere engel olmaktır.

Yine bahsettiğine göre, oryantalistler ve misyonerler İkinci Dünya Savaşından beri taktik değiştirmişler, Müslümanları bireysel olarak etkilemek yerine, bütün olarak sistemin yeniden değiştirilmesini önermeye başlamışlardır. İslâm'ın sistem olarak bugünkü ihtiyaçları karşılayamadığını, çağdaşlaşabilmek için de onun yeniden organize edilmesinin gerekli olduğunu önermişlerdir.

Cemile, 'Oryantalizm (Şarkiyatçılık) bütünüyle kötü müdür?' diye bir soru sorarak şu cevabı verir:

"Eğer buna ihtiyatla cevap verecek olursak; şüphesiz ki hayır. Batıda göze çarpan birkaç okul, gerçekten İslâmî bilimler alanında çalışma yapmaktadırlar. Bunların yaptıkları çalışmalar elbette çok değerlidir. Eski İslâm el yazmaları, uzun zamandan beri unutulmuş ve karanlıkta kalmış birçok bilgi kaynağı, bu çalışmalar sonucu ortaya çıkarılmıştır. Örneğin son İngiliz oryantalistlerinden Reynold Nicholson ve Arthur Arberry, klasik İslâm eserlerinin tercümeleri konusunda önemli görevler başarmışlar, temel klasiklerin batı dillerine çevrilmesi ve okuyucularına tanıtılması konusunda önemli görevler üstlenmişlerdir."

Kıymetli müellif Cemile; oryantalistler içindeki en fena grubun, bizim kurtuluş problemlerimiz konusunda bizlere emretmeye, akıl vermeye ve dinimizin nasıl olması gerektiği hususunda öğütte bulunmaya çalışanlar olduğunu söyler. Bu tür davranışları, Müslümanlar olarak her fırsatta protesto etmemiz gerektiğini, İslâmî hayat tarzının her vesilede anlatılmasının önemini belirterek, 'bu ekollerin kasıtlı biçimde İslâmı tahrif etmesi ve yanlış yorumlaması konusunda da meselenin nasıl ortaya konulması gerektiğini tekrar tekrar anlatmalıyız' diyerek konunun önemine işaret etmektedir.

Cemile, oryantalistlerle ilgili tespitlerinde, onların inancımızın ve pratik hayatımızın ayrıntılarını enine boyuna tartışmak, neyin doğru neyin de yanlış olduğu hususunda karar vermek yetkisini daima kendilerinde gördüklerinden esefle bahseder. Cemile, bu oryantalist misyonerlerden biri olan Dr. Kenneth Cragg'in ve diğerlerinin bu küstahlıkları her zaman yaptıklarını belirterek şunları söyler:

"O'nun bu hususta öne sürdüğü iddialar, ele alınabilecek iddialar cinsinden değildir. İnsanda mücadele, ahlâkın temizlenmesi ve geliştirilmesi için, bir inanç mücadelesi olarak, herbir ferdin hayatı boyunca devam eder ve ölüm ile son bulur. Herbir insanda ruhsal melekeler, ahlâkî gelişim, atalar kültürü ve yine kötü yöne eğilimler müstakil olarak vardır. Bu tür sapmaların, her asırda, her insanda olmayacağı kimse tarafından garanti edilemez.

Ruhsal gelişme için, her nesil içindeki mücadele, kendi içinde şarttır ve geçerlidir. Çünkü insan tabiatı, yeryüzünde ilk insandanberi birtakım özellikler gösterir ve zamanın değişmesiyle de değişmez. Herkes, tarih boyunca, olumlu ve olumsuz eğilimlere sâhiptir. İyilik ve kötülük yapabilecek bir kişilik, her insanda vardır. Her insan, bu yeteneğe sâhiptir ve yeri geldiğinde, her insan aynı kötülükleri işleyebilir."

Aynı zamanda bir Anglikan rahibi olan Dr. Cragg de bütün diğer oryantalistler gibi İslâm dünyasının Batı kültürüne girmesinin kaçınılmaz olduğunu söylemiştir. Müdakkik müellif Cemile bu konu hakkında şunları söylemektedir:

"Batılılaşma sürecinin bir an önce tamamlanabilmesi için de acele etmek, hızlı bir biçimde çalışmak gerekiyordu. Fakat her nedense, içine girilmesini istediği uygarlık alanı, Hıristiyanlığın etkin olduğu transandantal (aşkın) bir doktrin ve düşünce biçimidir. Bu alanı (Hıristiyanlığın etkisindeki batılılaşmayı) savunmak ve desteklemek için de diğer inançları reddediyor.

İslâmî hareket, sonunda kendi halkının, başka bir toplumun liderliğini kabul etmek gibi aşağılık bir davranışa zorlanmasını kabul edemez. Ve yine İslâm, zamana uymadığı vb. gerekçelerle kötüleyip de halkı köleleştirip, zamanı da durduran, kendinden başka yenilik kabul etmeyen düşünce sistemlerini kabule de zorlanamaz. Aslında buradaki ideolojik ve düşünce planındaki tartışma, ilahî hukuku kabul edenlerle, onu kötüleyenler arasında süregelen izafî (rölatif) bir savaştır. Bu ise zaman ve zemine göre şartların değişmesiyle değişen ve düşünceleri de bu yönde etkileyen bir tartışmadır.

Aslında batılıların bu konuda ileri sürdüğü iddialar tutarsızdır. İslâm hukukunun ilahî vasıflı olduğunu, değişen zamanlara göre değişmediği için geri kaldığını iddia etmeleri, aldatıcı bir yalandan ibarettir. Çünkü batıda doğan ve batılıların ileri sürdüğü düşüncelerin en materyalisti olan, tarihsel materyalizm bile aynı iddialarla ortaya çıkmaktadır. Önce Hegel, sonra da Marx tarafından geliştirilen bu düşünce sistemi, tarihsel materyalizmin zaman ve zemin içinde değişmeden bütün toplumlara uyarlanabileceğini iddia etmektedir.

Bu gerçekten ilginç bir paradokstur. Bu batılı propagandacılar, dâvâlarını gerçekleştirmek için, diyalektik materyalizmi kullanırlar -bu arada kilisenin, genelde teoride de kalsa, bazı ahlâkî prensipleri savunduğu da söylenebilir.- Böyle materyalist bir yöntemle yola çıkan bu propagandacılar, en sonunda yine soyut inanç meselelerine dönerler ve onları savunmaya başlarlar.

Eğer İlâhî ahlâk tek tanrıcı (monoteist) bir ahlâk yapısı üzerine kurulmuş ise, bu hakikatin evrensel olması icap eder. Batılı propagandacılar, bir yandan Hıristiyan tipi bir ahlâk yapısını savunurlarken, öte yandan da modernizmi kalkan olarak kullanarak, İslâmî meseleleri tartışma için gündeme getiriyorlar."

REFORMCULARIN İSLÂM'A VERDİĞİ ZARARLAR

Oryantalistler ve misyonerlerin işini kolaylaştıran reformcu Müslümanlar (!) dan da bahseden Cemile; reformcuların İslâm'a saldırdıklarında hedef aldıkları noktanın yürürlükte olan İslâmî müesseseleri temelinden çürütmeye çalışmak olduğu tespitini yapar. Ayrıca tüm bu faaliyetler şerefli, dürüst bir biçimde açıktan yapılmaz. Reformcular ilk önce usûlüne uygun olarak ulemâyı ve fetva müessesesini sinsi düşünceler ve zekice tuzaklarla kendilerince mahkûm ettikten sonra, bütün okulları modernist akımlar doğrultusunda yeniden organize ederler. Cemile bu yeni düzenlemenin dinsizlikle eş düzeyde, dinden çıkmayı (irtidatı) sağlar biçimde olacağını belirtir ve şu önemli tespiti yapar:

"Bunların bu saldırılarını ve yıkıcı eylemlerini önleyebilmek için, İslâm'ın ne olup olmadığı konusunda kendi okullarımızda araştırmalar yapmalı onların saldırdıkları kurumları güçlendirmek için gerekli faaliyetleri ihmal etmeden yerine getirmeliyiz. Bu tür kuvvetlerin bulunmayışı, bunların fesadını güçlendirecek, İslâmî saf ve temiz esaslarına şüpheler katmaya çalışacaklar, böylelikle İslâm adına istedikleri gibi bir güç çemberi oluşturacaklardır. Bunlar, bu amaçlarını gerçekleştirmek için, geçmişte olduğu gibi bugün de sapık akımları kullanmaya, mezhepleri yardıma çağırıp, kendi amaçları için kullanmaya girişebilirler"

Özellikle II. Dünya Savaşından beri birçok Müslüman ülkenin, bağımsızlığını kazanmış olmakla birlikte, askerî, ekonomik açılardan yine Batılılara bağımlı durumda oldukları ve doğrudan değil de dolaylı yollardan yönetildikleri tespitinde bulunan Cemile, bu duruma sebep olarak Müslüman ülkelerdeki adı Müslüman olan yerli aracıları göstermektedir.

Meryem Cemile, Müslüman okulların durumunu Yahudi ve Hıristiyan okulları ve onların hareketleriyle kıyaslayarak Müslümanların geleneklerinin şimdiye dek hiçbir zaman bozulmamış olduğunu belirtir ve İslâmî tarihe bakıldığında Müslümanların dinlerini korumak adına nasıl cesaret destanları yazdıklarını anlatır. Cemile, tarihteki Peygamberler ve Müceddidler gibi, zamanımızdaki bazı önderlerin de İslâm'ın müdafaasını üstlendiklerini, içte ve dıştaki İslâmî saldırılara cesaretle göğüs gererek mücadele ettiklerini belirterek, bunlara örnek olarak da Türkiye'de Bediüzzaman Said Nursî, Mısır'da Şeyh Hasan el-Benna, Pakistan'da ise Mevlanâ Seyyid Ebu'l A'la Mevdudî'yi örnek gösterir. Diğer dinlerin bozularak günümüze geldiğini, İslâm'ın ise hiçbir şekilde yıpranmamasını şu şekilde açıklar:

"Yahudiler ve Hıristiyanlar, bu hareketleri, kendi kitaplarındaki olaylara benzetebilirler. Bunu çarpıtarak yapmaktadılar. Fakat bu birçok memlekette pratik hayat içinde kaybolup gitmektedir. Yalnızca İslâm, zamanlara direnerek, cesurca ayakta durmaktadır."

Batının İslâm'a karşı takındığı düşmanca tavırların genel sebeplerini sorgulayan Cemile; bazı Müslümanların bu düşmanlığı eski haçlı zihniyetinin bir uzantısı olarak ele almaya meyilli olduklarını, bazılarının ise II. Dünya Savaşından sonra oryantalistlerin İslâm'ı daha iyi takdir ettiklerini, O'nun tarihi rolünü anlayıp sempati duydukları görüşünde olduklarını belirttikten sonra acı gerçeğin bunun aksi yönünde olduğunu söyler. Buna sebep olarak da "tarihi ve felsefî" iki sebep göstererek şunları belirtir:

"Birincisi; İslâm, batı medeniyetinin, tarihinde karşılaştığı yegâne ciddi rakibi olmuştur. Yaklaşık bin yıldır Avrupa Hıristiyanlığı ve İslâm, kıyasıya bir ölüm kalım savaşının içinde olmuşlardır. Batının İslâm'dan korkup nefret etmesinin sebebi İslâm'ın Batıyı ayakta tutan temel prensiplere meydan okumasıdır. Her ne kadar bugün Müslümanlık, ekonomik, siyasî ve askerî alanda güçsüz geri kalmış ve dağınık haldeyse de bugün Batı, bizim (zaten mevcut olmayan) aktüel gücümüzden çekinmemektedir. Fakat onların korktuğu, Müslümanların potansiyel gücüdür. Batıda süper güçlerin en telaş ettikleri husus, beklenmedik bir anda etkin bir İslâm Devleti'nin kurulması ve Birleşik İslâm Bloku'dur.

İkincisi; İslâm'ın batıya meydan okuması sadece siyasî alanda değildir. Ayrıca itici gücünü İlahî Vahiy'den alan ulvî idealdir. Bu ideal eski Yunan'dan bu yana Batı Medeniyeti'nin temel taşlarını oluşturan seküler hümanizm felsefesinin de tahrip edilmesi demektir. Bugün ideolojik sahada yapılan mücadele ateizm, agnostisizm(1), materyalizm(2) doktrinleri ile İlahî vahy arasında cereyan etmektedir. Yine bugün ideolojik mücadelede oryantalistler, İslâm ülkelerinde "İslâm'ın modası geçmiş bir ortaçağ dini" olduğunu propaganda etmeyi en mühim bir görev kabul etmişlerdir. Onlar yeni yetişen Müslüman neslin "gelişme" aldatmacasına inandıkları takdirde materyalist bakış açısından başka alternatif bulamayacaklarından emindirler.

İkinci Dünya savaşından bu yana oryantalistlerce yazılan kitapların dörtte üçü, değişik ülkelerde Müslümanların modernizasyonunu ele almıştır. Oryantalistler, bizi aldatmak için eserlerinin gayesinin yerkürenin stratejik bir bölgesini etkileyen İslâm'ın çağdaş ve realist bir incelemesi olduğunu söylerler. En önemlisi, oryantalizmin kalitesini gözle görülür ölçüde düşürmüşlerdir. İslâm tarihi ve kültürünün temel kaynaklarını inceleyerek eserler meydana getiren eski Alman oryantalistlerin aksine, günümüzdeki Amerikan oryantalistler, bu konuda tamamen kabiliyetsiz olarak meseleyi devamlı sosyolojik, siyasî ve mevcut hâdiseler açısından sathî olarak ele alırlar. Çünkü Arapçaya vâkıf olup Arap klasiklerini incelemek, diğer İslâmî kaynaklara inebilmek belli ölçüde zaman, emek ve gayret icâb ettirip az da olsa konuya karşı bir sempatiyi gerektirir. Amerikalı oryantalistlerde ise böyle bir arzuya hiç rastlanmaz. Konuyla ilgili batılı kurumlar tüm gayretlerini "Orta Doğunun modernizasyonu" hakkında sayısız seminerler vermek, kitap ve dergi makaleleri yayımlamak yoluna sarfetmişler ve bu konuları dünya çapında önemli bir mevzu haline getirerek, İslâm kültür ve tarihinin kıymetli eserlerini arka plana atmışlardır. Sonuç ise bir oryantalistten diğerine çok az değişen basmakalıp düşünceler, sathilik ve monoton bir edebiyat oluşumudur.

***

Meryem Cemile, New York üniversitelerinden tanıdığı pek çok Müslüman talebenin, İslâm'ın çağdaş felsefelerin koyduğu kriterlere boyun eğmesi gerektiği ve modern batı kültürü ile çelişen İslâmî hüküm ve uygulamaların atılması gerektiğini ispata çalışmalarından rahatsızlık duyar. Bu tür düşüncelerin "liberallik", "ileri görüşlülük" veya "ilericilik" diye taltif edildiğini; oysa bizim gibi düşünenlerin, bugünün gerçekleri ile karşılaşmayı reddeden "fanatik" ve "aşırı reaksiyoner" olarak damgalandığından esefle bahseder.

Cemile; Batı kültürüyle yetişmiş Müslüman idarecilerin durmadan: "İslâm modern dünya ile uzlaşmazsa mahvolacaktır" demelerinden duyduğu rahatsızlığı belirterek şunları söyler: "Onlar bize modası geçmiş bir çağda yaşayamayacağımızı hatırlatmaktan asla yorulmuyorlar. Tarihin seyrini hiçbir şey geri çeviremeyeceğinden, saati tersine yürütmeye çalışmanın realist bir hareket olmadığını söylüyorlar. Bu itibarla itikadımızı daima değişmekte olan cismanî bir cemiyetin isteklerine uydurmaktan başka çaremiz yokmuş. Kuvvetli olmak için: "Kur'ân-ı Hakîmin an'anevî tefsirini bir tarafa bırakalım ve onu modern hayatın ışığında rasyonel bir şekilde okuyalım" diyorlar. Hemen hemen bütün Müslüman memleketlerinin hükümetleri tarafından müdafaa edilen her türlü ıslahat hareketleri bu gayeyi gütmektedir.

(...) İslâm, bir İslâmî topluluk olmadıkça yaşayamaz ve İslâmî topluluk da teşkilâtlanmış müesseseler ve Riyaset olmadıkça devam edemez.

Hilâfetin ilgasından sonra, müteakip merhale şeriatin ilgası olmuştur. Garp kültürü ile yetişmiş birçok liderler tarafından modası geçmiş telâkki edildiğinden ve onun (şeriatin) adalet anlayışı, garbın kanun sistemlerine nazaran aşağı sayıldığından yalnız lâik kanunların, modern cemiyyetin bölünmez parçası sıfatıyla Müslümanların sosyal refahını ilerleteceğine inanılmıştır. Diğer bir deyişle, faizle borç vermek, alkollü içkiler içmek, kumar oynamak, izdivaç dışında cinsî münasebetlerde bulunmak yasakları gibi Kur'ân-ı Kerîm hükümlerinin tatbikine bugünkü günde artık imkân yoktur, o nazarla bakmak esas sayılmaktadır. Bu kanunların bozulması hâlinde verileceği, Kur'ân-ı Kerîm'de beyan buyurulan cezalara, gaddarca ve gayrı insanî imiş gibi hücum edilmektedir. Fakat kötülük ise, zaman ve mekâna bakmadan yine kötülük değil midir? Bir kanunun kıymeti yumuşaklığına göre mi takdir edilir? Suçlu mu yoksa cemiyyet mi daha ziyade sempatiye lâyıktır? Şeriat olmazsa İslâmca yaşayış (İslâm yaşayış tarzı) çok geçmeden bir laf ve güzaf kolleksiyonuna döner ve kaybolur."

Meryem Cemile, İslâmî eserler yazmaktaki amacını, sadece İslâm'a oryantalistlerin dışarıdan, Batılılaşmış Müslümanların da içeriden nasıl saldırdıklarını anlatmakla kalmadığını, bunun yanında İslâm düşmanlarının zihniyetlerini de sergilemek istediğini, Mevdudî'ye yazdığı mektuplardan birinde yazar. Fakat şunu da belirtir: 'düşmanlarımızı kötülemenin bize sağlayacağı bir yarar yok, bizim için zarurî olan, onların nasıl çalıştıklarını ve kafalarına nasıl işlediğini tesbit etmektir.'

...devam edecek...

DİPNOTLAR

1- Agnostisizm: Bilinmezcilik ya da bilinemezcilik. Teolojik anlamda Tanrı'nın varlığının ya da yokluğunun, bilimsel olarak da evrenin nereden türediğinin bilinmediğini veya bilinemeyeceğini ileri süren felsefi bir akımdır.

2- Maddecilik, özdekçilik veya materyalizm, her şeyin maddeden oluştuğunu ve bilinç de dahil olmak üzere bütün görüngülerin maddi etkileşimler sonucu oluştuğunu öne süren, a priori olan hiç bir metafiziksel kavram kabul etmeyen felsefi kuramıdır. Bir diğer deyişle madde, varolan tek tözdür. Maddecilik "fiziksel maddenin tek veya esas gerçeklik olduğu" yönündeki kuramdır.

Nurgül Dere

https://twitter.com/CevaplarOrg

 

Bu yazıya yorum yazın


Not: Yanında (*) işareti olanlar zorunlu alanlardır.

Bu yazıya gelen yorumlar.

DİĞER YAZILAR

ÖMER MUHTAR(1862-1931)-5. BÖLÜM

ÖMER MUHTAR(1862-1931)-5. BÖLÜM

ÖMER MUHTAR’IN SİRET VE SURETİ Merhum Ali Ulvi Kurucu beyin ifadesiyle; “Malûm ya, her şah

ÖMER MUHTAR(1862-1931)-4. BÖLÜM

ÖMER MUHTAR(1862-1931)-4. BÖLÜM

PERDE KAPANIRKEN İnsiyatif artık İtalyanların eline geçmişti. 23 Eylül 1930'da İtalyan bi

ÖMER MUHTAR(1862-1931)-3. BÖLÜM

ÖMER MUHTAR(1862-1931)-3. BÖLÜM

GRAZİANİ Graziani, sömürgelerde özel olarak yetiştirilmiş komutanların en tecrübeli ve en

ÖMER MUHTAR(1862-1931)-2. BÖLÜM

ÖMER MUHTAR(1862-1931)-2. BÖLÜM

“GECE HÜKÜMETİ” İtalyan araştırmacı Giorgio Rochat bu durumu bize veciz olarak şöyle

ÖMER MUHTAR(1862-1931)-1. BÖLÜM

ÖMER MUHTAR(1862-1931)-1. BÖLÜM

Merhum şehid Ömer el-Muhtar’la alakalı bir çalışmayı seneler önce hazırlamış ve sitemiz

EMİR ABDÜLKERİM EL HATTABİ-4. BÖLÜM

EMİR ABDÜLKERİM EL HATTABİ-4. BÖLÜM

ACIMASIZ YIKIM İspanya’nın Madrid kentinde toplanan konferans sonrası Fransa ve İspanya, Rif

EMİR ABDÜLKERİM EL HATTABİ-3. BÖLÜM

EMİR ABDÜLKERİM EL HATTABİ-3. BÖLÜM

UMUDUN SEMBOLÜ ADAM O sıralar Emir Abdülkerim dünyada en popüler direniş liderlerinden biri h

EMİR ABDÜLKERİM EL HATTABİ-2. BÖLÜM

EMİR ABDÜLKERİM EL HATTABİ-2. BÖLÜM

ANNUAL ZAFERİ Babasının vefatından sonra savaşın idaresini uhdesine alan Hattabi’nin ısla

EMİR ABDÜLKERİM EL HATTABİ-1. BÖLÜM

EMİR ABDÜLKERİM EL HATTABİ-1. BÖLÜM

“Kadı, müderris, gazeteci, mücahid, emir, devlet reisi.. Evet, bu sıfatlar bütünüyle Emir

SEYYİD AHMED ŞERİF ES SENUSİ(1873-1933)-4.Bölüm

SEYYİD AHMED ŞERİF ES SENUSİ(1873-1933)-4.Bölüm

Mersin’e Yerleşmesi Cumhuriyet’in ilânından sonra sessiz kalmayı tercih eden Ahmed Şerîf

SEYYİD AHMED ŞERİF ES SENUSİ(1873-1933)-3.Bölüm

SEYYİD AHMED ŞERİF ES SENUSİ(1873-1933)-3.Bölüm

Birinci Dünya Savaşı Ve Libya Birinci Dünya Savaşı başladığında İtalya -ülkedeki savaş

Yeryüzüne iyi-yararlı kullarım vâris olacaktır.

Enbiya, 105

GÜNÜN HADİSİ

Gece içinde öyle bir saat vardır ki, müslüman olan herhangi bir kimse, dünya ve ahiret hususlarında Allah'dan bir hayır isterken duasını ona denk düşürürse, Allah; muhakkak istediğini kendisine verir.

Müslim, Ravi[Cabir (r.a.)]

TARİHTE BU HAFTA

*Kanije müdafaası(18 Kasım 1601) *Hz.Fatıma'nın(r.anha) Vefatı(22 Kasım 632) *İstanbul'un Müttefikler Tarafından İşgali(23 Kasım 1918) *Alparslan'ın Şehadeti(24 Kasım 1072) *Öğretmenler Günü(24 Kasım)

ANKET

Sitemizle nasıl tanıştınız?

Yükleniyor...

SİTE HARİTASI