İSMAİL HAKKI ZEYREK HOCAEFENDİ’DEN HATIRALAR-7

EZHER’E GİTMEK İSTEYİŞİM O sıralar İslam enstitüleri daha yoktu. Onun için Hasan Hüsnü Erdem Hoca bana; “senin burada daha okuyacağın yer yok. Sen Ezher’e git bundan sonra” demişti. Neyse ben imtihanı verdim ve Manisa'ya döndüm. O sıralar Ali Özek bey Ezher’de okuyordu. Kendisi Kestanepazarı Kursundan oraya gitmedir. Ben Kestanepazarına gittim, Ezher hakkında sordum. Ali Özek’ten bahsettiler, “ona yaz” dediler. Ben de kendisine bir mektup yazdım. Ezher’e nasıl gireceğimi, nerede barınabileceğimi sordum.


Salih Okur

nedevideobendi@gmail.com

2014-07-31 09:41:40

EZHER'E GİTMEK İSTEYİŞİM

O sıralar İslam enstitüleri daha yoktu. Onun için Hasan Hüsnü Erdem Hoca bana; "senin burada daha okuyacağın yer yok. Sen Ezher'e git bundan sonra" demişti.

Neyse ben imtihanı verdim ve Manisa'ya döndüm. O sıralar Ali Özek bey Ezher'de okuyordu. Kendisi Kestanepazarı Kursundan oraya gitmedir. Ben Kestanepazarına gittim, Ezher hakkında sordum. Ali Özek'ten bahsettiler, "ona yaz" dediler. Ben de kendisine bir mektup yazdım. Ezher'e nasıl gireceğimi, nerede barınabileceğimi sordum.

Cevaben; "burada Revak-ul Etrak var. Orada kalabilirsin. Buranın vakıfları her talebeye altmış lira veriyorlar. Altmış lira da kendin temin edersen, burada geçinebilirsin" diye yazdı. Buradaki ahbaplara söyledik; "biz altmış lirayı temin ederiz" dediler.

Gitmeye karar verdik ama babam bir türlü razı olmadı. "Orada Vehhabilik fikirleri var" dedi. O razı olmayınca, iş geri kaldı..

DIŞARIDAN ORTAOKUL VE LİSEYİ BİTİRMEM

Hasan Hüsnü hoca bir müddet sonra beni tekrar gördüğünde; "hayrola hâlâ buradasın" diye sordu. "Babam müsaade etmediği için gidemiyorum" dedim. "O zaman vakit geçirmeden ortaokul ve liseyi dışarıdan ver" dedi.

Ben de buraya geldim. Ortaokul sınavlarına gireceğim ama ortaokul kitaplarını alacak param yoktu. Burada Yeğen ağa denilen bir adam vardı. Bir gün beni düşünceli görünce " ne düşünüyorsun" diye sordu. Durumumu ona açmak istemedim. "bir şey yok" dedim. Israr etti; "senin bir düşüncen var" dedi. Derdimi söyledim. Hemen bir yüzlük çıkardı "al" dedi. Gittim, üç sınıfın kitaplarını aldım. Böylece ortaokulu dışarıdan verdim.

Liseyi ise kayıt olarak, devam ederek bitirdim. 

LİSEDEKİ JİMNASTİK HOCAMIZ

Liseye giderken bize Jimnastik derslerine gelen Nejat Bey isminde bir öğretmen vardı. Kendisi aynı zaman da müdür muavini idi.

Nejat Bey ilk derse geldi. "Şortlarınız diz kapaklarından dört parmak yukarıda olacak. Çoraplarınız beyaz, ayakkabılarınız beyaz olacak" diye bir sürü şeyler sıraladı.

Ben hiç dinlemiyorum. Zaten girmeye de hiç niyetim yok. "bir arkadaşınız bunları yapmak istemeyebilir. Ama o da bu okulun talebesi olduğu için, ister istemez yapmak mecburiyetinde" dedi.

Ben yine cevap vermedim. Bunun bir ayağı sakattı, topaldı. O gece meyhaneye gidiyor, kafayı iyice çekiyor.. Kör kötük sarhoş oluyor. Evine dönerken bir kireç çukuruna düşüyor. Diğer ayağı da kırılıyor. Herkes geçmiş olsuna gitti, ben gitmedim.

Onun dersleri boş geçmeye başladı. Altı ay rapor aldığını duymuştuk. Adam üç ay sonra çıktı, geldi. Yine sıralamaya başladı; "Şortlarınız diz kapaklarından dört parmak yukarıda olacak. Çoraplarınız beyaz, ayakkabılarınız beyaz olacak vs."

Sonra şöyle dedi; "Ama yalnız bir arkadaşınız hariç. O, bizim manevi direğimiz." Baktım; "dersini almış galiba bu adam" dedim.

PEYGAMBER (ALEYHİSSATU VESSELAM)'IN ALEYHİNDE BİR ÖĞRETMEN

Lisede okuduğumuz sıralar İbrahim Gökçen isimli bir tarih öğretmeni vardı. Hatta Sultan Camiinden aşağıya inen caddeye onun adını vermişler. Bize tarih derslerine geliyordu bu. Peygamber (aleyhissatu vesselam)'ın aleyhinde bulundu. Sabredemedim, müdahale ettim. Ekrem Pakdemirli de sıra arkadaşımdı. Korktu "Sen ne yapıyorsun" dedi, "Ne olursa olsun" dedim.

O derste hocayı susturduk. Bir daha da Peygamber(aleyhissatu vesselam)'ın aleyhinde konuşamadı.

ASKERLİK HATIRALARI

Liseyi bitirdikten sonra Tıp Fakültesi'ni kazandım. Fakat 27 Mayıs'ın rüzgârı bizi de çarptı. Bizi kayıt için ha bugün ha yarın diye 15 gün beklettiler. Meğer Milli Birlik komitesinden emir bekliyorlarmış.

Milli Birlik komitesinden gelen emirde de, "kırk doğumlulardan itibaren kayıt yapın, gerisi askere" demişler. Biz kayıt bekleyen 24 bin kişi askere alındık. Ne olduğumuzu anlamadan apar topar askere gittik.

 Yaz günü geldik, bir buçuk- iki ay kadar eğitim gördük. Ondan sonra Sivas'ın Gürün kazasının Yılanhöyük diye kuş uçmaz kervan konmaz bir köyüne muallim asker olarak atandım. İki sene orada kaldık. 

Köy halkı temiz insanlardı, ama çok cahil bırakılmışlardı. Askerliğimiz bu şekilde bitti. İhtilal şartlarında biz terhis olduk mu olmadık mı onu bile bilmiyorduk. Milli eğitime gidiyoruz "askeriye bilir" diyor, askeriyeye gidiyoruz "milli eğitim bilir" diyor. Böyle curcuna yani..Kendi kafamıza göre memlekete geldik. Askerden geldikten ta altı- yedi ay sonra terhis tezkeresi geldi.

-Askere giderken Said Özdemir ağabeye uğramanız vardı hocam?

-Evet.. Sivas'a giderken Ankara'da Said Özdemir ağabeye uğradım. Said Özdemir ağabey "bu gece bizde kalalım" dedi, beni evinde misafir etti. Onlar mühim mektupları teksir makinesinde teksir edip dağıtıyorlardı. 

Said ağabey lahika mektuplarından bir tomar yapmış, bana verdi; "sen gittiğin yerlerde bunları dağıtırsın" dedi. Ben de onu bavuluma koydum. Sonra Sivas'a geldik.

Sivas'ta Nazım Ocak diye bir arkadaş vardı. Orada ileri gelenlerden birisiydi. Halen hayatta mıdır bilmiyorum, daha sonra Bursa'ya taşınmıştı. Bavulu onun evine koyduk. Gittik, teslim olduk.

Üç gün sonra evine polisler baskın yapıyorlar. Kendisini içeri alıyorlar. Arama yaparlarken gözleri bizim bavula ilişiyorlar. Nazım ağabeyin hanımı "bu bir misafirin" diyor. "Biz misafir filan tanımayız" diyorlar. Bavulu açtıklarında o lahika mektuplarını buluyorlar.

Bunun üzerine bizi Jandarma komutanlığına götürdüler. Birisi Manisa'da biri Sivas'ta olmak üzere iki mahkeme açtılar. Avukat Bekir Berk ağabey oradaki mahkemeye de buradaki mahkemeye de geldi. Sonuçta ikisi de beraatla neticelendi.

-Köyde muallimlik hatıralarınızı da dinleyebilir miyiz?

-Yılanhöyük, Gürün'e 3-4 saat mesafede râkımı yüksek bir yerdi. Kışın çok soğuk olurdu. Hatta bir gün tahtadan bir kapıya elimi değmişim. Soğuktan elim kapıya yapıştı. Deriler gelecek ama elim kapıdan ayrılmıyor. Orada İdris ağa denilen bir adam vardı. Karşıdan gördü. " Hocam dur" dedi. Benim elimde bir ibrik vardı. İbriği aldı, içindeki suyu elimin üzeriden döktü. Elim açıldı.

Çocukların ekseriyeti doğru dürüst bir eğitim göremediklerinden, 16-17 yaşlarına geldikleri halde, daha ilkokuldan mezun olamamışlardı. O ilk sene hepsini mezun ettim.

Köy o kadar perişan bir haldeydi ki, çomak bile bulamıyorsun. Kapılarda ne kilit var, ne kol var. İki köseleyi sıkıştırıyorlar, kapı öyle duruyor. Banyo yapılacak bir yer yok.

Muhtara "ben banyo yapmak istiyorum, nerede yapacağım" dedim. Köşede daracık bir yer yapmışlar. Dışarıya bir delik çıkarmışlar "Orada banyo yapacaksın" dedi.

Kapılarda kol, kilit olmadığından "bak" dedim, "kimse girmesin." "Zaten ben davarların yanına gidiyorum" dedi. Suyu ısıttım. Zar zor iki tane çivi buldum. Duvara çaktım. Önüme de peştamal gerdim. 

Tam banyo yapacağım sıra, davarların yanından bu "hoca ben geliyorum" diye bağırdı. "Herhalde şaka yapıyor" dedim kendi kendime. Çünkü kimsenin gelmemesini söylemiştim. Biraz daha yaklaştı, ben hâlâ şaka yapıyor zannediyorum. Kapının eşiğine geldi, "giriyorum" dedi. "Girme" diye bağırdım o zaman..

Adam gücenmiş. Bir hafta filan yanıma gelmedi. Sonra bir oğlu geldi. "Âdemle siz konuşmuyor musunuz?" dedi.(O yöre halkı babalarına "âde" annelerine "aba" diyorlardı.) "Ben konuşurum, gelmiyor buraya, gelirse konuşurum" dedim. Neden küstüğünü sordu, durumu anlattım. Hayret etti bu şimdi, "komşu karısı gelir oturur, âdem orada yıkanır" dedi. Çok tuhafıma gitti. Ama artık ona bu hal yalnız onlara mı mahsus yoksa bütün köy halkı da böyle mi diye soramadım..

Okula gidince talebelerin yanında bunu mevzu bahis ettim. Baktım parmaklar kalktı. Mesela 16 yaşlarında bir çocuk "filanın abası(annesi) benim yanımda yıkandı" diyor. Öte yandan bir kız çıkıyor; "Filanın âdesi(babası) benim yanımda yıkandı" diyor. Baktım bütün köy aynı hal. Böyle çok vahşi kalmış bir köydü..

Yaşı geçmiş çocukları o sene mezun ettim. Ertesi seneki çocuklara eğitimlerinin yanında geceleri Kur'an-ı Kerim dersi verdim. Risale okuttum, ilmihal bilgilerini öğrettim. Bir de yanımda bir eğitmen var. Zar zor okuyabiliyor. Ona birinci sınıfları verdim. Oğlu da bende okuyordu. Kendisi köyün kumarbazlarından idi.

Ben o zaman köyde bir çete teşkil ettim. Muhtar kumar oynamıyordu, köyde bir iki kişi daha vardı kumar oynamayan. Onlarla beraber, kumar oynanan yerlere baskın yapıyorduk. Çocuklar da gelip bana nerelerde kumar oynandığını haber veriyorlardı.

Bir akşam eğitmenin oğlu geldi. "Bizim evde kumar oynatılıyor" dedi. Ben "geliyorum" dedim. Hasta olmama rağmen çıktım. Uzaktan beni gören birisi o evin içindekilere "hoca geliyor" dedi. Öyle deyince, o kumarbazlar sağa sola kaçışmaya başladılar.

İçeri girdim. İçeride yedi sekiz kişi kalmıştı. Onlarla biraz konuştum. Bir daha oynamayacaklarına dair yemin ettirdim. Muhtarın kardeşinin oğlu vardı, Kör Mevlüt diyorlardı. "Hoca, ben vazgeçemeyeceğim" dedi. "Ben de bu köyde bu kumarı oynatmayacağım. Sen oynayacak adam bulursan, oynarsın" dedim.

Gerçekten de köyde ondan başka kumar oynayan kalmadı. O da başka köylere gidip oynuyordu.

Birkaç ayda bir kasabaya maaş almaya iniyordum. Bir keresinde maaşı aldım, köye döneceğim. Jandarma rast geldim. "savcı seni görmek istiyordu" dedi. Savcının odasına gittim, kendimi tanıttım. Büyük iltifat etti. Şuradan buradan konuştuk. "Ya sizin o köyde çok müthiş kumar vardı. Hâlâ oynuyorlar mı?" dedi. "Şu an Allah'a şükür kumar oynayan yok" dedim. "Nasıl ettin, nasıl yaptın filan" diye soruyor, gayet neşeli dinliyordu.

Baktım beni niçin çağırdığından hiç bahsetmiyor. En sonunda "savcı bey, beni çağırtmışsınız, ne vardı?" dedim. "Öyle mi?" dedi, hiç haberi yok. Zile bastı, hademeye "hocam hakkında bir yazı varsa, kalemden getir gel" dedi. Hademe getirdi. Meğer bu Lahika mektuplarının yakalanmasıyla alakalı ifademin alınmasına dair bir yazı gelmiş.

O savcı bu yazıyı görünce sanki benimle hiç tanışmamış gibi buz kesti. Daha hiç konuşmadı..

-Avukat Gültekin Sarıgül beyle askerde mi tanıştınız?

-Evet. Tabii o yüksek okul bitirdiği için yedek subaylık hakkı vardı. Sivas'taki eğitim sırasında kendisiyle tanışmıştık. O da şöyle oldu. Garnizonda bir barakayı Mescid olarak yapmışlar. Allah'a şükür, ne askeriyede ne de tahsilim sırasında bir vakit dahi olsun namazımı kazaya bırakmadım.

Baktım dua ederken birisi ellerini çeviriyor, "bu bizden" dedim, yanına gittim, tanıştık. Daha sonra Sivas'ta dershanede de beraber olduk.

-Devam edecek-

 

Bu yazıya yorum yazın


Not: Yanında (*) işareti olanlar zorunlu alanlardır.

Bu yazıya gelen yorumlar.

DİĞER YAZILAR

Ramazan ayı, insanlara yol gösterici, doğrunun ve doğruyu eğriden ayırmanın açık delilleri olarak Kur'an'ın indirildiği aydır. Öyle ise sizden ramazan ayını idrak edenler onda oruç tutsun.

Bakara, 185

GÜNÜN HADİSİ

Sen dünyada bir garib veya bir yolcu gibi ol.

Buhari, Rikak 2; Tirmizi, Zühd 25, (2334)

TARİHTE BU HAFTA

*Kanije müdafaası(18 Kasım 1601) *Hz.Fatıma'nın(r.anha) Vefatı(22 Kasım 632) *İstanbul'un Müttefikler Tarafından İşgali(23 Kasım 1918) *Alparslan'ın Şehadeti(24 Kasım 1072) *Öğretmenler Günü(24 Kasım)

ANKET

Sitemizle nasıl tanıştınız?

Yükleniyor...

SİTE HARİTASI