İSMAİL HAKKI ZEYREK HOCAEFENDİ’DEN HATIRALAR-8

SON ZİYARET En son, vefatından kırk gün önce ziyaret ettim..O sıralar Üstad, Ankara İstanbul arasında gidip geliyordu. Meğer veda ziyaretleri yapıyormuş. Ben Ankara’daydım. Ulus’taki Murat Lokantasının üstü dershaneydi. Zaten Ankara’da bir tek dershane oydu o zaman. Biz Üstad hazretlerini Ankara’ya gelecek diye bekliyorduk. Geç vakite kadar yatmadık. Saat belki biri geçiyordu. Biraz uzandık. Benim beş dakika kadar canım geçmiş. Rüyamda üstad hazretlerini görüyorum. Küçültülmüş ve lokum kasalarının içine sıkıştırılmış. O vaziyette gördüm. Sıçrayarak uyandım.


Salih Okur

nedevideobendi@gmail.com

2014-08-26 05:02:50

SON ZÄ°YARET

En son, vefatından kırk gün önce ziyaret ettim..O sıralar Üstad, Ankara İstanbul arasında gidip geliyordu. Meğer veda ziyaretleri yapıyormuş. Ben Ankara'daydım. Ulus'taki Murat Lokantasının üstü dershaneydi. Zaten Ankara'da bir tek dershane oydu o zaman.

Biz Üstad hazretlerini Ankara'ya gelecek diye bekliyorduk. Geç vakite kadar yatmadık. Saat belki biri geçiyordu. Biraz uzandık. Benim beş dakika kadar canım geçmiş. Rüyamda üstad hazretlerini görüyorum. Küçültülmüş ve lokum kasalarının içine sıkıştırılmış. O vaziyette gördüm. Sıçrayarak uyandım.

Baktım Said ağabey daha uyumamış. Rüyamı ona anlattım. "Aaa, Üstad buraya gelemeyecek o zaman" dedi, öyle tabir etti, hakikaten de tabir ettiği gibi çıktı.

Beş on dakika sonra telefon geldi. Üstad Hazretleri Ankara yakınına kadar gelmiş, oradan Eskişehir yoluna çevirtmişler. Biz onun Eskişehir'e doğru hareket ettiğini öğrenince bir dolmuşla, soğuk bir gecede, battaniyeleri sırtımıza alarak yola çıktık. Sabah namazı vakti Eskişehir'e vardık. Baktık ki koca koca buz sarkıtları vardı. Hava çok soğuktu.

"Üstad hazretleri burada hiç durmadı, Emirdağ'a geçti" dediler. Biz de tuttuk, Emirdağ'a geçtik. Kuşluk vaktinde bir ziyaretimiz oldu. 

O zaman kendilerini diğer ziyaretlerimden daha dinç gördüm. Emirdağ'daki evin avlusunda ayak üzeri görüşmüştük. Avukatı Bekir Berk de yanındaydı. Çok dinç, sanki yeniden delikanlı olmuş gibi bir haldeydi. Üstadı en dinç gördüğüm zaman bu ziyaretimdeydi.

-Artık Üstad sizi tanıyordu değil mi hocam?

-Evet..Hatta bana "Ben Manisa ve İzmir'e de geleceğim" dedi. Ama bazen bu gelmesi şahsi gelmesi manasına olmuyor, risalelerin oralarda intişarı manasına oluyor.

Bir ziyaretimizde "maişetini ne ile temin ediyorsun" dedi. Ben o zaman vazifeye yeni başlamıştım. "İmamlık yapıyorum" dedim. "Kaç lira veriyorlar?" diye sordu. "Seksen lira veriyorlar" dedim. "Tamam, o yeter bize" dedi. O sıralar bir odacının maaşı 130 liraydı. 

ÃœSTADIMIZIN VEFATI

Burada, Allah rahmet eylesin, Yorgancı Hamdi ağabey vardı. O bir gün sabahleyin geldi. Gazeteleri görmüş, "üstad vefat etmiş" dedi. Ben böyle bir şeyi hiç düşünmediğimden birden bire şok oldum.

Benim vefatından geç haberim olduğu için cenaze namazına yetişemedim. İzmir'dekiler geceden haberleri olduğu için taksi tutup gitmişler. Uçak aradık, Urfa'ya kadar uçak yoktu. Adana'ya kadar vardı ama yine yetişmek mümkün değil. Daha sonra gittik, kabrini ziyaret ettim.

ZÃœBEYÄ°R GÃœNDÃœZALP AÄžABEY

Kendisini belirttiğim gibi ilk defa Üstadı ilk ziyaretim sırasında tanıdım. Üstadın vefatından sonra gerek Manisa'da, gerek ikamet ettiği Süleymaniye 46 numaralı dershanede çok görüştük.

Zübeyir ağabeyin en fazla bana tesir eden yönü ihlâs ve samimiyeti olmuştur. Yani Üstad hazretleri ona diyecekti ki; ""Filan yere git" dese, en uzak, en meşakkatli bir yer bile olsa, hiç tereddütsüz giderdi.

SUNGUR AÄžABEY

Sungur ağabey buraya herkesten fazla gelirdi. O zaten çok dolaşırdı. Onunla alakalı bir hatıramı anlatayım; Bir gün "Sungur ağabey Çamlık dershanesine geldi" dediler. Gittik.

Baktım bunlar namaz kılıyorlar. Ben de namaz kılmıştım. Arka taraflarda bir yere oturdum. Baktım, namaz kılanların hiçbirisinin ayakları secdede kıbleye yönelmiyor.

Namaz bittikten sonra "Arkadaşlar" dedim, "bir hususu hatırlatmak istiyorum, şimdi dikkatimi çekti, arkanıza geldiğim için gördüm. Ayak parmaklarınız secdede kıbleye yönelmiyor. Böyle olunca, namaz da sahih olmuyor" dedim.

Peygamber(aleyhissalatu vesselam); "ben yedi aza üzere secde etmekle emrolundum" buyuruyorlar. Fakihler "bu azadan maksat; Alın ve burun(ikisi bir sayılıyor), iki eller, iki dizler, iki de ayaklar" demişler ve bu ayak kemiklerinin yere konulmasını da parmakların secdeye tevcih edilmesidir diye anlıyorlar. Onun için lütfen bu hususa dikkat edin" dedim.

Sungur ağabey "ya ben de ayaklarımı öyle koyuyorum" dedi. "Ben de zaten onun için bunu söyledim ya, sen de yanlış yapıyorsun" dedim. Biraz da tatmin olmadı. Bunun üzerine onlar yemek yerken ben eve gittim. Haleb-i Sagir'den ibareyi yazdım, tercümesini de yaptım. Getirdim, kendisine verdim.

-Sungur aÄŸabeyin risalelere vukufu, hocam?

-Fevkalade. Hatta hangi konunun nerede olduÄŸu hususunda fihrist gibi.

MUSTAFA BÄ°RLÄ°K AÄžABEY

Mükemmel bir insandı. Eserlere vâkıftı. Bütün tazyiklerin devam ettiği devrede hiç sarsılmayan birisi. Önce İzmir'de Fettah Camiinin ön tarafında küçük bir dükkânı vardı. 

Korkmadan çekinmeden, hizmete devam ederdi. Ahmed Feyzi ağabey geldiğinde onun evinde kalırdı. Hatta başkaları da geldiklerinde onun evinde kalırlardı.

Kendisinin tahsili yok ama çok kabiliyetli birisi. Mesela bir yere telgraf çekilecek, irticalen söyler, başkaları yazar, gönderirlerdi.

MUZAFFER ARSLAN

-Merhum Muzaffer Arslan ağabeyin de bu civarda çok hizmeti oldu değil mi?

-Muzaffer Arslan herhalde 56-57'de buraya geldi. Dört sene kadar burada kaldı. Burada bir caminin odasında kalıyor, müezzinlik yapıyordu. O zamanlar kitapları getirip onları çevreye dağıtmaya çıkıyordu. Hatta burada gittiği bir yerde şikâyet etmişler. Bu yüzden bir ay içeride yattı.

Zeki bir insandı. 60 darbesine kadar burada 5-6 bin kitap satılmıştı. O zaman kitap az bulunuyordu. Hatta bu yüzden bazen elle çoğaltıyorduk. Benim yazım biraz süratliydi. Muzaffer ağabey söylüyor, ben yazıyordum. Bir gece içerisinde bazı eserleri yazdığımızı biliyorum.

Muzaffer ağabey Manisa'ya ilk geldiği sıralar yanına dört beş kitap alıp etrafa dağıtmaya gidiyordu. Üçpınar denilen bir köy var burada. Bir gün oraya gitmiş. Kahvede sohbet etmiş. Biraz da Atatürk'ün aleyhinde bulunmuş herhalde.

O köy zaten berbat bir köy. Gidip şikâyet etmişler. Bir ay kadar kendisini içeri aldılar. Demokrat partinin o zamanki buradaki idarecilerinden birisi vardı. Hatırı sayılır birisiydi. Halk partili bir avukat tuttu ona. O şekilde tahliye ettirdi.

Hâkim müspet birisiydi. Hatta sonradan benim cami cemaatimden olmuştu. Babamın ahbaplarından Hasan Çavuş isminde bir zat vardı. Onun hanımı o sıralar gördüğü bir rüyada Sure-i Âlâ'yı okuyor. Bu sure 19 ayet. 14. Ayetinden felah kelimesi var. Oradan istihraç ederek Muzaffer ağabeyin ayın ondokuzunda felaha kavuşacağını çıkardık. Hakikaten ayın ondokuzunda tahliye oldu.

ABDÃœLMECÄ°D NURSÄ°'YÄ° ZÄ°YARETÄ°M

1960'ların başında Konya'daki evinde üstadın kardeşi Abdülmecid ağabeyi ziyaret ettik. Selis bir Türkçesi yoktu.

Üstadın kabrinin naklonulması hadisesini anlatmasını istedik. Dedi ki; "İhtilalden bir müddet sonra bir gün askeriyeden geldiler. Benim ağzımdan ağabeyimin kabrinin batı taraflarında bir yere naklini istediğimi belirten bir dilekçe yazmışlar. Silah zoruyla bana imzalattılar.

Çıkaracakları gece örf-i idare ilan etmişler, sokağa çıkma yasağı koymuşlar. Kabri açmışlar, galvanizli bir tabuta koymuşlar. Tabutu Urfa'dan Afyon'a kadar uçakla getirmişler.

Beni de o gece Konya'dan bir askeri cemse ile aldılar. Baktım bütün yolda trafik durdurulmuş. Bütün süratimizle bomboş yollarda ilerleyerek gece vakti bir yere vardık. Neresi olduğunu tam bilemiyorum ama Isparta yakınları olduğunu tahmin ediyorum. Bir kabristanın önünde durduk. Açılan bir mezarın önünde, "işte kardeşinin tabutu bu, buraya defnediyoruz" dediler. Tabutu gömdükten sonra tekrar beni aldılar. Yine aynı hızla sabah olmadan Konya'ya getirdiler."

MEHMED FEYZÄ° AÄžABEY

Mehmed Feyzi ağabeyi Cidde'de görmüştüm. Daha önce birkaç kere Kastamonu'ya gidip ziyaret etmeyi niyet etmiştim, olmadı..

1970'de hacca gittiğim zaman, Cidde'de onun yakınlarından Tosyalı Ali isminde bir arkadaşla karşılaştık. Ben kendisini İstanbul dershanesinden tanıyordum. İstanbul'a tele satmaya gelirdi. "Feyzi ağabey de burada, görmek ister misin? Biraz rahatsız, misafirhanede yatıyor" dedi.

İstemez miyim, gittik hemen, orada gördüm. Biraz konuştuk, ama rahatsız olduğu için uzun boylu bir sohbetimiz olmadı.

AV.BEKÄ°R BERK AÄžABEY

Bekir Berk ağabey nur davaları münasebetiyle Manisa'ya da geliyordu. Buraya geldiğinde "çalışmak için bana bir ev tahsis edin" diyordu. Ben de hemşireye söylüyordum, onları bağ evine yolluyorduk. Bekir ağabeye bu evi tahsis ediyorduk.

Zaten onun uykusu ancak bir-iki saatti. Devamlı hazırlıkla meşguldü. Davaları yetiştiremiyordu. Her yere koşuyordu.

Bütün Türkiye'yi dolaşıyordu ama para pul düşündüğü yoktu. Ayakkabıları delikti. Ben askerde iken hakkımda hem Sivas'ta, hem Manisa'da dava açılmıştı. Bekir ağabey her iki davaya gelmişti. Ve ben kendisine 200 lirayı zorla kabul ettirdim.

Babamla çok samimiydi. Zaten Bekir ağabey çok hürmetkâr bir insandı, çok nazikti. Ama haksızlık karşısında da hiç tahammülü yoktu.

ATIF URAL AÄžABEY

Atıf Ural'ı muhtelif zamanlarda gördüm. Buraya da geldi. Risale-i Nur'u gayet güzel okurdu. O okurken, insan kelimeleri anlamasa bile, anlayacak vaziyete gelirdi. Çok mübarek, ihlâslı bir insandı. Allah rahmet eylesin.

MEHMET KAYALAR AÄžABEYÄ° ZÄ°YARETÄ°MÄ°Z

Üstadın kabrini ziyaret ettiğimiz zaman dönüşte Diyarbakır'a uğrayıp hizmetlerini duyduğumuz Mehmed Kayalar ağabeyi de ziyaret etmeye karar verdik. 

O Dicle kenarındaki dershaneyi yeni yaptırmıştı. Aşağı yukarı üç yüz, beş yüz kişi alıyordu orası. Büyükçe bir yerdi. Elektrik vermemişlerdi herhalde. Ellerde lüks lambaları ile gidiliyordu.

Kayalar ağabey otoriter bir adamdı. Ön tarafta sekiz on tane mollalardan oturanlar vardı. Risale-i Nur'u okuyor, izah yapıyor ve dediklerini hocalara tasdik ettiriyordu.

Ders bittiğinde otele dönüyoruz. Yanımızda İstiklal mahkemeleri devrini müşahede etmiş olanlar vardı. O yaşlılar şöyle demişlerdi; "Burada Diyarbakır kapısı ile Mardin kapısı vardır. Arası aşağı yukarı 2-3 kilometredir. Bu araya bütünüyle idam sehpaları dizildi. Hatta hiç muhakeme edilmeden adamlar getirildi, burada idam edildi. İdam edilmesi için ip bulamadıkları adamları kendi kuşakları ile idam ettiler."

MEHMED KIRKINCI HOCAEFENDÄ°

Babamın vefatından birkaç sene evvel Kırkıncı Hoca Manisa'ya gelmişti. Babamla kendisini taksiyle Spil dağının tepesine kadar çıkardım, Oradan Manisa'yı seyrettiler. Ama sohbetlerinde neler konuştuklarını şimdi hatırlayamıyorum.

ABDÃœLKADÄ°R ÃœNGAN HOCAEFENDÄ°

Karaköy Kur'an Kursu'nda yönetim bizim arkadaşların uhdesine geçmişti. Arkadaşlar bana dediler ki; "buraya bir hoca bulalım." Ben de; "Yalnız, bir şartla bunu kabul ederim, buraya nur talebesi samimi bir hoca bulursak, idare heyetinde bulunanların hiçbirisi onun işine karışmayacak. Bunu kabul ediyorsanız, araştırayım, bulayım" dedim. Arkadaşlar kabul ettiler.

O sıralar merhum Osman Demirci Hoca buraya geldi. Birkaç gün kaldı, merkez camilerde vaazlar yaptı. Kendisi o zaman Erzurum'da bulunuyordu. Hoca Erzurum'a döndükten sonra, ben durumu bir mektupla Demirci Hocaya yazdım. O da "peki gönderelim" dedi.

Gönderelim dedi ama gönderemedi. Biz 1966 yılında Van'a gittik. Van dönüşü Erzurum'a uğradık. Erzurum'da Demirci Hocayı buldum. Kendisine "bana söz vermiştiniz, ama gelen giden olmadı" dedim. Hoca tekrar adam göndereceğini söyledi.

Biz buraya geldikten bir müddet sonra Abdülkadir Efendi geldi. Tabii Kur'an okuyuşunu bilmiyoruz. Samimiyetini bilmiyoruz. "Biraz deneyelim" dedik.

Hoca derslere katılmaya başladı. Nasıl Kur'an okuduğunu öğrenmek maksadıyla, dersten sonra bir Kur'an-ı Kerim okumasını rica ediyoruz, kesinlikle okumuyor. Meğer okuyuşu pek düzgün değilmiş. Ama gün geçtikçe gördük ki, Hocaefendi çok samimi bir insan. Risalelere vukufiyetini öğrendik. Üç ay sonra resmi olarak vazifeye geçmesini sağladık.

Çok samimi bir insandı. Memur zihniyetiyle hareket etmiyordu. Gece yarılarına kadar kursta kalıyordu. Hizmet için etrafa gidiyordu.

Hoca bir medrese âlimiydi. Hatta onun İbrahim isminde bir talebesi vardı. Hocanın vefatından sonra damadı oldu. İbrahim kardeşin de çok kuvvetli Arapçası vardı. Biz üçümüz bir sene boyunca ikindilerden sonra Kadı Beyzavi tefsirinin baş tarafından 150 sayfa kadar beraber mütalaa ve müzakere etmiştik.

Abdülkadir Hoca İslami ilimlere olduğu gibi risalelere de son derece vâkıftı. Mesela Muradiye Camiinde bir bayram vaazında Otuzuncu Söz'ü halkın seviyesine indirecek şekilde, mükemmel olarak anlatmıştı. Böyle çok kabiliyetliydi, güzel konuşuyordu. Çok da mütevazı idi.

Ben o sıralar müftülük komisyonunda üyeydim. Ramazanda vaaz edecekleri imtihan ediyorduk. Abdülkadir Hoca ile Akhisar'dan Şahin Hoca da imtihan olacaklar arasına girdiler. İmtihan sonucu bir numara fark vardı aralarında. Yanlış hatırlamıyorsam, 50 üzerinden biri 41 aldı, diğeri 42 aldı. 42 numara alan Şahin Hocaydı, 41 numara alan da Abdülkadir Hocaydı.

Üç sene Kur'an Kursunda hizmet ettikten sonra elim bir trafik kazası sonucu, 1971 senesinde vefat etti. Allah rahmet eylesin.

Talebesi olan İbrahim kardeş dışarıdan İmam Hatib'i bitirdi. Sonra İzmir Yüksek İslam Enstitüsünü de bitirdi. Denizli'nin bir kazasına müftü oldu. Sonra memleketi İspir'e müftü olarak atandı ve o da orada geçirdiği bir trafik kazası sebebiyle dar-ı bekaya irtihal etti. 

AHMED FEYZİ AĞABEY İLE ARALARINDA GEÇEN BİR HADİSE

Bir gece çok samimi kardeşlerimizden Şoför Ali ağabeyin evinde ders yapılıyordu. Dersten sonra Ahmed Feyzi ağabey ortaya bir mesele attı. Abdülkadir hocayla babam, sanki üstada bir nakısa geliyormuş gibi zannederek, daha onun ne dediğini tam anlamadan hücuma kalktılar. Hâlbuki Ahmed Feyzi ağabey o sözü üstadı küçültmek değil, aksine yükseltmek manasıyla söylemişti.

Çok fazla ileri geri konuştular. Ahmed Feyzi ağabeyin bayağı canı sıkıldı. Ben Feyzi ağabeyi odadan çıkardım, "yatsı namazına beraber gidelim" dedim. Yolda giderken; "Ağabey dedim, "sen bunların yanında böyle sözleri neden söylüyorsun? Bunlar hocalık damarıyla hareket ediyorlar. Bunların yanında böyle şeyler söylemen uygun muydu" filan dedim. "Ya ben de pişman oldum ama bir kere oldu" dedi.

O gece bayağı canı sıkıldı. Ahmed Feyzi ağabey onlarla hiç konuşmayacak gibiydi. Sabah olunca "İsmail, kalk hocanın yanına gidelim" dedi. Abdülkadir hocanın evine gittik. O da hiçbir şey olmamış gibi karşıladı. Sarmaş dolaş oldular. Yine eski muhabbet devam etti.

ABDÃœLKADÄ°R HOCANIN ÅžEHADETÄ°

Vefatı da şöyle oldu; Abdülkadir Hoca ve bazı arkadaşlar hem Kur'an Kursuna maddi gelir amacıyla takvim satmak hem de ders yapmak üzere çevre köylere gidiyorlardı. O kaza günü de beş kişiyle yola çıkmışlar.

Hacı Harmanlı köyünde yatsı namazından sonra Abdülkadir Hoca bir konuşma yapıyor. Konuşmadan sonra gitmek istiyorlar. Bizim hanımın uzaktan bir akrabası, "sizi yemek yedirmeden salmam" diyor. Yemeklerini yedikten sonra yola çıkıyorlar.

Manisa'ya doğru gelirken bir kaza görüyorlar. Bir kamyon bir bisiklete çarpmış. Merak saikasıyla, bir yardımımız olur mu düşüncesiyle, kamyonun arkasına park ediyorlar. Daha arabadan çıkmadan, arkadan gelen bir araba bunlara çarpıyor, kamyonla onun arasında sıkışıyorlar.

İçinde oldukları araba yanmaya başlıyor. 21 Aralık gecesiydi. Hava çok soğuktu. Biz dersteydik. Dersten çıktığımızda saat 22.21 sıralarındaydı. Kaza da tam o sıra olmuş. Enteresandır vefat eden kardeşlerin birisinin saati de tam o dakikada durmuş.

Gece yarısında bize haber geldi. Hemen arkadaşlarla beraber hadise mahalline gittik. Son derece soğuk bir geceydi. Ben böyle şeylere çok fazla yaklaşamam. Vefat edenlerden birinin bir kardeşi vardı. O arabanın yanına gitti; "dört kişi diyorsunuz ama burada beş kişi var" dedi.

Araba yanmış ve çökmüş. Cesetlerden biri arabanın altına geçmiş. O da tamamen yanmış, sadece giydiği kazağının bir kolu azıcık kalmış. Oradan teşhis edebildik.

Hem de seçilmiş, en safi, en samimi insanlardı bunlar. En son vefat eden de, orada bir çobanın anlattığına göre Hocaefendi olmuş. Belden aşağısı arabada sıkışmış. Çoban çıkarmak için uğraşmış ama çıkaramamış. Hocaefendi; "sen git, sana da zarar vermesin, ateş geliyor" demiş. Çoban'ın "şehadet getire getire gitti" dediğini naklediyorlardı.

Çok safi bir insandı. Daha sonra 1988'de oğlu Memduh, daha sonra damadı ve talebesi İbrahim de trafik kazasında vefat ettiler. Allah hepsine rahmet eylesin.

Not: Muhterem hocamızın hatıraları burada nihayete eriyor. Şu anda hatıraları daha da genişletilerek bir kitap haline getirilmektedir. Ve minallahi't tevfik. 

 

Bu yazıya yorum yazın


Not: Yanında (*) işareti olanlar zorunlu alanlardır.

Bu yazıya gelen yorumlar.

DÄ°ÄžER YAZILAR

O gün ne mal fayda verir, ne de evlat. Ancak Allah'a selim bir kalb ile gelenler (fayda görürler.)

Åžuara, 88-89

GÃœNÃœN HADÄ°SÄ°

İlimden istediğiniz kadar öğrenin. Vallahi onunla amel etmedikçe ilim toplamakta ecir kazanamazsınız. (İ.hatip takvimi)

TARÄ°HTE BU HAFTA

*Kanije müdafaası(18 Kasım 1601) *Hz.Fatıma'nın(r.anha) Vefatı(22 Kasım 632) *İstanbul'un Müttefikler Tarafından İşgali(23 Kasım 1918) *Alparslan'ın Şehadeti(24 Kasım 1072) *Öğretmenler Günü(24 Kasım)

ANKET

Sitemizle nasıl tanıştınız?

Yükleniyor...

SÄ°TE HARÄ°TASI