ANADOLU ANNELERİNİN BİR “YAVRUM” DEYİŞİ VAR Kİ!
Şehrin en sonunda olan Tavşanlı Fen Lisesi’nden çıkmış, öğle yemeği için Çukurköy Mahallesi’nin bir kısmından geçip köyün merkezindeki eskiden belediye binası olan, şimdi okulumuzun pansiyonu olarak kullanılan, yere öğlen yemeği için gidiyorduk.
Şehrin en sonunda olan Tavşanlı Fen Lisesi'nden çıkmış, öğle yemeği için Çukurköy Mahallesi'nin bir kısmından geçip köyün merkezindeki eskiden belediye binası olan, şimdi okulumuzun pansiyonu olarak kullanılan, yere öğlen yemeği için gidiyorduk.
Geçerken eski köy evlerinin önünden geçiyormuş gibi hisleniyorduk. Adeta eski Anadolu köy evlerinin arasından geçiyor gibi oluyorduk. Bize bu hissi veren elbette ki mahalledeki renkli renkli, iri iri, kat kat yükselen apartmanlar değildi. Ne de onların parlak demirli balkonları ve boyalarıydı. Bize bu hissi veren, bu mahalledeki apartman önlerinde oturup bir yandan ısınmak için sırtlarını güz güneşine veren bir yandan da öğlen okuldan gelecek olan çocuklarını karşılamak için kapı önlerinde bekleyen annelerdi. Hele bu annelerin okuldan gelen çocuklarına bir "yavrum" deyişi vardı ki bizim çocukluğumuzdaki annelerin bizlere "yavrum" deyişinden hiçbir farkı yoktu.
Şimdi, başları yazmalı, elleri kınalı uzun boy elbise giymiş bu annelerin evlerinin önünden elli yıl geriye giderek kendi köyümün ve kendi zamanımın annelerine bakıyorum. Bizim annelerimizden hiçbir farkı olmayan bu yürekleri şefkatli, yüzleri güleç, cana yakın Çukurköy annelerinin şimdi artık memleketin birçok yerinde bilhassa büyük şehirlerin kalabalık insan yığınlarında rastlanamayan, evin önünde durarak okuldan gelen çocuğunu bekleyen bu Çukurköy anneleri dikkatimizi çekti. Bu annelerin üzerinden eski Anadolu annelerini düşündük. Daha doğrusu onların yavrularına olan bu şefkatleri, Anadolu'nun o yüksek dağlarının sağlam ve dayanıklı karakterine sahip, içi sevgi ve samimiyetle dolu; ama yoksul, çilekeş annelerini düşündük.
Çukurköy'de eski Anadolu annelerini hatırlatan, bu ak yazmalı, beyaz leçekli annelerin, kapının önüne oturup çocuklarını beklemelerinde derin bir anlam vardı. Sanki bu al yazmalı, al şallı anneler, lisan-ı halleriyle diyorlardı ki:
-"Ben işte burada hep çocuğumu beklerim. Uğruna evlendiğim, dünyaya getirip büyüttüğüm her banyodan sonra başını öperek kokladığım ve sarılarak kucakladığım çocuğumu beklerim. Ondan başka, o büyüyünce burada onun küçüğünü beklerim. Onların okulları bitince bu defa da askerliklerini beklerim, aha burada her gün biraz oturarak hep onların yollarını beklerim. Sonra da onların düğünlerini beklerim. Düğünlerinden sonra bu defa da yine burada oturup torunlarımı beklerim. Ben akşamı beklerim, yarını beklerim, seneyi beklerim; baharı beklerim, yazı beklerim, gurbeti beklerim, hastayı beklerim; dahası gaziyi beklerim, şehidi beklerim ölüyü beklerim, diriyi beklerim. Ama bunlardan başkasını vallahi de beklemem, billahi de beklemem. Ölürüm de, çocuklarımdan ve kocamdan başkasını beklemem.
Vallahi benim bu beklediklerimden başka beklediklerim yoktur. Bunlardan başka yolunu bekleyip de evime aldığım kimse yoktur. Hatta ne selamını ne de haberini beklediğim kimse yoktur. Mesajını beklediğim kimse de yoktur. Ben hayatta sadece ve sade çocuklarımın ve eşimin yolunu beklerim. Sadece onların başını koklar ve onların vücuduna sarılırım.'
İşte eski Anadolu anneleri ve şimdiki bir kısım anneler bu Çukurköylü anneler gibi sadece ve sadece çocuklarını sevdikleri için, bütün ama bütün sevgilerini onlara verdiği için, bunun farkında olan çocuklar da o sevgiyle, o güven ve o rahatlıkla büyüyüp toplumda yerlerini alıyorlar. Onun içindir ki içlerinde başkalarını dövmek değil sevmek var, toplumda anarşi çıkarmak değil, topluma uyum var. İşleri zorlaştırma değil kolaylaştırma var. Her şeye, herkese karşıt olmak değil, herkesle birlikte olmak var. İşte bu anlayış hep onların annelerinin sevgisiyle büyüyen yüreklerinin muhabbete doymuşluğu var. Sevginin hükümran olduğu bir toplumun sakinliği var.
Yüreğinde hep sevgi yumağı büyütmüştür eski Anadolu annesi. Dikkatini çocukları üzerinden alabilecek her rüzgâra kapatmıştır pencerelerini. Zihnini karıştırıp onun ruhunu alabora yapacak ve çocukları unutup kendi nefsiyle uğraşacak bir bunalıma girmemiştir, bu manada bir depresyon yaşamamıştır eski Anadolu annesi.
Doğrusu hep hayran kalmışızdır ve hep hürmet etmişizdir bu çocuklarını içinin bütün dürüstlüğüyle seven annelere. Ruhunu başka sevgilerle kirletmeyen, tenine sadece kocasından başka erkek eli değmeyen ve bu duygularla evlat, koca yolu gözetleyenlere. Bir ömür boyu çocuklarını ve eşini seven ve onların sevileni olan annelere.
İşte bu annelerdi yüzünde göz izi olmasın diye yanından geçen erkeklere sırtını dönen. İşte bu annelerdi "kaşın üstünde kara var" dedirtmeyen anneler.
İşte bu annelerdi "Yavrum" dediğinde gerçekten gönlünde yavrusundan başkası
olmayan.
İşte bu hanımlardı "kocam" dediğinde ruhunda ve bedeninde yaban ellerinin rüzgârları esmeyen.
İşte bu hanımlardı başkasının yemeğinde tuzu, gayrısının vücudunda gözü olmayan.
Oysa bu gün anne olmuş ve olacak öyle gözler vardır ki değil başkasından çekinmek korunmak; dahası, karşı cinste gördüğü her güzel bakışı, kendi gözlerinde arzulayıp kendi üzerine çekerek, gözbebeğine yerleştirerek, kalbinde onu besleyerek büyüten anneler veya anne adayları var. Sadece bu kadarlık olsa gene iyi. Sevgilisinin yolunu, çocuğunun yolundan daha çok bekleyenler, başka bir erkekle bir lokantada zehir zıkkım üç lokma yemeği, kendi evinde çocuklarıyla doyasıya bal şeker yemeye tercih edenler var. Hediye alanlar ve onları bir ömür boyu koynunda taşıdığı gizli bir haç gibi saklayanlar mı dersin? Gün bekleyenler, yol bekleyenler mi dersin, saygı duruşuna geçerek hatta bazen kıyam edip rükû edercesine selam alıp selam verenler mi dersin, mesaj bekleyen, mesaj gelmeyince kahrolan gelince de hâşâ "Kur'an ayetleri" okurcasına okuyup dünyanın en içten Mevlana sözleri gibi cevap yazıp iletenler mi dersin? Bilmem ki bütün bu gayrimeşruluk ve ahlak bozukluğu içerisinde, sürekli bir depresyon psikolojisi yaşayan bir kadın, çocuğuna ne kadar sevgi verebilir ve ona ne kadar güzel bir ömür yaşatabilir? Çocukluğunun tadını çıkartarak ona güzel bir gelecek hazırlayabilir?
Hayranım eski Anadolu annelerinin sadakatine ve bağlılığına. Eğer bu sadakat ve bu bağlılık olmasaydı bilmem ki insanımız vatanına bu kadar bağlı olur muydu? Askerimiz bu kadar nöbet tutar, bu kadar askerlik yapar mıydı? Zaten bütün erkeklerin askerlik yapıp nöbet tutan bir ordu millet oluşumuz bu annelerin telkin ve terbiyesiyle değil mi? İşte bu annelerdir ki evladı asker, toprağı vatan yapan. Anne aslında biraz da vatan demektir. Vatanın sahibi millet, vatanın koruyucusu milletin genç evlatları olan askerler, askerlerin de ilk terbiyecisi ve eğiticisi annelerdir. Anneler aslında bir milletin en büyük komutanlarıdır.
Doğrusu vatan bu sadakatsiz, vefasız ve gayrimeşru annelerin ve evlatların dolduğu bir yer olursa korkarız ki bir gün bu vatan batar. Zaten her anne küçük bir vatandır. O batınca nasıl ki bir ev söner, bir memleketteki kadınlar da batarsa o memleket söner. Hatta yeryüzünde bu ahlaksızlık ve namussuzluk sürerse dünya da batar.
Yer yerinden oynar, zelzele olur.
Gök gökten ayrılır, sema parçalanır, bulutlar ağlar, yağmur gözyaşı olur. Gözyaşı da yağmur olur, köprü diplerinde solan kimsesiz çiçeklerin üzerine yağar.
Bu yazıya yorum yazın
Bu yazıya gelen yorumlar.
DİĞER YAZILAR
BAŞKA GÖRÜNDÜ
Bir gün bir göletin arkasında bir vadinin yamacında oturmuş karşı yamaçtaki ağaçları seyr
DİZ ÜSTÜ OTURMAK
Bundan elli yıl önce köyde otururduk. Ekmeğimizi annem tandırda pişirirdi. Önce diz üstü
EDEPSİZLİĞİN ADI ERGENLİK
Rahman ve Rahim olan Allah’ın adıyla... Hacı hacıyla Mekke’de, derviş dervişle tekkede, e
ANNE KARNINDAKİ BEBEĞİN RABBİYLE DİYALOĞU
Anne karnındaki bir bebeğin ağzı vardır, gözü vardır, kulağı vardır, eli vardır, ayağı
SİGARALI GENÇ VE BEN
Yolcu minibüsünün içindeyim. Çarşıdan Fakülteye gidiyorum. Bir durakta kahvehaneden çıkan
EY HER YERDEN GÖRÜNEN VE HER YERDEN GÖREN! SENİ İSTİYORUM!
Namaz için kalkmıştım. Kıyamda durdum, kâinatı kıyamda gördüm. Rükûa vardım, kâinatı
YOLA ÇIKMAK
Biraz sonra yola çıkacağız. On bin metre yükseklikten, üç bin kilometre yol kat edeceğiz. Bu
KAPTANLIK KOLAY BİR ŞEY DEĞİLDİR
Stuttgart Hava Limanı’nın alt katında bütün dinler için ayrılan ibadethanede namaz kılarke
ARABAYI UNUTTUM
Unutmak çok kötü bir şeydir. Bu gün çarşıdan gelirken bir yerde arabayı park edip bir iki
İŞTE KOLAY KÂRDA ÇOK
İşte cemaatle namaz kılma hareketi, kaptanı imam olan mescit botuna binerek en emin arkadaşlarl
GÖKÇEADA DEPREMİ
Belirtilen tarihte bütün Ege’de ve dolayısıyla Tavşanlı’da çok şiddetli bir deprem oldu.
- 24 SAAT MİSAFİR KALDIĞIM ANKARA
- İMTİHAN SADECE BİR “TIK”LAMAKTIR
- GENÇLER İÇİN HAYAT REÇETESİ
- KILDAN İNCE KILIÇTAN KESKİN
- HATALAR ÜÇ ÇEŞİTTİR
- ARILAR SADECE BAL YAPMAZ
- ANADOLU ANNELERİNİN BİR “YAVRUM” DEYİŞİ VAR Kİ!
- BİR PAZAR YORGUNLUĞU
- DÜN GECE GÖKYÜZÜNDEN BAKTIM SANA ANKARA
- BİR TİCARET
- MARS GEZEGENİ İLE HASBİHAL
- NİÇİN BAKTIN BANA ÖYLE?
- RÜYADA NÜBÜVVET MÜHRÜNÜN HATEMİ OLAN ZATI GÖRSEM
- KUR’AN’A GÖRE BEŞ BİLİNMEYEN
- KAFASI ZEKÂ FIŞKIRAN ÇOCUĞUN SORULARI
- HİKMET
- HZ. İBRAHİM’İN, HZ. MUHAMMED’DEN İSTEDİĞİ
- MEYVEYİ AĞAÇ, AĞACI ÇEKİRDEK, ÇEKİRDEĞİ DE ALLAH YAPIYOR; PEKİ, (HÂŞÂ), ALLAH’I KİM YAPIYOR?
- SÜBHANALLAH, ELHAMDULİLLAH, ALLAHUEKBER
- GÜZEL İNSAN
- BİR KARADENİZLİNİN PEYGAMBER SEVGİSİ
- ASMA, ÜZÜM - İKİ GÖZÜM
- EŞREF-İ MAHLÛKAT
- HER AN KAZANMAK VEYA KAYBETMEK
- NAMAZDAKİ GİZEM
- ÇIKIŞI OLMAYAN SON YOL
- KİRAZ ÇİÇEKLERİ
- “GİTTİ GİDİYOR”DAN BİR NAMAZ ALMAK
- “BİÇARE GENÇLER”
Sakın sizi dünya hayatı aldatmasın.
Fâtır, 5
GÜNÜN HADİSİ
Herkesin niyet ettiği ne ise eline geçecek olan ancak odur.
Buhari
SON YORUMLAR
- Bütün beytlerin tercümesini gönderebilir misiniz? sitede sadece son birkaç...
- Fıtrat, namaz, tevafuk, sırlar ve tüm bunların sahibi zişanı İlahi kusur...
- Selamünaleyküm İnternette mütalaalı risale i nur dersleri diye arama yapt...
- bu kıymetli yazıdan dolayı ahmed izz kardeşimize teşekkür ederiz çok mani...
- selamün aleyküm Ahmed kardeşimizi tebrik ediyor ve bu faideli tercümelerin...
- Yanında okuyan diğer öğrencileri; Molla Muhammed Kasori Molla Muhammed Era...
- Benim merhum babam Molla İbrahim Azizi de onun yanında icazeti tamamlamıştı...
- Teşekkürler. Sanırım Envar neşriyat idi.Tam hatırlayamıyorum.....
- Çok güzel bir çalışma Rabbım ilminizi arttırsın bu çalışmalarınızı...
- Merhaba, Ben Foliant yayınlarından uğur. Sizinle iletişim kurmak istiyoruz ...
TARİHTE BU HAFTA
*Kanije müdafaası(18 Kasım 1601) *Hz.Fatıma'nın(r.anha) Vefatı(22 Kasım 632) *İstanbul'un Müttefikler Tarafından İşgali(23 Kasım 1918) *Alparslan'ın Şehadeti(24 Kasım 1072) *Öğretmenler Günü(24 Kasım)
ANKET
Sitemizle nasıl tanıştınız?
Yükleniyor...