RİSALE-İ NUR DERS NOTLARIM-71

Ders: Kader Risalesi(3. Ders) İzah: Prof. Dr. Alaaddin Başar Not: İzah edilen Ders; “Eğer denilse:


Salih Okur

nedevideobendi@gmail.com

2015-06-01 06:33:42

Ders: Kader Risalesi(3. Ders)

İzah: Prof. Dr. Alaaddin Başar

Not: İzah edilen Ders; "Eğer denilse: "Madem cüz'-i ihtiyarînin icada kabiliyeti yok. Bir emr-i itibarî hükmünde olan kesbden başka insanın elinde bir şey bulunmuyor. Nasıl oluyor ki, Kur'an-ı Mu'ciz-ül Beyan'da, Hâlık-ı Semavat ve Arz'a karşı, insana âsi ve düşman vaziyeti verilmiş. Hâlık-ı Arz ve Semavat, ondan azîm şikâyetler ediyor. O âsi insana karşı abd-i mü'mine yardım için kendini ve melaikesini tahşid ediyor. Ona azîm bir ehemmiyet veriyor."Sözler (s: 465 ) sorusunun cevabının izahıdır.

* Soruda neden 'Hâlık-ı Arz ve Semavat' ifadesi kullanılmış? İnsanın küçüklüğünü göstermek için. Gökte belli bir mesafe yükseldin mi, insanlar görülmemeye başlıyor. Uzay içinde küremiz bir nokta bile değil. Böyle bir mevkide kalan dünyada elinde cüzi bir irade olan insanın ne ehemmiyeti var ki ondan böyle azim şikâyetler yapılıyor? Mühim bir soru.

* "Küfür ve isyan ve seyyie, tahribdir, ademdir. Halbuki azîm tahribat ve hadsiz ademler, birtek emr-i itibarîye ve ademîye terettüb edebilir(Sözler s: 465 ) Hani Üstad 23. Söz'de dediği gibi insanın hayır cihetiyle, vücud cihetiyle, fiil cihetiyle sahası çok dar. Ama infial cihetiyle, şer cihetiyle, tahrip cihetiyle sahası çok geniş. Mesele insan oturduğu yerde bir büyük taşı bir yerden bir yere götürüp koyamaz. Ama bir kaptan oturduğu yerde uymak suretiyle bir gemiyi batırabiliyor.

Hani Üstad bir yerde "ademi bir şey madum bir şeye illet olur" diyor.

Not: Üstadın ifadesinin orijinali; "Hem bir şeyin ademi, bir nimetin madum olmasına illet olduğundan, tevehhüm eder ki: O şeyin vücudu dahi, o nimetin vücuduna illettir." (Lem'alar s: 133 - 134 )

Şimdi geminin batması adem, uyumak da uyanıklığa göre adem..Küfür de bir adem. Adem yokluk demek. Bir şeyin olmamasına deniliyor. Ahlak vücud, ahlakın olmaması yani ahlaksızlık adem: İman vücud, inanmamak(küfr) adem. Namaz kılmak vücud, namaz kılmamak adem. Oruç tutmak vücud, oruç tutmamak adem. Bütün şerler ademe incirar ediyor yani. Adem de bir şeyi yapmamak olduğuna göre diyemezsin ki; "bu adam da ne irade var ki bu işleri yapabiliyor?"

*Hem tahribin kolay olması, hem bazen bir şeyi yapmamakla insan büyük tahripler yapabiliyor. Birçok insanın aylarca uğraşıp yaptığı bir evi bir küçük çocuğun bir kibritle yakması gibi.

* 'Kaptan gemiyi batırdı' diyoruz. Koskoca gemiyi nasıl batırdı? Kendi gücü kudretiyle mi hayır? Uyuması yetti. Sabah namazına da uyudun kalkamadın mı gemi batıyor.

* Sağ ve sol kavramları hariçte vücudu olmayan, göreceli kavramlardır. İnsan iradesi de böyledir. Hariçte bir vücudu yoktur. Ama kötüye kullanılmakla birçok kötü neticeye sebep olur.

*İnkârın üç neticesi;

1-Kâinata hakaret; Bu da birkaç açıdan değerlendirilebilir. Ya kâinatı kıymetsiz görür. Tabiatın ve tesadüflerin oyuncağı farz eder. Ya yanlış değerlendirerek tahkir eder. Mesela putlara tapan bir kimse 'bütün semavat ve arzı bu put yaptı' diyerek yine onları tahkir ediyor. Veya kâinat hizmetine verilmişken, onları kullanarak kötü işler yapması gibi.

Not: Alaaddin Bey bir sohbetinde bu üçüncü şıkka şöyle güzel bir misal vermişti; "Bir insan esir olsa esirlik gücüne gider. Ama bir de esir edenler ona deseler ki, "eğil, sırtına bineceğim. Beni filan meyhaneye, demhaneye götür." Ölüm bundan daha iyidir. Dünyanın ahlaksızları, isyankârları sırtında taşımasından ne kadar rahatsız olduğuna bu misalle bir derece bakılabilir."

2-Allah'ın varlık ve birliğini haykıran bütün mevcudatı yalanlama; "Bir harf kâtipsiz olmaz" diyor Üstad değil mi. Ne güzel bir ifade. Bir harf kâtipsiz olmaz da bir ağaç mı kâtipsiz olur? Bir güneş mi? Bir insan mı?  Kâinatta olan her mevcut varlık sahasına çıkmasıyla Allah'ın varlığını gösterdiği gibi, birbiriyle irtibatları da hepsini yaratan zatın bir olduğunu gösteriyor. Kâinatta müstakil bir varlık yok. Her şey birbiriyle irtibatlı.

Üstadın "merkezi nakış" misalini sık sık söylüyoruz. Bir halının merkezindeki nakış halının her tarafındaki iplerle alakası var. O merkezi nakış nereden dokunuyor? Halının her tarafından gelen iplerden dokunuyor. Bir çiçek kâinatın her tarafından gelen iplerden, elementlerden dokunuyor. Bir böcek de öyle, bir ağaç da. Her varlık Allah'ın hem varlığını hem birliğini gösteriyor böylece. Küfür bunları da inkâr oluyor.

3-Tecelliyat-ı Esma'yı tezyif: Üstad; "Hakikî hakaik-i eşya, esma-i İlahiyedir" diyor. (Sözler s: 627) Kâinat Allah'ın esmasına dayanıyor. Kâinatı hafife alma Allah'ın isimlerini hafife alma, tahkir etme oluyor.

Bir şairin şiirini beğenmedin mi onun şairlik vasfına dokunuyor. Bu kâinat yaratılmış, onu tahkir Cenab-ı Hakkın Halık ismine dokunuyor. Güzelliklerle süslendirilmiş, beğenmedin mi Müzeyyin ismine dokunuyor. Her şeye hayat verilmiş, nazar-ı dikkate almadın mı Muhyi ismine dokunuyor. Eşyayı dikkate almamak onları dokuyan Esma-i Hüsnayı dikkate almamak manasına geliyor.

*İnsan kâinatta küçük bir şey ama tahribatı büyük. 

*Botanikçi Adem Bey anlatmıştı. Aynı ortam ve şartlarda iki aynı cins çiçeği ekiyorlar. Birinin başına çiçeksever bir bahçıvan, diğerine de çiçek sevmeyen bir bahçıvanı koyuyorlar. Çiçekseverin baktığı bitki daha çabuk büyüyor. Buradan "Bitkilerin his dünyası" diye bir makale yazmışlardı. Bitkilerin his dünyası var, sevgiden anlıyorlar. Bitki sevgiden anlıyorsa kâinat da bulunan her şey de sevgiden anlar. İlim oraya ulaşmamış, o başka..,Allah'ı inkardan da rahatsız oluyor..

Not; İmam Şarânî hazretleri şeyhinden şöyle rivayet etmektedir: "Bütün cemadat(cansızlar) hi­tabı anlar, elem de duyar."

Şeyh Muhyiddin Arabi şöyle demektedir: "Bize göre cemadat ve bitki diye adlandırılan varlıkların ruh­ları vardır. Fakat keşfi idrakinden başka idraklere gizlidirler. Bizim nezdimizde hepsi diridir ve konuşmaktadır."

"Meşhurdur ki Hz. Ömer, Mısır Nil'ine bir mektup yazmış ve akıllı insanlara yapılan hitapla Nil nehrine seslenmiştir. Zelzele olduğu bir zamanda Hz. Ömer, kamçısıyla toprağa vurarak «Ben senin üzerinde adalet icra ediyorum» demiştir. Bu da yerküresinin (toprağın) hitabı anlayabileceğine delâlet eder. Yoksa Hz. Ömer gibi Hz. Peygamber'in yanında yetişmiş ve ikinci halife olmuş bir zat fuzulî konuşmaz."

Bu izahları merhum Ali Arslan hocanın Büyük Kur'an Tefsiri, Arslan Yayınları: 10/184-186'den aldım.(Salih Okur)

Not-2; Bu manayı ifade sadedinde iki söz yazmak hatıra geldi. Hz. Ali(r.a) buyuruyor ki; "İnsan öldüğü zaman, namaz kıldığı yer ile amelinin yükseldiği yer ağlar." Abdullah bin Abbas(r.a) da "Yeryüzü, salih bir Müslümanın ölümünden dolayı kırk sabah ağlar" buyuruyor.

Üstad'da; "Ey âlem-i beka için yaratılan ve fâni âleme mübtela olan bîçare insan! فَمَا بَكَتْ عَلَيْهِمُ السَّمَاءُ وَ اْلاَرْضُ âyetinin sırrına dikkat et, kulak ver! Bak ne diyor? Mefhum-u sarihiyle ferman ediyor ki: "Ehl-i dalaletin ölmesiyle insan ile alâkadar olan semavat ve arz, onların cenazeleri üstünde ağlamıyorlar, yani onların ölmesiyle memnun oluyorlar." Ve mefhum-u işarîsiyle ifade ediyor ki: "Ehl-i hidayetin ölmesiyle semavat ve arz, onların cenazeleri üstünde ağlıyorlar, firaklarını istemiyorlar." Çünkü ehl-i iman ile bütün kâinat alâkadardır, ondan memnundur. Zira iman ile Hâlık-ı Kâinat'ı bildikleri için, kâinatın kıymetini takdir edip hürmet ve muhabbet ederler. Ehl-i dalalet gibi tahkir ve zımnî adavet etmezler.

Ey insan, düşün! Sen alâküllihal öleceksin. Eğer nefis ve şeytana tâbi' isen, senin komşuların, belki akrabaların senin şerrinden kurtulmak için mesrur olacaklar. Eğer Eûzü billahi mineşşeytanirracîm deyip, Kur'ana ve Habib-i Rahman'a tâbi' isen; o vakit semavat ve arz ve mevcudat, herkesin derecesine nisbeten, senin derecene göre senin firakından müteessir olup manen ağlarlar. Ulvî bir matem ile ve haşmetli bir teşyi ile, kabir kapısıyla girdiğin beka âleminde senin derecene nisbeten senin için bir hüsn-ü istikbal var olduğuna işaret ederler"(Lem'alar s. 87) diyor.(Salih Okur)

*Ayet-i Kerime'de;

وَإِن مِّن شَيْءٍ إِلاَّ يُسَبِّحُ بِحَمْدَهِ وَلَـكِن لاَّ تَفْقَهُونَ تَسْبِيحَهُمْ

"O'nu övgü ile tesbih etmeyen hiçbir şey yoktur. Ne var ki siz, onların tesbihini anlamazsınız."(İsra: 17: 44) buyruluyor. Nasıl tesbih eder? Diyoruz ki; "Allah'ın ona verdiği görevi yapmakla O'nu tesbih etmiş olur." Doğru..Ama ayrıca tesbih ediyorlar. Biz onu anlamadığımız için "lisan-ı hal ile" deyip geçiyoruz.

Ayet-i kerimede kuşlarla alakalı;

أَلَمْ تَرَ أَنَّ اللَّهَ يُسَبِّحُ لَهُ مَن فِي السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضِ وَالطَّيْرُ صَافَّاتٍ كُلٌّ قَدْ

عَلِمَ صَلَاتَهُ وَتَسْبِيحَهُ وَاللَّهُ عَلِيمٌ بِمَا يَفْعَلُونَ

Göklerde ve yerde bulunanlarla dizi dizi kuşların Allah'ı tesbih ettiklerini görmez misin? Her biri kendi duasını ve tesbihini (öğrenmiş) bilmiştir. Allah, onların yapmakta olduklarını hakkıyla bilir.(Nur: 24: 41)

Not: İsra suresi 44. ayetinde müfessirler iki gruba ayrılmış;

1-Bu tesbihin hal diliyle yani yaratılışlarındaki nizam, intizam ve hikmetlerle ve kâinattaki konulmuş kurallara uymakla Cenab-ı Hakkın varlığına ve birliğine şehadet etmeleri şeklinde anlamışlardır. Görebildiğim kadarıyla bunun savunucusu başta Fahreddin-i Razi hazretleri. Özetle, Fahreddin er-Râzî ve bir topluluğun görüşüne göre cansızların tesbihi mecazîdir ve bu, onların Allah'ın varlığına delâlet etmeleri şeklindedir. Kendisi tesbihin ilimle ola­cağını ve ilmin de camid(cansız) bir şeyde tasavvur edilemeyeceğini; zira akli bir şart olan hayatın onda olmadığını söylemiştir. Görebildiğim kadarıyla, İzzet Derveze, Mevdudi, Seyyid Kutup, Muhammed Ali Sabuni, Celal Yıldırım da bu kanaatte.

2-Diğer görüşe göre ise, tesbih ile hakiki mânâ kastedil­mektedir ve cemadat dâhil her varlık Allah'ı lisanen (sözlü olarak) tesbih etmektedir. Nitekim Ragıb el-İsfehanî, «Müfredat» adlı eserinde bu görüşü benimsemiş ve Hazin ise bu görüşün en sahih ol­duğunu söylemiştir. İbn-i Kesir de; "Ey insanlar, dilleriniz farklı oldu­ğu için siz onların tesbihlerini anlamazsınız" şeklinde ayete mana vermiştir. Tesbih ederler hükmü hayvanlar, bitkiler ve katı varlıkların hepsine şâmildir. Bu görüş, en çok meş­hur olan görüştür. Nitekim Buhârî'nin Sahîh'inde Abdullah İbn Mes'ûd'dan nakledilir ki; o, şöyle demiştir ; «Biz yemek yenirken yemeğin tesbîh ettiğini duyardık.»

Ebu Zerr'in hadîsinde de Rasûlullah (s.a.) in eline çakıl taşları­nı aldığında, arının vızıltısı gibi onların teşbihinin duyulduğu bildi­rilir. Ebubekir, Ömer ve Osman'ın da elinde taşlar bu şekilde tesbih etmişlerdir" diye yazmaktadır.

Görebildiğim kadarıyla, İmam Taberi, İmam Kurtubi, İbn-i Kesir, Hz. Mevlana Celaleddin Rumi, Alusi, Elmalılı Hamdi Efendi, Konyalı Mehmed Vehbi Efendi, Tahirü'l Mevlevi, Vehbe Zuhayli, Ali Arslan Hoca, Mahmud Toptaş Hoca bu kanaatteler.

Konyalı Mehmed Vehbi Efendi'nin bu konudaki şu izahı güzeldir; "Binaenaleyh; her cümlesinin lisanla tekellümleri mümkündür. İş­te şu kabiliyyet ve imkân üzerine Cenab-ı Hakkın herbirine lisan verip tekellüm suretiyle tesbih ettirmesi kudretullaha nisbetle gayet kolay bir şey olduğu cihetle âyeti bu manâya hamledip lisan-i halle te'vil etmemek daha evlâdır, onların tesbihlerini bizim anla­madığımızı beyan etmek de bu manâyı te'yid eder. Çünkü lisan-ı halle tesbih anlaşıldığından o manâya nazaran anlamadığımızı be­yan zâid olur ve bizim onların lisanları ile tesbihlerini fehm etme­memizden mahlûkât-ı sâirenin lisanla tesbih etmemelerini icab et­mez. Binaenaleyh; onların kendilerine mahsus lisanlarıyla tesbihleri vardır velâkin biz bilmeyiz «Ağaçların ve otların yaş oldukla­rında tesbih edip kuruduklarında tesbih ten kaldıklarına» dair varid olan hadis-i şerif de bu manâyı teyit eder."

Hz. Mevlana'nın bir iki beytine de yer verelim;

 "Cihan cüzlerinin zikir ve tesbihleri semaları gulguleye düşürmüş ve oraları çınlatmıştır."

"Bütün âlem, hakikaten secde eder ve kendi diliyle Hakkı tesbih ve takdis eder. Fakat irade ve ihtiyarı olmadığından, ücreti, ettiği tesbihten ibarettir."

 "Nasıl ki bu dünya peygamberin nazarında tesbih-i ilahiye gark olmuş, bizim nazarımızda ise cemattan ibarettir."

 "Sen yaprakların el çırpmasını ve zikir ve tesbih etmesini görmüyor ve işitmiyor musun? Bunu duymak için beden kulağı değil, kalb kulağı gerektir."

"Mahlûkatın her biri başka suretle tesbih eder ve birinin halinden diğeri habersiz bulunur." (Salih Okur)

* "Madem insan, küfür ve isyanla tahribat tarafına gidiyor. Az bir hizmetle pek çok işleri yapar. Onun için ehl-i iman, onlara karşı Cenab-ı Hakk'ın inayet-i azîmine muhtaçtır. Çünkü on kuvvetli adam, bir evin muhafazasını ve tamiratını deruhte etse, haylaz bir çocuğun o haneye ateş vermeğe çalışmasına karşı, o çocuğun velisine, belki padişahına müracaata, yalvarmağa mecbur olması gibi; mü'minlerin de, böyle edebsiz ehl-i isyana karşı dayanmak için Cenab-ı Hakk'ın çok inayatına muhtaçtırlar."(Sözler s:465 )

Not: Merhum Nazım Akkurt ağabeyden şöyle bir hatıra dinlemiştim. "Bir zaman Ağrı'da 11 yaşında Billo isminde bir çocuk vardı. Hırsız, asi, eşkıya bir karakteri vardı. Bir gün eline bir şişe benzin ve kibrit almış, "ben yangın çıkaracağım, her yeri yakacağım" diye Ağrı'da herkesi müteyakkız etmişti. Şehri tehdit eden bu tehlikeye karşı, polis teşkilatı tam kadro harekete geçmiş, Billo'yu arıyorlar. Şehir hoparlörleri devamlı yayın yaparak "aman dikkat edin, yangın çıkacak" diyorlar, "herkes evine iyi baksın" diye talimatlar veriliyordu.

Bu da yetmiyormuş gibi tümen komutanlığı devriyeler çıkarmış, bir taraftan da Billo'nun babasını arayıp buluyorlar, ona rica ediyorlar ve "çocuğunu bul ve muhafaza et" diyorlardı.

İşte 'et tahrib-ül eshel' (tahrip kolay) olduğu için, bir kişi bir vilayeti rahatsız ediyor. Burada failin zayıf ve küçüklüğü mevzu bahis değil, çıkması muhtemel felaketin büyüklüğü nazara alındığından, bir çocuğun yapma ihtimali olan bir tahribata karşı binlerce koruyucular harekete geçiyorlar, yine önlemenin zorluğu için babasından rica da bulunuyorlar.

Şurada bir noktayı izahın da faydalı olacağını zannediyorum. Şöyle ki; yine Ağrı'da bir banka müdürü o sıralar beni görünce şöyle demişti; "Allah var, amenna inanıyorum. Allah'ın koruyucu melekleri de var. Allah kitaplarıyla, peygamberleriyle, âlimleriyle, salih kullarıyla, şeytandan korunmak için mütemadiyen insanları uyarıyor. "Şeytandan bana sığınınız" diyor. Demek ki şeytanın büyük bir kuvveti var."

Ben de dedim; "Tahrip kolaydır, bak müdür bey, Billo 10 yaşlarında bir çocuk. Ondan korunmak için emniyet, askeriye, sivil halk hep harekete geçtiğini sen de biliyorsun. Bu hal o çocuğun kuvvetinden değil, tahribatının büyüklüğündendir. Aynen bunu gibi, şeytanın da kuvveti ve gücü yoktur. Sadece tahribat kolay olduğu için bir kibritle bazen bir mahalle yakılabilir. İşte Cenab-ı Hak bu tahribatı önlemek için insanların müteyakkız olmasını emretmiştir."

Müdür bey bu izahımdan çok memnun oldu ve "ben bunu hiç düşünmemiştim. Şeytanın kuvvet sahibi olduğunu zannediyordum. Demek ki şeytanın da Billo gibi zayıf bir şey olduğunu anladım. Allahu Teâlâ'nın şeytanın şerrinden korunmak için büyük tahşidatını anladım" dedi.(Salih Okur)

* "Eğer kader ve cüz'-i ihtiyarîden bahseden adam, ehl-i gaflet ise; o vakit kaderden ve cüz'-i ihtiyarîden bahse hakkı yoktur. Çünkü nefs-i emmaresi, gaflet veya dalalet saikasıyla kâinatı esbaba verip, Allah'ın malını onlara taksim eder, kendini de kendine temlik eder. Fiilini kendine ve esbaba verir. (Sözler s: 465 ) 'Ben yaptım' deyince, 'bizim ağaç ta şu kadar meyve verdi' 'bizim tarla da bu kadar buğday verdi' 'Güneş şu kadar ışık veriyor' Herkes veriyor. Üstad bir yerde ne güzel diyor; "Mü'min olan zât, mana-yı harfiyle, yani gayre bir hâdim ve bir âlet sıfatıyla kâinata bakıyor. Kâfir ise, mana-yı ismiyle, yani müstakil bir "Ağa" nazarıyla âleme bakıyor.(Mesnevi-i Nuriye s: 237 )

 Sanki bütün mahlûkat ağa. Hepsi ağa. İstediğini veriyor, istediğini yapıyor. Öyle şey olur mu ya? Herkes kul, herkes mahlûk. Hiçbiri Cenab-ı Hakkın dediğinin dışında bir şey yapmıyorlar. Bir tek insanlar ve cinler imtihanda olduklarından, sapma gösterebiliyorlar. Onda da insanın vücudu değil, sadece nefsi. Vücut organları da verilen emrin dışında iş yapmıyorlar.

"O vakit, nihayette Cenab-ı Hakk'a verilecek olan cüz'-i ihtiyarî ve en nihayette medar-ı nazar olacak olan kader bahsi manasızdır. Yalnız, bütün bütün onların hikmetine zıd ve mes'uliyetten kurtulmak için bir desise-i nefsiyedir. (Sözler, s:466 )

Gaflete git, 'ben yaptım, ben ettim, ben kazandım' filan de. Sonra isyanlarında, kötülüklerinde hemen kaderi ortaya koy, "kaderimde varmış da onun için bu kötülüğü yaptım' de. Öyle şey olur mu? Onun kaderden bahse hakkı yok. Hayatı kadere inanmamakla geçiyor, 'ben yapacağım, ben ettim, ben kazandım' diyor. Hep 'ben, ben, ben' de. Hiç onları kadere verme. İsyana gelince, suçu kadere at. Böyle bir adamın kaderden bahsetmesi nefsin bir desisesinden başka bir şey değil.

Not: Hz. Mevlana ne güzel der; "Eğer hanenin tavanından bir tahta kopup da başını yarsa, "ne için düşüp de başımı yardın" diye tahtaya darılır mısın? Onun için kalbinde bir husumet besler misin? Demek ki mücrim ile tahta arasında bir fark görüyorsun. Bu neden kaynaklanıyor? Şüphe yok ki cüz'i iradeden."

Sadi Şirazi de Alaaddin beyin demin bahsettiği gibi kaderi yanlış anlayanlar hakkında "Cahil insan kadere pençe gösterir" der(Salih Okur)

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Bu yazıya yorum yazın


Not: Yanında (*) işareti olanlar zorunlu alanlardır.

Bu yazıya gelen yorumlar.

H.Gülfidan, 2015-06-20 07:49:03

Slm aleykum hocam, Ders notları gerçekten çok istifadeli olmuş , hakikatlerin direk özünü alıyorsunuz, hemen çıktısını alıp on takım yapcam ve semt dersinde ki kardeşlere dağıtacam inşallah , allah razı olsun ...!

Bu yoruma katılıyor musunuz ?

DİĞER YAZILAR

RİSALE-İ NUR DERS NOTLARIM-200

RİSALE-İ NUR DERS NOTLARIM-200

Ders: 3. Söz İzah: Mehmed Kırkıncı Hocaefendi *Allah ya..Allah’tan gelen şey nasıl olur,

RİSALE-İ NUR DERS NOTLARIM-199

RİSALE-İ NUR DERS NOTLARIM-199

Ders: Mesnevi-yi Nuriye, Katre’nin Hatimesi İzah: Prof. Dr. Alaaddin Başar *Üstad, İslam âl

RİSALE-İ NUR DERS NOTLARIM-198

RİSALE-İ NUR DERS NOTLARIM-198

Ders: Asa-yı Musa(s. 106) İzah: Prof. Dr. Şener Dilek İzah Edilen Kısım: Sonra o mütefekkir

RİSALE-İ NUR DERS NOTLARIM-197

RİSALE-İ NUR DERS NOTLARIM-197

Ders: Mesnevi-yi Nuriye, Katre risalesi, s. 69 İzah: Prof. Dr. Şener Dilek İzah edilen kısım:

RİSALE-İ NUR DERS NOTLARIM-196

RİSALE-İ NUR DERS NOTLARIM-196

Ders: 11. Söz İzah: Prof. Dr. Şener Dilek *Sanattaki letafeti, ilimdeki derinliği, tezyinattak

RİSALE-İ NUR DERS NOTLARIM-195

RİSALE-İ NUR DERS NOTLARIM-195

Ders: Hutbe-i Şamiye(s. 19) İzah: Prof. Dr. Şener Dilek İzah edilen kısım: “İstikbal yaln

RİSALE-İ NUR DERS NOTLARIM-194

RİSALE-İ NUR DERS NOTLARIM-194

Ders: 33. Söz, 23. Pencere İzah: Prof. Dr. Şener Dilek Not: Bu ders, İstanbul Yüzevler’de,

RİSALE-İ NUR DERS NOTLARIM-193

RİSALE-İ NUR DERS NOTLARIM-193

Ders: 14. Lem’a, İkinci Makam İzah: Mehmed Kırkıncı Hocaefendi *“Kâinat sîmasında, arz

RİSALE-İ NUR DERS NOTLARIM-192

RİSALE-İ NUR DERS NOTLARIM-192

Ders: 17. Lem’a, 13. Nota İzah: Mehmed Kırkıncı Hocaefendi *Cenab-ı Hak bizi kul olarak yar

RİSALE-İ NUR DERS NOTLARIM-191

RİSALE-İ NUR DERS NOTLARIM-191

Ders: Şualar(13. Şua,) s: 307 İzah: Prof. Dr. Şener Dilek İzah edilen kısım: “Bugün, bü

RİSALE-İ NUR DERS NOTLARIM-190

RİSALE-İ NUR DERS NOTLARIM-190

Ders: 14. Lem'anın İkinci Makamı İzah: Prof. Dr. Alaaddin Başar *“Besmelenin rahmet noktas

Al-i İmran,139

"Gevşemeyin, üzülmeyin, eğer hakikaten inanıyorsanız, muhakkak üstün olan sizsinizdir."

GÜNÜN HADİSİ

Kim bir oruçluya iftar ettirirse, kendisine onun sevabı kadar sevap yazılır. Üstelik bu sebeple oruçlunun sevabından hiçbir eksilme olmaz.

Tirmizi, Savm 82, (807); İbnu Mace, Sıyam 45, (1746)

TARİHTE BU HAFTA

*Kanije müdafaası(18 Kasım 1601) *Hz.Fatıma'nın(r.anha) Vefatı(22 Kasım 632) *İstanbul'un Müttefikler Tarafından İşgali(23 Kasım 1918) *Alparslan'ın Şehadeti(24 Kasım 1072) *Öğretmenler Günü(24 Kasım)

ANKET

Sitemizle nasıl tanıştınız?

Yükleniyor...

SİTE HARİTASI