MİTOLOJİK PROMETE Mİ ÖRNEK ALINMALI YOKSA PEYGAMBERLER Mİ?
Geçen gün öğretmenler odasında, Ümit Sarıaslan’ın kaleminden çıkmış, adı “Öğretmenler Odasından” olan, 538 sayfalık bir kitap gördüm. Eğitimiş- Kültür Yayınları’nın bastığı bu kitabı hemen elime alarak sayfalarına şöyle bir göz attım. Bizim de öğretmenlik anılarını yazdığımız, buna benzer bir kitap çalışmamız olduğu için, kitap iyice merakımızı çekti. Hem istifade etmek hem de yazdıklarımızla karşılaştırmak amacıyla, kitabı okumak için sahibinden istedik. Doğrusu yenilikçi, dürüst, şahsiyetli; kültürlü ve birikimli bir yazar ve şair olan ve bizim gibi öğretmen menşeli olan Ümit Sarıaslan’ın kitabını inceleyici eleştirici ve karşılaştırıcı bir tarzda okuyup bitirdik.
Geçen gün öğretmenler odasında, Ümit Sarıaslan'ın kaleminden çıkmış, adı "Öğretmenler Odasından" olan, 538 sayfalık bir kitap gördüm. Eğitimiş- Kültür Yayınları'nın bastığı bu kitabı hemen elime alarak sayfalarına şöyle bir göz attım. Bizim de öğretmenlik anılarını yazdığımız, buna benzer bir kitap çalışmamız olduğu için, kitap iyice merakımızı çekti. Hem istifade etmek hem de yazdıklarımızla karşılaştırmak amacıyla, kitabı okumak için sahibinden istedik.
Doğrusu yenilikçi, dürüst, şahsiyetli; kültürlü ve birikimli bir yazar ve şair olan ve bizim gibi öğretmen menşeli olan Ümit Sarıaslan'ın kitabını inceleyici eleştirici ve karşılaştırıcı bir tarzda okuyup bitirdik.
Hani o bildiğimiz klasik Atatürkçü çizgiden ayrılmamakla birlikte eğitimde hep yenilik isteyen bu beyefendinin maalesef -Türkiye'deki çoğu solcu yazar gibi- ilericiliği, yenilikçiliği ve Atatürkçülüğü hep din muhalifliği üzerinden konuları işleyerek görüşlerini ortaya koyduğunu gördük. Tabii ki bunu da öyle açıkça alenen yapmadığını ancak ustalıkla satır aralarına serpiştirerek yaptığını anladık. İftar yemeklerine, teravih ve cuma namazlarına kafayı takması hep bundan olsa gerek. Yani beyefendi demek istiyor ki "Bizi geri bırakan eğitimdeki İslami anlayıştır." O zaman sorarlar insana: Hep dini eğitim yapan ve bu şekilde Osmanlı İmparatorluğu'nu yüzyıllarca dünyanın birinci sırasına taşıyan neydi? Veya sorarlar adama dinden uzak olan ve bir zamanlar Kur'an okumasını bile yasaklayan Cumhuriyet Türkiye'sini, savaştan çıkmış, yıkılmış yerle bir olmuş Almanya ve Japonya kadar da ileri götüremeyen neydi? Herhalde buna da 'İslam'dı' diyemeyeceksiniz.
Gerçekten de Türkiye Cumhuriyeti'nin eğitim temelleri dinden uzak olan hatta ve hatta dini yıkmak üzere hazırlanan üç temel üzerine oturtulduğunu söyleyebiliriz. Bunlardan biri Sigmund Freud, biri Karl Marx, diğeri de Charles Darwin'dir. Fakat siz gelin görün ki dünya eğitiminde ve idaresinde bu üç görüşü esas alan rejimlerle idare edilen ülkelerin hepsi (sosyalist ve komünist ülkeler) kutsal kitapları daha öne çıkaran (Demokrasiyle idare edilen) ülkelerin çok gerisinde kalmıştı.
İşin bir başka yönü ise bu maddeci görüşleri esas alan Türkiye dışındaki ülkelerde solculuk, sosyalizm ve komünizm hep ezilen insanlara yardım etmek amacıyla; başta Hitler olmak üzere, halkı ezen, insanlığı yok eden diktatörlere ve onların kurduğu sistemlere karşı mücadele verirken, maalesef bu görüş mensupları her nedense Türkiye'de böyle bir çalışma yapmak yerine ilk iş olarak din dışı bir eğitimi esas almışlardır. İkinci iş olarak da bu esası devam ettirmişlerdir. Bu kişiler hala da aynı kafayı korumaktadırlar.
Başka ülkelerde sosyalist partiler çok defa iktidara gelirken maalesef bizim ülkemizde sırf bu din düşmanlığı yüzünden seçimle iktidar yüzü görememektedirler. Doğrusu bu durumu dünya sosyalistleri çok düşünmeli ve konuşmalıdır. Bu kayıp onlar tarafından büyük bir kayıptır. İşte bu durum karşısında ister istemez insanın içinden karşısındakine şu soruyu sormak geliyor:
-Neden başka ülkelerde solcular halka hizmeti, işçi haklarını korumayı, köylüyü gözetmeyi, diktatörlere karşı mücadele etmeyi, eğitimde ilk iş olarak ele aldıkları halde bizim ülkemizde din düşmanlığını ele almışlardır ve hiçbir zaman da bu tavırlarından vaaz geçmemişlerdir? Bu durum bütün dünya sosyalistleri ve emekçileri tarafından çok düşünülmesi ve çok konuşulması gereken ilginç bir durum değil midir?
Oysa hem Ümit bey hem de Türkiye'deki ve dünyadaki diğer bütün sosyal demokratlar, solcular, komünistler ve ateistler bilsinler ki "İslam Dini" bilime ve kalkınmaya engel değildir. Engel olmadığı gibi üstelik bilime, sanata; araştırmaya ve çalışmaya daha çok önem vermektedir. Ayrıca eğitime de daha çok ve daha fazla önem vermektedir.
Bu bağlamda Ümit beyin kitabının 128. ve 131. sayfalarında Selçuk Erez'den aldığı ""Zincire Vurulan Promete" başlıklı yazıda insanımıza bilimde ileri gitmek için ve insanlığa hizmet için Promete'yi örnek göstermesini doğru buluyoruz, buna bir itirazımız yok, zaten Tevfik Fikret de "Promete" şiirinde ateşi tanrılardan çalıp insanlığa sunan Promete'nin insanlık için yaptığı fedakârlığı dile getirdiğini biliyoruz:
PROMETE
Kalbinde her dakika şu yücel özleyişin
Ateşten gagasını duy ve daima düşün;
Onlar niçin göklerde, niçin ben çukurdayım,
Gülsün neden dünya bana, ben yalnız ağlayım.
Yükselmek hep göklere ve gülmek ne tatlı şey.
Bir gün şu hastalıklı vatan canlanırsa… Ey
Milletin uygarlık özleyen yarınlarının
Meçhul elektrikçisi, ergin ülkelerin
Yüklen getir – ne varsa – biraz miskinlik alan,
Bir parça ruhu, benliği, idraki besleyen
Güç veren ürünlerini; boş durmasın elin.
Gör daima önünde o ilkel masalların
Gökten deha ateşi çalan kahramanını…
Varsın bulunmasın bilecek nam ve şanını. (Türkçeleştiren: Ahmet Muhip Dıranas)
İnsanların insanlara faydalı olduğunu anlatan yazıları hangi mitolojide, hangi dinde ve hangi düşüncede olursa olsun destekliyoruz. Fakat bahsi geçen Selçuk Erez'den alınan "Zincire Vurulan Promete" başlıklı yazıdaki şu bölümü kabul etmek mümkün değil:
-"…Olimpos Tanrısı'nın buyruğuna –aslında buyrukların her türlüsüne- körü körüne boyun eğmemeği, buna karşı insanoğlunu, fakir fukarayı kayırmayı yeğleyen, insana hizmeti tanrıya hizmetten üstün tutan birini tanımlamaktadır. Prometheus'un bu nitelikleriyle kalıplara, buyruklara değil, aklıselime, sağduyuya inanan "en gerçek yol göstericinin bilim" olduğunu bilen insanların öncüsü olduğu birçok sanatçı ve düşünür tarafından vurgulanmıştır."
Bu parçada geçen "insana hizmetin, tanrıya hizmetten üstün olması" Yunan mitolojisine göre doğru olduğunu ancak bu düşüncenin satırlar arasında verilirken açıklanmayıp sanki bu kuralın bütün dinleri içine alarak genel bir kural gibi verilmesi çaktırmadan tam bir tanrı düşmanlığı fikrini vermekten başka bir şey değildir. Oysa bir hadisi şerifte Peygamberimiz: "İnsanların en hayırlısı insanlara faydalı olanıdır" buyurmaktadır. Neden acaba sosyal demokratlar hep insana hizmeti, dinden imandan uzak tutmaktadırlar bilemiyoruz. Yani dindarlar da insanları severse ve onlara hizmet ederse solcuların yapacak başka bir işi mi kalmaz? Yoksa illa İslami olan fikirlerin onlara ters düşmesi mi gerekir?
İnsan merak ediyor acaba bir kısım Türkiye solcularının, insanlığın ve bilimin öncülerinin mitolojide aradıkları kadar İslam'da, Kur'an'da ve hadiste de ararlarsa ne olur? Acaba onların böyle bir çalışma yaptıkları söylenebilir mi? Elbette ki şimdi diyeceksiniz ki: "Siz de her şeyi dinde arıyorsunuz." Hayır, biz her şeyi dinde aramıyoruz. Zaten her şey dinde (İslam'da) var. Fakat siz her şeyi dinin dışında arıyorsunuz. Oysa her şey dinin dışında yok. Acaba sizler bazen de bir hususta, "Bu husus dinde var mı, bu konu İslam'da nasıl işlenmiş?" diye bir araştırma yapıyor musunuz? Oysa sizin mitoloji dediğiniz uyduruk efsanelerin insanlığa hizmeti binde bir ise, semavi dinlerin hizmeti binde yüz bindir. Fakat ne yazık ki biz sizin (aslında bütün insanların) efsanelerinizi okuruz da siz bizim (Aslında herkesin) kutsal gerçeklerimizden hep kaçarsınız.
İsterseniz bu kaçmak işini bir an bir kenara bırakın ve Kur'an'da bilime, incelemeye, araştırmaya ve insanlığa verilen önemi Bediüzzaman Said Nursi'nin Yazdığı Sözler Kitabı'nın, 20. Söz'ün 2. Makamı'na bir göz atın..
Ümit Sarıaslan'ın "Öğretmenler Odasından" Kitabı'nın 259. sayfasında ise yine o eski "dogmatik" teraneler var. Kitapta geçen "…Sadece çocuğun iyi eğitilmesinin yetmeyeceğini, ailelerin, anne ve babalarının da iyi eğitilmesinin gerektiğini söyleyen Pestalozzi, dinsel ve dogmatik eğitimin cenderesinde boğulan insan aklını bukağılardan arındıracak yolu da gösteriyordu." İfadesi aslında anlayanlara açıkça, anlamayanlara ise üstü kapalı olarak Dünyada ve Türkiye'de eğitimin dinsiz maddeci bir yapıya sahip olması halinde insanların bilimde gelişebileceğini söylüyor. Burada geçen "dogmatik" kelimesinin iki anlamı var:
Biri: Deney bilgisini, deneye dayanan kanıtları hiç sayarak, kanılarını inanç öğretilerinden çıkaran düşünce biçimi." Şimdi bu anlayışa göre İslam, deneye araştırmaya ve bilimsel gerçeklere dayalı hiçbir veriyi hiçe saymaz. Bunu söyleyen İslam'a ihanet etmiş olur. Ancak yer yer, zaman zaman İslam'ın değil, bazı Müslümanların yanlış yaptığı söz konusu olabilir. Burada kişilerden kaynaklanan yanlışları İslam'a mal etmemek gerekir. Ancak İslam'ın değil, diğer bir kısım dinlerin bilime karşı direndikleri bilinen bir gerçektir. Bunu da İslamla karıştırmamak gerekir.
Ancak bu konuda bir fikri daha ifade etmek gerekiyor o da deneyin, bilimin her şey olmadığıdır. İslam elbette ki deneye bilime en büyük önemi verir fakat bunlara "tanrı" demez. Oysa materyalist felsefe ve onun eğitim sistemi her şeyi maddede arar. "Her şeyi maddede arayanların akılları gözlerindedir, göz ise maneviyatta kördür" der Bediüzzaman. Bediüzzaman bu ifadesiyle her şeyin madde olmadığını ne güzel anlatıyor. İşte maddeci eğitimle maneviyatçı eğitimin ayrıldıkları en büyük kırılma noktası burasıdır. Müslümanlar, hem bilime inanıp onun gerçeklerini kabul ederler hem de insan aklının, kalbinin ve insandaki diğer binlerce duyguların vicdani mahşerine inanırlar. Oysa "inanmayan" maddeci eğitimciler sadece bilimi ve maddeyi esas alırlar.
"Dogmatik" kelimesinin ikinci anlamı ise: "Otoritelerce ortaya konulanları sorgulamadan olduğu gibi kabullenmektir." Şimdi bu ifadeye göre maddeciler kendilerince İslam'ı suçlamaktadırlar. Sanki İslam sorgulayıcı değilmiş, sanki İslam mantıki değilmiş. Hâşâ, Kur'an'ı ve onun tefsirlerini okuyanlar bilirler ki eğitimde Kur'an şu üç hususa önem verir:
1-Sorgulamaya önem verir. Kur'an'da Hz. İbrahim'in gece yıldızlara, aya; gündüz ise Güneş'e bakarak onlara niçin tapılamayacağını günlerce düşüne düşüne vardığı "Fani olanlara tapılmaz" kanaati insanlığa sunulmuş sorgulayıcı en doğru yoldur. Peygamber'imizin de ilk vahiy gelince günlerce onun etkisinde kalarak düşündüğü, olanları kendi kendine sorguladığı, durumu eşiyle paylaştığı bir gerçektir.
2-Durum değerlendirmesi yapmaya önem verir. Bir konuda herkesin fikri sorulur ve bu fikirler değerlendirilir. Fikirler yeterli değilse araştırma yapılır. Yetkili kişiye ulaşılır. Sorumlu kişi önemsenir. İslam'da mübadele-i efkâr (fikirlerin karşılaştırılması), tesadüm-ü efkâr (fikirlerin çatışması) ve meşveret (istişare, fikir alış verişi) çok önemlidir.
3- İslam'da hukuk çok önemlidir. Davalı ve davacı dinlenmeden, delillere bakılmadan, şahitlere başvurulmadan hiçbir karar verilemez. Bunun bin beş yüz yıla dayanan bir geçmişi vardır. Bu konuda İslam dinini başka dinlerle karıştırmamak gerekir. Bir de yanlış yapmış Müslümanları esas almamak gerekir. Her alanda yanlış yapmış insanlar bulunabilir.
"Otoritelerce ortaya konulanları sorgulamadan olduğu gibi
kabullenmektir." Bu görüş hiçbir zaman İslam için söylenemez. Belki diğer bir kısım dinler için söylenebilir. Mesela, papa'ların masum olduğu ve yanlış yapmayacakları, görüşü gibi. Bir de bu görüş bazı kralların, padişahların ve ölene kadar hatta öldükten sonra bile dokunulmazlıklarının yasalarla teminat altına alınan liderlerin durumu için geçerli olabilir. Bunu da ne hiçbir Müslüman'da ne de hiçbir Müslüman ülkesinde (Gerçek Müslüman ve gerçek Müslümanlık olması şartıyla) görebilirsiniz. Bu durumu ancak Hitler, Mussolini, Lenin, Mao ve benzerlerinde görülebilir. İşte asıl dogmatik yapıya sahip olanlar onlardır ve onların materyalist eğitim sistemleridir.
Ayrıca şunu da ifade etmekten geçemeyeceğiz. Kitabınızda, İyi bir Atatürkçü olduğunuzu ve eğitimde Atatürkçü olunması gerektiğini; dinci, dogmatik görüşlerin ilerlemeğe engel olduğunu belirtiyorsunuz. Bu konudaki aksaklıkların ve yetersizliklerin suçunu hep İslami anlayışa yüklüyorsunuz. Madem eğitimde Atatürk'ü referans alıyorsunuz, o zaman Atatürk'ün 15 yıllık cumhurbaşkanlığı sırasında ve arkasından ikinci adam İsmet İnönü'nün 12 yıllık döneminde (Bu yılların sayısı 25'i geçiyor.) dinci, dogmatik bir eğitim uygulanmadığı halde, neden aynı yıllarda dünya savaşlarıyla yerle bir olan Japonya ve Almanya yeniden onarılmasına ve dünyanın süper devletleri olmasına rağmen, biz onlar kadar ilerleyemedik?
Ümit bey, gerçekten bu konuda daha geniş bilgiye ulaşmak ve Müslümanlığın bilime verdiği önemi kavramak ve Müslümanların ilmi çalışmalarını öğrenmek istiyorsanız bu alanda yazılmış binlerce kitabın yanında (Dr. Sigrid Hunke'nin "İslam'ın Güneşi Avrupa'nın Üzerinde) adlı kitabına da başvurabilirsiniz.
Değerli emekli öğretmenim, aslında kitabınızı dört kategoriye ayırmak mümkün. Ya da hayata dört pencereden baktığınızı söylemek daha uygun olur.
Biri, gerçekten de eğitim ve öğretimle ilgili veriler. Bu konudaki eleştirilerinizin ve değerlendirmelerinizin çoğuna katılıyorum. Yapmacık yerine doğal olmanın; şekilci olma yerine özde olmanın ve resmi olma yerini sevgiye, isteye bağlı olmanın en güzel örneklerini vermiş ve en güzel izahlarını yapmışsınız.
İkincisi, eğitim ve öğretime daha çok kendi branşınızın penceresinden bakmanızdır. Bu da gayet doğaldır. Burada da bilhassa okullardaki sosyal faaliyetlerde diğer zümre öğretmenleriyle işbirliği yapmanız veya yapmak isteyişiniz daha doğrusu onların da sanatsal etkinliklere katılmasını istemeniz takdire şayandır.
Üçüncüsü, eğitim öğretim konularını daha çok siyasi mülahazalar bağlamında ele almanızdır. Bu konuda sadece Cumhuriyet Gazetesi'ne dayalı haberleri ve Cumhuriyet Gazetesi yazarlarının makalelerini referans vermeniz ve onlardan alıntı yapmanız dünyaya bakış açınızın ne kadar dar bir ufukta seyrettiğini gösteriyor. Zararı yok gene aynı ideolojileri farklı gazete, dergi ve notlarla verebilirdiniz. Oysa çoğulculuk her zaman değerli bir zenginliktir öğretmenim.
Dördüncü olarak kitabınızda çevre bilincine yer veren yazılarınızdır. Doğaya sahip çıkmanız; Yeşili, maviyi, toprağı, suyu nazara vererek önemini anlatmanız çok güzel. Fakat bunun konu olarak "Öğretmenler Odasından" kitap adıyla ilgisi çok az. Bu konuda ayrı bir kitap çalışması düşünebilirdiniz. Kitabınızın en sonun aldığınız Manavgat'ın Sırtköy Köyü kadınlarının su mücadelesini çok mantıklı ve gerekli buluyorum; ancak bunu kitabın sonunda değil de aralarda bir yerde verilseydi daha uygun olurdu.
Değerli öğretmenim, bence kitabınızı su satan Ankaralı çocuğun hikâyesiyle bitirseydiniz daha güzel olurdu. O zaman bir öğretmenin eğitim öğretim konulu bir kitabı, bir öğrencinin hikâyesiyle bitmiş olurdu.
Ümit bey, aslında kitabınızdan çok iyi niyetli olduğunuz anlaşılıyor. Bir anı, bir günlük yazarı olarak mükemmelsiniz. Hatta alınan nakil yazılarını da kendi ifadeleriniz içerisinde ustalıkla yerleştirerek akıcı bir üslup oluşturmuşsunuz. Bu başarınızdan dolayı sizi kutluyoruz. Ancak kitabınızda kendinizin de ifade ettiği gibi solcu bir öğretmen olarak çalıştığınız okuldaki öğretmenler odasına pek uğramadığınız halde nasıl oluyor da kitabınızın adını "Öğretmenler Odasından" koyuyorsunuz?
Dikkat ettim de Türk milli eğitimine bir okulun öğretmenler odasından bakarak değerlendirme yaptığınız yazı sayısı beşi, onu geçmiyor. O zaman neden kitabınızın adını "Öğretmenler Odasından" koydunuz? Kitabınızın adını "Sol Pencereden Türk Milli Eğitimine Bakış" veya "Hayata Atatürkçü Bir Eğitimcinin Gözüyle Bakış" koysaydınız daha mantıklı olmaz mıydı? Fakat olsun yine de bir öğretmenin, öğretmenlik hayatını değerlendirerek 538 sayfalık bir kitap yazıp onu da bir sendikanın yayınevinde bastırmasını ya da böyle bir yayınevinin bir öğretmenin notlarını kitap olarak basmasını büyük bir başarı olarak görüyoruz. Sizi kutlarız.
Bu yazıya yorum yazın
Bu yazıya gelen yorumlar.
DİĞER YAZILAR
Hak (ancak) Rabbindendir. Artık, sakın şüpheye düşenlerden olma.
Bakara, 147
GÜNÜN HADİSİ
Her kim bir namazı (kılmayı) unutursa (onu) hatırladığında kılsın. Onun bundan başka keffâreti yoktur.
Sahih-i Buhari, KİTÂBU MEVÂKÎTİ'S-SALÂT
SON YORUMLAR
- Bütün beytlerin tercümesini gönderebilir misiniz? sitede sadece son birkaç...
- Fıtrat, namaz, tevafuk, sırlar ve tüm bunların sahibi zişanı İlahi kusur...
- Selamünaleyküm İnternette mütalaalı risale i nur dersleri diye arama yapt...
- bu kıymetli yazıdan dolayı ahmed izz kardeşimize teşekkür ederiz çok mani...
- selamün aleyküm Ahmed kardeşimizi tebrik ediyor ve bu faideli tercümelerin...
- Yanında okuyan diğer öğrencileri; Molla Muhammed Kasori Molla Muhammed Era...
- Benim merhum babam Molla İbrahim Azizi de onun yanında icazeti tamamlamıştı...
- Teşekkürler. Sanırım Envar neşriyat idi.Tam hatırlayamıyorum.....
- Çok güzel bir çalışma Rabbım ilminizi arttırsın bu çalışmalarınızı...
- Merhaba, Ben Foliant yayınlarından uğur. Sizinle iletişim kurmak istiyoruz ...
TARİHTE BU HAFTA
*Kanije müdafaası(18 Kasım 1601) *Hz.Fatıma'nın(r.anha) Vefatı(22 Kasım 632) *İstanbul'un Müttefikler Tarafından İşgali(23 Kasım 1918) *Alparslan'ın Şehadeti(24 Kasım 1072) *Öğretmenler Günü(24 Kasım)
ANKET
Sitemizle nasıl tanıştınız?
Yükleniyor...