SEYDA M. SALİH EKİNCİ HOCAEFENDİ İLE İLİM SERÜVENİ-3

M. Şimşek: Önceki dönemlerde medreselerde hiç yok iken, şimdi talebe hem hadis usulü okuyor, hem de bizatihi hadis metinlerine basitten başlayarak ahkâm konularına kadar okuyor. Çok güzel bir hadis eğitimi. Peki muhterem hocam! Şimdi hadis ile ilgili özel konulara geçmek istiyorum. Hadis ve sünnet’in İslam dinindeki konumu nedir? Bu konudaki fikirleriniz nelerdir? Sizden dinlemek isteriz.


Maşuk Yamaç

masukyamacc@gmail.com

2015-09-22 08:38:01

M. Şimşek: Önceki dönemlerde medreselerde hiç yok iken, şimdi talebe hem hadis usulü okuyor, hem de bizatihi hadis metinlerine basitten başlayarak ahkâm konularına kadar okuyor. Çok güzel bir hadis eğitimi. Peki muhterem hocam! Şimdi hadis ile ilgili özel konulara geçmek istiyorum. Hadis ve sünnet'in İslam dinindeki konumu nedir? Bu konudaki fikirleriniz nelerdir? Sizden dinlemek isteriz.

M. Salih Ekinci: Tabii aslında bu soru, normal İslamî şartlarda abes bir sorudur.

M. Şimşek: Ama çağımız bu soruyu sormayı gerekli kılıyor hocam!

M. Salih Ekinci: Evet bu, normal şartlarda abes bir sorudur. Çünkü bu, zaruriyât-ı diniye'den bir şeydir. Âlimi, cahili herkes sünnetin yeri ve değerinin İslam'da ne kadar büyük olduğunu tafsilen bilmese de, icmalen bilir. Yine herkes bilir ki, Muhammed Mustafa (sallallahu aleyhi ve sellem) bir peygamberdir, son peygamberdir. Bir Kur'an gelmiştir, ona nazil olmuştur. Bir de onun hadisleri vardır. Hadislerinin bağlayıcı olduğunu, zaruriyat-ı diniye'den olduğunu da herkes bilir. Hangi Müslüman'a sorarsanız bir konuda "hadis diyorsa tamamdır" der. "Peygamber demişse tamam, başımın üzerinde yeri var" der.

Normal şartlarda mezkur sorunun abes bir soru oldu ortada; ama maalesef bazı sözde ilmi çevreler, gayri müslimlerden etkilenerek, müsteşriklerden etkilenerek, İslam'ın asıl kaynaklarını önemsemediğinden, okumadığından, okuyamadığından, Büyük İslam âlimlerinin kitaplarını okumadıklarından, okuyamadıklarından ve sadece müsteşriklerin kitaplarını okuduklarından dolayı bu konuda bazı yersiz şeyler söylüyorlar. Halbuki gayri müslimlere ve müsteşriklere talebelik yaparak onların taklitçiliğini yapıyorlar, bunun da ötesine geçemiyorlar, öne sürdükleri düşünceler kendi özgün düşünceleri bile değil.

Kaldı ki müsteşriklerden sadece bu konuda değil, başka birçok konuda da etkileniyorlar. Öylesine sahte bir hava estiriyorlar ki, sanki ilim sadece oryantalistlerdedir. Avrupa'da İslami ilimler düşmanın elindedir. İslam âlemindeki bu türedilerin estirdikleri bu sahte havaya kapılırsanız, zannedersiniz ki, oryantalistler İslam'a vakıf, ama İslam âlimleri İslam'ı bilmiyorlar. Hâşâ! Bu kimseler düşünemiyorlar, insan bir şeyi düşmanından öğrenirse ne kadar sağlıklı öğrenebilir? Sadece bu açıdan bakmak bile durumun anlaşılması için kâfidir. Ne yazık ki, estirilen bu sahte hava birçok etkenden dolayı bir etki alanı yakaladı ve artık günümüzde insanlar bu türden abes sorular sorma gereksinimi duyar oldu. Yoksa aslında bu sorunun cevabı olarak bu kadarı, ilmî olarak da, aklî olarak da yeterlidir. Peygamberimiz (sav): 'Bir zaman gelecek, karnı tok, sırtı pek, koltuğuna gerilmiş birileri 'Kur'an bize yeter' diyecekler, dikkat ediniz, bana kitap ve onunla birlikte bir misli daha verildi.' diye buyurmuştur. Hadisin son kısmının Arapça aslı şöyledir: 'ألا وإني أوتيت الكتاب و مثله معه'. Dikkat buyurun, 'Kur'an'ın misli' diyor. Bu hadisin anlamını derinlemesine bir analize tabi tuttuğunuzda vardığınız netice, Peygamber Efendimiz'in (sav) hadisi, Kur'an'a genel anlamda eşdeğer gördüğüdür.

Bu konuda meselenin can alıcı noktalarından biri de bizzat hadislerde sünnetin teşride müstakil olduğu görüşünü desteklemek üzere Kur'an'da olmayan, sadece sünnetle sabit olan örnekler verilmesidir. Az çok ilimle ilgili olan herkesin malumu olduğu üzere Kur'an-ı Kerim sarahaten İslam'ın tüm ahkâmına şamil değildir. Evet, Kur'an akideye müteallik meseleleri tamamen tafsil etmiştir. Hem de aklî delilleri ile birlikte. Ahlakın temellerini de ayrıntısı ile zikretmiştir; çünkü bunlar hem çok detaylı değil, hem de tüm Peygamberlerin getirdiği şeriatlerde aynı olan, farklılık arzetmeyen hususlardır.

Akait ve ahlak ilkeleri, tarih boyunca tüm hanif dinlerin asıllarını oluşturan ve tabiatı gereği zamana göre bir değişime konu olma lüzumunun bulunmadığı ilkelerdir. Ama fıkhî hükümlerde durum farklıdır; zira bu hükümlerde hem çok teferruat var ve hem de bu hükümlerin bir bölümü zaman ve zemine göre değişiklik arz etme zorunluluğu var. Bu nedenledir ki, Cenab-ı Hakk, Kur'ân'ı Kerim'de fıkhî meselelerin temel hükümlerini beyan etmiştir.

Ahkâmla ilgili meselelerden teferruatlı bir şekilde beyan edilen sadece 'miras'tır. Kur'an-ı Kerim'de 'miras' konusunda verilen detaylar gibi teferruatıyla açıklanan başka bir ahkâm meselesi yoktur. Düşünelim ki, Kur'an bütün hükümleri bütün teferruatıyla zikretti, karşımıza nasıl bir tablo çıkardı? İlk emri 'oku' olan yüz ciltlik bir ansiklopediyi geçen bir kitap. Kaldı ki, ahkam meselelerinin çoğu, içtihadî meselelerdir. Yenilenmeye kabildir; öyle ki aynı müçtehit alimin daha hayattayken fıkhî görüşlerinin değiştiğini biliyoruz. Mesala İmam Şafiî'in bazı kavilleri 'kadim' ve 'cedid' diye ikiye ayrılır; yani aynı mesele hakkında önce verdiği hükmü sonradan değiştirdiği olmuştur. İmameyn(İmam Muhammed ve İmam Ebû Yusuf), İmam Ebu Hanife'ye ne kadar muhalefet etmişler? 'Görüşlerinin takiriben yüzde altmışına muhalefet etmişler,' dersek abartı yapmış olmayız. Tabi bu muhalefetlerin çoğu, içtihatla ilgili, yani zaman ve mekâna ilişkin meselelerdedir.

Hâsılı, eğer Cenab-ı Hak fıkhın teferruatına ait hükümler koysaydı, o zaman İslam zamanlara sirayet edemeyecek, evrensel bir nitelik kazanamayacaktı; her asra cevap verme salahiyetini haiz olamayacaktı. Hatta mesela birçok Şafiî' âlim, İmam Şafiî'ye bazı meselelerde muhalefet edip ardından da bu meselelerde : 'لو كان الشافي حيّا لأفتى به(Şafii bu asırda yaşasaydı bu şekilde fetva verirdi) diye eklemede bulunuyorlar.

Bütün bu sebeplerden dolayı Kur'an-ı Kerim ahkam konusunda temel hükümleri beyan etmiş; geri kalanı ise sünnete bırakmıştır. Nitekim Kur'n-ı Kerim'in kendisi bu durumu şöyle ifade etmiştir:﴿وَأَنْزَلْنَا إِلَيْكَ الذِّكْرَ لِتُبَيِّنَ لِلنَّاسِ مَا نُزِّلَ إِلَيْهِمْ﴾﴿ [النحل: 44. Dikkat buyurun, ayetlerin kendisine inme talilini 'sen beyan edesin diye' serahaten açıklamakta. Yani Kur'an'ın açıklanması, teferruatının beyanı sünnete bırakılmıştır. Bir de başka ayetlerde tahrim ve tahlil yetkisi Peygamber'e verildiği ifade etmiştir:

﴿وَيُحِلُّ لَهُمُ الطَّيِّبَاتِ وَيُحَرِّمُ عَلَيْهِمُ الْخَبَائِثَ} [الأعراف: 157, {﴿قُلْ إِنْ كُنْتُمْ تُحِبُّونَ اللَّهَ فَاتَّبِعُونِي يُحْبِبْكُمُ اللَّهُ وَيَغْفِرْ لَكُمْ ذُنُوبَكُمْ} آل عمران: 31 {، ﴿يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا أَطِيعُوا اللَّهَ وَأَطِيعُوا الرَّسُولَ وَأُولِي الْأَمْرِ مِنْكُمْ [النساء: 59 (

Bu son ayet-i kerimede dikkat ederseniz, 've ulu'l-emr' denildi, وَأَطِيعُوا أُولِي الْأَمْرِ' denilmedi yani 'itaat edin' manasındaki emir tekrarlanmadı; çünkü ulu'l-emre Kur'an ve sünnetin dışında müstakil ve mutlak bir itaat yoktur; ancak Allah ve Resûlü'nün koyduğu hükümlere muhalif olmayan durumlarda onalara itaat vardır. Ama mezkur ayet, Peygambere özel olarak "itaat edin" emrini koymuştur; çünkü peygamberin özel bir tahlil ve tahrim yetkisi vardır. Şunu da hemen belirtmeliyiz ki, asıl şari' Allah'tır, zira sünnet de vahiy yoluyla geliyor ve Kur'an'da olmayan hükümleri beyan ediyor.

Sünnetin beyanı kavramının anlam alanına -gerek sünnet-i müeyyide olsun, gerek sünnet-i şâriha olsun ve gerekse sünneti müstakil bi't-teşrî olsun- sünnetin bütün kısımları girer. Binaenaleyh Kur'an'a inan insan mecburen sünnetin teşri kaynağı olduğuna iman edecektir. İnanmasa Kitab'a iman etmiyor demektir. Bu iki kaynağı birbirinden ayırma imkânı yoktur. Çünkü bizzat Kur'an'ın kendisi sünnetin beyan edici olduğunu dolaysıyla bağlayıcı olduğunu ifade etmiş ve böylece birçok hükmü ona bırakmıştır.

Bir de mantıkî bir tahlil yapalım, diyelim ki teşri kaynağı yalnızca Kur'an'dır, bu durumda Kur'anın akaidi ve ahlakı beyan ettiğini ve fakat amelleri beyan etmediğini görürüz. O halde Kur'an niçin inmiştir? Sırf akideyi ve ahlakı beyan etmek içinse, bunları zaten eski peygamberler de beyan etmişler ve daha önce de belirttiğimiz gibi akaid ve ahlak hak dinlerde farklılık arz etmez. Malumunuz olduğu üzere ahkâm, Resuller'in dönemine göre değişir, değişmeyen az bir kısım var ise de onlar bize sahih olarak ulaşamamış ve tahrife uğramıştır. Kurduğumuz bu mantığın neticesi, Kur'an'ın kendisiyle amel edilme imkânı olmayan bir kitap, İslam dini de muamelatla ilgisi bulunmayan bir din haline geldiğidir. Uygulanmayacaksa Cenabı Hak bu dini niçin indirdi o zaman? Hâşâ! Allah'ın dini bu mertebelerde olacak hâşâ!

Şu da var ki, Kur'an'ı Kerim'de Müslümanın münakaşa ettiği her meselede Peygambere müracaat etmesi gerektiğini ve verdiği hükmü büyük bir teslimiyet ve hoşnutlukla kabul etmeleri lüzumunu belirten ayetler vardır. Yüce Allah buyurur ki:

﴿فَإِنْ تَنَازَعْتُمْ فِي شَيْءٍ فَرُدُّوهُ إِلَى اللَّهِ وَالرَّسُولِ إِنْ كُنْتُمْ تُؤْمِنُونَ بِاللَّهِ وَالْيَوْمِ الْآخِرِ﴾ [النساء: 59,{﴿فَلَا وَرَبِّكَ لَا يُؤْمِنُونَ حَتَّى يُحَكِّمُوكَ فِيمَا شَجَرَ بَيْنَهُمْ ثُمَّ لَا يَجِدُوا فِي أَنْفُسِهِمْ حَرَجًا مِمَّا قَضَيْتَ وَيُسَلِّمُوا تَسْلِيمًا﴾ [النساء: 65]

Son ayette geçen sözündeki usul ilmince elfaz-ı umûmdandır, genellik ifade eder, yani nizaa düştüğünüz her meselede ona başvurun anlamındadır. İslamî hükümler sadece Kur'an'da mevcut bulunanlar ise, bu demek oluyor ki bir çok ماشجر yani ihtilaflı konunun hükmü yoktur. O zaman nasıl Müslüman olacağız ki? Peygamber nasıl hüküm verecek ki?

Netice-i kelam, Kur'an'la amel etmemiz için sünnetle amel etmeye mecburuz. Yoksa Kur'an'la amel etme imkânımız olamaz. Kur'an'ın inmesi -hâşâ!- abes gibi bir şey olur. Sünnetin hücciyet değeri konusunda kısaca bunları söyleyebiliriz.

 

Bu yazıya yorum yazın


Not: Yanında (*) işareti olanlar zorunlu alanlardır.

Bu yazıya gelen yorumlar.

DİĞER YAZILAR

Size yasak edilen büyük günahlardan kaçınırsanız, kusurlarınızı örteriz ve sizi ağırlancağınız şerefli bir yere yerleştiririz.

Nisâ, 31

GÜNÜN HADİSİ

Muavvizeteyn (Nas-Felak) Sureleri

"Şeytan insanoğlunun kalbinin üzerinde tünemiş vaziyette bekler. Allah'ı zikredince siner, çekilir, gaflet etse vesvese verir." (Buhari, Tefsir, Kul euzu bi-rabbi'n-nas 1)

TARİHTE BU HAFTA

*Kanije müdafaası(18 Kasım 1601) *Hz.Fatıma'nın(r.anha) Vefatı(22 Kasım 632) *İstanbul'un Müttefikler Tarafından İşgali(23 Kasım 1918) *Alparslan'ın Şehadeti(24 Kasım 1072) *Öğretmenler Günü(24 Kasım)

ANKET

Sitemizle nasıl tanıştınız?

Yükleniyor...

SİTE HARİTASI