DERS: 11 MESNEVİ-İ NURİYE 10. RİSALE

Bugünkü konu, bu farklılıktaki yaratılıştaki ‘’Kaba ve çirkin gözüken mahlûkatın yaratılış hikmetleridir’’


M. Ragıp Öncel

İsminur1940@gmail.com

2015-12-24 09:02:48

İ'lem Eyyühel-Aziz! Tabiatları latif, ince ve latif san'atlara meftun bazı insanlar, bilhâssa has bahçelerinde pek güzel hendesevari bir şekilde şekilleri, arkları, havuzları, şadırvanları yaptırmakla bahçelerine pek muntazam bir manzara verirler. Ve o letafetin, o güzelliğin derecesini göstermek için bazı çirkin kaya, kaba, gayr-ı muntazam -mağara ve dağ heykelleri gibi- şeyleri de ilâve ediyorlar ki, onların çirkinliğiyle, adem-i intizamıyla bahçenin güzelliği, letafeti fazlaca parlasın. Çünki اِنَّمَا اْلاَشْيَاءُ تُعْرَفُ بِاَضْدَادِهَا Lâkin müdakkik bir kimse, o ezdadı cem'eden bahçenin manzarasına baktığı zaman anlar ki, o çirkin kaba şeyler kasden yapılmıştır ki; güzellik, intizam, letafet artsın. Zira güzelin güzelliğini arttıran, çirkinin çirkinliğidir. Demek bahçenin tam intizamını ikmal eden, o çirkinlerdir. Ve o çirkinlerin adem-i intizamı nisbetinde bahçenin intizamı artar.

Kezalik dünya bahçesinde nizam ve intizamın son sisteminde bulunan mahlukat ve masnuat arasında -hayvanlarda olsun, nebatatta olsun, cemadatta olsun- bazı çirkin, intizamdan hariç şeyler bulunur. Bunların çirkinliği, intizamsızlıkları, dünya bahçesinin güzelliğine, intizamına bir zînet, bir süs olmak üzere Sâni'-i Hakîm tarafından kasden yapılmış olduğunu, pek yüksek, geniş, şâirane bir hayal ile dünyanın o bahçe manzarasını nazar altına alabilen adam görebilir.

Maahâza, o gibi şeyler kasdî olmasaydı, şekillerinde hikmetli tehalüf olmazdı. Evet tehalüfte kasd ve ihtiyar vardır. Her insanın bütün insanlara sîmaca muhalefeti buna delildir."

Bugünkü konu, bu farklılıktaki yaratılıştaki ''Kaba ve çirkin gözüken mahlûkatın yaratılış hikmetleridir''

 ''İ'lem Eyyühel-Aziz! Tabiatları latif, ince ve latif san'atlara meftun bazı insanlar, bilhâssa has bahçelerinde pek güzel hendesevari bir şekilde şekilleri, arkları, havuzları, şadırvanları yaptırmakla bahçelerine pek muntazam bir manzara verirler.''

Allah herkesi ayrı fıtratta yaratmış, bir insanla diğer insan arasındaki fark, iki hayvan nevinin arasındaki farktan daha fazla, bunu din de böyle söylüyor, bilim de böyle söylüyor. Yani bir bülbül ile deve arasında ne kadar fark varsa, o farktan daha fazla olan fark, iki insan arasındaki farkta vardır. Bundan dolayı her bir insan özel bir statüye tabidir. Hayvanlar ise toplu olarak hepsi bir statüye tabidirler.

Bir koyunu inceleyen, bütün koyunları incelemiştir, bir atı inceleyen bütün atları incelemiştir. O atın nevi ile ilgili bilgi sahibi olmuştur. Ama bir insanı inceleyen, diğer insanları incelememiştir. Çünkü insana verilen maddi-manevi cihazların farklı kullanılması, onları ayrı birer varlık haline getirdiği için "insanın bir ferdi sair hayvanatın bir nev'i hükmündedir."(Lemalar,17. Lema,4.Nota,128)

İşte Üstadımız da bu farklılığı nazara alarak buyuruyor ki, "Tabiatları latif, ince ve latif sanatlara meftun bazı insanlar "istidatlarını farklı şekilde belli ederler. Hâlbuki hayvanlar için böyle bir kaide yoktur, bazı insanlar, çok latif ve fıtratları çok nazik olduğu için ayrı fıtratta, ayrı özellikte yaratılmıştır. İşte ister istemez bu sır, onların yaptıklarına da yansır.

 ''Ve o letafetin, o güzelliğin derecesini göstermek için bazı çirkin kaya, kaba, gayr-ı muntazam -mağara ve dağ heykelleri gibi- şeyleri de ilâve ediyorlar ki, onların çirkinliğiyle, âdem-i intizamıyla bahçenin güzelliği, letafeti fazlaca parlasın. '' Bakınız; iç mimari dediğimiz, vitrin mimarisi dediğimiz sanatlar bugün bir ilim olarak okutuluyor. Bunun da mertebeleri var, okulları var, bunun eğitimi veriliyor. Gidiyorsunuz büyük bir mağazaya. Adam vitrine bir balya saman koymuş, bunu al götür desen kimse alıp da götürmez, yanından bile geçmez. Neden? O güzellikte monotonluk meydana gelir, o güzellik insanları boğar, içine biraz çirkinlik katarlar ki güzelliğin derecesi artsın. Allah da böyle yapıyor. İşte, "güzelin güzelliğini artıran çirkinin çirkinliğidir." Çekin şeytanı.. Marifette güzellik olmaz, ibadette, fazilette güzellik olmaz, bütün mekanizmalar durur. Şeytan zemberek gibi koruyor bizi. Niye? Şer ya da şerrin başı o olduğu için. Şeytan her bir insanda konsolosluğunu kurmuş, o da nefistir. Nefis insanlarda şeytanın konsolosluğudur, orada onun bayrağı dalgalanır, onun hükmü geçer, biz onunla mücadele etme nispetinde kendimizi geliştiririz. Şimdi çekiniz insandan nefsi, o zaman ne olur? Tıpkı melek gibi olur. Zira meleklerin nefisleri yok, ama makamları sabittir.

''Çünkü (اِنَّمَا اْلاَشْيَاءُ تُعْرَفُ بِاَضْدَادِهَا Eşya zıddıyla bilinir) Lâkin müdakkik bir kimse, o ezdadı cem'eden bahçenin manzarasına baktığı zaman anlar ki, o çirkin kaba şeyler kasden yapılmıştır ki; güzellik, intizam, letafet artsın. Zira güzelin güzelliğini arttıran, çirkinin çirkinliğidir.''

Bu maksada kuvvet veren kaide zikrediliyor. "Eşya zıddıyla bilinir.'' Mesela hiç gece olmasaydı gündüzün güzelliği gizli kalırdı, hiç açlık olmasaydı, gıdaların değeri bilinmezdi, hiç hastalık olmasaydı, sıhhat nedir bilemezdik.

Bu âlemde her şey nizam ve intizamın son sisteminde yaratılmıştır: لَيْسَ فِى اْلاِمْكَانِ اَبْدَعُ مِمَّا كَانَ Yani: "Daire-i imkânda bu mükevvenattan daha bedî' daha güzel yoktur."(Şualar, 2. Şua, 3. Makam, 30)

İşte bu umumi ve mükemmel nizama dikkatleri çekmek üzere bazı çirkin şeyler ve hoşumuza gitmeyen olaylar kasden yaratılmış ve sergilenmiştir. Bizim kerih ve çirkin gördüğümüz şeylerde tesadüf yoktur. Depremde tesadüf yoktur. Kanserde tesadüf yoktur. Musibette tesadüf yoktur. Bazen musibet nasihatten müessirdir. Evet, güzelin güzelliğini artıran çirkinin çirkinliğidir.

Mesela, devlet dese ki, ''zayıf not alan talebelerin morali bozuluyor, ailesiyle arası açılıyor. Bakınız, biz gençlerin üzülmesini istemiyoruz'' diye talim terbiyeden, bir karar çıkartsa eğitim sistemi yürür mü? Bakınız zayıf notların girmesi talebenin himmetini artırıyor. Şimdi bunu biz bu mantıkla düşünüyoruz da, niçin bu hakkı Cenab-ı Hakka vermeyelim, o da şeytanları nefisleri yaratıyor ki maddi gelişme, manevi gelişme ona binaen sağlamlaşsın.

Bir defasında Musa(as) demiş; "Ya Rabbi, bu şeytanı serbest bırakmışsın, bu şeytan insanlara musallat oluyor, musallat olduğu insanlar da beni dinlemiyorlar. Bu ne hikmettir?" Cenab-ı Hak ta fiili bir cevap vermiş. Cenab-ı Hak, üç gün şeytanın musallat olma yetkisini kaldırmış. Musa (a.s) üç gün boyunca bakıyor ki, çarşıda, pazarda hiç kimse yok, in-cin top oynuyor. Ya bu Yahudiler dünyayı çok severler, üç günden bu yana niye kimse çıkmaz diye merak eder. Şeytan musallat olmamış ya! Musa (as) gidip; "nedir bu haliniz, kalkın da işinizin başına dönün" der. "Ya Musa üç günlük dünya için niye çalışalım? Senin işin mi yok, çek git "derler. Musa (as): "Ya Rabbi bırak şu şeytanı, yoksa bunlar bırak ahirete, dünyaya da çalışmayacaklar. Aklına fesadı, garibanlığı, fakirliği, getirsin ki, adam işine gitsin" der.

 ''Demek bahçenin tam intizamını ikmal eden, o çirkinlerdir. Ve o çirkinlerin âdem-i intizamı nispetinde bahçenin intizamı artar''.

Üstad Hazretleri 18.Söz'de :'' Nasıl ki bize görünen çirkin mahlukların ve hâdiselerin zahirî yüzleri altında gayet güzel ve hikmetli san'at ve hilkatine bakan güzel yüzler var ki, Sâni'ine bakar ve çok güzel perdeler var ki, hikmetleri saklar ve pek çok zahirî intizamsızlıklar ve karışıklıklar var ki, pek muntazam bir kitabet-i kudsiyedir''der.(Sözler,18.Söz,2.Nokta,253)

Evet, düz bir çizgiden çoğu zaman fazla bir mana çıkmaz. Yazıyı anlamlı kılan ondaki harflerin farklı şekilleridir. Verilmek istenen mesaj şudur: Gerek hayatımızdaki farklı olaylar gerek varlık âleminde sergilenen ve çoğunun hikmetini bilemediğimiz değişik ve çirkin varlıklar yazıdaki farklı harfler ve kelimeler gibidir. Biz ömrümüzün üzüntüsüz, kedersiz ve meşakkatsiz geçmesini yani bir çizgi gibi düz olmasını arzu ederiz. Hâlbuki: "Hayat musibetlerle, hastalıklarla tasaffi eder, kemal bulur, kuvvet bulur, terakki eder, netice verir, tekemmül eder; vazife-i hayatiyeyi yapar. Yeknesak istirahat döşeğindeki hayat, hayr-ı mahz olan vücuddan ziyade, şerr-i mahz olan ademe yakındır ve ona gider''.(Lem'alar,2.Lem'a,2.Nükte,11)

''Kezalik dünya bahçesinde nizam ve intizamın son sisteminde bulunan mahlûkat ve masnuat arasında. Hayvanlarda olsun, nebatatta olsun, cemadatta olsun- bazı çirkin, intizamdan hariç şeyler bulunur. ''

Nasıl ki, biz kendi sanatımızın güzelliğini ve kıymetini göstermek için çirkin şeyleri getirip koyuyoruz ki, nispet olsun da insanlar bunun kıymetini, güzelliğinin farkına varsın ve güzelliğin monotonluğun da boğulmasın. Küçücük aklımızla biz bunu düşünüyoruz da -bila teşbih- Cenab-ı Hak da bir hikmete binaen masnuatını neden böyle yaratmasın? Cenab-ı Hak ise, mükemmeli son sistemde yaratıyor. Bir şey güzelliği son sistemde oldu mu, kendini hissettirmez. O şey ne kadar mükemmel olursa, kendini o kadar hissettirmez.

Mesela bir binada bir asansör var, asansöre bindikten sonra, basıyorsun, seni yukarı çıkarıyor. Çıkarken katları saya saya çıkıyorsun, asansörün hareket ettiğinin farkındasın, niye çünkü asansör tam sistemli değil, mükemmel değil orta yollu bir asansördür. Şimdi gidin ikiz kulelerdeki asansörleri bir bakın. Ben Almanya'da bunu gördüm. Düğmeye basıyorsun hemen otuzuncu kattasın, hemen çıkarıyor. Adam çıktığına inanamıyor. İşte asansörün mükemmelliği çıktığının farkına vardırmıyor. İnsanı inkâra götürüyor, 'şiddeti zuhur, kendini hissettirmez.' "Ne için Allah'ı görmüyoruz? Şiddeti zuhurundan, ne için asansörün çıktığının farkına da değiliz, sanatın mükemmelliğinden. Ne için bu insanlar yıllarca dünyanın döndüğünü inkâr etmişler? Dönmenin mükemmelliğinden inkâr etmişler. İnkâra sebep, dönmenin intizamıdır. İntizam mükemmel oldu mu, kendini inkâr ettiriyor. Kendini hissettirmez.

Aynen bunun gibi Allah, kâinatta yarattığı her şeyi, en mükemmel şekilde yaratmış. İnsanlar bunu hissetmezler, ama bunları bilmeye hissetmeye gelmişler. Yanına kaba çirkin, şeyler olacak ki, onların güzelliği onunla bilinsin. İşte sebebi bu, o güzellikleri hissettirmenin yolu, Allah'ın mükemmel hikmeti, şerleri de yaratmış. Şer, şer olsun diye girmemiş, hayrın ve kemâlatın tezahürü meydana gelmesi, açılım yapması için girmiştir. 'Kâinatta asıl olan hayırdır. Kâinattaki hüsün ve cemal ve güzellik ve adalet ihata etmiştir.'' Çok güzellikleri intac veya izhar eden bir çirkinlik dahi, dolayısıyla bir güzelliktir. Ve çok güzelliklerin görünmemesine ve gizlenmesine sebeb olan bir çirkinliğin yok olması, görünmemesi, yalnız bir değil, belki müteaddid defa çirkindir… Aynen öyle de: Cüz'î şer ve zarar ve musibet ve çirkinliğin bulunmasıyla, küllî hayırlar ve küllî menfaatler ve küllî nimetler ve küllî güzellikler tezahür ederler. Demek çirkinin icadı çirkin değil, güzeldir. Çünki, neticelerin çoğu güzeldir''.(Şualar,2.Şua,3.Makam,30)

Bir gün bir fuara gittim, baktım ki, beş ayaklı bir buzağı, herkes ona bakıyor. Ben de dedim 'bu buzağının beş ayaklısı mı hayırlı yoksa dört ayaklısı mı?' Oradakiler hemen bana döndü 'tabii ki de dört ayaklısı daha hayırlı' dediler. Dedim 'o zaman daha hayırlısı dururken niye bunun başına toplandınız? Bu yeni ya, intizamdan hariç, eğer hepsi beş ayaklı olsaydı, bir tanesi dört ayaklı olsaydı yine hepimiz onun başına toplanırdık.' Ülfet hastalığı acayip bir hastalık Üstadımız ülfeti cehaletle eşdeğer tutar. '' İnsanların arza ait malûmat ve müsellemat-ı bedihiyatları ülfete mebnîdir. Ülfet ise, cehl-i mürekkeb üstüne serilmiş bir perdedir.'' (Mesnevi, Şemme,190)

Şimdi biz alışmışız. Ta Âdem (as)'dan bu yana ağaçlardan meyve gelir,topraktan hububat. Asırlarca biz buna alışmışız, bu alışkanlık bizde öyle hale gelmiş ki, bütün güzelliği zamanla düşüncemizden siliyor, farkına varamıyoruz.

Şimdi bir defaya mahsus Niğde'nin bir köyünde semadan elmalar yağsaydı, herhalde bütün bilim adamları oraya toplanır, bütün medya orada, herkes orada olurdu. Yeni bir şey çünkü bize acayip geliyor. Peki, al tersinde Allah nimetleri semadan gönderseydi, asırlardan bu yana.. Yine bir gün bir defaya mahsus odunlardan elmalar çıksa, ne olur, yine bütün insanlar o elmanın başına toplanırdı, odundan elma mı çıkarmış? diye. Çok acayip, odundan elma gelmesi açık bir mucize, ülfet var ya, işte hastalığın en şiddetlisi. Üstad boşuna cehalet dememiş ülfete. Nitekim buna benzer bir olaya 13.Söz'de şöyle dikkatimizi çeker; "Meselâ en câmi' bir mu'cize-i kudret olan insanın hilkatini âdi deyip lâkaydlıkla bakar. Fakat insanın kemal-i hilkatinden huruç etmiş, üç ayaklı yahut iki başlı bir insanı, bir velvele-i istiğrabla nazar-ı ibrete teşhir eder."(Sözler,150)der.

''Bunların çirkinliği, intizamsızlıkları, dünya bahçesinin güzelliğine, intizamına bir zînet, bir süs olmak üzere Sâni'-i Hakîm tarafından kasden yapılmış olduğunu, pek yüksek, geniş, şâirane bir hayal ile dünyanın o bahçe manzarasını nazar altına alabilen adam görebilir. ''

Her mizaç, bunu yakalayamaz, tabiatları latif, ince ve latif san'atlara meftun bazı insanlar, bunu masseder, çeker alır. Bakın bizde de var, bir insanın diğer bir insana benzememesi ne kadar müthiş bir şey. Allah bununla müthiş gayeler ortaya koyuyor. Allah ferttir. Allah tektir. Allah'ın misli yoktur. Allah'ın benzeri yoktur. Hiç kimsenin misli ve benzeri yok. Yüzümün benzeri yok, parmak izimin benzeri yok, ne için? Allah'ın eşi ve benzeri yok da ondan. Allah'ın birliği ve ferdaniyeti her yerde kendini gösteriyor. Bu birlikteki benzemeklik ve benzememeklik Cenabı Hakk'ın Vahidiyet ve Ehadiyetine delildir. Nitekim Üstadımız bu hususu şöyle belirtir.

 ''Senin yüzün, vechin o kadar küçüklüğü ile beraber geçmiş ve gelecek bütün insanların adedince kendisini onlardan ayıran ve tarif eden nişan ve alâmetleri hâvi olduğu gibi, yüzünü teşkil eden esas ve erkânında da bütün insanlar ittifaktadır. Bütün insanlarda biri tevafuk, diğeri tehalüf olmak üzere iki cihet vardır. Tehalüf ciheti Sâni'in muhtar olduğuna, tevafuk ciheti ise Sâni'in Vâhid-i Ehad olduğuna delalet ederler. Bu iki cihetin bir Kasıd'ın kasdıyla, bir Muhtar'ın ihtiyarıyla, bir Mürîd'in iradesi ile bir Alîm'in ilmiyle olmadığını tevehhüm etmek, muhalâtın en acibidir. Fesübhanallah! Yüzün o küçük sahifesinde nasıl gayr-ı mütenahî nişanlar dercedilmiştir ki, göz ile okunur da nazar ile, yani akıl ile görünmez... İnsan nev'inde şu tehalüf ile beraber buğday, üzüm, arı, karınca nevilerindeki tevafuk, kör tesadüfün işi olmadığı güneş gibi aşikârdır''.(Mesnevi, Zerre,175)

Burada çok büyük bir nimet var, eğer herkes birbirine benzeseydi, namus mefhumu olmazdı, her şey karmakarışık olurdu. Alo dediği zaman buyur baba, diyor, kapı çalınca aç hanım benim dediğinde kocasının geldiğini anlıyor. Allah'ın hazinesi o kadar geniş ki, bir defa yarattığını bir daha yaratmıyor. İnsanların saçlarına bakın, insanın haritası gizli, o bile benzemiyor. Şu geniş hazineye bakın, şu saltanata bakın.

Bir de şu noktası var; birbirimize asgari noktada benzememiz var, o da ilimlerin meydana gelmesi için, bir göz diğer bir göze benzer ama aynısı değil, sadece sistem olarak benzer. Eğer böyle olmasaydı ihtisas olmazdı, ilim olmazdı.

Benim gözümün ihtisas sahibi olan bir doktor, ben gidince ilmi ortada kalacaktı, çünkü diğer gözler benim gözüme benzemiyor ki, hepsine baksın. Bunda da bir hikmet gizli. Bir gözün doktoru bütün gözlerin doktorudur. Aynı olmasında da, farklı olmasında da ince hikmetler var.

Hatta basında okumuştum. Zannederim Fransa'da bir bilim adamı yağan karları incelemiş, bir milyon kar kristalciklerin birbirine benzemediğini müşahede etmiş.

Arılar da öyle..Tahmini bir kovanda 50-60 bin arı vardır. Binlerce arının kendi kovanın arısı olup olmadığını, bir işçi arı biliyor mu, bilmiyor mu? Biliyor elbette, başka bir kovanın arısını kendi kovanına almıyor, orada da hiç kimse birbirine benzemiyor. İnsanlar akıllı oldukları halde birini bir defa gördüğü zaman, ben seni bir yerlerde gördüm ama diyor, karıştırıyoruz. Eğer o arı karıştırsa ne olur. 50 bin,60 bin arıyı diğer arılardan ayırıyor, yabancılara geçit yok diyor. Sikkeyi okuyor, turrayı görüyor. Cenab-ı Hak sistemi koymuş.

Evet, "Eşya arasındaki tevâfuk, Sâniin Vahid, Ehad olduğuna delâlet ettiği gibi, aralarında bulunan muntazam tehalüf de, Sâniin Muhtar ve Hakîm olduğuna şehadet eder. Meselâ: Hayvanların bilhassa insanların esas a'zalarından tevafuk, bilhassa çift a'zalardaki temâsül, Hâlikın vahdetine bürhan olduğu gibi, keyfiyetler ve şekillerdeki tehalüf de Hâlıkın ihtiyar Maahazâ, o gibi şeyler kasdî olmasaydı, şekillerinde hikmetli tehalüf olmazdı. Evet, tehalüfte kasd ve ihtiyar vardır. Her insanın bütün e delâlet eder.

 '' Evet insanın yüzüne o sikkeyi koyan zât, elbette bütün efrad-ı insaniye nazar-ı şuhudunda ve daire-i ilmindedir ki, herbir insanın sîması göz, kulak, ağız gibi âza-yı esasîde birbirine benzediği halde, birer alâmet-i farika ile, hiçbirisine tamam benzemez. Nasılki o sîmada göz, kulak gibi âzaların umum efradında birbirine benzediği, o nev'-i insanın Sâni'i bir, vâhid olduğuna şehadet eden bir sikke-i tevhiddir; öyle de: Hukuk-u insaniyenin muhafazası için sair enva'ın fevkinde olarak, o sîmalarda birbirine iltibas olmamak ve birbirinden tefriki için, hikmetli pek çok alâmet-i farika ile iftirakları, o Sâni'-i Vâhid'in iradesini, ihtiyarını ve meşietini göstermekle beraber, ayrı ve çok dakik bir sikke-i ehadiyet oluyor ki; bütün insanları, hayvanları, belki kâinatı halketmeyen bir zât, bir sebeb o sikkeyi koyamaz''.(Lem'alar,30.Lema,4.Nükte,360 )

 ''Maahâza, o gibi şeyler kasdî olmasaydı, şekillerinde hikmetli tehalüf olmazdı. Evet, tehalüfte kasd ve ihtiyar vardır. Her insanın bütün insanlara sîmaca muhalefeti buna delildir.''

 Mademki kesretin böyle uzak, ince, geniş ve ahval ve etvarında da tesadüfün müdahalesine imkân yoktur. Ve tesadüfün elinden mahfuzdur. Ve ancak bir Hakim'in kasdı ve bir Muhtar'ın ihtiyarı ve Semi', Basir bir Mürid'in iradesinin daire-i tasarrufundadır.

 

Bu yazıya yorum yazın


Not: Yanında (*) işareti olanlar zorunlu alanlardır.

Bu yazıya gelen yorumlar.

DİĞER YAZILAR

DERS: 33 SÖZLER, LEMAAT MADDE RİKKAT PEYDA ETTİKÇE, HAYAT ŞİDDET PEYDA EDER

DERS: 33 SÖZLER, LEMAAT MADDE RİKKAT PEYDA ETTİKÇE, HAYAT ŞİDDET PEYDA EDER

Allah madde ve manayı beraber yaratmış, biri birisiz olamaz. Tıpkı ruh ve beden gibi. Mesela ru

DERS: 32 OTUZ ÜÇÜNCÜ SÖZ BİRİNCİ PENCERE

DERS: 32 OTUZ ÜÇÜNCÜ SÖZ BİRİNCİ PENCERE

Üstad, ‘’Haşir Risalesin’’deki hakikatlara ’’bab ’’ diyor, burada da ‘’pencere

DERS: 31 ÂYETÜ’L-KÜBRA RİSALESİ İKİNCİ BAB İKİNCİ HAKİKAT

DERS: 31 ÂYETÜ’L-KÜBRA RİSALESİ İKİNCİ BAB İKİNCİ HAKİKAT

Ayetü’l-Kübra baştan sona Allah’ı anlatıyor. Kur’an-ı Kerimde de ‘’Ayetü’l-Kübra

DERS: 30 KASTAMONU LAHİKASI -RİYA HAKKINDADIR-

DERS: 30 KASTAMONU LAHİKASI -RİYA HAKKINDADIR-

Bu konuyu Üstadımız, Kastamonu Lahikasında üç nokta halinde sunmuştur. Riya hakkında genel b

DERS : 29 Kastamonu LAHİKASI TAKVA VE AMEL–İ SALİH

DERS : 29 Kastamonu LAHİKASI TAKVA VE  AMEL–İ  SALİH

Konumuz takva ve salih amel olup, bu terimleri anlamaya ve hayatımızda tatbik etmek için azim gay

DERS: 28 ONALTINCI SÖZ, ÜÇÜNCÜ ŞUA

DERS: 28 ONALTINCI SÖZ, ÜÇÜNCÜ ŞUA

‘‘Ey haddini aşarak insana sürekli vesvese veren nefis’ deniliyor. Neden haddinden tecavüz

DERS: 27 On dördüncü Lem'anın İkinci Makamı

DERS: 27 On dördüncü Lem'anın İkinci Makamı

Besmele Kur’an’da da yüz on dört kere nazil olmuş. Besmele çok sırlı bir ayettir. Kur’an

DERS: 26 10. SÖZ Zeylin Üçüncü Parçası

DERS: 26 10. SÖZ Zeylin Üçüncü Parçası

Haşir münasebetiyle bir sual: Kur'anda mükerreren

DERS: 25 YİRMİ ALTINCI MEKTUP DÖRDÜNCÜ MESELE

DERS: 25 YİRMİ ALTINCI MEKTUP DÖRDÜNCÜ MESELE

Sual: Mütekellimîn üleması; âlemi, imkân ve hudûsun ünvan-ı icmalîsi içinde sarıp zihnen

DERS: 24 ONİKİNCİ LEM'A

DERS: 24 ONİKİNCİ LEM'A

Bu günkü dersimizin konusu Re’fet Ağabey’in, Üstad’a sorduğu iki sualinin cevabı hakkın

DERS: 23 10.SÖZ 7.HAKİKAT (HAŞİR BAHSİ)

DERS: 23 10.SÖZ 7.HAKİKAT (HAŞİR BAHSİ)

Kuran-ı Kerim’in dört esası vardır. Bunlar; Tevhid-Nübüvvet-Haşir, Adalet ve İbadet’tir.

Ramazan ayı, insanlara yol gösterici, doğrunun ve doğruyu eğriden ayırmanın açık delilleri olarak Kur'an'ın indirildiği aydır.

Bakara, 185

GÜNÜN HADİSİ

Emin ve doğruluktan ayrılmayan ticaret ehli (ayette sırat-ı müstakim ashabı olarak zikredilen) peygamberler, sıddikler, şehidler ve salihlerle beraberdir.

Tirmizi, Büyu 4, (1209); İbnu Mace, Ticarat 1, (2139)

TARİHTE BU HAFTA

*Kanije müdafaası(18 Kasım 1601) *Hz.Fatıma'nın(r.anha) Vefatı(22 Kasım 632) *İstanbul'un Müttefikler Tarafından İşgali(23 Kasım 1918) *Alparslan'ın Şehadeti(24 Kasım 1072) *Öğretmenler Günü(24 Kasım)

ANKET

Sitemizle nasıl tanıştınız?

Yükleniyor...

SİTE HARİTASI