M. AKİF'İN GÖZÜYLE BATICILIK-2

M.Akif, tefrikanın husumete ve kardeş kavgasına yol açtığını, bunun sonunun da düşmana teslim olmak olduğunu, Batı’nın “medeniyet” adı altında bu fitneyi İslamların içine soktuğunu, Arnavutların akibetinin, bütün Müslüman ırklara ders olması gerektiğini dile getirirken şöyle der:


Prof. Dr. Musa Kazım Yılmaz

musakazimyilmaz@gmail.com

2016-01-08 02:56:41

M.Akif, tefrikanın husumete ve kardeş kavgasına yol açtığını, bunun sonunun da düşmana teslim olmak olduğunu, Batı'nın "medeniyet" adı altında bu fitneyi İslamların içine soktuğunu, Arnavutların akibetinin, bütün Müslüman ırklara ders olması gerektiğini dile getirirken şöyle der:

Artık Ey millet-i merhume sabah oldu uyan,

Sana az geldi ezanlar diye ötsün mü bu çan?

Ne Araplık, ne de Türklük kalacak aç gözünü,

Dinle Peygamber-i Zişan'ın O ilahi sözünü.

Veriniz baş başa, zira sonu hüsran-i mübin,

Ne hükümet kalacak ortada, billahi ne din.

Medeniyet size çoktan beridir diş biliyor,

Evvela parçalamak, sonra da yutmak istiyor.

Arnavutlar size ibret olacakken hala,

Ne bu şuride siyaset, ne bu fasid dava?

Görmüyor gittiği yanlış yolu, zannım çoğunuz,

Size rehberlik eden haydudu artık kovunuz.

Bunu benden duyunuz, ben ki, evet Arnavudum.

Başka bir şey diyemem… İşte perişan yurdum.

M. Akif'in Safahat isimli dev eseri, baştan sona kadar, bilgisizliğimize, taklitçiliğimize, yanlış tevekkül anlayışımıza ve Batı dünyası karşısında kapıldığımız küçüklük duygusuna adeta bir isyan çığlığıdır.
Ancak daha önce ifade ettiğimiz gibi, M. Akif, teknikte ve bilimde Batı medeniyetine mutlak surette ülkemizin yetişmesi gerektiğini belirtir. Ona göre bu güzergahta önümüzdeki tek örnek Batı'dır. Ona göre eğer medeniyet konusunda onlara yetişemezsek yaşamamıza, hatta bize Allah'ın emaneti olan İslam dinini yaşatmamıza imkân yoktur.  Çünkü Müslümanlar, 500 yıldan fazladır çalışmayı bıraktılar. Gevşekliğe, eğlenceye, ahlaksızlığa düştüler. Avrupalılar ise gözlerini açarak, alabildiğine terakki ettiler. Denizlerin dibinde gemi yüzdürüyorlar, göklerde ordular dolaştırıyorlar... Onların sahip oldukları her şeyi elde etmek için çalışmak Müslümanlara farz-ı ayndır.

M. Akif, Batı'nın son derece planlı programlı hayat tarzına da işaret ederek Müslümanların da öyle davranmasını ister. Şöyle der:

Çalış dedikçe şeriat, çalışmadın, durdun;

Onun hesabına birçok hurafe uydurdun.

Sonunda bir de "tevekkül" sokuşturup araya,

Zavallı dini çevirdin onunla maskaraya.

İşte M. Akif Ersoy kör taassup sonucunda, yanlış bir dini ve eksik bir İslamiyeti benimseyen ve yeniliğe, ilim ve tekniğe açık olmayan din mutaassıplarına, Kur'an'ın sadece lafzına saygı gösteren fakat manasını öğrenmeye hiç niyeti olmayan sözde hoca ve âlimlere seslenirken de yine Abdürreşid İbrahim'in dilinden şöyle der:

"Sormayın gördüğüm âlemleri hiç söylemeyeyim;
Yâdı temkinimi sarsar da kan ağlar yüreğim.
O Buhara! O mübarek, muazzam toprak.
Zilletin koynuna girmiş uyuyor müstağrak.
İbn-i Sinaları yüzlerce doğurmuş o iklim,
Tek çocuk vermiyor ağuşuna ilmin ne akim.
O rasadhane-i dünya, o Semerkand'ı bile.
Öyle dalmış ki hurufata mazisiyle;
Ay tutulmuş, "Kovalım şeytanı kalkın!" diyerek,
Dümbelek çalmada binlerce kadın, kız, erkek!
Bu havalide cehalet ne kadar çoksa, nifak,
Daha salgın, daha dehşetli... Umumen ahlak.
Çok bozuk az gelecek namütenahi düşkün.
Öyle murdarını görmekteki insan fuhşun.
Bırakın, söyleyemez, mevkiimiz camidir.
Başka yer olsa da, tafsile hâyâ manidir.
Ya taassupları? Hiç sorma nasıl maskaraca.
O, uzun hırkasının yenleri yerlerde hoca,
Hem bakarsın eşi yok dine teaddisinde(tecavüzünde)
Hem ne söylersen olur dini hemen rencide.
Milletin hayrı için ne düşünsen; bidat.
Şer'i tağyir ile, terzil ise-haşa- sünnet.
Ne Huda'dan sıkılırlar, ne de Peygamberden.
Bu ilimsiz hocalardan, bu beyinsizlerden.
Çekecek memleketin hali ne olmaz? Düşünün!
Sayısız medrese var gerçi Buhara'da bugün.
Okunandan ne haber? On para etmez fenler,
Ne bu dünyada soran var, ne de ukbada geçer."

M. Akif, bununla da yetinmez; İslam'ı yanlış anlayan halk kesimini ve onların liderleri durumundaki hoca ve hoca kisveli kimseleri ağır bir dille eleştirir. Kendisi

 كُنتُمْ خَيْرَ أُمَّةٍ أُخْرِجَتْ لِلنَّاسِ تَأْمُرُونَ بِالْمَعْرُوفِ وَتَنْهَوْنَ عَنِ الْمُنكَرِ

ayetini(Âl-i İmrân: 3/110) tefsir ederken şöyle der:

Bir zamanlar biz de millet, hem nasıl milletmişiz,

Gelmişiz dünyaya, milliyet nedir öğretmişiz.

Kapkaranlıkken bütün afak-ı insaniyetin,

Nur olup fışkırmışız, ta sinesinden zulmetin.

Bir taraftan dinimiz, ahlakımız, imanımız,

Bir taraftan seyfe makrun, adlimiz, ihsanımız.

Biz neyiz şimdi, seyreyle artık, bir de fikret neymişiz,

Din de kürkün aynı olmuş, ters çevirmiş giymişiz.

M. Akif'in "İslam'ı kürk zannedip, ters çevirmiş giymişiz" mısraı, aslında 20. asrın Müslümanlarının ahval-i perişanı hakkında fazla söze hacet bırakmıyor.

Akif, başka bir şiirinde, Müslümanların, düşmanları karşısındaki perişan durumlarını ve Batı mütegallibeleri karşısındaki acıklı hallerini farklı ve trajik-komik bir misalle anlatır. Şöyle der:

Kurd uzaklardan bakar, dalgın görürmüş merkebi. Saldırırmış ansızın yaydan boşanmış ok gibi. Lakin aşk olsun ki, aldırmaz otlarmış eşek, Sanki tavşanmış gelen yahut kılıksız köstebek! Kar sayarmış bir tutam ot fazla olsun yutmayı... Hasmı, derken, çullanırmış yutmadan son lokmayı!... Bu hakikattir bu, şaşmaz, bildiğin usluba sok: Halimiz merkeple kurdun aynı… asla farkı yok. Burnumuzdan tuttu düşman; biz boğaz kaydındayız; Bir bakın: hala mı hala ihtiras ardındayız! (Ama artık), Zevke dalmak şöyle dursun, vaktimiz yok mateme! Davranın zira gülünç olduk bütün âleme, Ama M. Akif hiçbir zaman ümitsiz olmadı. Zira ona göre bir milleti öldüren ümitsizlik, ihya eden de ümittir. Ümitsiz insanı ölüye benzeten M. Akif, Müslümanların düştükleri bu ümitsizlik deryasına bakarak çok hayıflanır. Ümitli olmanın imanla, ümitsizliğin küfürle eş değer olduğuna inanan merhum, Müslümanları tahrik edercesine onları ümitsizlik bataklığından kurtarmaya çalışır ve hiçbir zaman azmini yitirmez. M. Akif'in ülke adına kurtarıcılık misyonunu yüklediği nesil Asım'ın neslidir. Bu neslin özellikleriyle ilgili tespitleri çok enteresandır. Ona göre Asım, vücudu gibi imanı da kuvvetli, hassas, irfan sahibi, ahlaklı, müspet ilimler okumuş bir gençtir. Milletin yükselmesi için gereken iki güç vardır; o da bilgi ve fazilettir. Biz faziletten uzak düştüğümüz gibi son üç asrın bilgisinden de habersiz bulunuyoruz. Fakat bizler, fazilet devirleri gerçekten parlak olan bir milletin çocuklarıyız. Asım'ın nesli Avrupa'da tahsil görecek, oranın kaynaklarından en geniş şekilde faydalanacak, bunları yurda taşıyarak, bizimle Avrupalılar arasındaki üç yüz senelik ilim kaybını kapatacak. Böylece, faziletimiz bilgiyle beslenince, en ileri milletlerin seviyesine çıkacağız. M. Akif, zül-cenaheyn'dır. Yani manevi hayatımızın temeli olan dini ihmal etmediği gibi, uygarlığın temeli olan ilmi de asla ihmal etmez. M. Akif "Asım'ın nesli" tezi üzerinden Müslümanlara hep ümit verir ve onları ümitsizliğe karşı uyarır: Der ki:

Atiyi karanlık görerek azmi bırakmak,

Alçak bir ölüm varsa eminin budur ancak.

Dünyada inanmam, hani görsem de gözümle,

İmanı olan kimse, gebermez bu ölümle.

Ey dipdiri meyyit… iki el bir baş içindir,

Davransana eller de senin baş da senindir.

Ye's öyle bataktır ki, düşersen boğulursun,

Ümide sarıl sımsıkı, seyret ne olursun.

Hüsrana rıza verme, çalış, azmi bırakma.

Kendin yanacaksan bari evladını yakma.

Acaba bir gün gelir M. Akif de ümidini kaybedebilir mi? Bu bir soru. Ümmet-i İslamiyenin en bunalımlı dönemleri olan 1913 yıllarında bu satırları yazan M. Akif, daha sonra gittikçe batılılaşan ve İslam'dan uzaklaşan toplumdan, yakın bir zamanda diriliş ümidini kestiğini görüyoruz. Doğrusu onu ümitsiz görmek insanı şaşırtacak bir durumdur.

Ama bu onun ümitsizliğini değil yalnızlığını gösteren ifadelerdir. Yoksa bir mümin asla ümitsizlik girdabına düşmez. Hani hatırlarsınız, Resul-i Ekrem (s.a.v) Taif'te saldırıya uğrayınca çaresiz kalmış ve bir duvara yaslanarak şöyle buyurmuştu:

"Ya Rabbi, gücümün zayıflığını tedbirimin kusurunu ve insanların nazarındaki önemsizliğimi sana şikâyet ediyorum. Ya Erhamerrahimin, zayıfların ilahı sensin. Benim Rabbim sensin. Beni kime bırakıyorsun? Beni imha etmek isteyen yabancılara mı? Yoksa mukadderatıma hâkim olmak isteyen düşmanlarıma mı? Ben senin gazabına uğramayayım da başka bir şey istemem."

İşte M. Akif de:

Ya Rab bu uğursuz gecenin yok mu sabahı?

Mahşerde mi biçarelerin yoksa felahı?

Nur istiyoruz, sen bize yangın veriyorsun,

Yandık diyoruz, boğmaya kan gönderiyorsun.

derken, Allah'ı insanlara şikayet etmiyor, tam tersi Müslümanların halini Allah'a arz ediyor. Bu bir şikâyetnamedir. Devamla şöyle diyor:

Esmezse eğer şu ezeli nafha yakında,

Ya Rab, o cehennemle bu tufan arasında.

Toprak kesilip kum kesilip alem-i İslam,

Hep fışkıracak yerlerin altındaki esnam.

Bizar edecek korkuyorum Cedd-i Huseyn'i,

En son salib ormanı görmek haremeyni.

Bin üçyüz otuzbeş senedir arz-i Hicazın,

Ateşli muhitindeki suzişli niyazın,

Emvac-ı huruşaver olurken melekuta,

Çan sesleri boğsun da, gömülsün mü sukuta?

Sönsün mü ilahi şu yanan meş'al-i vahdet?

Teslis ile çöksün mü, bütün aleme zulmet?

Üçyüz şu kadar milyonu canlandıran iman,

Olsun mu beş on serserinin ilhadına kurban?

Enfas-i habisiyle beş on ruh-u leimin,

Solsun mu o parlak yüzü Kur'an-ı Hakimin?

İslam ayakaltında sürünsün mü nihayet?

Ya Rab, bu ne hüsrandır, İalhi bu ne zulmet?

Mazlumu nedir ezmede ezdirmede mana?

Zalimleri adlin, hani öldürmedi hala?

Aslında bu şikâyetname Akif'in Allah'a yaptığı bir arzuhalidir. Bir dilekçedir. Yalnızlığını ve kimsesizliğini Allah'a arz etmesidir. Zahiren bir ümitsizlik koksa da haddi zatında büyük bir şevk ve heyecan içeriyor. Bu yüzden Akif şikâyetnamedeki üslubunu gittikçe sertleştiriyor:

Ya Rab, cani geziyor dipdiri, can vermede masum,

Suç başkasının da niçin başkası mahkûm?

Eyvah, beş-on kâfirin ilhadına kandık,

Bir uykuya daldık ki, Cehennemde uyandık.

Mademki Ey adl-i İlahi yakacaktın,

Yaksaydın a o mel'unları…Tuttun bizi yaktın.

Küfrün o sefil elleri ayatını sildi,

Binlerce cevami yıkılıp hâke serildi.

Kalmışsa bir iki mabed, o da mürted.

Göğsündeki haç, küfrüne fetvay-ı müeyyed.

İslam'ı elinden tutacak kaldıracak yok,

Na hak yere feryad ediyor, acize hak yok.

Yetmez mi musab olduğumuz bunca devahi?

Ağzım kurusun yok musu ey adl-i İlahi?

İşte bu şekilde kendisini yalnız hisseden M. Akif, Erhamürrahimin olan Allah'a sığınıyor. Hatta M. Akif'in yaşadığı toplum o kadar bozulmuş, o kadar kokmuş ki, bazen ölülerin dünyasını bile Müslümanların hayatlarından daha canlı olduğunu düşünüyor. Mezarlık adlı şiirinde mezaristana seslenirken dediği gibi:

Ey Mezaristan, ne âlemsin, ne yüksektir fitratın!

Sende gizlidir, en güzide evlad-ı insaniyetin.

Şanlı bir tarihsin, mazi-i millet sendedir,

Varsa ibret sendedir, hikmet elbette sendedir.

Devr-i istila durur yâdında, devlet sendedir.

Çünkü hürriyet, hamaset sende, gayret sendedir.

Zindegi zillettir artık, bence izzet sendedir.

Ama Akif'in büyük umutlar beslediği Asım'ın nesli'nin Çanakkale savaşlarında büyük bir çıkış yaptığını ve dünyayı şaşkınlığa çevirdiğini dile getiriyor. Diyor ki:

Asım'ın nesli… diyordum ya, nesilmiş gerçek,

İşte çiğnetmedi namusunu, çiğnetmeyecek

Şüheda gövdesi bir baksana dağlar, taşlar,

O rükû olmazsa dünyada eğilmez başlar.

Vurulup tertemiz alnından uzanmış yatıyor,

Bir hilal uğruna ya Rab ne güneşler batıyor.

Ey bu topraklar için toprağa d,şmüş asker!

Gökten ecdad inerek öpse o pak alnı değer.

Ne büyüksün ki, kanın kurtarıyor tevhidi,

Bedr'in asrlanları ancak bu kadar şanlı idi.

Sana dar gelmeyecek makberi kimler kazsın?

Gömelim gel seni tarihe, desem, sığmazsın.

Herc-u-merc ettiğin edvara da yetmez o kitap,

Seni ancak ebediyetler eder isti'ab.

 

 

Bu yazıya yorum yazın


Not: Yanında (*) işareti olanlar zorunlu alanlardır.

Bu yazıya gelen yorumlar.

DİĞER YAZILAR

Şüphesiz o, korunmuş bir kitapta (yazılı) olan pek şerefli/değerli Kur'an'dır ki O'na temiz olanlardan başkası dokunamaz.

(Vakıa, 77-78-79)

GÜNÜN HADİSİ

Eğer sizden birinizin elinde dikilecek bir hurma fidanı varken, kıyamet kopsa ve onu dikmeye vakit bulursa, hemen o fidanı diksin

250 Hadis, s.27

TARİHTE BU HAFTA

*Kanije müdafaası(18 Kasım 1601) *Hz.Fatıma'nın(r.anha) Vefatı(22 Kasım 632) *İstanbul'un Müttefikler Tarafından İşgali(23 Kasım 1918) *Alparslan'ın Şehadeti(24 Kasım 1072) *Öğretmenler Günü(24 Kasım)

ANKET

Sitemizle nasıl tanıştınız?

Yükleniyor...

SİTE HARİTASI