İBADETİN BOYUTLARI-1

Tanım ve Kapsam İslam’da ibadet, özel anlamda Allah’ın belli zaman dilimlerinde yapmamızı emrettiği namaz, oruç, zekât ve hac gibi fiillerdir. Genel anlamda ise, ibadetin çok geniş ve kapsayıcı bir anlamı vardır. İslam’a göre ibadet insanın yaratılışının temel amacıdır.


Prof. Dr. Musa Kazım Yılmaz

musakazimyilmaz@gmail.com

2016-02-01 12:24:08

Tanım ve Kapsam

 İslam'da ibadet, özel anlamda Allah'ın belli zaman dilimlerinde yapmamızı emrettiği namaz, oruç, zekât ve hac gibi fiillerdir. Genel anlamda ise, ibadetin çok geniş ve kapsayıcı bir anlamı vardır. İslam'a göre ibadet insanın yaratılışının temel amacıdır. Nitekim Allah Teâlâ insanın hakiki vazifesini ve hayatının gayesini anlatma sadedinde şöyle buyuruyor: (وَمَا خَلَقْتُ الْجِنَّ وَالْإِنْسَ إِلَّا لِيَعْبُدُونِ مَا أُرِيدُ مِنْهُمْ مِنْ رِزْقٍ وَمَا أُرِيدُ أَنْ يُطْعِمُونِ إِنَّ اللَّهَ هُوَ الرَّزَّاقُ ذُو الْقُوَّةِ الْمَتِينُ)  "Ben cinleri ve insanları, ancak bana kulluk etsinler diye yarattım. Ben onlardan bir rızık istemiyorum. Bana yedirmelerini de istemiyorum. Şüphesiz Allah rızık veriyor, güçlüdür ve çok kuvvetlidir"(1) Bu ayet, rızık elde etmek bahanesiyle ibadeti terk etmemesi konusunda insanı uyarmaktadır. Allah demek istiyor ki: "Ey cinler ve insanlar! Siz ibadet için yaratılmışsınız. Rızık elde etmek de, emr-i ilahi noktasında bir nevi ibadettir. Sizin rızıklarınızı ben veriyorum. Çünkü Rezzak benim. Siz rızık elde etmeyi bahane edip ibadeti terk etmeyiniz."(2)

Allah'ın emrine uygun olsun diye insanın yaptığı bütün işler, namaz kılması, çalışması, duruşu, hareketi, kısacası hayatı boyunca yaptığı ve Allah'ın hoşuna giden bütün fiilleri ibadet sayılır. Allah, (قُلْ إِنَّ صَلَاتِي وَنُسُكِي وَمَحْيَايَ وَمَمَاتِي لِلَّهِ رَبِّ الْعَالَمِين) "De ki: Benim namazım da, diğer ibadetlerim de, yaşamım da ölümüm de âlemlerin rabbi Allah içindir"(3) ayetiyle insanın hiç bir fiilini ibadet kapsamının dışında bırakmamıştır.

Bu açıdan denilebilir ki: İslam'da ibadet için müminlerin hareketlerine ve düşüncelerine bir sınırlama getirilmemiştir. Çünkü ibadet, Allah rızası için mümin kullardan sadır olan bütün hisler, düşünceler ve fiillerdir. Namaz kılmak, oruç tutmak, sadaka vermek, Allah yolunda nefsiyle ve malıyla cihat etmek, Allah'ın mahlûkatında ibretle tefekkür etmek, muhtaçlara yardım etmek, kötülüklerle mücadele etmek, helallere talip olmak ve haramlardan uzaklaşmak, adil davranmak… Bütün bunlar, eğer Allah'ın emrine boyun eğmek için yapılıyorsa birer ibadettirler. Nitekim Rasulüllah (s.a.v): (أفضلُ العبادة عفّة البطن والفرج) "İbadetin en efdali midesini ve ırzını korumaktır" buyuruyor.(4) Diğer taraftan kişinin, kendi nefsi için istediğini mümin kardeşi için istememesi halinde gerçek mümin olamayacağını ifade eden hadisler, diğerkâmlığın da büyük bir ibadet olduğunu açıkça ifade ediyor.(5) Hatta düşman hattında, ağır şartlar altında tutulan bir saat nöbet bazen bir sene ibadet hükmüne geçebilir.(6)

Ancak İslam âlimleri, özellikle fıkıh bilginleri, Müslümanların hareketlerini iki kısma ayırmışlardır. Birincisi Allah'a yaklaşmak (kurbiyyet) niyetiyle yerine getirilen hareketler (ibadat); ikincisi de Allah'a yaklaşmak (kurbiyyet) kasdı olmadan yerine getirilen fiillerdir (Muamelat). Mesela alış veriş yapmak, nikâh akdi yapmak, boşamak, ya da miras paylaşmak, kısacası muamelat denilen işleri yapmak için kurbiyyet niyeti şart değildir. Ama namaz, oruç, hac ve dua için kurbiyyet baştan sona kadar devam etmesi gerekir. Namaz, oruç, zekât, hac, dua, cihat, emr-i bi'l-maruf ve nehy-i an'i-münker Allah'a yaklaşmak niyetiyle yerine getirildikleri için "İbadet" kavramı, ıstılahî anlamda adeta bunlara tahsis edilmiştir. Oysa Kur'an'da veya hadiste ibadetle ilgili olarak böyle bir tasnif söz konusu değildir. Dolayısıyla ticaret yapan, alış veriş yapan ya da evlenen bir mümin de, helal dairesinde kalmaya gayret ettiği takdirde ibadet etmiş sayılır.

İbadetin Kısımları

Kuşkusuz insan dâhil, yer, gök, güneş, ay ve yıldızlar; hâsılı bütün mahlûkat Allah'a ibadet etmektedir. Nitekim (ثُمَّ اسْتَوَى إِلَى السَّمَاءِ وَهِيَ دُخَانٌ فَقَالَ لَهَا وَلِلْأَرْضِ اِئْتِيَا طَوْعًا أَوْ كَرْهًا قَالَتَا أَتَيْنَا طَائِعِينَ) "Sonra duman halinde bulunan göğe yöneldi; ona ve yeryüzüne: "İsteyerek veya istemeyerek gelin" dedi. İkisi de: "İsteyerek geldik" dediler"(7) ayeti, arzın ve semanın toplu halde Allah'a itaat ettiğini ifade etmektedir

Diğer taraftan,: (أَلَمْ تَرَ أَنَّ اللَّهَ يَسْجُدُ لَهُ مَن فِي السَّمَاوَاتِ وَمَن فِي الأَرْضِ وَالشَّمْسُ وَالْقَمَرُ وَالنُّجُومُ وَالْجِبَالُ وَالشَّجَرُ وَالدَّوَابُّ وَكَثِيرٌ مِّنَ النَّاسِ) "Görmez misin ki, göklerde olanlar ve yerde olanlar, güneş, ay ve yıldızlar, dağlar, ağaçlar ve hayvanlar ve insanların birçoğu Allah'a secde eder"(8) ayeti, insan dahil bütün mahlukatın Allah'a secde ettiklerini açık bir şekilde dile getirmektedir.. 

Ancak ayette geçen "…ve insanların birçoğu…" kaydından da anlaşıldığı gibi mahlûkatın ibadetlerini iki grupta mütalaa etmemiz gerekir. Birinci grup insanların ibadetleridir. Bu ibadetler iradîdir; yani insan cüzî iradesini kullanarak ve bir tercihte bulunarak bu ibadeti yerine getirmektedir. Yine ayetten anlaşıldığı gibi bir kısım insanlar da yaratıcılarına ibadet etmeyi tercih etmiyorlar. İkinci grup ise, insan dışındaki mahlûkların ibadetleridir ki, bu ibadetler iradî değildir. Başka bir deyimle, insan dışındaki mahlûkatın (meleklerin, hayvanların, bitki ve cansızların) ibadetleri, kendi iradeleriyle yaptıkları ibadetler değildir.

Bediüzzaman yukarıda zikredilen Hac Suresinin 18. ayetini tefsir ederken, mahlûkatın Allah'a göre olan durumlarını, tıpkı bir padişahın, bir sarayın inşaatında çalıştırdığı amelelerin durumuna benzetir. Ona göre bir büyük padişah, bir saray inşa etmek istediği zaman o sarayın inşaatında dört çeşit amele çalıştırır. Birinci kısım padişahın köleleridir. Bunların ne maaşları ne de ücreti var. Onlar sadece efendilerinin emriyle yaptıkları her işten, latif bir zevk ve hoş bir şevk almaktadırlar. Efendilerine sundukları övgüler ve senalar onların zevklerini ve şevklerini arttırır. Onlar o mukaddes efendilerine intisaplarını büyük bir şeref telakki ederek bu intisap zevkiyle iktifa ediyorlar. Bu yüzden ücrete, maaşa, ya da rütbeye muhtaç değillerdir.

Sarayın inşaatında çalışan ikinci kısım amele, bazı amî hizmetkârlardır. Ne amaçla çalıştıklarını bilmiyorlar. Padişah kendi fikrine ve ilmine göre onları çalıştırıyor. Buna karşılık onların amelelerine uygun bir cüzî ücret dahi veriyor. O hizmetkârlar yaptıkları işlere ne çeşit küllî gayeler, ne büyük maslahatlar terettüp ettiğini bilmiyorlar. Hatta onlardan bazıları amellerinin, kendilerine ait bir ücretten başka bir amaç taşımadığını sanıyorlar. 

Üçüncü kısım, mülk sahibinin bazı hayvanlarıdır. Onlar sarayın binasında bazı işlerde istihdam ediliyorlar. Buna karşılık padişah onlara sadece bir yem veriyor. Ne var ki, onların da yeteneklerine uygun işlerde çalışmaları, onlara manevi bir lezzet veriyor. Çünkü bir kabiliyet ve bir istidat, fiil ve amel suretine girse, genişlemeye başlar ve bir lezzet verir. Hatta bütün faaliyetlerdeki lezzet bu sırdandır. Şu kısım hizmetkârların ücret ve maaşları yalnız yemleri manevi lezzetleridir.

Dördüncü kısmı teşkil eden ameleler ise, ne iş yaptıklarını, ne amaçla çalıştıklarını ve kimin için çalıştıklarını, padişahın ne maksatla böyle bir sarayı inşa ettiğini çok iyi biliyorlar. Kuşkusuz bu grubu oluşturan amelelerin, diğer gruplara bir üstünlükleri vardır ve olmalıdır.(9)

Bu misali zkrettikten sonra Bediüzzaman şunu söylüyor: "Aynen bunun gibi, semâvât ve arzın Mâlik-i Zülcelâli ve dünya ve âhiretin Bâni-i Zülcemâli olan Rabbü'l-âlemîn, değil ihtiyaç için -çünkü her şeyin Halıkı Odur- belki izzet ve azamet ve rubûbiyetin şuûnâtı gibi bâzı hikmetler için şu kâinat sarayında, şu daire-i esbâb içinde hem melâikeyi, hem hayvanâtı, hem cemâdât ve nebâtâtı, hem insanları istihdam ediyor. Onlara ibâdet ettiriyor. Şu dört nevi mahlûkatı ayrı ayrı vezâif-i ubûdiyetle mükellef etmiştir."(10)

Buradan anlıyoruz ki, insanın ibadetini diğer mahlûkatın ibadetinden ayıran en önemli kayıt "iradîlik"tir; yani insanın kasten ve bizzat Allah'a yönelmiş olmasıdır. Nitekim Allah Kur'an'da bu kayda işaretle: (إِنَّ الَّذِينَ يَسْتَكْبِرُونَ عَنْ عِبَادَتِي سَيَدْخُلُونَ جَهَنَّمَ دَاخِرِينَ) "Bana ibadet etmeyi bırakıp büyüklük taslayanlar aşağılanarak cehenneme gireceklerdir"(11) buyurmaktadır. Ayette geçen "istikbar" kelimesi büyüklük taslayarak yüz çevirmek anlamındadır. Oysa meleklerde nefis olmadığı için "istikbar" onlar için söz konusu değildir. Üstelik Allah melekler hakkında (إِنَّ الَّذِينَ عِنْدَ رَبِّكَ لَا يَسْتَكْبِرُونَ عَنْ عِبَادَتِهِ ) "Kuşkusuz Rabbin katındakiler O'na kulluk etmekten kibirlenmezler"(12) buyurmaktadır. Anlaşılıyor ki, İslam'da insana yönelik ibadet mefhumunda dikkati çeken iki önemli mana vardır: Birincisi, boyun eğmek ve tezellül etmektir. İkincisi de bu tezellül ve boyun eğmenin kasdî olmasıdır.

Tefekkürî İbadet

İnsanı yaratıcısına bağlayan en önemli şey tefekkür yoluyla yapılan ibadettir. İnsan Allah'ın mahlûkatında tefekkür etmekle ona yakınlaşır. Hatta tefekkürün en büyük vasıtası olan akıl, iman ve marifet-i ilahiye için en büyük bir araçtır. Çünkü yaratılışın en büyük gayesi Allah'a imandır. İnsanlığın en yüce mertebesi de Allah'a iman içindeki marifetullah'tır; yani Allah'ı tanımaktır. Ayrıca cinlerin ve insanların en büyük saadetleri marifetullah içindeki muhabbetullahtır; yani Allah'ın sevgisidir. Yine insan ruhu için en büyük sevinç muhabbetullah içindeki ruhani lezzettir. Bu açıdan denilebilir ki, hakiki saadet ve safi lezzet marifetullahtadır. Allah'ı tanıyan ve seven sonsuz saadete mazhardır. Onu hakiki tanımayan, bilmeyen ve sevmeyen bedbahttır ve sonsuz mutsuzluklara müptela olur.(13)

Kur'an-ı Kerim insanların nazarların tefekküre ve mütefekkirlere çevirmektedir. Şöyle der: (فَبَشِّرْ عِبَادِ ي الذِينَ يَسْتَمِعُونَ القَوْلَ فَيَتَّبِعُونَ أَحْسَنَهُ أُولئِكَ الذِينَ هَدَاهُمُ اللهُ وَأُولئِكَ هُمْ أُولُو الالبَابِ ) "Sözü dinleyip de onun en güzeline uyanlar var ya, işte onlar Allah'ın hidayete erdirdiği kimselerdir. İşte onlar akıl sahiplerinin ta kendileridir."(14)

Bir diğer ayette Allah âlim insanlara ve mütefekkirlere dikkatlerimizi çekiyor ve: (إِنَّمَا يَخْشَى اللهَ مِنْ عِبَادِهِ العُلَمَاءُ) "Allah'a karşı ancak, kulları içinde âlim olanlar derin saygı duyarlar."(15) buyuruyor.

Diğer taraftan Sirriyü's-Sakatî'ye isnat edilen bir söz de ( تفكّر ساعة خير من عبادة سنة) "Bir an tefekkür etmek bir yıl ibadetten daha hayırlıdır" denilmiştir. Bütün bunlar tefekkürün merkezi olan akılla ve imanın merkezi olan kalb ile yapılan tefekkürî ibadet, samimiyet ve ihlâs sınavından geçtiği takdirde insanı Allah'a daha çok yakınlaştırdığını ortaya koymaktadır.

Dipnotlar

1-Zariyat, 51/56-58.

2-Said Nursi, Lemalar (28. Lema), s. 276.

3-Enam, 6/162.

4-Tirmizi, Da'avat, 115.

5-Buhari, İman, 7; Müslim, İman, 71.

6-Said Nursi, Sözler, ( 13. Söz), s. 137.

7-Fusilet, 41/11.

8-Hac, 22/18.

9-Said Nursi, Sözler, s. 317.

10-a.g. e. a.y.

11-Mümin, 40/60.

12-Araf, 7/206.

13-Mektubat, s. 258; Zehra Yayıncılık, İst., tarihsiz.

14-Zümer, 39/18.

15-Fatır, 35/ 28.

 

 

Bu yazıya yorum yazın


Not: Yanında (*) işareti olanlar zorunlu alanlardır.

Bu yazıya gelen yorumlar.

DİĞER YAZILAR

Kim Allah'a güvenip dayanırsa, Allah ona yeter.

Talak,3

GÜNÜN HADİSİ

"Kişi, dostunun dini üzeredir. Bu nedenle, kiminle dost olacağına dikkat etsin!"

Ebû Dâvud

TARİHTE BU HAFTA

*Kanije müdafaası(18 Kasım 1601) *Hz.Fatıma'nın(r.anha) Vefatı(22 Kasım 632) *İstanbul'un Müttefikler Tarafından İşgali(23 Kasım 1918) *Alparslan'ın Şehadeti(24 Kasım 1072) *Öğretmenler Günü(24 Kasım)

ANKET

Sitemizle nasıl tanıştınız?

Yükleniyor...

SİTE HARİTASI