Kaderimiz çiziliyse kararlarımızdan niye sorumlu tutuluyoruz? Yok eğer hür irademiz varsa, niye bazı şeyleri seçtiğimizde cehenneme atılıyoruz?


2002-11-05 19:51:28

Şimdi de bu sorunun cevabını vermeye çalışalım. Şüphesiz ki, insanda hürriyet, ve bir seçme kabiliyeti vardır. Ve o hürriyet, irâde ve seçmeye göre; iyi ve kötü, sevap ve günah insana nispet edilir. İnsan irâde ve isteğinin, meydana gelen neticeler karşısında, ağırlığı ne olursa olsun; o irâde, Yüce Yaratıcı tarafından bir şart ve sebep olarak kabûl edilmişse, onu hayırlara ve şerlere çevirmesine göre suçlu veya suçsuz olması; irâde dediğimiz şeyin hayra veya şerre meyil göstermesine dayanmaktadır. Bu meylin neticesinde meydana gelen hâdise, insanoğlunun sırtına vurulmayacak kadar ağır da olsa, o bu meyille ona çağrıda bulunduğu için, sorumluluk da ona aittir... Meselâ, O Yüce Zât, iklimlerin değişmesi gibi çok büyük bir hâdiseyi, bizim nefes alıp vermemize bağlamış olup da, dese ki; "Eğer dakikada, şu miktarın üstünde nefes alıp verirseniz, bulunduğunuz yerin coğrafi durumunu değiştiririm." Bizler, nefes alıp-verme ile, iklimlerin değişmesi arasında bir münâsebet görmediğimiz için, yasak edilen şeyi işlesek; o da, va'dettiği gibi iklimleri değiştirse, takatımızın çok üstünde dahi olsa bu işe, biz sebebiyet verdiğimiz için, suçlu da biz oluruz. İşte bunun gibi, herkes elindeki cüz'i irâde ve ihtiyâriyle, sebebiyet verdiği şeylerin neticelerinden ötürü, ya suçlu sayılır ve ceza görür veya vefâlı sayılır mükâfâta mazhar olur. Yani, ölüme sebebiyet veren de suçlu olur; Allah tarafından affedilmediği takdirde de mutlaka ceza görür. Şimdi, biraz da meselenin ikinci şıkkı üzerinde duralım. Yani, Yaratıcının, herşeyi çepeçevre içine alan ilmiyle, insan irâdesinin durumu mevzuu... Allah'ın ilmine göre, bütün varlık ve varlık ötesi herşey, sebeb ve neticeleriyle içiçe ve yanyanadır. O noktada, önce-sonra; sebeb-netice; evlat-baba, bahar-yaz bir vâhidin (tek’in) iki yüzü hâline gelir. Ve yine o ilme göre sonra, önce gibi; netice, sebep gibi bilinir ve hükmedilir. Kimin, hangi yönde nasıl bir meyli olacak ve kim âdi bir şart ve sebebden ibaret olan irâdesini, hangi yönde kullanacak, bütün bunlar, önceden bilindiği için; o sebeblere göre meydana gelecek neticeler takdir ve tesbit etmek, insan irâdesini bağlamamakta ve zorlamamaktadır. Aksine, onun meyilleri hesaba katılarak hakkında takdirler yapıldığı için, irâdesi kabûl edilmekte ve destek görmektedir. Nitekim, bir büyük zât, hizmetçilerine: "Sizler öksürüğünüzü tuttuğunuz zaman, şahâne hediyeler elde edeceksiniz; sebepsiz öksürdüğünüz takdirde ise, hediyeleri kaybetmekle beraber, bir de azar işiteceksiniz" dese, onların irâdesini kabûl etmiş ve desteklemiş olur. Aynen öyle de, Yüce Yaratıcı kullarından birine: "Sen şu istikâmette bir meyil gösterecek olursan, ben de, senin meyil gösterdiğin o şeyi yaratacağım. Ve, işte senin o meyline göre de, şimdiden onu belirlemiş bulunuyorum." dese, O'nun irâdesine ehemmiyet atfetmiş ve kıymet vermiş olur. Yani "ilk belirleme"de irâdeyi bağlama olmadığı gibi, insanı, rızâsının tersine herhangi bir işe zorlama da yoktur. Ayrıca kader ve ilk belirleme Allah'ın ilmi proğramlarından ibaretdir. Yâni, kimlerin hangi istikâmetlerde meyilleri olacak, onu bilmesi ve kendinin yapıp yaratacağı şeylerle, bir plân ve proğram hâline getirmesi demektir. Bilmekse, hâriçte olacak şeylerin, şöyle veya böyle olmasını gerektirmez. Hâriçte olup biten şeylerin, şöyle veya böyle olmasını, insanın meyillerine göre, yaratıcının kudret ve irâdesi icad eder. Bu itibarla varlığa erip meydana gelen şeyler, öyle bilindikleri için varolmuş değillerdir. Bilâkis, var oldukları şekillerle bilinmektedirler ki; ilk takdir ve ta'yin de, işte budur. İslam felsefecileri bunu, "ilim, malûma tâbidir" sözüyle ifâde ediyorlardı. Yâni, nasıl olacak öyle biliniyor; yoksa öyle bilindiği için meydana gelmiyor. Nasıl ki, bizim, ilmi tasarı ve plânlarımız pratikte, tasavvur ettiğimiz şeylerin vücûd bulmasını gerektirmez. Öyle de, Yüce Yaratıcı’nın tasarı ve plânları sayabileceğimiz ilk belirlemeler de, hariçte, herhangi bir şeyin varolmasını mecbûri kılmaz. Hâsılı; Allah, olmuş, olacak her şeyi kuşatan geniş ilmiyle; sebepleri neticeler gibi; neticeleri de sebepler gibi bilmektedir. Kimlerin iyi işler yapmaya niyet edeceklerini ve kimlerin kötü şeylere teşebbüste bulunacaklarını ve bu teşebbüs ve niyetlere göre neler yaratacağını belirlemiş ve takdir etmiştir. Zamanı gelince de, mükellefin meyil ve niyetlerine göre, takdir buyurduğu şeyleri dilediği gibi yaratacaktır. Onun için, bir insanın nasıl ve ne zaman öleceğinin ve bir başkasının da bu fiile sebebiyet vereceğinin önceden tayin edilmiş olması, mesûliyeti giderici değildir. Zirâ takdir, onun hürriyet ve irâdesi hesaba katılarak yapılmıştır. (A.G.T.) Önümüzdeki hafta bu konuya devam edeceğiz. Zannediyorum o zaman mesele daha da iyi anlaşılacaktır.

Bu yazıya yorum yazın


Not: Yanında (*) işareti olanlar zorunlu alanlardır.

Bu yazıya gelen yorumlar.

isimsiz katip, 2022-01-21 20:51:01

Şimdi bu izahattan sonra sanki bu sorular Kader mefhumunun avam halk nezdinde ki gibi algılamak neticesinde sorulan bir soruyu bildiriyor. ‘Kaderim de varmış onun için böyle yaptım’ dercesine… Hâlbuki Kaderden maksat ‘ameline mecbur olmak’ demek değildir. Kader, Allah cc. nün ezeli ve ebedi ilmiyle mahlûkatı yaratmadan önce her bir hadisin nerede ne zaman ne şekilde hareket edip söylemlerini bilmesidir. Yoksa Allah cc. bildiği için, insan amelini izhar etmiyor. Ve bunun neticesinde kendisinden iradesi selp edilip bir şeylere mecbur olmuyor. Çünkü ilim sıfatı ‘Kudret gibi Tesir, İrade gibi tahsis sıfatı değil bilakis keşif sıfatıdır.’ Onun için bir kişinin kaderimde Allah cc. böyle yazmış demesi sanki İlim sıfatına ‘tesir’ mahiyetini hamletmek olur ki bu ise muhaldir. Bu vb. manalarda bir sıfata başka bir sıfatın mahiyetini hamledilmesi ‘kalbul hakaik’ olur ki muhal lazım gelir. Dolayısıyla bir kişinin kaderinde yazılan şeylerin, cüz’i ihtiyari iradesine engel değildir. Çünkü İlim tesir sıfatı değildir. Kaderini kendisine kalkan olarak kullanıp her amelini cehaletten kadere yüklemesinin bir hakikati de olmayacaktır. Evet, kişi kaderinde yazılan hiçbir şeyin aksini yapamaz. Fakat, yapamaması iradesinin selp edilişinden dolayı değil, Allah cc. nün İlim sıfatının Kemalinden dolaydır. Çünkü kişinin kaderinden gayrı bir amel işlemesi demek Allah cc. nün cehaletini, muhtaçlığını ve noksanlığını iktiza eder. Vacibul Vucutun bunlarla muttasıf oluşunun butlanı defaten geride zikredildi. Geride geçen izaha binaen sorunun diğer kısımlarında dile getirilen ‘ hür irademiz varsa, niye bazı şeyleri seçtiğimizde cehenneme atılıyoruz, seçme yeteneğimiz var, fakat bazı şeyleri seçmememiz isteniyorsa bu yeteneğin ne kadar anlamı var..’ tarafı ise açıklığa kavuşmuş olacaktır. Zira, Vacibul Vucut olan ve mutlak ilmi ile biz yaratılmış varlıkların dünya ve ahiret saadetine göre bir şeylerin yapılmasını ve yapılmamasını istemesi, kişinin iradesinin selp edildiği anlamına gelmeyeceği aşikardır ve laf demagojisi yapmaya yeltenmektir. Evet, seçme yeteneğimize sahip olup seçmemize izin verilmiyorsa kısıtlama altına girer ve seçme yeteneğimizin böylece hiçbir anlamı kalmaz. Fakat kişi kendi özünden ve yaşamından da bilir ki hiçbir seçme yeteneğimize ve amelimize dair izin vermemezlik söz konusu değildir. Bu soruyu soran kişinin içine dert ettiği, can alıcı tarafı, içten içe kabullense de fakat kendi özüne hakikatini kabullendiremediği, inkar etmek suretiyle kendisini teselli ettiği ve her şeye rağmen ‘neden yaptıklarımdan dolayı cehenneme gidiyorum’ tarafıdır ki bunun cevabıda gerideki izahaten anlaşıldı heralde.

Bu yoruma katılıyor musunuz ?

ece, 2006-02-21 17:43:47

gerçekten bende bu konuyu çok merak ediyodum teşekkürler

Bu yoruma katılıyor musunuz ?

DÄ°ÄžER YAZILAR

Soru: Mü’min olduÄŸumuz halde niye geri kaldık?

Soru: Mü’min olduÄŸumuz halde niye geri kaldık?

Bu soru zaman zaman görsel ve yazılı basında, zaman zaman da dost meclislerinde gündeme geliyor

Soru: İslamın kadına bakış açısını kısaca belirtebilir misiniz?

Soru: İslamın kadına bakış açısını kısaca belirtebilir misiniz?

Dinimizde, kadın aynen erkek gibi cemiyetin bir parçası olarak kabul edilir, görüşü alınır

Ey inananlar! Kendinizi ve ailenizi, yakıtı insanlar ve taşlar olan ateşten koruyun. Onun başında, acımasız, güçlü, Allah'ın kendilerine buyurduğuna karşı gelmeyen ve emredildiklerini yapan melekler vardır.

TAHRÃŽM,6

GÃœNÃœN HADÄ°SÄ°

"Kelimetan hafifetan alellisan. Sakiyleten filmizan. Habiybetan ilerrahman: Subhanellahi ve bi hamdihi, subhanellahi'l-azim."

"İki kelime vardır ki, dile hafif, mizanda ağırdırlar: Sübhanellahi ve bi hamdihi, sübhanellahi'l-azim." (Buhari, Deavat: 11/175)

TARÄ°HTE BU HAFTA

ANKET

Sitemizle nasıl tanıştınız?

Yükleniyor...

SÄ°TE HARÄ°TASI