İBADETİN BOYUTLARI-2
İnsan Neden İbadet Etmelidir? Kâinata sathi bir nazar ile bakan kimse bile kâinatın büyük hikmetlerle insan için tasarlandığını ve insanın, bütün mahlûkatın üstünde müstesna bir mizaçta yaratıldığını fark edecektir. İnsan bu farklı mizacı sebebiyle çeşit çeşit meyil ve arzulara sahip kılınmıştır. Bu yüzden insan, hayatında en güzel şeyleri ister ve her zaman en güzel şeylere talip olur; aynı zamanda insaniyetine layık bir geçimle hayatını sürdürmek ister. Fakat insanın aklî, şehevî ve öfkeye yönelik
İnsan Neden İbadet Etmelidir?
Kâinata sathi bir nazar ile bakan kimse bile kâinatın büyük hikmetlerle insan için tasarlandığını ve insanın, bütün mahlûkatın üstünde müstesna bir mizaçta yaratıldığını fark edecektir. İnsan bu farklı mizacı sebebiyle çeşit çeşit meyil ve arzulara sahip kılınmıştır. Bu yüzden insan, hayatında en güzel şeyleri ister ve her zaman en güzel şeylere talip olur; aynı zamanda insaniyetine layık bir geçimle hayatını sürdürmek ister. Fakat insanın aklî, şehevî ve öfkeye yönelik duyguları sınırlandırılmadığı için hayatını sürdürürken zulüm ve tecavüzlere sebebiyet verebilir. Kuşkusuz bu tecavüzleri önlemek için insanlar adalete muhtaçtırlar. İnsan aklı ise tek başına adaleti sağlayacak bir mekanizmaya sahip olamaz. Adaleti sağlamak konusunda insanın külli bir akla ihtiyacı vardır. Bu külli akıl ise yaratıcının gönderdiği peygamberler ve kanunlardır. Bu da ibadetle elde edilebilir. Çünkü yaratıcının emirlerine itaati sağlayabilmek, ancak onun azametini zihinlerde tespit ettirmekle mümkündür. Bu tespit de ancak imana dair hükümlerin tecellisiyle mümkündür. Bu da ancak tekrar ile yenilenen ibadetle mümkündür.(1)
Kâinatta boş ve abes hiçbir şey yoktur. İnsan da başıboş bırakılmak üzere yaratılmamıştır. Dolayısıyla her şeyin mutlaka bir vazifesi ve bir karşılığı vardır. Her sebebin mutlaka bir sonucu vardır. İşte bu karmakarışık âlemde Allah, insanı yaratıcısına bağlayabilmek için bir bağ takdir etmiştir. İşte o bağ ibadettir. Bu açıdan denilebilir ki: İbadet zihinleri büyük yaratıcıya çevirmek için emredilmiştir. Çünkü kulun yaratıcıya yönelmesi onun Allah'a boyun eğmesini ve itaat etmesini netice verir. İtaat ise kulu mükemmel bir intizam altına sokar. Kulun intizam altına girmesiyle de hikmet tahakkuk eder.(2)
Allah Kur'an'da: ( لَشَدِيدٌ (وَإِذْ تَأَذَّنَ رَبُّكُمْ لَئِن شَـكَرْتُمْ لأزِيدَنَّكُمْ وَلَئِن كَفَرْتُمْ إِنَّ عَذَابِي "Hani Rabbiniz şöyle buyurmuştu: "Eğer şükrederseniz elbette size nimetimi arttırırım. Eğer nankörlük ederseniz hiç şüphesiz azabım çok şiddetlidir"(3) buyuruyor.
Bir diğer ayette şöyle buyuruyor: (إِنَّ اللهَ لاَ يُغَيِّرُ مَا بِقَوْم حَتَّى يُغَيِّرُوا مَا بِأَنفُسِهِمْ) "Şüphesiz ki bir kavim kendi durumunu değiştirmedikçe, Allah onların durumunu değiştirmez"(4) Taha Suresinin 123. ayetinde ise: (فَإِمَّا يَأْتِيَنَّكُم مِنِّي هُدىً فَمَنِ اتَّبَعَ هُدَايَ فَلاَ يَضِلُّ وَلاَ يَشْقَى ) "Eğer tarafımdan size bir yol gösterici (kitap) gelir de, kim benim yol göstericime uyarsa artık o ne (dünyada) sapar ne de (ahirette) sıkıntı çeker" buyurmaktadır. Ayetler çoğaltılabilir. Konuyu uzatmamak için bunlarla iktifa ediyorum.
Allah bu ayetlerde sebep ve sonuçları bir arada zikrediyor. Birinci ayette şükür, nimetin ve sevabın artışına sebep olarak gösterilmiştir. "Çünkü kâinatın yaratılmasının en önemli sonucu şükürdür. Şükrün ölçüsü kanattır, iktisattır, rızadır ve memnuniyettir. Şükürsüzlüğün ölçüsü ise, hırstır, israftır, nimete saygısızlıktır ve helal haram demeden rastgeleni yemektir."(5)
Aynı şekilde insanların genel durumlarının değişmesi ve güzel günlere kavuşmaları, iç dinamiklerinin ve enfüsî durumlarının değişmesine bağlı olarak gösterilmiştir. Diğer ayetlerde sıdık, ihlâs, samimiyet ve salih amel, sevabın çokluğuna ve cennete girmeye sebep olarak zikredilirken, nifak ve riya şiddetli azabın gerekçesi olarak kabul edilmiştir. Kur'an'ın insan ameline bakış açısı göz önünde bulundurularak denilebilir ki: insan heder olmak istemiyorsa mutlaka ibadet etmelidir. Başka bir deyimle, dünyadan daha güzel nimetlere kavuşmak isteyenler mutlaka ibadet etmelidirler.
Ahkaf Suresinin 19. ayetindeki (وَلِكُلٍّ دَرَجَاتٌ مِمَّا عَمِلُوا) "Kuşkusuz herkesin yaptıklarına göre dereceleri vardır" ayeti herkesin, yaptığı amelin karşılığında mutlaka (aşağıda veya yukarıda) bir dereceye sahip olacağını açıkça ifade etmektedir.
Hâsılı; İnsan maddesi itibariyle küçük, zayıf ve aciz olmakla birlikte, çok yüksek bir ruh taşıyor; büyük bir yeteneğe sahiptir; sonsuz emelleri, arzuları ve fikirleri vardır. Öyle bir garip yaratılışa sahiptir ki, adeta bütün kâinatın bir özeti hükmündedir. İşte böyle bir insanın yüksek ruhunu genişliğe çıkaran ve onu boğulmaktan kurtaran ibadettir. Yeteneklerini geliştiren, meyil ve arzularını nezih hale getiren ve emlerlini tahakkuk ettiren ibadettir. İnsanın fikirlerini genişleten, dağınıklıktan kurtaran ve intizam altına alan ibadettir. Şehevî ve öfkeye yönelik kabiliyetlerini sınırlayan, zahirî ve batinî uzuvlarını kirleten tabiat paslarını silen ibadettir. İbadet aynı zamanda kul ile yaratıcı arasında en yüksek ve en değerli bir bağdır. İbadetin ruhu ihlâstır. İhlâs ise yapılan ibadetin yalnız emredildiği için yapılmasıdır.(6)
Tembel ruhlu birçok insanın aklına şöyle bir soru geliyor: "Allah'ın bizim ibadetimize ne ihtiyacı var ki, Kur'an'da ibadeti terk edenler şiddetli bir azapla tehdit edilmişlerdir?"
Kuşkusuz Allah'ın hiçbir şeye ve insan ibadetine de ihtiyacı yoktur. Fakat insanın kendisi ibadete muhtaçtır. Çünkü insan adeta bir hasta gibidir. Hasta olan bir kimsenin, şefkatli bir doktorun kendisine faydalı olan ilaçları içirmek hususunda ısrar etmesi üzerine hastanın: "Ey doktor! Senin ne ihtiyacın var ki, bu konuda bana ısrarcı oluyorsun?" demesi ne kadar anlamsız ise, insanın da "Allah'ın bizim ibadetimize ne ihtiyacı vardır?" demesi de o kadar anlamsızdır. Bu açıdan denilebilir ki, ibadeti terk eden insan, hem kendi nefsine zulmeder, hem de kâinatın hukukuna tecavüz etmiş olur. Çünkü küfür kâinata karşı bir tahkir olduğu gibi, ibadetin terki de, kâinatın kemalatına karşı bir inkâr ve hikmet-i ilahiyeye bir tecavüzdür. Bu yüzden kâfirler ve ibadetsizler Kur'an'da dehşetli bir azapla tehdit edilmişlerdir.(7)
İbadette Niyetin Önemi:
İnsanın ibadetini diğer mahlûkatın ibadetinden ayıran temel nokta niyettir. Başka bir deyimle, insanın amellerine "ibadet" kavramını kazandıran en önemli şey niyettir. Çünkü insanın amellerine hayat veren niyettir. Hatta niyet eşyanın mahiyetini bile değiştirir. Yani günahı sevaba sevabı da günaha çevirebilir. Başka bir deyimle, niyet adî bir hareketi ibadete çevirdiği gibi, gösteriş için yapılan bir ibadeti de günaha çevirir.(8) Bu itibarla şeklen ibadet eden bir insanın hareketleri dinin aslına uygun bile olsa, niyeti "Allah'a itaat" değilse ibadetinden hiçbir fayda elde edemez.
İnsanın kalbindeki niyeti Allah'a yaklaşmak ve hareketleri de şeriata uygun olduğu takdirde ibadet geçerli olur ve kişiyi Allah'a yaklaştırır. Burada önemli olan niyetin halis olmasıdır. İbadet etmeye imkân bulamayan özür sahipleri bile ibadetin sevabını elde ediyorlar. Resul-i Ekrem (s.a.v) Tebuk seferine çıktığı zaman "Medine'de öyle insanlar vardır ki, bizimle birlikte yola çıkmadıkları, vadiler kat etmedikleri ve bu çetin yolculuk için harcama yapmadıkları halde Allah onları da bizim kadar sevap sahibi yapmıştır. Onların mazeretleri ve hüsnü niyetleri kâfidir"(9) buyurdu. Hatta hanımı Rukiye'nin hastalığı sebebiyle Bedir savaşına katılamayan, katılamadığından dolayı da için için yanan Hz. Osman'ı, Rasulüllah (s.a.v) savaşa katılmış gibi kabul ederek ona da ganimetten pay vermiştir. Bir rivayette de kendisine: "Ey Osman, sen Bedir'e katılmadığın halde Allah sana bir şehid ecrini verdi" buyurmuştur.(10)
Esasen niyet beyinde ve kalpte tasarlanıp kararlaştırılan ve amellerin buna göre şekil aldığı insan fikrinin ve nefsinin mahsulü olan nihaî bir karardır. Ancak niyetin gerçekleşmesi için iki şartın yerine getirilmesi gerekir. Her şeyden önce insan yapmak istediği şeyi detaylı bir şekilde tanımalıdır. Zira insan kalbi iyice tanımadığı bir şeye ciddi yönelmez. İnsanın kalbi ve nefsi, ancak etraflı bir şekilde tanıdığı bir şeyi isteyerek ve tercih ederek yapar. İkinci olarak da, bir işin beyinde ve kalpte tasarlanması yetmez, insan nefsi de yapacağı şeye meyletmelidir. Başka bir ifadeyle, yapılacak amel nefsin hoşuna gitmelidir. Hoşuna gitmezse de nefis tenkit etmemelidir. Zira nefsin meyletmediği hiçbir iş ciddi yapılmaz.
İşte bir kısım insanların ibadetlerinde tereddütler göstermeleri, bazen ibadet edip bazen de ibadetten uzak durmaları bu şartların yerine getirilmemesindendir. Başka bir ifadeyle, insanların ibadeti bütünüyle terk etmeleri ya da angarya gibi yerine getirmeleri, Allah'ı tanımaktan ve onu yaratıcı olarak kabul etmekten ibaret olan imanın zafiyetine işaret etmektedir. Bu yüzden Allah Teâlâ da (قُلْ كُلٌّ يَعْمَلُ عَلَى شَاكِلَتِهِ فَرَبُّكُمْ أَعْلَمُ بِمَنْ هُوَ أَهْدَى سَبِيلاً "De ki: "Herkes kendi yapısına uygun işler görür. Rabbiniz en doğru yolda olanı daha iyi bilir"(11) buyurarak herkesin niyetine göre amelinin değerlendirileceğini ilan etmiştir. Yani halis bir niyetin eseri olmayan hiçbir amel, şeraite uygun bile olsa kabul görmez.
Diğer taraftan, insanın ibadetinde halis niyetin esas olması halinde beşeri ihtiyaçları için yaptığı bütün adetleri bile ibadet hükmüne geçebilir. Nitekim Hz. Peygamber (s.a.v) "Her tesbîh bir sadaka, her tekbîr bir sadaka, her tahmîd bir sadaka ve her tehlil bir sadakadır. Emr-i bil ma'rûf sadaka, kötülükten nehiy etmek de sadakadır. Birinizin cinsî münasebetinde bile sadaka vardır" buyurmuştur. Bunun üzerine ashab: "Yâ Resûlallah! Birimiz hanımının yanına gider, şehvetini tatmin ederse ondan da mı sevap alır?" diye sormuşlar. Resûlüllah (s.a.v): "Ne dersiniz, o kimse şehvetini haramla tatmin ederse, ona günah olur mu, olur. İşte o kimse şehvetini helâl yolla tatmin ettiği zaman da ona sevap olur" buyurmuştur.(12)
Kuşkusuz adetlerin ibadet sayılabilmesi için bazı şartların tahakkuk etmesi gerekir. Her şeyden önce bütün bu amellerin halis bir niyetle yapılması, zatında mubah ve dine aykırı olmaması gerekir. Ayrıca insanın bu ameli onu dini vazifelerinden uzaklaştırmamalıdır.
İbadetin Özeti Namaz:
İbadet Allah'a ulaşmanın tek yoludur. Yani onun vaat ettiği mükâfata nail olmak isteyen ve cehenneminden kurtulmak isteyen insan mutlaka ibadet etmelidir. Başka bir ifadeyle, ibadetin amacı insanı kemal derecesine ulaştırmak ve insan kalbini yanlışlıklardan korumaktır. Bununla beraber, İslam'ın emrettiği ibadet türleri (namaz, oruç, zekât ve hac) insanı mana boyutunda yüceltmeye, onu Allah'a yaklaştırmaya ve onu mutlu etmeye kâfi ve vafi emirlerdir. Dolayısıyla bizler Allah'a kavuşmak ve gerçek ubudiyete ulaşmak için bu emirleri yerine getirmekten daha kısa ve daha doğru bir yol bulamayız.
Bu açıdan denilebilir ki, İslam'ın ön gördüğü ibadet şekillerinin dışında hiç kimsenin farklı ibadetler yaparak kurtulması mümkün değildir. "İnsan'ın rabbine en yakın olduğu zaman başı secdede olduğu zamandır"(13) hadisi bu manayı teyit ettiği gibi, namazın bütün ibadetlerin özeti olduğunu da vurgulamaktadır.
Bu yüzden peygamberlerin atası sayılan Hz. İbrahim (a.s) "Rabbim! Beni namaza devam eden bir kimse eyle. Soyumdan da öyle kimseler yarat"(14) buyurmuştur. Dikkat edilirse, türlü türlü ibadet şekilleri içinde Hz. İbrahim'in namaza devam etmek isteyen bir kul olma talebinde bulunması namazın ehemmiyetine bir işarettir. Aynı zamanda Resul-i Ekrem (s.a.v) henüz Mekke'de iken ve ibadetler farz kılınmadan "Ailene namazı emret ve kendin de ona devam et"(15) emrine muhatap olması namazın önemi açısından çok dikkat çekicidir.
Denilebilir ki, namaz kâinatın en önemli neticesidir. Yani Allah Teâlâ kâinatı insan için insanı da kâinat için yaratmıştır. Çünkü Allah günde beş vakit insanları huzuruna davet etmektedir. Namaz kılan insan sanki bütün mahlûkatın imamı sıfatıyla, onların ibadetlerini kendi ibadeti içine katarak Allah'a takdim etmektedir. İnsan namaza başladığı an, adeta beşeriyetten tecerrüt ederek ruhani bir melek haline geliyor. Bu yüzden namazda beşer kelamı ile konuşmak yasaklanmış, namazda zikir, Kur'an ve tesbih emredilmiştir. Bu itibarla namaz kul ile Allah arasında bir irtibat, bir nispet ve bir miraçtır.
İbadetle namazın manalarına dikkatle baktığımız zaman namazın, ibadetin tüm nevilerini cami bir özel ibadet olduğunu hemen anlarız. Şöyle ki: İbadetin manası, kulun Allah'ın huzurunda aczini ve kusurunu görüp rahmet-i ilahiyenin önünde hayret ve muhabbetle secde etmesidir. Yani kul kendi kusurunu görüp istiğfar ve tevbe ile Rabbinin bütün noksanlıklardan münezzeh ve mu'alla ve bütün kusurlardan mukaddes ve müberra olduğunu tesbih ile ilan etmesidir. Namazın manası Allah'ı tazim etmek, Onu yüceltmek ve Ona şükretmektir. Başka bir deyimle namaz, Allah'ın celaline karşı kavlen ve fiilen "Sübhanellah" deyip takdis etmek; kemaline karşı lafzan ve amelen "Allahu Ekber" deyip tazim etmek; cemaline karşı da kalben ve lisanen "Elhamdu Lillah" deyip şükretmektir.(16)
Sonuç olarak diyebiliriz ki, nasıl ki insan şu kâinatın bir küçük misalidir, Fatiha-i şerife Kur'an'ın bir nurlu numunesidir, namaz da ibadetlerin tüm nevilerini içine alan ve bütün mahlûkatın çeşit çeşit ibadetlerine işaret eden bir kutsal harita gibidir.(17)
Sonuç:
Başta namaz olmak üzere İslam'da emredilen bütün ibadetler, insanı süflî âlemlerden ulvî âlemlere çıkaran birer miraç gibidirler. İnsan ibadetle dünyanın geçici heveslerinden vazgeçerek uhrevî ve manevî âlemlere muttali olur. İnsan ibadetle fanilik damgasını taşıyan dünyanın ve dünya içindeki her şeyin geçici olduğunu görüyor ve ahretin baki ve ebedi bir ülke olduğunu yakin derecesinde müşahede ediyor. Dolayısıyla bütün ibadetler nefsin tezkiyesi, bedenin terbiyesi ve ruhun inkişaf peyda etmesi içindir.
Mesela namaz insanı kibir ve gururdan kurtaran, insanın zayıf ve aciz olduğunu itiraf ettiren, tevazuu ve diğerkâmlığı insana öğreten bir ibadettir. Ramazan orucu ise, gafil olan insana ve azgınlara zafiyetini ve aczini bildiriyor. Çünkü insan açlık vasıtasıyla midesindeki ihtiyacı anlar; zayıf vücudunun ne kadar çürük ve temelsiz olduğunu idrak eder; ne derece merhamete ve şefkate muhtaç olduğunu bilir; nefsin firavunluğunu bırakıp Allah'ın dergâhına iltica etmek için nefsinde bir arzu hissetmeye başlar. Eğer gaflet kalbini bozmamış ise, manevî bir şükür olan oruçla rahmet kapısını çalmaya başlar.(18)
Öte yandan dua ubudiyetin temelidir. Bir çocuk eli yetişmediği bir meramını, bir arzusunu elde etmek için istekte bulunur, çoğu zaman da ağlar. Yani ya fiilî ya da kavlî (lisan-i acziyle) bir dua eder ve maksadına muvaffak olur. Tıpkı bunun gibi insan da canlılar içinde nazik bir çocuk gibidir. Allah'ın dergâhına ya zaaf ve acziyle ağlaması ya da fakrı ve ihtiyacıyla dua etmesi gerekir. Kur'an'ın (أَلَمْ تَرَ أَنَّ اللَّهَ يَسْجُدُ لَهُ مَن فِي السَّمَاوَاتِ وَمَن فِي الأَرْضِ وَالشَّمْسُ وَالْقَمَرُ وَالنُّجُومُ وَالْجِبَالُ وَالشَّجَرُ وَالدَّوَابُّ وَكَثِيرٌ مِّنَ النَّاسِ) gibi ayetleriyle sabittir ki, mahlûkatın her birisi rabbine hususi bir ibadet ve tesbih yapmaktadır. Adeta bütün kâinattan dergâh-i ilahiyeye yükselen bir dua vardır. Yani her şey lisan-i haliyle Rabbine dua etmektedir. (19)
Zekât insanın diğerkâmlık ruhunu harekete getiren ve insan tabakaları arasında birleştirici olan bir köprüdür. Denilebilir ki, insanların yükselmelerine engel olan isyanları ve ihtilalları engelleyen en büyük amil zekât ve yardımlaşmadır.
Hac ise Müslümanların bir kongresidir. Bir ömür boyu birbirileriyle görüşme imkânına sahip olmayan din kardeşleri, hac ibadeti vasıtasıyla ömürlerinde bir kez bile olsa görüşme imkânına kavuşuyorlar. Böylece dar bir beden kalıbına sıkışıp kalan insan ruhunu genişleten ve abd ile mabud arasında bir bağ oluşturan en büyük şeyin ibadetler olduğunu anlıyoruz.
Dipnotlar
1-İşaratü'l-'İcaz, s. 93; Sözler Yayınevi, İst. tarihsiz.
2-A.g.e.; a.y.
3-İbrahim, 14/7.
4-R'ad, 13/11.
5-Mektubat, s. 412; Zehra Yayıncılık, İst., tarihsiz.
6-İşaratü'l-'İcaz, s. 94.
7-Lem'alar, s. 179-180; Sözler Yayınevi, İst., 1976.
8-Mesnevi-i Nuriye, Katre Risalesi, s. 46; İstanbul, tarihsiz.
9-Biharü'l-Envar, c.I, s. 346, Tahran, 1980.
10-TDV İslam Ansiklopedisi, c. 33; s. 438. İstanbul, 2007.
11-İsra, 17/84.
12-Müslim, Zekat, 53.
13-Müslim, Salat, 21.
14-İbrahim, 14/40.
15-Taha, 20/132.
16-Sözler, 9. Söz. s. 37., İst., tarihsiz.
17-A.g.e. s. 38.
18-Mektubat, s. 456.
19-Sözler, (23. Söz) s. 294-295.
Bu yazıya yorum yazın
Bu yazıya gelen yorumlar.
DİĞER YAZILAR
Herhangi birinize ölüm gelip de: Rabbim! Beni yakın bir süreye kadar geciktirsen de sadaka verip iyilerden olsam! demesinden önce, size verdiğimiz rızıktan harcayın
Münafikün, 10
GÜNÜN HADİSİ
"Kişi, dostunun dini üzeredir. Bu nedenle, kiminle dost olacağına dikkat etsin!"
Ebû Hureyre radıyallahu anh. Ebû Dâvud.
SON YORUMLAR
- Bütün beytlerin tercümesini gönderebilir misiniz? sitede sadece son birkaç...
- Fıtrat, namaz, tevafuk, sırlar ve tüm bunların sahibi zişanı İlahi kusur...
- Selamünaleyküm İnternette mütalaalı risale i nur dersleri diye arama yapt...
- bu kıymetli yazıdan dolayı ahmed izz kardeşimize teşekkür ederiz çok mani...
- selamün aleyküm Ahmed kardeşimizi tebrik ediyor ve bu faideli tercümelerin...
- Yanında okuyan diğer öğrencileri; Molla Muhammed Kasori Molla Muhammed Era...
- Benim merhum babam Molla İbrahim Azizi de onun yanında icazeti tamamlamıştı...
- Teşekkürler. Sanırım Envar neşriyat idi.Tam hatırlayamıyorum.....
- Çok güzel bir çalışma Rabbım ilminizi arttırsın bu çalışmalarınızı...
- Merhaba, Ben Foliant yayınlarından uğur. Sizinle iletişim kurmak istiyoruz ...
TARİHTE BU HAFTA
*Kanije müdafaası(18 Kasım 1601) *Hz.Fatıma'nın(r.anha) Vefatı(22 Kasım 632) *İstanbul'un Müttefikler Tarafından İşgali(23 Kasım 1918) *Alparslan'ın Şehadeti(24 Kasım 1072) *Öğretmenler Günü(24 Kasım)
ANKET
Sitemizle nasıl tanıştınız?
Yükleniyor...