ŞAİR NABİ’NİN HAC MENASİKİYLE İLGİLİ DUYGULARI-3

6) Safa İle Merve: Hac ibadetini yapanlar tavafın bitiminden sonra Safa ile Merve denilen iki tepecik arasında “S’ay” denilen ibadeti yapmak üzere yedi kez gidip gelirler. Şair Nabi, Safa ile Merve’nin, ilahi sarayın doğusunda, revakların birbirine diz vurmuş iki büyük takısı olduğunu dile getirerek S’ay yapan hac kafilesini şu şekilde tasvir eder: “Bu iki tepe arasında bulunan s’ay alanı hidayetle donatılmış bir mile yakın bir mesafedir. S’ay yapanlar, şükür memleketinin mağfireti üzerine karınca kafilesi gibi kaynaşmaktadırlar.”(1) Şair Nabi, Safa ile Merve arasındaki vadideki yürürken çıkan tozun göze sürülecek sürme kadar değerli olduğunu, ayak izlerinin ise, cennete açılan birer pencere olduğunu ifade ederken bir rübaide şöyle der:


Prof. Dr. Musa Kazım Yılmaz

musakazimyilmaz@gmail.com

2016-03-01 11:16:46

6) Safa İle Merve: Hac ibadetini yapanlar tavafın bitiminden sonra Safa ile Merve denilen iki tepecik arasında "S'ay" denilen ibadeti yapmak üzere yedi kez gidip gelirler. Şair Nabi, Safa ile Merve'nin, ilahi sarayın doğusunda, revakların birbirine diz vurmuş iki büyük takısı olduğunu dile getirerek S'ay yapan hac kafilesini şu şekilde tasvir eder: "Bu iki tepe arasında bulunan s'ay alanı hidayetle donatılmış bir mile yakın bir mesafedir. S'ay yapanlar, şükür memleketinin mağfireti üzerine karınca kafilesi gibi kaynaşmaktadırlar."(1)

Şair Nabi, Safa ile Merve arasındaki vadideki yürürken çıkan tozun göze sürülecek sürme kadar değerli olduğunu, ayak izlerinin ise, cennete açılan birer pencere olduğunu ifade ederken bir rübaide şöyle der:

Vadi-i mes'a est ki, rig ez-şeref,

Sürme-i çeşm-i uzemay-i selef

Nakş-i kefi pay-i tu, ber-an zemin,

Revzen-i Firdevs şeved der Ruz-i din.(2)

7) Arafat ve Cebelü'r-Rahme: Şair Nabi, Arafat dağına çıkma zamanı geldiğinde artık eğlenerek vakit geçirmenin haram olduğunu, hacıların, tıpkı aşk şehitlerinin "Müjde şehidan-i aşk! Ruz-i kıyamet resid" diyerek, kıyamet vaktini birbirilerine müjdeledikleri gibi, büyük bir heyecanla Arafat'a çıkmayı birbirilerine müjdelediklerini dile getiriyor. Özellikle Arafat'a çıkış yolunun zorluğundan söz eden Nabi, dişi develerin bağırtılarından, sürat develerinin gözyaşlarına ve atların kişnemelerine kadar; nara atanların feryadından çıngırak seslerine kadar koro halinde birçok sesin birbirine karıştığını ve insanın rahatını kaçıran bir durum meydana geldiğini ifade eder. Yükselen tozların çokluğundan, güneşin görünmez hale geldiğini, binek hayvanlarının kalabalık oluşlarından yer kürenin ayaklar altında belirsiz hale geldiğini söyler.

Şair Nabi, Arafat'a çıkmakla birlikte Kâbe'nin de neredeyse Arafat'a uçmak üzere olduğunu dile getirirken şu nefis benzetmeyi yapar: "Az kaldı ki, şehbaz-i aşyane-i inayet, yani Beyt-i mükerrem ihram-i siyeh-famın bal-i müşgin gibi, amade-i pervaz idüp hem-rahi-i süfuf-i ruhani ve sehab-i ah-i uşşak ile feza-i Arafata teyeran eyleye."(3) Yani,"Az kalsın, İnayet yuvasının doğanı olan Beytüllah siyah ihramı ve mis kokulu kanatlarıyla hazırlanarak âşıklarıyla birlikte Arafat dağına uçacaktı."(4)

Nabi, Arafat'a çıkışı ve orada yapılacak ibadetleri bir gazelinde şöyle ifade eder:

Pişani-i şevkin kadem-i rah-i necat et,

Müjganını carub-i gubar-i Arafat et.

Tayy eyle cebininle Reh-i kuy-i Hudayi,

Ebruların, amade-i feyz-i hatevat et.

Divan-i İlahide döküp nakd-i sirişkin,

Mamure-i İslamuna tecdid-i berat et.

Versun sana ömr-i ebedi girye-i hasret,

Hun-i dil-i hem hasiyet-i ab-i hayat et.

Nabi! Niye geldin ne durursun bu makamda,

Var barigeh-i Halika, kesb-i derecat et.

Şair Nabi'ye göre Arafat'ta yapılan dualar ve yakarışlar, feleğin kulağını sağır edecek kadar iz bırakmaktadır. Arafat Dağı ile ilgili tasvirde şöyle der: "Misk kokan Arafat toprağının her zerresinde cennet hurilerine, yeşil cennet ırmaklarına ve Kevser ırmağına gülümsemeler vardır. Her hurma ağacı, cennetin Tuba ağacına, her diken ise, hasretle güneşe kucak açmış esneyen hançere benzer. Orası ulvi ve süfli dünyaların fihristesi hükmündedir. Ne gök kubbeye yükselen dua demetleri, ne de orayı baştanbaşa dolduran melekler, insanlar gibi çadırlarını gerseler de, yine de o gün asilerin günah defterlerinden daha çok boş yer kalacağı muhakkaktır. Rahmet dağının ortasında Allah'tan gelen güzel bir koku vardır. Dimağı süsleyen bu koku, sabah uyanışı ile akşam uykusunun kaynağıdır. Âşıkların gözyaşı gibi, Arafat'ın eteğinden akıp geçen bir derenin yanında, Hz. Âdem'in mutfağının dumanı göklere yükselmektedir."(5)

Şair Nabi Arafat vakfesinde yapılan duaları anlattıktan sonra, tövbe etmek isteyenlerin içten yakarışlarını ifade eden şu benzetmelerde bulunur: "İhram kefeninin yakasından baş çıkarmış çıplak tenler ile Arafat meydanı, haşir meydanına bir örnek olup belki de mahşerin gürültüsü buna nazaran bir düğdün meclisi gibi daha nazikçe olur. Değirmenin çarkını döndüren pişmanlık gözyaşı seli ve çok şiddetli esen ah rüzgârı, hasret gemisinin yelkenini yıkmaya yanaşmamıştı.

Dil be derun germ çu hurşid şüd,

R'aşa-i tenber nehc bid şüd,

N'ara-i Ya Rab, ez felek bergüzeşt,

Eşk revan amed u ez ser güzeşt.

Yani, "Gönül sıcaktan güneş gibi oldu. Vücudun titremeleri yolda yok oldu. Ya Rab naraları gökyüzünü geçti. Gözyaşları sel gibi akarak baştan aştı."(6)

Nabi'ye göre, müezzinlerin işaretiyle yüz binlerin ağzından birden çıkan "Lebbeyk" sesleri, meleklerin binasını ve melekût âlemini acı bir zelzele ile titretir. Belki de bu yakarılar, ilahi sakinlerin dudaklarında uçuk ve titreme yapardı. Toprak üzerindeki kalabalık pembe gözyaşı dökerken, yukarı açılan eller dua etmekten, uçmaya fırsat bulamıyorlardı."

Şair Nabi, hacıların Arafat dağında yaptıkları duanın tesirini hemen gösterdiğini, zira Arafat büyüklüğünde bir bulut parçasının çıplak vücutlu hacılara gölgelik yaptığını ve konukseverliğe yakışır bir surette gülsuyu serpercesine günahkârların yüzlerine yağmur tanelerinin düştüğünü dile getirir. Öyle bir yağmur ki, her damlası gelinlerin göğsüne sarkan gerdanlık misali ilahi lütfe denktir. Yağmurun her bir damlası, adeta şahlara layık gelinlerin ziynetli muskaları gibi, ilahi kabule yarayan birer parlak mücevher gibiydi. Bu çeşit acz ve niyaz zamanında, inayet bulutunun yardımı, ümit tarlasına açıkça kılavuzluk eder. Bu rahmet, mağfiret deryasının coşan öncüleri olduğunu bildirmek ister."(7)

8) Mina ve Müzdelife: Şair Nabi Hacıların Arafat'tan Müzdelife'ye intikal ederken yaşadıkları sıkıntılardan söz ettikten sonra, Müzdelife'yi şöyle anlatır: "Müzdelife namıyla meşhur olan makam, feyizli Arafat ile Mina arasında gönüllere ferahlık veren bir sahradır. O günah giderici sahranın ortasında, geniş bir sofa ve yüksek bir kubbe vardır. O mübarek gecede kul hakkı gibi bir bela yükünden kurtulmak için Allah'tan af edilmeyi beklemek için ah u feryatlar yeniden göklere yükseldi. O Korku ve rica gecesinde eller taze dua gibi gökyüzüne açılmış ve yüzler niyaz gözyaşı gibi yere serilmişti."(8)

Nabi, şeytanların başının kırılması için atılacak küçük cemre taşlarını o mübarek alandan topladıklarını, adeta birer saadet mücevheri olan o taşları birer birer ve başparmaklarının ucuyla topladıklarını ifade eder. Ertesi gün sabah güneşi ile birlikte Mina'ya hareket ettiklerini, çadırlara yerleştikten sonra Cemretü'l-Akaba'ya yöneldiklerini ve bayramın 1. gününde Akabe cemresine yedi elmas taş attıklarını kaydeder.(9)

9) Tavaf Ziyareti: Şair Nabi, cemerata taş atıldıktan sonra, saçlarını tıraş eden hacıların böylece ihramdan çıktıklarını, artık ziyaret tavafı için hazır olduklarını ifade ederken şu ilginç benzetmelerde bulunur: "Beytüllah'ın yüzünü görmekten ayrı kalan hayal habercisinin Harem-i şerif tarafına gidip gelmesi boşuna değildi. Farz olan tavaf ziyeretini eda etmeden önce, sevgi kemendine bağlanan gönül, bahar ırmağına benzeyen dalga dalga mağfiret enginliğine aktı. Kabe'nin etrafındaki cennet bahçesinde toplanan insanlardaki sevinç açıkça belli oluyordu. Gördüler ki, ululuk ve ağırbaşlılık tahtına bağdaş kurup oturan o güzel (kabe) yine Abbasi hilati ile salınarak görünmeye başlayan mücevher sırmalı kemeri meleklerin gözünün resmi ile süslenmiştir. Amber gibi büklüm büklüm siyah saçarlı hafif rüzgâr ile savruldukça, kudsi ruhlar elenmiş inayet iksiri gibi ayağının toprağına kapanmaktadır."(10)

Dualarının kabul edildiğine inanan Şair Nabi'ye göre eğer Allah duaları kabul etmeseydi, bu fakir kulun o nur hazinesine ayak basması mümkün olmayacaktı. Beytullah cihanı süsleyen bir saray, hakikat mülkünün en küçük tozu, gözün sürmesi ve cennet bahçelerinin hazinesidir. O, vahdet sırlarının sıkı sıkıya saklandığı bir yer, arş döşemesinin ayarı ve meleklerin kirpikleriyle süpürdükleri kutsal bir mekândır. Ona ayak basanların şuur sütununun ayakta kalması ve düşünce rükünlerinin yerinde kalmaması gizli değildir."(11)

10) Ayrılış ve Veda Tavafı: Haccın rükün ve vaciplerini yerine getiren hacılar için artık ayrılma zamanı gelmiştir. Son bir tavaf ile Kâbe'ye veda emek sünnettir. Şair Nabi'nin ifadesine göre ayrılığın ilk izleri göğüsleri gam tavafı, gözleri de zemzem çeşmesi gibi sulu yapmıştır. Kâbe'ye ilk kavuşulduğunda akan mutluluk gözyaşları bu defa da ayrılık gözyaşları olarak akmaya başladı. O yürek yakan günde, gönlü yaralıların hicran iniltileri ile siyah örtülü Kâbe'nin haremi, yas tutanlarla dolu bir matemhaneye benzemişti.

Firak-i Kâbe'den sen sanma çeşm-i hunfeşan ağlar,

Sırr-i kuy-i hakikattır, bu tenler içre can ağlar.

Değil giryan olan ancak Beni Âdem vedaından,

Feleklerde melek inler, zemin u asuman ağlar.(12)

Şair Nabi, Kâbe'den ayrılığa dayanamayarak veda için şu manzumeyi kaleme almıştır:

Elveda ey merkum-i çeşm-i basiret elveda,

Elveda ey sümbül-i bağ-i hakikat elveda.

Elveda ey hal-i müşkin-i cihantabın senin,

Maye-i dağ-i dil-i huran-i cennet elveda.

Elveda ey katre-i ab-i zülâl-i Zemzemin,

Selsebile mevc bahşay-i hacalet elveda.

Elveda ey çirk-şuy-i came-i cürm-i usat,

Kuşe-i bamgede-i mizab-i rahmet elveda.

Eyle Nabi'nün eday-i haccına ruz-i ceza,

Pişgah-i hazret-i Hakka şehadet elveda.

Bundan sonra "damen damen hunabe-i seng-gudaz-i hicran dökerek ve cihan cihan ah-i gerdun-suz-i hasret çekerek kadem kadem ric'at-i kahkari ile bab-i veda'a azm olundu." Yani, kucak kucak taşları eriten gözyaşları dökerek ve felekleri yakan hasretler çekerek adım adım geri çekildi ve veda kapısına gidildi.(13)

11) Medine-i Münevvere: Her ne kadar Medine-i Münevvere'nin ziyareti haccın menasikinden değilse de, kutsal topraklara giden hacıların Rasulüllah'ın merkad-i şeriflerini ziyaret etmeleri bir vecibe telakki edilmiştir. Şair Nabi de, hac dönüşü Medine-i Münevvere'de Rasulüllah'ı ziyaret ederken gördüklerini nefis bir üslupla anlatır.

Her şeyden önce Medine'ye yaklaştıklarında "Harda-i Nevbevi" denilen yeşil kubbenin görünmesiyle, heyecandan zihinlerin allak bullak olduğunu, ruhların adeta bir kuş gibi havalarda dolaştığını, cansız kalan beden kafesinin ise renkli gözyaşlarının tokadı ile zorla yürüdüğünü ifade eder. Şair Nabi Rasulüllah'ın merkadi üzerindeki yeşil kubbeyi anlatırken şöyle der:

 Ne kümbed-i harda! Cetr-i zer-felke-i piruze-fam-i arş-i penah ki, saye-i saadet-mayesi asayişgah-i sultan-i sera-perde-i zemin u zaman ve piramen-i küngüre-i la-mekan-güzari pervazgah-i kudsiyan-i heft asumandır."(14) Yani "Öyle bir kubbe-i hardadır ki, saadet mayasının gölgesi, sultanın huzur sarayı, zaman ve zeminin perdesi, Allah'ın gök kubbesinin çevresi, meleklerin uçtukları semavat-i seb'a, hep Onun firuze renkli çadırına sığınmıştır."

Künbed-i hadra-est çi mi-pürsiş,

Arş bedan, paye şüde kürsiş.

Nur tecelli-est ki, ez o ta sema-st,

Nur küca, ateş-i Musa küca-st.

Ber-ser-i her küngüreş ta felek,

Cay girifte-est, melek-ber-melek.

Yani, "Ne sorarsın? Öyle bir kubbe-i hadra ki, arş ona basamak olmuştur. Oradan ta feleğe kadar nur tecelli etmiştir. Nur nerede, Musa'nın ateşi nerede? Kubbenin tepesinden ta feleğe kadar melekler birbiri üstüne yığılmışlardır."(15)

Şair Nabi, Medine'ye giren hacılardan söz ederken kiminin salâvat ırmağı içinde balık olduğunu, kiminin de şükristana batmış konuşan bir papağan olduğunu, ihlâs toprağının yeni yetişmiş bir sümbülü olan hakir Nabi'nin ise elini Resul-i Ekrem'in bulunduğu yere astığını ve şöyle dediğini dile getiriyor:

Eya Habib-i Huda Ya Muhammed-i Arabi

Şefi-i Ruz-i ceza Ya Muhammed-i Arabi

Hevay-i gerdiş-i mihrinle çarka girmiştir,

Süradikat-i sema Ya Muhammed-i Arabi

Ol şehsuvar-i hünersin ki, cilvegahındır,

Fezay-i nur u ziya Ya Muhammed-i Arabi

Sen ol tabib-i şfa-bahşsın ki, her bir nefesin,

Verir ussata şifa Ya Muhammed-i Arabi

Hâkim-i sun' komuş hukka-i dehanında,

Meriz-i cürme deva Ya Muhammed-i Arabi

Şefaatinle olur zib-i kamet-i rahmet,

Pelas-i cürm u hata Ya Muhammed-i Arabi

Esir-i l'al-i şefaat-nisarın olmuştur,

Kemal-i hüsn u eda Ya Muhammed-i Arabi

Tefahür etmededir hizmet-i rikabınla,

Emin-i vahy-i Huda Ya Muhammed-i Arabi

Kilid-i kufl-küşay-i hazain-i rahmet,

Elinde cilvenüma Ya Muhammed-i Arabi

Kılındı ruz-i ezel cilve-i cemaline has,

Kalem-rev-i du sera Ya Muhammed-i Arabi

Küşad-yafte-i tığ-i berk-i hüsnündür,

Der-i sevad-i rica Ya Muhammed-i Arabi

Çimenistan-i behiştte sehab-i feyzindir,

Medar-i neşv u nema Ya Muhammed-i Arabi

Siyah-ruy u günahkâr Nabi-i bedkar,

Eder ümid-i ata Ya Muhammed-i Arabî(16)

Şair Nabi'nin, Ravza-i Mutahhara'yı methederken kullandığı dil olağanüstüdür. Onlardan birkaç benzetmeyi şöyle sıralamak mümkündür: "Bu harem, harem-i Kâbe'nin ikizidir. Sultanü'l-Mürselin efendimizin, mekânsızlığı süsleyen ayağının izi, arşın suretinin medar-i iftiharı ve ehl-i hevesin çınlayan en yüksek kuşe-i hicranıdır. Öyle bir günah hastalığının hastanesidir ki, avlusunun tozundan terkip olunan ferahlık verici macunun cevheri hangi gönül hastasına isabet ederse şifa bulur."(17)

Şair Nabi bu nefis medh u senaları sunduktan sonra, Ravza'nın karşısında durarak aynı medihleri içeren ve bir şaheser olan şu kasideyi yazmıştır:

Sakın terk-i edebten kuy-ı Mahbub-i Huda'dır bu
Nazargah-i ilahidir, Makam-ı Mustafadır bu

Habib-i Kibriya'nın habgahıdır fazilette
Teveffuk-kerde-i Arş-ı Cenab-ı Kibriyadır bu

Bu hakin pertevinden oldu deycur-i adem zail
'Amadan açdı mevcudat çeşmin tutiyadır bu

Felekde mah-i nev, Babüsselem'ın sine-çakıdır
Bunun kandili Cevza, matla-i ziyadır bu

Muraat-ı edep şartıyla gir Nabi bu dergâha

Metaf-ı Kudsiyandır cilvegah-ı enbiyadır bu

Sonuç:  Başta divanındaki gazelleri olmak üzere Şair Nabi'nin diğer eserlerine dikkatle bakan herkes anlar ki, Nabi sadece bir divan şairi değil aynı zamanda şeair-i İslamiyenin ve Resul-i Ekrem'in muhabbetinde fani olmuş bir tasavvuf şairidir.

Özellikle ondaki Rasulullah sevgisi, birçok tasavvuf şairinde görülemeyecek kadar üstündür. Ravza-i Mutahhara'ya bakarak yazdığı "Sakın terk-i edepten, kuy-i Mahbub-i Hudadır bu" başlıklı kasidesi, ondaki peygamber sevgisinin aşk derecesine yükseldiğini açıkça göstermektedir.

Şair Nabi hac ibadetini ifa eden nadir şahsiyetlerden biridir. Bu yüzden başta Kâbe ve Mekke-i mükerremenin aşkı, sonra Medine ve Rasulullah'ın aşkı Onu çok değiştirmiştir. Kâbe, Mina, Arafat, Müzdelife, Nur dağı, Sevr dağı, Kuba Mescidi, Mescid'ül-Kıbleteyn, Baki Mezarlığı ve Uhud Şehitliği gibi kutsal mekânlar Nabi'nin ziyaret edip ibret aldığı yerlerdir. Nabi, Kâbe süpürgecileri arasında ismini yazdırmış olmaktan dolayı büyük bir sevinç duymaktadır. Şöyle diyor:

"Osmanlı ailesinin övünme mayası olan Kâbe'yi süpürme hizmeti tutanağında, fakirin de adı Tevfik kalemi ile yazılmıştı. Akşam vakti kulluk kuşağı ile süslenip kandilleri parlatarak tutuşturma hizmeti ile yüz ağartan dileğe kavuşmak müyesser oldu. Tebareke ve Te'ala hazretlerine hamd olsun ki, bu hizmeti bana müyesser eyledi."(18)

Şair Nabi'nin hac yolculuğu onu büyük bir ruhani hazza mazhar etmişse de, Medine'de on gün kaldıktan sonra Resul-i Ekrem'in Ravza-i Mütahharasından ayrılışın ağırlığını uzun zaman üzerinden atamamış ve içinde büyüyen hüzün ve kederi şu mısralara dökmüştür:

Ağla ey dide ki, giryan olacaksın ahir,

İnle ey dil ki, perişan olacaksın ahir.

Destine girmiş iken, kuşe-i damen-i murad,

Aldırup vahil u hayran olacaksın ahir.

 

Dipnotlar

1- A.g.e., s. 86.

2-A.g.e., s. 86.

3-Menderes Coşkun, s. 276.

4-Tuhfetü'l-Haremeyn, s. 89.

5-A.g.e., s. 92.

6-A.g.e., s. 95.; Menders Coşkun, s. 286.

7-Tuhfetü'l-Haremeyn, s. 97.

8-A.g.e., s. 102.

9-A.g.e., a.y.

10-A.g.e., s. 107: Menderes Coşkun, s. 302.

11-Tuhfetü'l-Haremeyn s. 111.

12-A.g.e., s. 118.

13-A.g.e., s. 119; Menderes Coşkun, s. 319.

14-Menderes Coşkun, s. 324.

15-Tuhfetü'l-Haremeyn, s. 124.

16-A.g.e., s. 123-124;Menderes Coşkun, s. 325-326.

17-Tuhfetü'l-Haremeyn, s. 125.

18-Tuhfetü'l-Haremeyn, s. 134.

 

 

Bu yazıya yorum yazın


Not: Yanında (*) işareti olanlar zorunlu alanlardır.

Bu yazıya gelen yorumlar.

DİĞER YAZILAR

Her can ölümü tadacaktır. Sonra bize döndürüleceksiniz.

Ankebut, 57

GÜNÜN HADİSİ

Harb bir hiledir.

Buhari, Cihad 157; Müslim, Cihad 18, (1740)

TARİHTE BU HAFTA

*Kanije müdafaası(18 Kasım 1601) *Hz.Fatıma'nın(r.anha) Vefatı(22 Kasım 632) *İstanbul'un Müttefikler Tarafından İşgali(23 Kasım 1918) *Alparslan'ın Şehadeti(24 Kasım 1072) *Öğretmenler Günü(24 Kasım)

ANKET

Sitemizle nasıl tanıştınız?

Yükleniyor...

SİTE HARİTASI