KUR’AN’IN ANLAŞILMASINDA SÜNNETİN YERİ-2

2. Açık Olmayan Ayetlerin Varlığı Kur'an-ı Kerim, bizzat kendisi, âyetlerini "muhkem" ve "müteşabih" diye iki kısma ayırmıştır: Bunlardan "Muhkem âyetler", mânaları açık olan; "müteşâbih" olanlar ise, mânalarının anlaşılması, derin ilmî araştırmaya ihtiyaç duyan; değişik mânâlar ifade edebilen, geniş kapsamlı âyetlerdir.


Niyazi Beki(Prof. Dr.)

niyazibeki@gmail.com

2016-03-01 11:19:37

2. Açık Olmayan Ayetlerin Varlığı

Kur'an-ı Kerim, bizzat kendisi, âyetlerini "muhkem" ve "müteşabih" diye iki kısma ayırmıştır: Bunlardan "Muhkem âyetler", mânaları açık olan; "müteşâbih" olanlar ise, mânalarının anlaşılması, derin ilmî araştırmaya ihtiyaç duyan; değişik mânâlar ifade edebilen, geniş kapsamlı âyetlerdir.

Bu konudaki Kur'an'ın ifadesi şöyledir:

هُوَ الَّذِيَ أَنزَلَ عَلَيْكَ الْكِتَابَ مِنْهُ آيَاتٌ مُّحْكَمَاتٌ هُنَّ أُمُّ الْكِتَابِ وَأُخَرُ مُتَشَابِهَاتٌ فَأَمَّا الَّذِينَ في قُلُوبِهِمْ زَيْغٌ فَيَتَّبِعُونَ مَا تَشَابَهَ مِنْهُ ابْتِغَاء الْفِتْنَةِ وَابْتِغَاء تَأْوِيلِهِ وَمَا يَعْلَمُ تَأْوِيلَهُ إِلاَّ اللّهُ وَالرَّاسِخُونَ فِي الْعِلْمِ يَقُولُونَ آمَنَّا بِهِ كُلٌّ مِّنْ عِندِ رَبِّنَا وَمَا يَذَّكَّرُ إِلاَّ أُوْلُواْ الألْبَابِ

"Sana kitab'ı indiren O'dur. Onun (Kur'an'ın) bazı âyetleri muhkemdir ki, bunlar kitabın esasıdır. Diğerleri de müteşâbihtir. Kalplerinde eğrilik olanlar, fitne çıkarmak ve onu tevil etmek için ondaki mütşâbih âyetlerin peşine düşerler. Halbuki onun tevilini ancak Allah bilir. İlimde derinleşenler ise: Ona inandık; hepsi Rabbimiz tarafındandır, derler. (Bu incilği) ancak akl-ı selim sahipleri düşünüp anlar." (Âl-i İmrân, 3/7.)

3. Beşerî Aklın Acizliği

Değil müteşabih âyetler, muhkem âyetlerden bile dinin bütün hükümlerini çıkarmak, Allah tarafından desteklenmeyen hiç bir beşerî akıl için sözkonusu değildir. Kur'an'da yer alan kâinatın yaratılış öyküsü ve yürürlükte olan kanunları, insanla ilgili sosyal, psikolojik, etik ve medenî kişiliği ile ilgili hususların sağlam anlaşılmasının ilmî birikimlere ihtiyaç duymadığını söylemek için, aklî fonksiyonların işlemesini durdurmak gerekir.

Aynı şekilde açık /muhkem âyetler olarak ifade edilen yerlerde yerini alan namaz, oruç, zekât, hac ve benzeri daha pek çok ibadetin detaylarını doğrudan Kur'an'dan öğrenme imkânına sahip olmadığımız, en açık gerçeklerden biridir. Bilimsel ve felsefî anlamda olduğu kadar, (mezheplerde olduğu gibi) dinî anlayış bakımından da farklı görüşlerle milyonlarca tefsirin yazılması, dediklerimizin reddedilmez kanıtıdır.

4. Kur'an'ın Evrenselliği

Kur'an bütün asırlara, bütün insanlara hitabeder. Her seviyedeki insan, kendi kabiliyeti nisbetinde Kur'an'dan hissesini alabilir. Bu hüviyetiyle Kur'an, zaman ve mekân üstü bir özelliğe sahiptir. Arapça olarak, en güçlü ve edebi bir lehçe olan Kureyş lehçesi ile inen Kur'an'ın üzerinde herhangi bir kabilenin veya herhangi özel bir çevrenin izlerini taşımaması, aksine evrensel bir boyut göstermesi, onun semavî kimliğinin önemli bir belgesidir. Kur'an'ın muhatabı bir bölge, bir kabile, bir çevre değil, bütün zamanlar, bütün mekanlar ve tüm insanlıktır. Kur'an'da ilk âyetin "Alemlerin Rabbine hamdolsun" şeklinde başlaması, onun ne kadar geniş bir perspektiften baktığını göstermektedir.

تَبَارَكَ الَّذِي نَزَّلَ الْفُرْقَانَ عَلَى عَبْدِهِ لِيَكُونَ لِلْعَالَمِينَ نَذِيراً

"Alemlere uyarıcı olsun diye kuluna Furkân'ı indiren Allah'ın şânı yücedir." (Furkan, 25/1.)

وَمَا أَرْسَلْنَاكَ إِلَّا كَافَّةً لِّلنَّاسِ بَشِيراً وَنَذِيراً وَلَكِنَّ أَكْثَرَ النَّاسِ لَا يَعْلَمُونَ

"Biz seni bütün insanlara ancak müjdeleyici ve uyarıcı olarak gönderdik. Fakat insanların çoğu bunu bilmezler. (Sebe, 34/28.) şeklindeki âyetler, Kur'an'ın başkaları için bir değer ifade etmeyen hiç bir mevziî işe bulaşmadığını, aksine kâinatı kuşatan bir ilmî bakış açısına sahip olduğunu göstermektedir.

Kur'an'ın iman esasları için ortaya koyduğu deliller, birer evrensel boyut taşıdığı gibi, insanlık için koyduğu pedagojik, ekonomik ve sosyolojik prensiplerin hepsi de dar bir çevrenin izlerinden uzak, evrensel boyutlu birer sosyal reçete hükmündedir.(1)

5. Kur'an'ın kapsamı

Kur'an, bitmez ve tükenmez bir hazinedir. Zaman ve mekân üstü evrensel bir ilâhî mesajdır. Her asır, onun naslarını ve muhkemâtını olduğu gibi kabul ile beraber, ikinci derecede yer alan diğer ilmî hakikatlerinden de hissesini alır. Ancak, başkalarının gizli kalmış hisselerine ilişmez. Diğer bir ifadeyle, "zaman ihtiyarladıkça Kur'an gençleşiyor." Ortaya koyduğu gerçekler daha da netleşerek gözler önüne seriliyor.

Bilindiği gibi, her devirde yazılan ilmî eserlerin, muhatapları tarafından yeterince anlaşılabilmesi çin onları kavrayan kimseler tarafından açıklanması gerekir. Allah'ın, evrensel bir kitap olarak gönderdiği Kur'an'ın, böyle bir izaha ihtiyacı ise ortadadır. İndiği günden beri hitap ettiği her devirde bu ihtiyaç yapılan tefsirlerle karşılanmıştır. Alimler, kendi bilgileri çerçevesinde ve içinde bulundukları çağın gereklerini de gözönünde bulundurarak Kur'an'ı tefsir etmişlerdir. Her müfessir Kur'an'ı tefsir ederken uzman olduğu ilim alanını ön plana çıkaracak şekilde bir metot takip etmiştir. Bunun tabii bir neticesi olarak da tefsir ilminde farklı anlayış ve meslekler ortaya çıkmıştır. Örneğin, Râzi'nin tefsirinde Kelâm, Beydâvî'de belağat, Kurtubî'de Ahkâmla ilgili hususların ön plana çıktığı görülmektedir.

Kur'an'ın lafızları, sadece bir mânâyı değil, pekçok mânâları ifade etmektedir. Bütün zaman ve mekânlarda bulunan bütün insanlara hitap eden Kur'an, insanların tüm kesimlerine ayrı ayrı mânâları ifade edecek bir üslûpta gelmiştir. Bu sebeple, Kur'an'ın mânâsı küllîdir. Herbir müfessir, o küllî mânâdan kendisine uygun bir tanesini alır ve izah eder. Bunu yaparken ya anlayışına, ya deliline, ya da meşrebine dayandırdığı bir mânâyı tercih eder. Demek ki, Kur'an'ın farklı şekillerde tefsir edilmesi yalnız câiz değil, aynı zamanda ilmî bir zarurettir.(2)

6. Kur'an'ın İ'câzı

Bütün ilim ve edebiyat dünyasına 15 asır meydan okuyan ve okumaya da devam eden Kur'an'ın, muarızlarına karşı kullandığı silah, akla ve kalbe hitap eden i'câz zırhıdır. Bunun en önemli yönü ise, Arapça dilinin üzerine kurulduğu belağat örgüsüdür. Beyan, Bedî' ve maânî ilminden ibaret olan belağat ilminin inceliklerini bilmeyenlerin, aynı dil kaidelerine göre nâzil olan Kur'an'ın eşsiz nazmını anlamaları mümkün müdür?

Allah'ın sonsuz ilminin bir yansıması olarak kendini gösteren Kur'an'ın, bütün inceliklerini; özellikle ilk mânaların dışında, ifadenin arka-planında yer alan ve "ikinci mânâ" olarak adlandırılan ifade inceliklerini kavramak için, kunu ile ilgili ilimler yanında, "ledünnî ilimler" denilen Allah'ın lütfettiği mevhibe ilimlere de ihtiyaç vardır.

7. Eşsiz üslûp

Bir sözün güzelliği, mükemmelliği, yüksekliği ve derinliği dört unsura bağlıdır: 

a. Mütekellim b. Muhatap c. Maksat d. Makam. Ediplerin sadece sözün makamını nazara almaları belâğat açısından doğru bir tesbit değildir. Çünkü bir sözün kimin tarafından söylendiği, kime söylendiği, niçin söylendiği ve hangi makamda söylendiğine bakılarak hakkında doğru karar verilebilir. Bu çerçevede Kur'an'ın durumuna bakıldığı zaman onun eşsizliği kendiliğinden ortaya çıkar. Çünkü bir sözün arkasında, onun sahibinin şahsiyeti, ilim ve kudreti vardır.

Şimdi bakın, Gücünü yüce Allah'ın sonsuz ilminden alan; insanların en en zeki ve en akkılısı, insanlık camiâsının yıldızları olan peygamberlerin en üstünü Hz. Muhammed (a.s) gibi eşsiz bir şahsiyete hitap eden ve bütün insanlık ailesini mühatap alan; 15 asır boyunca edebiyatın en ünlü uzmanlarını belağatına ilmen secde ettiren, onlara boyun eğdiren; insanlık için dünya ve âhiret saadetini temin edecek prensipleri ders veren, Allah'ın birliğini, genelde peygamberlik müessesini ve özelde Hz. Muhammed(a.s)'in peygamberliğini, âhiretin varlığını isbat ve insanlık camiâsında Allah'a karşı kulluk görevi ile adaletin mükemmel bir şekilde işlemesini sağlamayı gâye edinen ve binlerce âyetinde onları ders veren bir kitabın eşi benzeri olamıyacağı gibi, onun ifade inceliklerini kavramak da her babayiğitin kârı değildir. Milyonlarca tefsirin varlığı bunun açık bir delilidir.

Konu ile ilgili bir kaç misal:

وَلَئِن مَّسَّتْهُمْ نَفْحَةٌ مِّنْ عَذَابِ رَبِّكَ لَيَقُولُنَّ يَا وَيْلَنَا إِنَّا كُنَّا ظَالِمِينَ

"Yemin olsun ki, onlara Rabbinin azabından ufak bir esinti dokunsa, şüphesiz ey vah bize! gerçekten biz zâlim kimselermişiz, diyecekler" (Enbiyâ, 21/46.) şeklindeki âyette, azâbın dehşetli gösterilmesi için, en azının tesir derecesi en şiddetli bir tarzda ifade edilmiştir.

Ayetin asıl metninde geçen" وَلَئِن مَّسَّتْهُمْ نَفْحَةٌ مِّنْ عَذَابِ رَبِّكَ "Onlara, Rabbinin azabından ufak bir esinti dokunsa" cümlesinde yer alan altı kelimenin her birisi "azlığı" ifade etmekle, Kur'an'ın "az bir azap ile çok korkutma" maksadına hizmet etmişlerdir. İlk kelime وَلَئِن lâfzı "faraza, eğer " anlamında olup, şek ifade eder. Şek ifade etmekle de "azlığı" gösterir. İkinci kelime" مَّسَّتْهُمْ "fiilidir. Bu kelimenin anlamı "hafif dokunmak"tır. Yine azlığı ifade eder. Üçüncü kelime نَفْحَةٌ lafzıdır. Bu kelime üç yönden "azlığı" ifade ediyor.

a. Anlamı bir kokucuk olduğu için azlığı ifade eder.

b. Sarf ilmi açısından kelimenin yapısı, "İsm-i merre" dir. "biricik" anlamında olup "azlığı" gösteriyor.

c. Kelimenin sonundaki "tenvin", tenkir ve taklil içindir. O da "azlığı" ifade ediyor. Dördüncü kelime,"tab'iz"i , yani: bir şeyin bir parçasını, az bir kısmını ifade eden " مِّنْ lafzıdır.

Beşinci kelime; عَذَابِlafzıdır. "Nekâl" ve "ikâb"a nisbeten hafif bir cezadır. Azlığı gösteriyor.

Altıncı kelime " رَبِّكَlafzıdır. Allah'ın Cebbâr, Kahhâr, Müntakim isimleri yerine, şefkati gösteren bu kelimenin gelmesi "azlığı" ifade etmek içindir. Bu kayıtların işaretleri çerçevesinde âyetin meâli, şöyle verilebilir: "(Resulüm!) Eğer o inkârcılara, senin şefkatli Rabbinin azabının ufak bir parçasından, görünmeyecek kadar küçük bir kokucuk, bir defaya mahsus, faraza azıcık dokunuverse; zâlimler mahvolduk, diyecekler" âyette geçen kelimelerin herbirisi, âyetin asıl maksadına kuvvet veriyor"(3)

Bazı âlimlere göre, Kur'an üslûbunun en önemli özellikleri şunlardır:

a. Şimdiye kadar görülmemiş bir tarzda olması. Alışıla gelmiş tüm nesir ve nazım türlerinden farklı, yepyeni bir ifade tarzı.

b. Konularının farklılığına rağmen bütün ifade tarzlarında en yüksek bir edebî seyir takip etmesi.

c. Bütün zaman ve mekânlara, her seviyedeki insan kesimine aynı ifadeyle hitabedip hepsini ayrı ayrı tatmin etmesi.

 Bu özelliklerin insanların sözlerinde bulunmasının imkânsız olduğunu söyleyen Said Ramazan Bûtî, konu ile ilgili olarak şu misalleri vermiştir:

تَبَارَكَ الَّذِي جَعَلَ فِي السَّمَاء بُرُوجاً وَجَعَلَ فِيهَا سِرَاجاً وَقَمَراً مُّنِيراً

"Gökte burçlar kılan, orada parlak bir lamba ve aydınlatıcı bir ay yaratan Allah yücedir." (el-Furkan, 25/61.) el-Bûti'ye göre, bu âyetten farklı kesimler farklı mânâlar anlamış ve o mânâların hepsi de doğrudur. Meselâ: Alelâde bir insan, bu âyetten, güneş ve ayın her ikisinin de yeryüzüne ışık gönderdiğini anlar. Bir arap filoluğu ise, âyette geçen "Sirac" kelimesinin işaretiyle güneşte ışık ile birlikte ısındırma özelliğinin de var olduğunu anlar. Bir astronomi bilgini ise, Bu tabirlerden güneşin ışığın bizzat kaynağı, ayın ise, ışığını dışarıdan almakta olduğunu anlar. Çünkü, arapçada ışığın kaynağı olan şeyler için "muzî" tabiri, ışığını dışarıdan alanlar için de "münîr" tabirini kullanırlar. Meselâ: Aydınlık bir oda için "Ğurfetün müzîetün" denilmez, aksine "münîretün" denilir. Çünkü odanın ışığı dış kaynaklıdır. Buna karşılık bir ateş közü için "kabesün münîr" denilmez, aksine "müzî" denilir. Çünkü, ateşteki ışık kendisinindir. İşte Kur'an-ı Hakim'in Kur'an'da ay için "nur-münîr", güneş için "ziya-siraç" tabiri kullanması bu ince farkı belirtmek içindir.

Yine

وَالْأَرْضَ بَعْدَ ذَلِكَ دَحَاهَا

"Allah, Yeri de gökten sonra yayıp sermiştir." (Nâziat, 79/30.) meâlindeki âyette geçen "Dahv" kelimesinin bir anlamı, serip yaymaktır. Normal bir insan bunu böyle anlar ve anladığı doğrudur. Bu âyeti tetkik eden bir astronomi bilgini ise, bu kelimeden yeryüzünün küre şeklinde yuvarlak olduğunu anlar. "Bu anlayış da doğrudur." diyen Bûtî, kelimeyi her iki anlamda kullanan İbn Rûmî'nin bir şiirine yer vermiştir.(4) Gerçekten bu kelimeden türemiş olan "medha" kelimesi deve kuşu yumurtasının yuvası anlamına gelir ki, bu da tam yuvarlak olmayıp, elips şeklindedir.(5)

Dipnotlar

1-el-Butî, Min Ravâii'l-Kur'an, 216-222.

2-Nursi, Mektûbat, 304.

3-Nursi, Sözler, 386-87.

4-bkz. el-Bûtî, Revâyi', 115-16.

5-bkz. Ahter-i Kebîr; el-Mu'cemü'l-Vecîz, "Dahv" maddesi.

Bu yazıya yorum yazın


Not: Yanında (*) işareti olanlar zorunlu alanlardır.

Bu yazıya gelen yorumlar.

DİĞER YAZILAR

Size yasak edilen büyük günahlardan kaçınırsanız, kusurlarınızı örteriz ve sizi ağırlancağınız şerefli bir yere yerleştiririz.

Nisâ, 31

GÜNÜN HADİSİ

"Kim, müslüman kardeşinin namusunu ve şahsiyetini korursa, Allah onun yüzünü kıyamet gününde cehennem ateşinden uzak tutar."

Tirmizî.

TARİHTE BU HAFTA

*Kanije müdafaası(18 Kasım 1601) *Hz.Fatıma'nın(r.anha) Vefatı(22 Kasım 632) *İstanbul'un Müttefikler Tarafından İşgali(23 Kasım 1918) *Alparslan'ın Şehadeti(24 Kasım 1072) *Öğretmenler Günü(24 Kasım)

ANKET

Sitemizle nasıl tanıştınız?

Yükleniyor...

SİTE HARİTASI