BEDÄ°ÃœZZAMAN-1
Bediüzzaman, ‘ muhabbet fedaileriyiz husumete vaktimiz yok’ derken daima insanlar arasında iyiliğin, birlik, beraberlik ve dayanışmanın sembolü olmuş ve ruhunu temsil etmiştir. Akif gibi ümmetin köprülerinden birisidir.
* Bediüzzaman, ' muhabbet fedaileriyiz husumete vaktimiz yok' derken daima insanlar arasında iyiliğin, birlik, beraberlik ve dayanışmanın sembolü olmuş ve ruhunu temsil etmiştir. Akif gibi ümmetin köprülerinden birisidir.
*Kimileri Şükrü Hanioğlu gibi yazarların yorum veya kimi ifadelerinden yola çıkarak Bediüzzaman'ın Prens Sabahaddin'in adem-i merkeziyet fikrine yakın durduğu intibaına veya zehabına kapılmıştır. Bununla birlikte Bediüzzaman'ın ilgili yazılarını tetkik ve tahkik edenler aksine Bediüzzaman da federasyon anlamına gelen bir adem-i merkeziyetçi fikir bulamazlar. Bununla birlikte yine de bir iltibastan söz edilebilir. Bu iltibasın nedeni ne olabilir?
Esasında Prens Sabahaddin'in vazetmiş olduğu adem-i merkeziyetçi anlayış bizatihi değil kimi zaman ve özellikle çözülme dönemlerinde sonuçları itibarıyla zararlıdır. Bu nedenle âlimler adem-i merkeziyetçi fikirleri şartlarına ve sonuçlarına göre değerlendirmişlerdir.
Sosyolojik bir vakıa olarak İslam devletleri kurulduklarında güçlü bir merkezi yapıya sahip olmaktadırlar. Lakin daha sonda sınırlar genişledikçe ve devlet yaşlandıkça merkeziyetin yerini adem-i merkeziyet almaktadır. Bu şer'i değil sosyolojik bir gerçektir.
Yaklaşık 500 yıl boyunca hükümran olan Abbasi devleti yıkılmaya yakın zayıflamış ve merkeziyetini kaybetmiÅŸtir. Osmanlılar da Üçüncü Selim ve Ä°kinci Mahmut'tan itibaren fiili bir biçimde adem-i merkezi bir yapıya bürünmüşlerdir. Mehmet Ali PaÅŸa ile birlikte Mısır'ın kendi başına buyruk olması gibi. Bosna, Libya gibi beldeler ve vilayetler bir ÅŸekilde dolaylı olarak yönetilmeye baÅŸlamışlardır. Bununla birlikte bu yönetim biçimi fiili bir durumdur.Â
Bunu bir sistem olarak ortaya atan erbab-ı kalemden, Prens Sabahaddin olmuştur. Geçmişte ulema fiziki irtibat olmaması halinde İslam coğrafyasında ikinci bir İslam devletinin varlığının meşruiyetine dair fetvalar vermişlerdir. Bununla birlikte ortak bir coğrafya içinde çatı ve yapı dışına çıkmayı hoş karşılamamışlardır. Bediüzzaman'ın tavrını da bu hususta muhafazakâr olarak değerlendirilebiliriz.
*İngiliz Müstemleke Vekili Gladstone'un ' Kur'an Müslümanların elinde kaldıkça onlara söz geçiremeyiz' ifadeleri Bediüzzaman'ın himmetini tetiklemiş ve Risale-i Nur hizmetlerine kapı aralamıştır.
* Merhum Ekrem Doğanay gibi nice hoca kendi kendini yetiştirmiştir. Elbette hocasız veya usulsüz yetişmek belki kusurdur lakin bazı kişilerde meziyet olur. Hatta Bediüzzaman da isami şahsiyetlerden birisidir. Kendi kendini yetiştirmiştir. Bu bir nakısa değil belki dâd-ı haktır.
* Çanakkale'de Batılılara geçit vermedik. Ardından İngiliz maşası olan Yunanlıları da püskürttük, denize döktük lakin Batılıları attık ama Batı virüsünü kaptık. Asker olarak giremediler ama virüs olarak, fikir olarak, mefkûre olarak girdiler. Bunu en iyi ifade edenlerden birisi Bediüzzamandır. Bunu 'kurt gövdeye girdi' benzetmesiyle anlatır. Şeyh Bahit'e de Osmanlı'nın Batı'ya Batı'nın da Osmanlıya hamile olduğunu ve ikisinin de hamlini vazedeceğini söyler.
* Yazar Ahmet Kubat'ın Mevlana Halid-i Bağdadi adlı eserini okuyorum. Orada on ikinci yüzyılın müceddidi Halid-i Bağdadi'nin cübbesinin nasıl Bediüzzaman'a intikal ettiği konu ediliyor. İlginçtir, Ömer Bin Abdülaziz'in kademi üzerine hem Halid-i Bağdadi hem de Bediüzzaman prensipte hediye kabul etmemektedirler. Onun izini takip etmektedirler. Halid-i Bağdadi'nin halifelerinden Küçük Âşık'ın torunu Asiye Mülazimoğlu kaderin bir cilvesi ve remziyle Halid-i Bağdadi'nin dedesine hediye etmiş olduğu cübbeyi hediye kabul etmediği için utana sıkıla Bediüzzaman'a takdim ediyor. Elbette bu tuhfe-i rabbani. Maddi değil manevi bir hediye. Reddi kabil değil. Böylece hediye kabul etmeyen Halid-i Bağdadi''nin cübbesi hediye kabul etmeyen Bediüzzaman'a bu şekilde intikal etmiş oluyor.
*Bediüzzaman da Birinci Lem'a'da 'esbap bilkülliye sukut etti' tabirini kullanır. Balığın karnında başka ne sebep olabilir ki? Bu ibare ve ifade Hazreti Yunus Aleyhisselam'ın içinde bulunduğu durumu çok beliğ bir surette ifade etmektedir.
* At izinin it izine karıştığı bir sırada Bediüzzaman gibi bir kahramana ihtiyaç var. Bediüzzaman İstanbul'a geldiğinde bu şehirde ikameti esnasında Şarklı hemşerileri olan Kürt hamalların isyan ettiklerini duyar ve onları teskin etmek için harekete geçer. Benzetme değil ama hatırlatma babından Halide Edip Adıvar'ın Sultan Ahmet'teki nutku gibi tesirli bir nutuk icra eder ve hemşerilerini isyandan döndürür, teskin eder.
Birileri ülkemizi yangın yerine çevirmek istiyor. Bunlar masum hamallar değil aksine ideolojik hamule ve yükleri olan kimyaları bozulmuş bazı çevreler. İşte bu ideolojik hamallara doğru istikameti, ötesinde Kürtlerin gerçek saadetini ve kimliğini gösterecek Bediüzzaman tipinde kahramanlara ihtiyaç var. Bu kahramanlar şahs-ı manevi dairesinden çıkacaktır. Kürt kimliğinin muhafazasını ideolojik simsarlara, Kürtçülük simsarlarına bırakmasınlar. Onlar yıkım memuru ise Risale-i Nur şakirtleri yapım memurlarıdır. Yıkmak yapmak gibi olmaz. Ülkemiz bu ideolojik hamallarının açtığı kötü çığırın acı meyvelerini tatmıştır. Şahs-ı manevi arasından bu biriken kötü enerjiyi bertaraf edecek salih Kürtlerin çıkmasını intizar ediyoruz. Abdülkadir Badıllı abinin çığlığı boşuna değil. O çığlık maşerin mahşeri çığlığı haline gelir inşallah...
*Zannederim Hasan Feyzi ağabeyden menkul olan bir söz de, Bediüzzaman'ın selefleri olan Akşemseddin ve İzzet Molla gibi bu hususta rabbani bir çığırı temsil ettiğini göstermektedir. Kardeşim! Mehdi-i Ahirzaman (RA) geldiğinde bizi vazife başında görsün! Bediüzzaman meseleyi imtihan sırrı gereği, kolaycılıktan ve hayali telakkilerden arındırır. Sünnetullah kalıbına döker, Bu çerçevede kullandığı ifadelerden birisi, şahs-ı manevi deyimidir. Yani temsilci şahıs ile birlikte onun temsil ettiği taban hareketidir. Ya da cemaatidir. İkisi arasında bir telazum vardır. Bu nedenle, Bediüzzaman Hazret-i Mehdi cemiyetinden bahseder. Mehdi zeminiyle veya nehir kollarıyla bir bütündür. Şahsı manevi telazuma işaret eder. Tek taraflılığı kaldırır. Bu birliktelik ve beraberlik Allah'ın tevfikine işaret eder.
* Her şartta şiddet kullanmak gayri meşru addedilemez. Muhakkak ki istisnaları vardır. Bu anlamda, Bediüzzaman'ı Sokrates, Henry David Thoreau ile kategoride ele almak veya damara nispet etmek bana pek isabetli ve sevimli görünmüyor. Sokrates'i istisna ediyorum. Dolayısıyla Bediüzzaman'ı sivil itaatsizlik mesleği içinde göstermek kanaatimce doğru değildir. Bunun yerine onu manevi cihad bağlamında yöntem olarak şiddetten uzak duran İslami bir hizmet anlayış ve damara isnat etmek daha doğru olur. Onu bu hizmet anlayışının halkalarından biri olarak ele almak daha isabetli olacaktır. Hasan Basri, İmam Cafer-i Sadık, İmam Malik gibiler bu çizgiyi temsil etmiştir.
* Bediüzzaman'ı sivil itaatsizlik akımı arasında mütalaa etmek kanaatimce onu seküler bir zemine çekmektir. Kanaatimce Bediüzzaman'ı Gandi mesleğine sokmak doğru olmadığı gibi Cevdet Said veya Buti anlayışıyla irtibatlandırmak da isabetli değildir.
* Demek ki Gazali, Geylani ve günümüzde Bediüzzaman bir devrenin temsilcileridirler. Buna iman hizmetleri dairesi veya dar daire hizmetleri de denilebilir. Nitekim Bediüzzaman'ın geniş dairenin sahipleri dediği zevat herhalde Nureddin Zengi ve Salahaddin Eyyübi emsali zevat olmalıdır.
* Suriye meselesine gelince: Gerçekten de Bediüzzaman yaşasaydı Abdulkadir Badıllı'nın çizgisinde mi olurdu yoksa Cevdet Said'in mi?
*Kanaatime göre, âdem-i şiddet Bediüzzaman'da külli sistemin bir cüzüdür ve bu külli sistemdeki davet zemininin bir prensibidir. Bu ise diğer parçalarda ve devrelerde bunun mümkün olmadığı anlamına gelmez. Bu şu gibidir: Risale-i Nurlar İttihad-ı İslam siyasetine bile alet edilemez. Lakin ittihad-ı İslam Risale-i Nurun samimi hedefleri arasındadır.
* Bediüzzaman mevcut rejime mesafeli davranmıştır. Mesafeyi iyi ayarlamıştır. Rejimin banisinin ahirzaman eşhasından olduğunu teşhis etmiştir.
* Bazı evrelerde Muhammed Abduh ve Bediüzzaman siyasete mesafe koymuştur. Lakin bu ulu'l emr lehine bir durum değil. Siyasi vasatın kirlenmesi ve ölçünün ortadan kalkması nedeniyledir. Alt yapı hizmetleri olmadan üst yapı yani siyasi hizmetlerin sonuçsuz ve akim kalacağına inandıkları için böyle söylemişlerdir. Kesinlikle bu noktada Bediüzzaman ile Zekeriya Beyaz aynı değildir.
* Bu mesleği(ilmi İ'caz) tek başına Bediüzzaman'a atfetmek de doğru değil. İstisnalar olsa da genel bir çığırdır. Bu çığırın günümüzdeki en önemli temsilcilerinden birisi Abdurrezzak Nevfel idi. Hatta daha da ileri giderek şunları söylemek mümkün: Günümüzde tefsirde başlı başına ilmi i'caz ekolü var. Sözgelimi Zağlul Neccar ile merhum Muhammed Mütevelli Şaravi tefsirde ilmi i'caz ekolünün iki süvarisidir. İslam tarihi içinde de geniş bir temsil yelpazesi vardır. Müspet ilim ile Kur'an ilimlerini mezcetme hususunda Bediüzzaman'ın seleflerinden birisi de Hüseyin Cisr efendidir.
* Son olarak yaşadığımız çekişmeler Bediüzzaman ismini öne taşıdı. Tali faktörlerin öne çıkması Bediüzzaman'ın ismini veya misyonunu küllemese bile perdelemişti. Bediüzzaman adına kimileri Bediüzzaman ismini veya anlayışını perdelemişlerdi. Çekişmelerin hayırlı tarafı burada gizlenmiş olmalı.
* Ulemanın hukuk alanının düzenlemesini de yöneticilere bırakması Bediüzzaman'ın bir sözünü hatırlatıyor: Şeriat da, yüzde doksan dokuz ahlâk, ibadet, âhiret ve fazilete aittir. Yüzde bir nispetinde siyasete mütealliktir; onu da ulü'l-emirlerimiz düşünsünler. Bu maksimalist değil minimalist bir yaklaşımdır. Demirel bunun ötesine geçerek ahkam ayetlerinin tamamen tatil edilmesini ve yok sayılmasını istemiştir. Bediüzzaman'ın söylediği Osmanlı veya ittihatçılar döneminde idi.
* Bediüzzaman kurgusal hareketlere hiç girmemiÅŸtir. Bu nedenle de davet ve hizmet adına örgütlü veya cemiyet tarzı yapıları hatırlatan çabaları tasvip etmemiÅŸtir.Â
* Bediüzzaman ahirzamandaki Sünni ihyayı ve dirilişi Hazreti Hüseyin'in devamına değil Hazreti Hasan'ın devamına bağlamaktadır. Bu çok dakik bir ayrımdır. Zira Sünni anlayış hilafetin Hazreti Hasan'la bittiğini öngörür. Yeniden istinafı da yine Hazreti Hasan üzerinden olacaktır. Şiiler ise aksine Hazreti Hüseyin'le imametin devam ettiğine inanır. Dolayısıyla Şii anlayış efsaneler üzerine kurulmuştur.
*Başlangıçta İstanbul'a gelen Bediüzzaman realizmin ukde ve ta'kidatını yani karmaşıklığını hesaba katmadan hasbi olarak (hisbeten lillah) bazı talepleri dile getirir. Realizm dehlizlerinde pişmiş kesimler bunu dikkate almazlar ve günün şartlarında anormal bir davranış olarak algılarlar. Bediüzzaman iki devrin muhasebesinde bu farkı ve açığı ifade eder. Fatih Altaylı'nın hesaba katmadığı budur. Bediüzzaman ' asıl istibdat atide imiş' diyerekten iki devrin farkını ortaya koyar. Birinci devirde, ikincisi kadar kurumsal olmayan daha ziyade şahsi ve ferdi düzeydeki istibdada karşı, nasihat yöntemini kullanır. İkinci devirde; istibdat veya koyu istibdat devrinde ise elmas kılıçları kınından çıkarır. Mücadele yöntemini değiştirir. Kur'an etrafındaki surların ve devlet surlarının yıkılmasıyla birlikte bu vazife cemaat veya cemaatlere intikal etmiştir. Bu dönem, bir nevi ve ağırından Anadolu Selçuklu devletinden Osmanlı'ya geçişteki fetret dönemini andırmıştır.
* Said-i Nursi'nin çilesi Abdülhamid'le başlar başlıklı yazısında Fatih Altaylı sapla samanı birbirine karıştırmış. Bediüzzaman'ın hem İkinci Abdülhamid döneminde hem de Demokrat Parti döneminde eziyet çektiğini söyleyerek 'hepsi de bir' demeye getiriyor. Elbette hepsi bir değil. Böylece belki de kastetmeden CHP günlerini aklamaya çalışmıştır. Evet, nispi olarak Bediüzzaman anılan dönemler de kovuşturmaya uğramıştır. Ama meselenin özü bu değildir. Necip Fazıl da DP döneminde aynı şekilde eziyet çekmiştir. Lakin bu Demokrat Parti'nin eğilimi sonucu olmayıp CHP'nin tortuları nedeniyledir. CHP Demokrat Partiyi Bediüzzaman'la sıkıştırmaya çalışmış ve Demokrat Parti'nin tabanını Nurcularla takviye ettiğini propaganda etmiştir. İttihatçılardan kalma ve hatta daha gelişmiş bir alışkanlık veya damarla irtica vaveylaları koparmış ve DP'yi, odak olarak Nur talebelerinin üzerine yönlendirmeye çalışmıştır. Böylece hem Nur talebelerine çelme atmış hem de DP ile tabanının arasını açmaya yeltenmiştir. Bir taşla çift kuş. Ya da moda tabirle kuş katliamı. Bu mesele eski bir mesele ve kavga. Çok su götürür. Lakin tarihte saflar belirgin ve nettir.
Â
Bu yazıya yorum yazın
Bu yazıya gelen yorumlar.
DÄ°ÄžER YAZILAR
Şüphesiz Kur'an, mü'minler için gerçekten bir hidâyet rehberi ve rahmettir.
Neml, 77
GÃœNÃœN HADÄ°SÄ°
"Yâ Resûlâ'llâh, müslümanların hangisi efdaldir?" diye suâl ettiler. "Müslümanlar; dilinden elinden selâmette kalandır." cevâbını verdiler.
BUHARİ, KİTÂBÜ'L-ÎMÂN, Ebû Mûsâ el-Eş'arî (r.a.)
SON YORUMLAR
- Bütün beytlerin tercümesini gönderebilir misiniz? sitede sadece son birkaç...
- Fıtrat, namaz, tevafuk, sırlar ve tüm bunların sahibi zişanı İlahi kusur...
- Selamünaleyküm Ä°nternette mütalaalı risale i nur dersleri diye arama yaptÄ...
- bu kıymetli yazıdan dolayı ahmed izz kardeşimize teşekkür ederiz çok mani...
- selamün aleyküm Ahmed kardeşimizi tebrik ediyor ve bu faideli tercümelerin...
- Yanında okuyan diğer öğrencileri; Molla Muhammed Kasori Molla Muhammed Era...
- Benim merhum babam Molla İbrahim Azizi de onun yanında icazeti tamamlamıştı...
- Teşekkürler. Sanırım Envar neşriyat idi.Tam hatırlayamıyorum.....
- Çok güzel bir çalışma Rabbım ilminizi arttırsın bu çalışmalarınızı...
- Merhaba, Ben Foliant yayınlarından uğur. Sizinle iletişim kurmak istiyoruz ...
TARÄ°HTE BU HAFTA
*Kanije müdafaası(18 Kasım 1601) *Hz.Fatıma'nın(r.anha) Vefatı(22 Kasım 632) *İstanbul'un Müttefikler Tarafından İşgali(23 Kasım 1918) *Alparslan'ın Şehadeti(24 Kasım 1072) *Öğretmenler Günü(24 Kasım)
ANKET
Sitemizle nasıl tanıştınız?
Yükleniyor...