BEDÄ°ÃœZZAMAN-2

İttihatçıların yüzeye çıktıkları sıralarda da Türkiye’de siyaset anlamını kaybetmiştir. Çoğulculuğa geçilmiş ama çoğunluluk kendisini imha etmiştir. Bediüzzaman bu siyasi ahval üzerine nokta-i nazarını şöyle dile getirmiştir


Mustafa Özcan

mustafaahmetozcan@gmail.com

2016-03-15 10:33:10

* İttihatçıların yüzeye çıktıkları sıralarda da Türkiye'de siyaset anlamını kaybetmiştir. Çoğulculuğa geçilmiş ama çoğunluluk kendisini imha etmiştir. Bediüzzaman bu siyasi ahval üzerine nokta-i nazarını şöyle dile getirmiştir: "Bir salih âlim, kendi siyasî fikrine uyan bir münafığı hararetle sena ve siyasetine muhalif bir salih hocayı tenkit ve tefsik edebilmiştir." Hadiseye şahit olan Bediüzzaman, bu dehşetli hatayı işleyen alimi, "Bir şeytan senin fikrine yardım etse rahmet okutacaksın. Senin fikr-i siyasiyene muhalif bir melek olsa lânet edeceksin" sözleriyle ikaz etmiş ve işte bundan sonradır ki euzu billahi mine'ş-şeytani ve's-siyase diyerek, şeytanîleşen siyaset anlayışı ve ortamından Allah'a sığınmıştır. (Bkz. Hutbe-i Şamiye, s. 52, Hâşiye)…"

Dolayısıyla Bediüzzaman ile Muhammed Abduh, Bediüzzaman ile Hasan el Benna'nın siyasete bakışını, yaklaşımlarını biraz da bu siyasi ortamlar etkilemiş, şekillendirmiştir. Bu, samimi adamların yapacağı iş değildir. Bu durum, 1970'li yılların sonlarında kendisine saygısı olan bazı jönlerin Yeşilçam'ı terk etmelerine benzer. Zira temsil için uygun zemin ve vasat kalmamıştır.

* Keza Carullah Bigiyef gibi Bediüzzaman da ölene kadar ittihad-ı İslam için çalıştı ve en büyük vazifesinin ümmetin birliğini sağlamak olduğunu söyledi durdu. Hatta inkilaplar karşısında kendisini İran'a götürmek isteyenlere karşı 'Hicaz'a olsam buraya gelmem lazım' diyordu. Yiğit düştüğü yerden kalkar. İstiklal mahkemelerinin kurulup hocaların birer ikişer darağacına çekildiği günlerde Van'da olan Bediüzzaman'a şehir ahalisi: "Seni İran'a götürelim, Hicaz'a kaçıralım" dediklerinde Bediüzzaman: "Hayır gitmeyeceğim! Âlem-i İslam'ın kapısı kilidi Türkiye'dedir." diyerek ribat ve nöbet alanını terk etmemiştir.

* Hem Bediüzzaman hem de Ebu'l Kelam Azad raşid halifeleri cumhur reisleri olarak takdim etmiştir. Bundan dolayı Bediüzzaman bir cumhuriyetçi olduğunu ifade etmiştir.

* Bediüzzaman da Hazreti Ömer'in yolundan yürüyerek mükemmeliyet mesleğini değil tekâmül mesleğini seçmiş ve benimsemiştir. Mükemmeliyet mesleği şeytan mesleğidir. Zira Allah'a özenmektedir. Adem ise kibir değil kulluk makamındadır. Şeytan mükemmeliyetçi iken Adem tekamülcüdür.

* Bediüzzaman da talebelerinin muhtelif zamanlardaki sorularına karşılık, çekilen sıkıntıları, maruz kalınan zulümleri göstererek adeta Peygamberimizin ( S.A.V.) Mekke devrinin bir numunesinin yaşanmakta olduğunu söylemiştir ( Bediüzzaman Said Nursi ve Hayru'l-Halefi Ahmet Hüsrev Altınbaşak, s: 1236, Hayrat Vakfı İlmi Araştırma Heyeti).

* Bediüzzaman skolastik olmadığını söylemiştir. Bediüzzaman çağa bağlı ya da çağa kapalı değildir. Çağa bağımlı hale gelmeden çağa açıktır. Bir çağa bağlı olarak esnekliğini kaybetmiş anlayışlardan uzak olduğunu dile getirir. Bu ise aydınlanma değildir. Zira aydınlanma, çağa hapsolmaktır. Belki Bediüzzaman yerine Muhammed Abduh veya Seyyid Ahmet Han gibiler bu kategoriye girebilirlerdi. Bediüzzaman skolastik değilse de aydınlanmacı da değildir. Onun bakış açısı muayyen bir asırla sınırlandırılamaz. İskilipli Atıf Hoca'nın ifadesiyle İslam asri değil a'saridir. Bundan dolayı skolastik olamayacağı gibi aydınlanmış da olamaz. Onun nuru asırdan değil Allah'tandır. 

* Hakan Yavuz ve Şahin Alpay bir demet isim üzerinde duruyor. Bunların birbirleriyle pek alakası yoktur. Fazlurrahman ve Abdulkerim Suruş ve benzeri isimleri Bediüzzaman'la birlikte anmak hem bu kişileri hem de Bediüzzaman'ı tanımamak olur. Abdulkerim Suruş, Ali Şeriati'nin devamı sayılan İranlı bir düşünürdür. Son sıralarda Şiilikten ayrılarak Mutezile mezhebine intisap etmiştir. Hala arayışı istikrar kazanmış ve tatminsizliği dinmiş değildir. Bediüzzaman'ın istikrarlı çizgisi ise malumdur.

*Emir Şekip Arslan ve Bediüzzaman. İkisi arasında nasıl bir bağlantı olduğu sorulabilir. İkisi de çöküş yasalarını ve Müslümanların hastalıklarını teşhis eden risaleler kaleme almışlardır. Bediüzzaman, 1911 yılında Şam'da Emevi Camii'nde vermiş olduğu ve Hutbe-i Şamiye olarak anılan tebliğinde veya hutbesinde Müslümanların iç hastalıklarını ve tedavi şekillerini yazmıştır. Dert ve derman, da ve devayı, dertleri ve çareleri kaleme almıştır.

* Çöküş dönemlerinde âlimler yeniden ayağa kalkmanın reçetesini yazmışlar ve erbabına havale etmişlerdir. Bediüzzaman da 1911 senesinde verdiği hutbede bunları dile getirmiştir. Hutbesinde veya reçetesinde ele aldığı ümmetin ortak dertlerinden birisi fakirlik, cehalet, zaruret ve yeis gibi hallerdir.

* Arap Baharı iki ismi öne çıkarıyor. Bunlardan birisi Hasan el Benna diğeri de Bediüzzaman. İkisi arasında gerçekten de görünür, görünmez köprüler ve münasebetler var. Talebeleri arasında da köprüler var. Bediüzzaman ile Hasan el Benna arasındaki köprülerden birisi ihlas abidesi olan Prof. Abdulhalim Avis idi. Denildiği gibi sessiz sedasız bir biçimde aramızdan ayrıldı. Vefatıyla alakalı yazmak istiyordum araya manialar girdi. Nil Yayınları'nda (Daru'l Nil) çıkan Bediüzzaman'la ilgili ' Reculu'l Kur'an ve Sinaatü'l İnsan' kitabı muhteşem bir kitap. Baştan sona okudum ve gerçekten de müstefit oldum. Tabir caizse, Bediüzzaman'ın hakkını vermiştir. Kitap münhasıran Bediüzzaman'la ilgili. Kitabı okuduktan bir müddet sonra al Mısriyyun gazetesinde Abdulhalim Avis'in vefat haberini gördüm. Kendisi Bediüzzaman'dan ziyade Hasan el Benna ve çalışmalarını, çabalarını, cemaatini ve fikriyatını yakından tanıyan bir isimdir. Onun daha önce Hasan el Benna'nın yöntemiyle alakalı al Misriyyun'da çıkan bir yazısı vardı. Bu yazı adeta Hasan el Benna'nın Muhammed Gazali ile birlikte yaptığı dava ve yöntemiyle alakalı muhasebesini anlatmaktadır. Vefatından sonra geriye dönüp arşivlerden aradım, taradım ve yazıyı zar zor buldum.

* Avis'e göre, Hasan el Benna'nın bir biçimde mesleğini gözden geçirmek istemesi esasında Bediüzzaman mesleğinin lehinde bir durumdur. Zira Hasan el Benna siyasetin ve fırsatçı siyasetçilerin ön plana çıkmasından rahatsızdır ve bundan dolayı vaktinin elvermesi halinde mesleğini gözden geçireceğini ifade etmektedir. Bediüzzaman mesleğini şefkat üzerine bina etmiş ve 'muhabbet fedaileriyiz' demiştir. Hasan el Benna da esasında mesleğini şefkat üzerine tesis etmiştir. Bundan dolayı Avis'in de sözünü ettiği gibi 'insanlarla sevgi ile savaşacağız' demiştir. Silahı sevgi ve muhabbet olan bir savaş! Kim istemez? Yani o da muhabbet fedaileri makamında olduğunu söylemiştir. Yani ortada bir savaş hali var ama bu savaşın araçları muhabbet ve sevgi. Hasan el Benna sevgi ve yüksek duyguların insanıdır. Hayatında sertliğe yer yoktur. Ve fikirlerini zorla kabul ettirme diye de bir mesele de bahis konusu değildir. Şiddete başvurmadan ve dayanmadan ikna yöntemi üzerine bir mesleği benimsemiştir.

*Mehmet Çelik, Muhakemat'tan hareketle veya yola çıkarak Memun devrinde Yunan hikemiyatının tercüme yoluyla İslamileştirildiğini ifade etti. Halbuki, bu tespit Muhakemat'taki tespitlerle tam olarak örtüşmüyor. Bediüzzaman bu hususta Gazali gibi düşünüyor. Bu meseleye mutlak değil izafi ve göreceli bir önem atfediyor. Bazı ilimlerin İslamileştiği ve bazılarının da zamanla gayri İslamileştiği söylenebilir.

* Taha Hüseyin ve onun rehberi Arnold Toynbee medeniyetin bir bütün olduğunu ve paket halinde alınabileceğini veya bırakılacağını ileri sürmüştür. Bediüzzaman ise İmam Rabbani'nin kullandığı telahuku efkar tabiri üzerinden medeniyetler arası alışverişin seçmece olabileceğini ortaya koymuştur. Toynbee ve Taha Hüseyin medeniyete ideolojik gözlükle bakarken Bediüzzaman teknik gözlükle bakmış ve isabet etmiştir. Dolayasıyla seçmece bir alışveriş mümkündür. Medeniyetler birbirinin kopyası ya da zıddı olmak zorunda değildir. Tekamül kanunuyla birbirlerini tamamlayabilirler. Lakin Bediüzzaman aynen Bernard Lewis gibi Batı medeniyetiyle İslam medeniyetini zıt kategorilerde görmüştür. Zira Batı medeniyeti maddeci bir medeniyettir ve manevi bağlarıyla ilişkisini kesmiştir. Bu onun maddi tarafından istifade edilmeyeceğini elbette ki göstermez. Tabii ki bu maddeci olmak değildir. İkisi birbirinden farklıdır.

 

* Bediüzzaman tarikatlarla ilgili çekincesini ifade ederken bunu iki kritere bağlamıştır. Biri şer'i kriter diğeri ise zaman (ilcaat) veya sosyolojik kriterdir.

Birincisi: Şer'i ayak olmadan yapılacak tarikat hizmetleri çabucak sapmalara dönüşebilir ve bidatkar bir mecra kazanabilir. Bundan dolayı eskiler 'şeriatsız tarikat olmaz' demişlerdir.

İkincisi: Bu sözü sosyolojik makamda söylemiştir. Şimdi tarikat zamanı değil cemaat zamanı derken tekil akıl ve faaliyetler yerine ortak akıl ve ortak faaliyetlerin önemine dikkat çekmiş ve bu devirde tekil yapıların örgütlü yapılar karşısında dayanamayacağını hatırlatmıştır. Eskiden otoriter dönemlerde bir mürşidin aklı ve dirayeti bütün cemaate kafi geldiği halde daha sonra daha örgütlü dönemlerde eski yapı yeni yapıyı karşılamaz olmuştur. Eski hal muhal olmuştur. Nitekim ehl-i tarikat da kendisini yeni döneme adapte etmiş ve eski yapısından çıkarak bir nevi cemaat yapısına bürünmüştür. Erenköy Cemaati, İskenderpaşa Cemaati, Süleyman Efendi cemaati böyle değil midir?

Tasavvuf kemal yoludur. Dönem kemal devri olmaktan uzaklaşmış ise altyapıyı yeniden kurmak gerekir. Tahkik ehli tarikat erbabı da bu yönde Bediüzzaman'a hak verir, katılır. Risale-i Kuşeyriye gibi tasavvuf eserlerinde dile getirildiği gibi eskiden tasavvuf vardı ama adı yoktu. Şimdi ise adı var kendisi yok. Gazali ve sonrasındaki kuşak da gerçek mürşidin kibrit-i ahmer kadar nadir olduğuna temas etmişlerdir. Keza Hamalı Şeyh Muhammed Hamid de günümüzde teberrük şeyhlerinin kaldığını ve asıllarının veya kamil şeyhlerin ise inkiraza uğradığını söylemiştir

 

Bu yazıya yorum yazın


Not: Yanında (*) işareti olanlar zorunlu alanlardır.

Bu yazıya gelen yorumlar.

DÄ°ÄžER YAZILAR

"Kadınlara iyilikle muamele ediniz."

Nisa:19

GÃœNÃœN HADÄ°SÄ°

İslam hakkında.

"İslam beş esas üzerine bina edilmiştir: Allah'tan başka ilah olmadığına ve Muhammed'in O'nun kulu ve elçisi olduguna şehadet etmek, namaz kılmak, oruç tutmak, Kabe'ye haccetmek, Ramazan orucu tutmak" Buhari-İman:1

TARÄ°HTE BU HAFTA

*Kanije müdafaası(18 Kasım 1601) *Hz.Fatıma'nın(r.anha) Vefatı(22 Kasım 632) *İstanbul'un Müttefikler Tarafından İşgali(23 Kasım 1918) *Alparslan'ın Şehadeti(24 Kasım 1072) *Öğretmenler Günü(24 Kasım)

ANKET

Sitemizle nasıl tanıştınız?

Yükleniyor...

SÄ°TE HARÄ°TASI