Soru: Müslüman ülkeler Allah katındaki en son ve en hak dine sahipse neden dünya üzerinde tüm müslüman ülkeler sürünmektedir? Neden gavur Hıristiyanlar ve yahudiler dünyayı yönetmektedir?


2003-02-11 15:00:29

Cevaba geçmeden önce başta Salih Okur Bey olmak üzere cevaplar.org ailesinin bütün emekçilerinin ve siz kıymetli okurlarımızın mübarek Kurban Bayramlarını tebrik ediyor, ufuklarımızın savaş çığırtkanlıklarıyla karardığı şu günlerde “dua zamanı” diyerek sizleri duaya çağırıyoruz. Evet soruda olduğu gibi bugün müslümanlar pek çok sahada, bilhassa batılı ülkelerin hemen hepsinden geri kalmış durumdadırlar. Bu bir vâkıa olarak doğrudur. Bunun pek çok sebebi vardır; ancak en büyük sebebi Müslümanların Kur'an'ı doğru anlayıp seviyeli temsil edememeleridir. Allah'ın (celle celâluhu) yüce kelamını ruhumuza mâl etmede, yaşamada, hayatımıza hayat kılmada gösterdiğimiz gevşeklik bugünkü durumumuzu netice vermiştir. Bir zamanlar, Kur'an'ı olduğu gibi anlayıp tam temsil eden insanlar, dünya çapında başarılar elde edip, hemen her alanda zirveleri tutmuşlardı. Başta 4 büyük râşid -doğruyu bulmuş, doğruyla kaynaşmış ve bütünleşmiş, Allah Rasulü'nün hilâfet yanının temsilcileri- halifeler, bunların başında gelir. Daha Hz. Osman (radıyallâhu anh) döneminde Hazar Denizi aşılmış, Amuderya’ya varılmış ve Aral gölü çevresi huzurun soluklandığı, ilmin yaygınlaştığı bir ideal bölge haline gelmişti. Bütün bu, başdöndürücü gelişme ve ilerlemeler, 10-15 sene gibi kısa bir zaman içinde gerçekleşmiş oluyordu. Çünkü bu dönemde temsil vazifesi bihakkın yerine getiriliyordu. Daha sonraları Emevî-Abbasi, Selçuklu-Osmanlı gibi devletler bu sürece belli ölçüde devam ettirdiler. Hâsılı, mesele gelip İslam adına bilinmesi gerekli olan şeyleri bilinmesine, idrak edilmesi ve hayata geçirilmesi zarûrî olan hususların kavranıp yaşanmasına bağlanmaktadır. Müslümanlar, bunları yapamamanın cezasını çekiyorlar bugün. Öte yandan; 8-10 asırdan beri, milletimiz bir kısım zalimler tarafından sürekli baskı altında tutulmakta ve gelişip inkişaf etmesine fırsat verilmemektedir. Evet, şu 8-10 asırlık tarihimiz itibariyle bizler, İslam'ı temsile çalışırken, korkunç bir taassup ve yobazlıkla gelip gelip bize toslayan bir düşman cephe vardı ki, hiçbir zaman ellerini yakamızdan çekmediler. Tek başına bir milletin bütün bunlara mukavemet etmesi ise çok zordu. Bakın, Haçlı seferleri başladığı günden itibaren, hiç durmadan gelip gelip üzerimize çullandılar. Biz 3-4 asır sürekli bunları göğüsledik. Sonra Osmanlı Devleti ile uğraşmaya başladılar; hatta onun içine sızıp bu koca milleti paramparça ederek birbirine düşürdüler.. Yer yer içimize ırkçılık mülahazaları atarak, Türk'ü Kürd'e, Kürdü Boşnak'a, Boşnak'ı Arnavut'a vurdurdu ve herkesi birbirinin kurdu haline getirdiler. Çekip giderken de geride bir sürü virüs bıraktılar. Bütün bu olumsuzlukları da geri kalışımızın sebepleri arasında zikredebiliriz. Entelijansiyamızın gafleti, geri kalışımızın önemli sebeplerinden biridir. Buna "münevver körlüğü" de denebilir. Evet bir dönemde, biz de ilim, teknik ve teknoloji açısından aydınlanma mülahazasıyla dışarıya bir hayli insan göndermişiz. Ancak gidenlerin çoğu gittikleri yerlerde mahiyet değiştirmiş, fıtrat ve karakter dejenerasyonuna uğramış, hatta bunlar arasında milletini, teb'asını değiştirenler bile olmuş.. ve sonra bu çarpık beyin gücü hiç de arzu edilemeyen bir seviyeye ulaşmış ve koskoca bir millet üç-beş maceraperestin gadrine uğramıştır. Bu konuda Bediüzzaman'ın yaklaşımları da çok dikkat çekicidir. Onun bu konudaki düşüncelerini özetlemede yarar var: O, bizim geriye kalışımız ve başkalarının ileriye gitmesini, bize ait bir kısım kusur ve günahlara bağlar. Bunu biraz daha açalım; her mü'minin her sıfatının mü'min olması şart değildir. Bazı mü'minlerde kafir sıfatları bulunabilir. Her kafirin de her sıfatı kafir olmayabilir. Bazı kafirlerde mü'min sıfatlarının bulunması mümkündür. Mesela tembellik bir kafir sıfatıdır. Kahveleri doldurup sabahtan akşama kadar oturmak da öyle. Sistem ve yöntem bilmemenin de mü'mine yaraşır yanı yoktur. Bir mü'min namaz kılıyor, oruç tutuyor olabilir; ama eğer o, kahvelerde zaman öldürüyor, sistemden, yöntemden de haberi yoksa, mü'min evsafı adına onu olumlu kabul etmemiz mümkün değildir. Allah'ın ilk emri "Oku" iken, okumadan nefret etmek bir kafir sıfatı olsa gerek... Şimdi gelin bir kafir düşünün ki, hayatını disipline etmiş, program altına almış ve öyle metodlu çalışıyor ki, bir dakikasını bile zâyi etmiyor. İşte bu kafir, bir mü'min sıfatını hâiz sayılır. O, bir durakta otobüs beklerken kitap okuyorsa mü'mince bir iş yapıyor demektir. Eğer Allah (celle celâluhu), insanların ihraz ettikleri vasıflara göre hüküm veriyorsa -ki veriyor- bir mü'min sıfatı olduğu takdirde onu galip kılması âdet-i sübhâniyesinin gereğidir. Tabii, kafir vasıflarıyla ittisaf etmiş bir mü'min için de bunların aksi söz konusudur. Bediüzzaman ikinci olarak, yaklaşık şu mütâlaayı serdeder. İnsanları hak bir hedefe götüren vesileler de hak olmalıdır. Aksi halde maksadın aksiyle tokat yenilir. Aksine eğer hakka ulaşma adına batıl vesileler değerlendiriliyorsa, mesela, insanlara İslam adına bir şeyler anlatalım denirken, kitle ruh hâletinden istifade etme gibi batıl bir yola tevessül ediliyor, propaganda gücüne dayanılıyor ve insanlar aldatılıyorsa, böyle bir yolda başarıların devamı imkansızdır. Biz, Allah'a giderken, attığımız her adımın, onun rızası dairesinde olup olmadığına fevkalâde dikkat etme mecburiyetindeyiz. Konuyla alakalı çok önemli olan bir husus da Allah'ın kanunlarına riâyet meselesidir. Allah'ın (celle celâluhu) iki çeşit kanunu vardır. Bunlardan biri, kainatta cereyan eden ve fizik, kimya, astronomi, astrofizik, biyoloji ve tıb gibi değişik ilimlerin esaslarını teşkil eden kanunlardır. Buna “kainat kitabı” da diyebiliriz. Bu kitap bir bakıma sessizdir, fakat dilinde binbir nağmenin tesiri gizlidir. İkincisi; Nebiler vasıtasıyla Allah'ın bize gönderdiği kanunlardır ki, bizde Kur'an, diğer peygamberlerinin elinde de Tevrat, Zebur, İncil gibi kitaplardan ibarettir. İşte bu iki kitabın da bilinmesi ve hükümlerine riayet edilmesi şarttır. Ekseriyet itibariyle, kainat kitabını okuyup değerlendirmenin mükafatı dünyada verile gelmiştir. Kur'an'a uymanın mükafatı da ahirette. Binaenaleyh müminler, Kur'an'ın sadece ibadet ü taata müteallik meselelerine uyuyorlarsa, mükafatsız kalmayacaklar ama bu, ahirette olacaktır. Başkaları kainat kitabını okuyor ve onun kanunlarına riayet ediyorsa onun mükafatı da dünyada verilecektir. Hem dünya hem ukbâ muvaffakiyetlerine gelince; bu da her iki kitabı aynı seviyede okuyup anlamaya bağlıdır. Aslında bu iki kitap, bir hakikatın iki yüzünden ibarettir. Her ikisinde de aynı el ve aynı kudret vardır. Kainatı, çeşitli zenginlikler ve derin muhtevasıyla bir kitap, bir meşher haline getirip önümüze seren Cenab-ı Hakk - tabiri câizse- aynı zamanda onu bir de Kur'anıyla seslendirmektedir. Hatta O, kainat kitabının bir parçası olan bizleri de yine Kur'an'la bize anlatıyor. İşte bu iki kitaptan herhangi birindeki bir eksiklik, bize telâfisi imkansız nelere ve nelere mâl olagelmiştir... Şimdi yeniden konuya dönelim: Bugün bazı Müslümanlar, belki Kur'an'ın ibadet ü taata müteallik meselelerini biliyorlar ama; kainattaki câri kanunları bilemiyorlar; bilip uygulamaya koyamıyorlar. Onun için de sürekli mağlubiyet ve hezimet tokatları yiyip duruyorlar. Kafirlere gelince, onlar Kur'an'ın dünyaya ait meselelerini, hayata geçirebildiklerinden her zaman mükafatlarını alabiliyorlar. Öyleyse bizler her iki kitabı da aynı seviyede, mütalaa edip hayatımıza hayat kılmakla, hem dünya hem de ukba saadetine namzet olduğumuzu düşünce ve tavırlarımızla isbat etme mecburiyetindeyiz. Son bir husus da, 19. asırda üst-üste yaşadığımız hezimetlerdir. Evet bu yıllarda biz sürekli, içte ve dışta sırtımızdan hançerlendik ve iki büklüm olduk. Aslında bu bir bakıma bizim uyanmamıza vesile olmadı da değil. Evet biz, dünya ile hesaplaşmaya hazırlanan bir toplumuz. Müslümanlığı bütün dünya karşısında en üst seviyede temsil edecek ve dinimizi bütün dünyaya bir kere daha duyuracak kıvama gelmiştik. Artık İslam'ın, ilimler adına ortaya koyduğu meselelere tercüman olacak, hukuk sistemiyle, dünya hukuk sistemlerine ışık tutacak, iktisadi sistemiyle, dünyanın iktisadi sistemlerini çağdaşlaştıracak ve kendimizi bir kere daha ifade edecektik. Halbuki 18. asra girerken, Batı'da baş döndürücü değişmeler karşısında, insanımız şaşırıp kalmıştı. İhtişam dönemini çoktan unutmuş, millî hisleri sarsılmış ve mâzisiyle bütün bütün kopuk hale gelmişti. Dolayısıyla o günün insanı kendi çağı ile kat’iyen hesaplaşamazdı. Bize gelince, aynı şeyler bizler için de geçerli. Bakın 21. asrın eşiğinde bulunuyoruz ama teorik seviyede dahi olsa hâlâ kendimize ait, herhangi bir konuyla alakalı hiçbir sistem geliştiremedik. Sağlam bir iktisadî sistem kuramadık. Pozitif ilimleri bütün bütün ihmal ettik. Bunun sebebi asla mensup olduğumuz din değildir. Bizim tembelliğimizdir. Çünkü din devamlı surette bize çalışmayı, ileriye gitmeyi ve gelişmeyi emrediyor. Şimdilerde böyle bir neslin tomurcuklarını görebiliyor ve ileriye daha ümitli gözlerle bakıyoruz.

Bu yazıya yorum yazın


Not: Yanında (*) işareti olanlar zorunlu alanlardır.

Bu yazıya gelen yorumlar.

mirzabeyi, 2009-01-07 16:15:25

Tam aksine öyle bir nesl geliyorki Allah düşmanıma vermesin

Bu yoruma katılıyor musunuz ?

DÄ°ÄžER YAZILAR

Soru: Mü’min olduÄŸumuz halde niye geri kaldık?

Soru: Mü’min olduÄŸumuz halde niye geri kaldık?

Bu soru zaman zaman görsel ve yazılı basında, zaman zaman da dost meclislerinde gündeme geliyor

Soru: İslamın kadına bakış açısını kısaca belirtebilir misiniz?

Soru: İslamın kadına bakış açısını kısaca belirtebilir misiniz?

Dinimizde, kadın aynen erkek gibi cemiyetin bir parçası olarak kabul edilir, görüşü alınır

O halde sabret. Sonunda kazanacak olanlar, elbette Allah'tan korkup sakınanlardır.

Hûd, 49

GÃœNÃœN HADÄ°SÄ°

Ramazan ayı girdiği zaman cennetin kapıları açılır, cehennemin kapıları kapanır ve şeytanlar da zincire vurulur.

Tirmizi, Savm 82, (807); İbnu Mace, Sıyam 45, (1746)

TARÄ°HTE BU HAFTA

*Kanije müdafaası(18 Kasım 1601) *Hz.Fatıma'nın(r.anha) Vefatı(22 Kasım 632) *İstanbul'un Müttefikler Tarafından İşgali(23 Kasım 1918) *Alparslan'ın Şehadeti(24 Kasım 1072) *Öğretmenler Günü(24 Kasım)

ANKET

Sitemizle nasıl tanıştınız?

Yükleniyor...

SÄ°TE HARÄ°TASI