DERS: 24 ONİKİNCİ LEM'A
Bu günkü dersimizin konusu Re’fet Ağabey’in, Üstad’a sorduğu iki sualinin cevabı hakkındadır. Birinci sual rızk, ikinci sual ise yedi kat semavatın yaradılışı ile ilgilidir. Biz bu derste yalnız birinci sualin cevabını ele alacağız.
(Re'fet Bey'in iki cüz'î suali münasebetiyle, iki nükte-i Kur'aniyenin beyanına dairdir.)
بِاسْمِهِ سُبْحَانَهُ وَاِنْ مِنْ شَيْءٍ اِلاَّ يُسَبِّحُ بِحَمْدِهِ
اَلسَّلاَمُ عَلَيْكَُمْ وَ عَلَى اِخْوَانِكُمْ وَ رَحْمَةُ اللّهِ وَ بَرَكَاتُهُ
Aziz sıddık kardeşim Re'fet Bey! Senin bu müsaadesiz zamanımda suallerin, beni müşkül bir mevkide bulunduruyor. Bu defaki iki sualin çendan cüz'îdir. Fakat iki nükte-i Kur'aniyeye münasebetdar olduklarından ve Küre-i Arz'a dair sualiniz, Coğrafya ve Kozmoğrafya'nın yedi kat zemin ve yedi tabaka semavata tenkitlerine temas ettiğinden, bana ehemmiyetli geldi. Onun için sualin cüz'iyetine bakmayarak ilmî ve küllî bir surette, iki âyet-i kerimeye dair iki nükte icmalen beyan edilecek. Sen de cüz'î sualine karşı ondan hisse alırsın.
Bu günkü dersimizin konusu Re'fet Ağabey'in, Üstad'a sorduğu iki sualinin cevabı hakkındadır. Birinci sual rızk, ikinci sual ise yedi kat semavatın yaradılışı ile ilgilidir. Biz bu derste yalnız birinci sualin cevabını ele alacağız.
Bu arada şunu da belirtelim ki; Re'fet Barutçu Ağabey, 1886 yılında İstanbul'da doğdu. Askeriyede yüzbaşı rütbesiyle görev yaptı. 1930'da Bediüzzaman Hazretlerini Barla'da ziyaret ederek, O'nun talebe ve hizmetkârı oldu. Üstad Hz. ile birlikte Eskişehir, Denizli ve Afyon hapishanelerinde beraber bulundu. Doksan yılı bulan bir ömür süren Re'fet Bey, 1975 yılı Şubat ayında vefat edip, Allah'ın rahmetine nail oldu. Risalelerde sık sık ismi geçen bu ağabeyimiz, Üstadımızın teveccühüne mazhar olmuş ve hatta "Senin âlimane suallerin Risale-i Nur'un "Mektubat" kısmında çok ehemmiyetli hakikatların anahtarları olmasından senin suallerine karşı lâkayd kalamıyorum." dediği has talebelerinden bir tanesidir. Üstadımızın duasına da mazhar olmuştur. (Şualar, 13.Şua 302)
BİRİNCİ NÜKTE: "İki Nokta"dır.
Birinci Nokta:
وَكَاَيِّنْ مِنْ دَابَّةٍ لاَ تَحْمِلُ رِزْقَهَا اَللّهُ يَرْزُقُهَا وَاِيَّاكُمْ ٭
اِنَّ اللّهَ هُوَ الرَّزَّاقُ ذُو الْقُوَّةِ الْمَتِينُ
"Rızkını taşıyamayan nice canlı vardır. Onları da sizi de rızıklandıran Allah'tır. Gerçekten rızık veren kuvvet ve güç sahibi Allah'tır.(Rızkı verebilen O'dur.)"(Ankebut-60; Zariyat, 58) âyetlerinin sırrınca: Rızık doğrudan doğruya Kadîr-i Zülcelal'in elindedir ve hazine-i rahmetinden çıkar. Her bir zîhayatın rızkı, taahhüd-ü Rabbanîsi altında olduğundan, açlıktan ölmek, olmamak lâzım gelir. Hâlbuki zahiren açlıktan ve rızıksızlıktan ölenler çok görünüyor. Şu hakikatın ve şu sırrın halli şudur ki:
Yukarıdaki ayetlerin ifadesine göre, bütün canlıları rızıklandıran Allah'tır. Yaşadıkları sürüce rızıklarını verir, yani rızık Allah'ın garantisi altındadır.
Hayvan olsun, insan olsun her türlü canlının rızkı, taahhüd-ü Rabbani yani Cenab-ı Hakk'ın garantisi altında ve tasarrufundadır. Bu kanun, sadece insan yavruları için mi geçerlidir? Hayır, bütün canlılarda benzer kanunları görmek mümkündür.Ormanların kralı unvanıyla her canlıyı titreten arslan bir rızık bulduğu zaman kendisi yemez, aç yavrusuna getirir.Tavuk, bulduğu darı habbesini civcivine verir.. vs
وَمَا مِنْ دَابَّةٍ فِى اْلاَرْضِ اِلاَّ عَلَى اللّهِ رِزْقُهَا
"Yeryüzünde rızkı Allah'a ait olmayan hiçbir canlı yoktur"(Hud ,6) 'âyet-i kerimesiyle, rızk taahhüd altına alınmıştır. Fakat, rızk iki kısımdır: Hakikî rızk, mecazî rızk. Yani zarurî var, gayr-ı zarurî var.
Âyetle taahhüd altına alınan, zarurî kısmıdır. Evet, hayatı koruyacak derecede gıda veriliyor. Cisim ve bedenin semizliği ve za'fiyeti, rızkın çok ve az olduğuna bakmaz. Denizin balıklarıyla karanın patlıcanları şahiddir. Mecazî olan rızk ise, âyetin taahhüdü altında değildir. Ancak sa'y ve kesbe bağlıdır.' (Mesnevi, Katre 72)
Taahhüd-ü Rabbanî hakikattır. Rızıksızlık yüzünden ölenler yoktur.
Rezzakiyet (rızık verme) kanunu, kâinatta umumi bir şekilde devam eder. İnsanlar oksijen alıp karbondioksit verirken, bitkiler de karbondioksit alıp oksijen verirler. Bu bitkiler topraktan bazı maddeleri alarak, güneş ışığı sayesinde organik maddeleri meydana getirirler. Bitkiler, hayvanlar için rızık oldukları gibi, hayvanların bir kısmı diğer hayvanların, bir kısmı da insanların rızkıdır. Besin zincirindeki bu kanun devamlılık arz eder ve böylece yeryüzünde rızkı verilmeyen hiçbir mahlûk kalmaz.
Sonsuz rahmet sahibi olan Cenab-ı Hak, yeryüzünü bir nimet sofrası olarak sermiş ve canlıları da bu ziyafete davet etmiştir. Bu ziyafetten, gözle görülemeyecek kadar küçük olan mikroplar istifade ettiği gibi, tonlarca ağırlıkta olan balinalar da faydalanırlar. Biyoloji ilminin tespit edebildiği kadarıyla, yeryüzünde 2 milyondan fazla bitki ve hayvan türü bulunur. Her bir türün de sonsuz denecek kadar çok sayıda fertleri vardır. Her birisinin midesi farklı, hisleri ve zevk aldığı besinleri farklı olduğu gibi, sofrası da farklıdır. Bu kadar canlıyı her gün mükemmel olarak kim doyuruyor?
''Evet اِنَّ اللّهَ هُوَ الرَّزَّاقُ ذُو الْقُوَّةِ الْمَتِينُ ''Şüphesiz ki, rızk ceren ancak mutlak kudret ve kuvvet sahibi olan Allah'tır.'' (Zariyat,58)
âyeti, iaşeyi ve infakı Cenab-ı Hakk'a tahsis edip hasrettiği gibi,
وَمَا مِنْ دَابَّةٍ فِى اْلاَرْضِ اِلاَّ عَلَى اللّهِ رِزْقُهَا وَيَعْلَمُ مُسْتَقَرَّهَا وَمُسْتَوْدَعَهَا كُلٌّ فِى كِتَابٍ مُبِينٍ '' Yeryüzünde hareket eden hiçbir canlı yoktur ki, onun rızkını vermek Allah'a ait olmasın. Allah onların rahimlerdeki yerini de bilir, yaşayıp öleceği yeri de. Bunların hepsi ap açık bir kitapta yazılmıştır.'' (Hud, 6)
âyeti dahi, bütün insanların ve hayvanların rızıklarını taahhüd ve tekeffül-ü Rabbanî altına aldığı; hem وَكَاَيِّنْ مِنْ دَابَّةٍ لاَ تَحْمِلُ رِزْقَهَا اَللّهُ يَرْزُقُهَا وَاِيَّاكُمْ وَ هُوَ السَّمِيعُ الْعَلِيمُ
''Nice canlı vardır ki rızkını taşıyamaz. Sizin de, onların da rızkını Allah verir. O, Semi (Rızık isteyen her canlıyı işiten) dir. Alim (her birinin ihtiyacını bilendir.)'' (Ankebut,60) âyeti de, rızkı tedarik edemeyen, âciz ve iktidarsız olan zaîf bîçarelerin rızıklarını umulmadık yerden, belki gaybdan, belki hiçten, meselâ denizin dibindeki böceklere hiçten ve bütün yavrulara umulmadık yerlerden ve bütün hayvanlara her baharda âdeta sırf gaybdan infaklarını bilfiil tekeffül ederek bilmüşahede vermekle; esbabperest insanlara dahi, esbab perdesi altında yine o veriyor diye isbat ve ilân ettiği gibi; pek çok âyât-ı Kur'aniye ve hadsiz şevahid-i kevniye, bil'ittifak herbir zîhayatın birtek Rezzak-ı Zülcelal'in rahîmiyeti ile beslendiklerini gösteriyorlar. (Şualar, 7.Şua 4.Hakikat, 168)
"Çünki o Hakîm-i Zülcelâl, zîhayatın bedenine gönderdiği rızkın bir kısmını ihtiyat için şahm ve içyağı suretinde iddihar eder. Hattâ bedenin her hüceyresine gönderdiği rızkın bir kısmını, yine o hüceyrenin bir köşesinde iddihar eder. İstikbalde hariçten rızık gelmediği zaman, sarfedilmek üzere bir ihtiyat zahîresi hükmünde bulundurur. İşte bu iddihar edilmiş ihtiyat rızık bitmeden evvel ölüyorlar. Demek o ölmek, rızıksızlıktan değildir. Belki sû'-i ihtiyardan tevellüd eden bir âdet ve o sû'-i ihtiyardan ve âdetin terkinden neş'et eden bir marazla ölüyorlar."
''Fakat rızk ikidir:
Biri: Yaşamak için hakikî ve fıtrî rızıktır ki; taahhüd-ü Rabbanî altındadır. Hattâ o kadar muntazamdır ki; bedende yağ ve saire suretinde iddihar olunan fıtrî rızık, hiç olmazsa yirmi günden ziyade bir şey yemeden yaşatır, hayatını idame eder. Demek yirmi-otuz günden evvel ve bedende müddehar olan fıtrî rızkı bitmeden zahiren açlıktan vefat edenler rızıksızlıktan değil, belki sû'-i itiyaddan ve terk-i âdetten neş'et eden bir hastalıktan vefat ederler.
İkinci kısım rızk İtiyad, israf ve sû'-i istimalat ile tiryaki olup zaruret hükmüne geçen mecazî ve sun'î rızıktır. Bu kısım ise; taahhüd-ü Rabbanî altında değil, belki ihsana tâbi'dir. Kâh verir, kâh vermez.
Bu ikinci rızıkta, bahtiyar odur ki; medar-ı saadet ve lezzet olan iktisad ve kanaatla sa'y-i helâli, bir nevi ibadet ve rızk için bir fiilî dua bilerek müteşekkirane ve minnetdarane o ihsanı kabul edip hayatını saadetkârane geçirir.
Ve bedbaht odur ki; medar-ı şekavet ve hasaret ve elem olan israf ve hırs ile sa'y-i helâli bırakarak, her kapıya başvurup, tenbelkârane ve zalimane ve müştekiyane hayatını geçirir, belki öldürür.'' (Şualar,7.Şua,4.Hakikat,169 )
Mesela; Uzun süreli açlıklarla alakalı bir araştırma yapan Doktor Bertholet'in elde ettiği sonuçlar da kayda değer. Buna göre uzun süren açlık durumlarında hâsıl olan kilo kaybı, bilhassa yağ ve dalak gibi hayati önemi az olan organ ve dokularda meydana gelir. Bu araştırma sonuçları; uzun süren açlıklarda vücut tarafından; yağın % 97'sinin, dalağın % 63'ünün, karaciğerin % 56'sının, adalelerin % 30'unun ve kanın % 17'sinin kullanıldığını göstermiştir. Hâlbuki aynı araştırmada, insan için hayati öneme sahip olan beyin ve sinirlerde, herhangi bir ağırlık kaybının olmadığı tespit edilmiştir. Bu da gösteriyor ki, açlık anında vücut için hayati öneme haiz organlardan değil, diğerlerinden harcama yapılmaktadır. Böyle bir açlık durumunda yağların, keton cisimlerine çevrildiği ve beyin hücrelerinin imdadına gönderildiği, son yapılan araştırmalarla ortaya konmuştur. (Tekman, Ş. ve Ömer, N., Genel Biyokimya, Fatih Yayınevi Matbaası, İstanbul, 1981)
"Evet, zîhayatın bedeninde şahm suretinde iddihar edilen rızk-ı fıtrî, hadd-i vasat olarak kırk gün mükemmelen devam eder. Hattâ bir marazın veya bir istiğrak-ı ruhanî neticesinde iki kırkı geçer. Hattâ bir adam, şedid bir inad yüzünden Londra mahpushanesinde yetmiş gün sıhhat ve selâmetle, hiçbirşey yemeden hayatı devam ettiğini, onüç -şimdi otuzdokuz- sene evvel gazeteler yazmışlar."
Bir insan açlığa, Üstad Hazretlerinin de ifade ettiği gibi uzun süre dayanabilir, seksen gün açlığa dayanıldığı vakidir. Ama insan susuzluğa en fazla üç veya dört gün dayanabilir, aksi halde böbrekler kurur ve yaşam fonksiyonları durur. Dolayısıyla kırk ya da seksen gün zarfında bir şey yemeden, fakat su içerek hayatiyet devam edilebiliniyor. Allah'ın bütün canlıların rızkına kefil olduğunu yukarıda belirtmiştik.
"Peki, açlıktan ölenlerin olduğu söyleniyor. Bunun ilmi izahı nasıldır?" sorusu hatıra gelebilir. Bu hususu değişik cihetlerden ele almak mümkün.
İnsan vücuduna alınan gıdaların bir kısmı glikojen ve yağ halinde depolanır. Bu depolar açlık durumunda harcanır. Depolardaki gıdalar, insanın oldukça uzun bir süre yaşamasını sağlar. Doktor Dewey'in bu hususta yaptığı araştırma, oldukça ilgi çekicidir. Dört yaşlarında iki çocuk dikkatsizlikle ilaç içtiklerinden, yemek boruları ve midelerinde yanıklar meydana gelmiş ve yemek yiyemez olmuşlardı. Zayıf ve narin olan birinci çocuk, vücudundaki ihtiyatları kullanarak yetmiş beş gün yaşadı. Daha kuvvetli olan ikinci çocuk ise doksan gün dayandı.
Bu konuda yapılan denemeler, hiçbir şey yemeden ortalama seksen gün kadar yaşanabileceğini göstermiştir. Yalnız gıdanın kesilmesi birdenbire olmamalıdır. Aksi takdirde alışılmış olan âdetin terkinde vücut zayıf düşüp, ölüme götürebilir. Bu hususu İbn-i Haldun şöyle ifade eder: "Kıtlık görülen yerlerde çok yemeye alışanlar, az yemeye alışanlardan çok fazla kayıp verirler. Onları öldüren, karşılaştıkları kıtlık değil, daha önce alışmış oldukları tokluktur". ( Canan, İ.; Hz.Peygamber' in Sünnetinde Terbiye, Üçüncü Baskı, 1984.)
Metinde 'iddihar etmek ' yani depolamak ve rızık gelmediği vakit o birikeni sıkıştığı zaman hücreninin kullanmasıdır.
Her şey sebep tahtındadır. Herşey Cenab-ı Hakk'ın elindedir. Bu depolama olayına şöyle bir külli bakacak olursak insan hayretler içerisinde kalır. Hz. Üstad, 15.Şua'da bu harika ve mu'cizevi durumu bakınız nasıl açıklar:
"Görüyoruz ki: Bu kâinatta her daire, her nevi, her tabaka, hattâ her ferd, her a'za, hattâ her bedendeki herbir hüceyrenin ihtiyat rızkını taşıyan bir mahzeni, bir deposu ve levazımatını yetiştiren, muhafaza eden bir tarlası ve hazinesi var ki; gayet intizam ve mizan ile ve nihayetsiz hikmet ve inayet ile vakti vaktine -muhtacın iktidar ve ihtiyarı haricinde- bir dest-i gaybî tarafından o muhtacın eline veriliyor. Meselâ: Dağlar, zîhayata ve insana lâzım olan bütün madenleri, ilâçları ve hayata lâzım şeyleri taşıyor ve birinin emriyle ve tedbiriyle gayet mükemmel bir hazine, bir anbar olduğu gibi.. zemin dahi bütün o zîhayatın erzaklarını bir Rezzak-ı Hakîm'in kuvvetiyle yetiştiren kemal-i mizan ve intizamla bir tarla, bir harman, bir matbahtır. Hattâ her insanın ve cismindeki herbir uzvun bir deposu ve mahzeni, hattâ bir hüceyrenin dahi bir ihtiyat mahzenciği bulunması gibi..( Şualar ,605 )
"Madem kırk günden yetmiş seksen güne kadar rızk-ı fıtrî devam ediyor…
Ve madem Rezzak ismi, gayet geniş bir surette rûy-i zeminde cilvesi görünüyor ve madem hiç ümid edilmediği bir tarzda, memeden ve odundan rızıklar akıyor, baş gösteriyor."
''Rızık ise, o derece zahir bir tarzda bir Rezzak-ı Rahîm'i gösterir ki; zerre kadar şuuru bulunan tasdike mecbur olur. Meselâ: Bütün zîhayatın, hususan âcizlerin ve bilhâssa yavruların, bütün yeryüzünde ihtiyar ve iktidarlarının haricinde gayet hârika bir tarzda hiçten ve mütemasil çekirdeklerden ve su katrelerinden ve toprak habbeciklerinden yetiştiriyor. Hattâ ağacın başındaki yuvada kanatsız, zayıf kuşçuklara annelerini emirber nefer gibi gezdirir, rızıklarını getirttirir. Ve aç bir arslanı yavrusuna müsahhar eder, elde ettiği bir eti yemeyip yavrusuna yedirir. Ve sair hayvanatın ve insanın yavrularına memeler musluğundan âb-ı kevser gibi hoş, mugaddi, safi, hâlis, beyaz sütleri kırmızı kan ve mülevves fışkı içinden bulaşmadan, bulandırmadan imdadlarına gönderir, vâlidelerinin şefkatlerini yardımcı verir.
Ve bir nevi rızık isteyen umum ağaçlara, münasib rızıklarını onlara pek hârika bir tarzda koşturduğu gibi, bir nevi maddî ve manevî rızık isteyen insanın duygularına; akıl, kalb, ruhlarına dahi pek geniş bir sofra-i erzak onlara ihsan ediliyor. Güya kâinat, gül çiçeğinin yaprakları ve mısır sünbülünün gömlekleri gibi birbiri içinde sarılı, yüzbinler ayrı ayrı, çeşit çeşit sofralardır ki; o sofralar adedince ve onlardaki taamlar ve nimetler mikdarınca diller ile ve ayrı ayrı, küllî ve cüz'î lisanlar ile bir Rahman-ı Rezzak'ı, bir Rahîm-i Kerim'i bütün bütün kör olmayana gösterir.''(Şualar, 15.Şua, 3.Kelime, 611-612 )
"Eğer pür-şer beşer, sû'-i ihtiyarıyla müdahale edip karışmazsa, her halde rızk-ı fıtrî bitmeden evvel, o zîhayatın imdadına o isim yetişiyor, açlıkla ölüme yol vermiyor. Öyle ise: Açlıktan ölenler, eğer kırk günden evvel ölseler, kat'iyyen rızıksızlıktan değildir.
Belki "Terk-ül âdât min-el mühlikât" sırrıyla sû'-i ihtiyardan gelen bir âdet ve terk-i âdetten neş'et eden bir illetten, bir marazdan ileri gelmiştir. Öyle ise: açlıktan ölmek olmaz, denilebilir."
İnsanın vücudu ve midesi esnek bir yapıya sahiptir. Mideyi alıştırırsan, bir iki lokma ile de doyar, küçük bir keçiyi yemek ile de doyar. İnsan, midesini, iradesini kötüye kullanarak çok yemeye alıştırsa, artık o vücut az yemek ile yaşayamaz duruma gelir. Açlığa tahammül edemez.
İki adam düşünelim. Biri midesini çok güzel bir terbiye ile bir iki lokmaya alıştırsa, bu adam kırk veya seksen gün aç kalsa, midesi dayanıklı olduğu ve az yemeye alışkın olduğu için ölmez.
İkinci adam ise, midesini kötüye kullanarak, çok yemeye alıştırsa, uzun müddet aç kalsa dayanamaz ölür. Bu ikinci adam, rızıksızlıktan değil, çok yeme alışkanlığından dolayı ölmüş olur.
Zira Allah, insan bedenine uzun müddet dayanacak şekilde erzakı depolamıştır. Rızık bulamadığı zaman, bu depodan idare eder. Bu erzak bitmeden, nasıl olsa rızka ulaşır ve hakiki açlıktan ölmez. Ama biz irademizi kötüye kullanıp, yani su-i ihtiyarımızla müdahale edip midemizi çok yemeye alıştırsak, o uzun müddet açlığa dayanma gücünü de kırmış oluyoruz. Allah'ın bize verdiği o fıtri dayanma gücünü suiistimal edip kısaltıyoruz.
Evet, " Adetlerin terki, helakete götüren sebeplerdendir." Her gün düzenli olarak üç öğün yemek yinen bir adam, açlığa fazla dayanamaz ve erken ölür. Ama az yemek ile yaşayan bir insan, açlığa daha fazla dayanır. Birincisinin ölmesinin asıl nedeni; bedenini yanlış bir şekilde yönlendirmesi ve yanlış bir alışkanlık kazandırmasıdır. Öyle ise açlıktan ölünür denilmez.
Öyle ise Allah'ın rızık noktasındaki garantisi fıtri ayarlar üstünedir. Yoksa insanın sonradan yapmış olduğu kötü ayarlar üstüne değildir. Midesini abur cubura alıştıran bir adam, bu garanti kapsamının dışında kalıyor.
Öyle ise böyle obezitelerin garanti kapsamından önce ölmesi Allah'ın vaadi ile çelişmez. Bu şekilde ölenler açlıktan ve rızıksızlıktan değil, şişmanlık ve çok yeme âdetinin terkinden ölüyor. Öyle ise insanlar içinde hakiki anlamda açlıktan ve rızıksızlıktan ölen yoktur, hükmü doğru ve sadık bir hükümdür ki ayetin hükmü de bu meyandadır.
Mesela insan midesinin ilahi ayar ve programı kırk gün aç kalmaya dayanaklı ve müsaittir. Ama insan çok yeme alışkanlığı ile bu ayarı bozup on veya on beş güne düşürse, sonrada yirmi gün aç kalsa ölmeye mahkûmdur. Bu ölmede sorumlu Allah değil, fabrika ayarları hükmünde olan ilahi ayar ve programları ile oynayan insanın kötü iradesidir.
"Evet, bilmüşahede görünüyor ki: Rızık, iktidar ve ihtiyar ile makûsen mütenasibdir. Meselâ: Daha dünyaya gelmeden evvel bir yavru, rahm-ı maderde ihtiyar ve iktidardan bütün bütün mahrum olduğu bir zamanda, ağzını kımıldatacak kadar muhtaç olmayacak bir surette rızkı veriliyor. Sonra dünyaya geldiği vakit, iktidar ve ihtiyar yok, fakat bir derece istidadı ve bilkuvve bir hissi olduğundan, yalnız ağzını yapıştırmak kadar bir harekete ihtiyaç ile en mükemmel ve en mugaddi ve hazmı en kolay ve en latif bir surette ve en acib bir fıtratta, memeler musluğundan ağzına veriliyor.
Sonra iktidar ve ihtiyara bir derece alâka peyda ettikçe, o kolay ve güzel rızık, bir derece, çocuğa karşı nazlanmağa başlar. O memeler çeşmeleri kesilir, başka yerlerden rızkı gönderilir.
Fakat iktidar ve ihtiyarı, rızkı takib etmeye müsaid olmadığı için, Rezzak-ı Kerim peder ve vâlidesinin şefkat ve merhametlerini, iktidar ve ihtiyarına yardımcı gönderiyor. Her ne vakit iktidar ve ihtiyar tekemmül eder, o vakit rızkı ona koşmaz ve koşturulmaz. Rızık yerinde durur. Der: "Gel beni ara ve bul ve al!" Demek rızık, iktidar ve ihtiyar ile makusen mütenasibdir."
Bütün canlıların rızkının Allah tarafından verildiğinin en güzel misali, acizlerin çok daha mükemmel beslenmesidir. Mesela, anne rahmindeki çocuk kuvvetten tamamen mahrumdur. Fakat göbek vasıtasıyla en güzel bir şekilde beslenir. Dünyaya gözlerini açınca, birazcık kuvvet kazanır ve o kapı kapanır. Bu defa da ağız yoluyla, memeler musluğundan çıkan saf ve gıdalı bir sütle beslenir. Bebeğin yaşaması için gerekli olan yağlar, proteinler, karbonhidratlar gibi bütün gıdaları ihtiva eden bu sütte sadece demir ve bakır bulunmaz.
Bu elementler de, bütün canlıların rızkına kefil olan Allah tarafından, yavru daha ana rahminde iken onun vücudunda depolanır. Ve bu işlem, altı ay kadar devam eder.
Burada bir manada, şöyle bir mesaj da düşünülebilir. İnsan dünyaya geldiği zaman anne kucağında iki memeyi kendisi için hazır bulduğu gibi, dünya hayatında da nebatat ve hayvanat denilen iki memeyi hazır bulmuştur. Ve hayatın sonuna kadar emmekte ve böylece nazla beslenmektedir. Sanki bütün kâinat bu nazlı çocuk için ter dökmektedir.(Mehmed Kırkıncı, Hikmet Pırıltıları)
Evet, : 'İnsan şu kâinat içinde pek nazik ve nazenin bir çocuğa benzer. Za'fında büyük bir kuvvet ve aczinde büyük bir kudret vardır. Çünkü o za'fın kuvvetiyle ve aczin kudretiyledir ki, şu mevcudat ona musahhar olmuş.'(Sözler,23.Söz,4.Nükte, 354)
Elbette bu şefkat ve ihtimama isyan ve küfürle mukabele eden bir insan, layık olduğu cezayı görecektir.
"Ey insan! Rahm-ı maderde iken, tıfl iken, ihtiyar ve iktidardan mahrum bir vaziyette iken, seni pek leziz rızıklar ile besleyen Allah, sen hayatta kaldıkça o rızkı verecektir. Baksana! Her bahar mevsiminde sath-ı arzda yaratılan enva'-ı erzakı kim yaratıyor ve kimler için yaratıyor? Senin ağzına getirip sokacak değil ya! Yahu, eğlencelere, bahçelere gidip dallarda sallanan o güleç yüzlü leziz meyveleri koparıp yemek zahmet midir? Allah insaf versin! "(Mesnevi,10.Risale, 216)
"En ihtiyarsız ve iktidarsız hayvanlar, daha iyi yaşıyorlar, daha iyi besleniyorlar."
Evet, parçada da anlatıldığı gibi ihtiyarsız ve iktidarsız hayvanlar en iyi yaşayandır. Bu konu ile ilgili Üstadımızın Sözlerde belirttiği cümleleri okuyarak dersimizi bitirelim.
"Evet şu dünya gidişatına bakılsa görülüyor ki; en âciz, en zaîften tut (Haşiye) tâ en kavîye kadar her canlıya lâyık bir rızık veriliyor. En zaîf, en âcize en iyi rızık veriliyor. Her dertliye ummadığı yerden derman yetiştiriliyor. Öyle ulvî bir keremle ziyafetler, ikramlar olunuyor ki, nihayetsiz bir kerem eli içinde işlediğini bedâheten gösteriyor. (Sözler, 10.SÖZ 2. Hakikat,70)
(Haşiye): Rızk-ı helâl, iktidar ile alınmadığına, belki iftikara binaen verildiğine delil-i kat'î: İktidarsız yavruların hüsn-ü maişeti ve muktedir canavarların dîk-ı maişeti; hem zekâvetsiz balıkların semizliği ve zekâvetli, hileli tilki ve maymunun derd-i maişetle vücudça zaîfliğidir. Demek rızık, iktidar ve ihtiyar ile ma'kûsen mütenasibdir. Ne derece iktidar ve ihtiyarına güvense, o derece derd-i maişete mübtela olur.
Kur'an-ı Hakîm'in âyât u beyyinatından istifaza ettiğimiz kat'î bürhanlarla çok risalelerde isbat etmişiz ki: "Meşru rızk, iktidar ve ihtiyarın derecesine göre değil; belki acz ve iftikarın nisbetinde geliyor. Bu hakikatı gösteren hadsiz işaretler, emareler, deliller vardır. Ezcümle:
Bir nevi zîhayat ve rızka muhtaç olan eşcar yerinde durup, onların rızıkları onlara koşup geliyor. Hayvanat hırs ile rızıklarının peşinde koştuklarından, ağaçlar gibi mükemmel beslenmiyorlar.
Hem hayvanat nev'inden balıkların en aptal, iktidarsız ve kum içinde bulunduğu halde mükemmel beslenmesi ve umumiyetle semiz olarak görünmesi; maymun ve tilki gibi zeki ve muktedir hayvanat, sû'-i maişetinden alîz ve zaîf olması, gösteriyor ki: Vasıta-i rızk; iktidar değil, iftikardır.
Hem insanî olsun hayvanî olsun bütün yavruların hüsn-ü maişeti ve süt gibi hazine-i rahmetin en latif bir hediyesi, umulmadık bir tarzda onlara za'f u aczlerine şefkaten ihsan edilmesi ve vahşi canavarların dîk-ı maişetleri dahi gösteriyor ki: Vesile-i rızk-ı helâl; acz ve iftikardır, zekâ ve iktidar değildir.'' (Mektubat, 29. Mek,6. Kısım,3.Desise-i Şeytaniye, 454 )
Bu yazıya yorum yazın
Bu yazıya gelen yorumlar.
DİĞER YAZILAR
DERS: 33 SÖZLER, LEMAAT MADDE RİKKAT PEYDA ETTİKÇE, HAYAT ŞİDDET PEYDA EDER
Allah madde ve manayı beraber yaratmış, biri birisiz olamaz. Tıpkı ruh ve beden gibi. Mesela ru
DERS: 32 OTUZ ÜÇÜNCÜ SÖZ BİRİNCİ PENCERE
Üstad, ‘’Haşir Risalesin’’deki hakikatlara ’’bab ’’ diyor, burada da ‘’pencere
DERS: 31 ÂYETÜ’L-KÜBRA RİSALESİ İKİNCİ BAB İKİNCİ HAKİKAT
Ayetü’l-Kübra baştan sona Allah’ı anlatıyor. Kur’an-ı Kerimde de ‘’Ayetü’l-Kübra
DERS: 30 KASTAMONU LAHİKASI -RİYA HAKKINDADIR-
Bu konuyu Üstadımız, Kastamonu Lahikasında üç nokta halinde sunmuştur. Riya hakkında genel b
DERS : 29 Kastamonu LAHİKASI TAKVA VE AMEL–İ SALİH
Konumuz takva ve salih amel olup, bu terimleri anlamaya ve hayatımızda tatbik etmek için azim gay
DERS: 28 ONALTINCI SÖZ, ÜÇÜNCÜ ŞUA
‘‘Ey haddini aşarak insana sürekli vesvese veren nefis’ deniliyor. Neden haddinden tecavüz
DERS: 27 On dördüncü Lem'anın İkinci Makamı
Besmele Kur’an’da da yüz on dört kere nazil olmuş. Besmele çok sırlı bir ayettir. Kur’an
DERS: 25 YİRMİ ALTINCI MEKTUP DÖRDÜNCÜ MESELE
Sual: Mütekellimîn üleması; âlemi, imkân ve hudûsun ünvan-ı icmalîsi içinde sarıp zihnen
DERS: 24 ONİKİNCİ LEM'A
Bu günkü dersimizin konusu Re’fet Ağabey’in, Üstad’a sorduğu iki sualinin cevabı hakkın
DERS: 23 10.SÖZ 7.HAKİKAT (HAŞİR BAHSİ)
Kuran-ı Kerim’in dört esası vardır. Bunlar; Tevhid-Nübüvvet-Haşir, Adalet ve İbadet’tir.
- DERS: 22, ONALTINCI SÖZ, BİRİNCİ ŞUA
- DERS: 21 ON ÜÇÜNCÜ SÖZ
- DERS: 20 ONSEKİZİNCİ PENCERE
- DERS: 19 ONSEKİZİNCİ SÖZ İKİNCİ NOKTA
- DERS: 18 ONDÖRDÜNCÜ SÖZÜN ZEYLİ
- DERS: 17 YİRMİ İKİNCİ MEKTUP İKİNCİ MEBHAS
- DERS: 16 YİRMİ ALTINCI MEKTUB DÖRDÜNCÜ MEBHAS DÖRDÜNCÜ MES’ELE
- DERS: 15 İKİNCİ LEM'A
- DERS :14 ON ALTINCI MEKTUP BEŞİNCİ MES’ELE
- DERS: 13 MÜNAZARAT’tan
- DERS: 12, 14. SÖZ “HÂTİME”
- DERS: 11 MESNEVİ-İ NURİYE 10. RİSALE
- DERS: 10 SÖZLER, LEMAAT’tan "EL-HAKKU YA'LÛ" BİZZÂT, HEM AKİBET MURADDIR
- DERS :9 2.ŞUA 1.MAKAM ÜÇÜNCÜ MEYVE
- DERS : 8, 13.SÖZ HÜVE NÜKTESİ
- DERS : 7 YİRMİ DÖRDÜNCÜ MEKTUB
- DERS: 6 ONDOKUZUNCU LEM’A 5. VE 6. NÜKTE
- DERS: 5 YİRMİBİRİNCİ MEKTUB
- DERS: 4 11. ŞUA. DÖRDÜNCÜ MESELE
- DERS : 3 YİRMİ İKİNCİ MEKTUB HÂTİME (Gıybet hakkındadır)
- DERS: 2 MESNEVİ-İ NURİYE, KATRE HATİME
- DERS: 1 19.MEKTUB 13.İŞARET
- ÖNSÖZ
Size yasak edilen büyük günahlardan kaçınırsanız, kusurlarınızı örteriz ve sizi ağırlancağınız şerefli bir yere yerleştiririz.
Nisâ, 31
GÜNÜN HADİSİ
İSİM VE KÜNYE
"Sizler kıyamet günü isimlerinizle ve babalarınızın isimleriyle çağırılacaksınız öyleyse isimlerinizi güzel yapın"
SON YORUMLAR
- Bütün beytlerin tercümesini gönderebilir misiniz? sitede sadece son birkaç...
- Fıtrat, namaz, tevafuk, sırlar ve tüm bunların sahibi zişanı İlahi kusur...
- Selamünaleyküm İnternette mütalaalı risale i nur dersleri diye arama yapt...
- bu kıymetli yazıdan dolayı ahmed izz kardeşimize teşekkür ederiz çok mani...
- selamün aleyküm Ahmed kardeşimizi tebrik ediyor ve bu faideli tercümelerin...
- Yanında okuyan diğer öğrencileri; Molla Muhammed Kasori Molla Muhammed Era...
- Benim merhum babam Molla İbrahim Azizi de onun yanında icazeti tamamlamıştı...
- Teşekkürler. Sanırım Envar neşriyat idi.Tam hatırlayamıyorum.....
- Çok güzel bir çalışma Rabbım ilminizi arttırsın bu çalışmalarınızı...
- Merhaba, Ben Foliant yayınlarından uğur. Sizinle iletişim kurmak istiyoruz ...
TARİHTE BU HAFTA
*Kanije müdafaası(18 Kasım 1601) *Hz.Fatıma'nın(r.anha) Vefatı(22 Kasım 632) *İstanbul'un Müttefikler Tarafından İşgali(23 Kasım 1918) *Alparslan'ın Şehadeti(24 Kasım 1072) *Öğretmenler Günü(24 Kasım)
ANKET
Sitemizle nasıl tanıştınız?
Yükleniyor...