BEDİÜZZAMAN’IN GERİDE BIRAKTIĞI MİRAS

Bediüzzaman’ın mirasını eleme ve anlama vaktidir. Ama elemeden evvel mirasını tanımak gerekir. Bediüzzaman miras olarak geriye ne bıraktı? Elbette para pul bırakmadı. Tabir caizse Hind fakirleri gibi yaşadı. Mal miras bırakmadı. Hazret-i Ebubekir’in (R.Anhu) buyurduğu gibi peygamberler geriye mal mülk bırakmazlar. Para pul devretmezler. Bilakis hidayet rehberi olarak hedy’lerini bırakırlar. Onların mirası manevidir ve rabbaniliktir. Onları temsil edenler de aynı şekilde davranırlar


Mustafa Özcan

mustafaahmetozcan@gmail.com

2016-03-31 12:40:19

Bediüzzaman'ın mirasını eleme ve anlama vaktidir. Ama elemeden evvel mirasını tanımak gerekir. Bediüzzaman miras olarak geriye ne bıraktı? Elbette para pul bırakmadı. Tabir caizse Hind fakirleri gibi yaşadı. Mal miras bırakmadı. Hazret-i Ebubekir'in (R.Anhu) buyurduğu gibi peygamberler geriye mal mülk bırakmazlar. Para pul devretmezler. Bilakis hidayet rehberi olarak hedy'lerini bırakırlar. Onların mirası manevidir ve rabbaniliktir. Onları temsil edenler de aynı şekilde davranırlar. 'İki millet birbirine varis olmaz' diye Muhasibi, Mutezile mezhebine mensup olan babasından miras almamıştır. Elbette teşrii manasında ve siyaset manasında peygamber ve temsilcilerinin mirasları olur. Lakin bununla birlikte hepsi hidayet içinde toplanır ve cem olur. Ömer Bin Abdulaziz, Sind valisi 'Müslüman olanlar yüzünden vergimiz azalıyor' diye şikâyette bulununca, valiye yazdığı mektubunda şöyle yazmıştır: 'Hazret-i Peygamber vergi tahsildarı olarak gelmedi, hidayet rehberi olarak geldi.' Bununla birlikte Hazreti Ebubekir (R.Anhu) ridde salgını sırasında kararlılığını göstermiş, " Hazreti Peygambere ödediğiniz vergilerden deve yularından (ikal) bile geri bıraksanız, ödemeseniz, vazgeçmem" demiştir.

Bediüzzaman da varis-i Muhammedi olarak veya veresetü'l enbiya olarak geride tecdit ve dini yenileme bırakmıştır. Bunun tanımını da yapmıştır. Tanımı; doğru İslamiyet'tir. Bugün IŞİD veya DAEŞ gibilerin temsil ettikleri anlayışa mukabil, küllenmiş gerçekleri su yüzüne çıkarmak İslamiyet'e en büyük hizmettir. "Bidatler yayıldığı ve bu ümmetin sonra gelenleri öncekilere lanet ettiği zaman, kendinde ilim olanlar onu yaysın. Zira böyle zamanda ilmini gizleyen kimse, Allah'ın Muhammed (s.a.s)'e indirdiğini gizleyen kimse gibidir" ( Ravi: Hz. Muaz (Radıyallahu Anh) [Ramuz El Ehadis/Ahmed Ziyâüddin Gümüşhanevî, Sayfa 54). Başka bir hadiste bildiği ilmi gizleyenin kıyamet gününde gemlenmiş olarak geleceği veya huzura sevk edileceği beyan edilmektedir (http://www.almeshkat.net/vb/showthread.php?t=74978).

Taklit veya Sünnete değil de geleneğe ittiba, alacalığı temsil ederken, kaynağa ittiba ve geleneği ayıklama suretiyle tecdit ise, İslam'ın sefasını ve duruluğunu temsil etmektedir. Sözgelimi günümüzde Ebubekir Bağdadi gibiler aksine bir biçimde alaca anlayışlarıyla İslamiyeti veya buna yönelik anlayışları lekedar etmeye kalkışıyorlar.

Bediüzzaman'ın misyonunu veya geride bıraktığı mirası şöyle ifade etmektedir: "Eğer biz doğru İslâmiyeti ve İslâmiyete lâyık doğruluğu ve istikameti göstersek, bundan sonra onlardan fevc fevc dâhil olacaklardır…"

Mücedditler kervanının misyonu doğru İslamiyeti temsil ve ihya etmektir. Nitekim geride bıraktıkları mirasla birlikte bunu da temin etmişlerdir. Daha doğrusu mücedditlerin vasıf, en önemli fiil ve eylemleri İslamiyet etrafındaki şüpheleri izale, bertaraf etmek ve hakiki suretini izhar etmektir. Onun dışında etrafında örülmüş perdeleri kaldırmak ve üzerine atılı kir ve tortuları temizlemektir. Elbette İslamiyet müberradır ve paktır kir kaldırmaz. Bununla birlikte algı düzeyinde bu mümkündür ve bunu izale etmekle de genelde âlimler özelde mücedditler yükümlüdür. Daha doğrusu vazifedardırlar.

Doğru İslamiyet tabiri Bediüzzaman'dan sadır olmuştur. İslamiyetin yanlışı da var mı? İslamiyetin yanlışı yok, yanlış anlaması ve algılaması vardır. Yoksa Kur'an ve sahih sünnette akla ve fıtrata aykırı bir husus bulunamaz. Kâinat kitabı ile vahiy birbirini tasdik eden farklı boyutların tezahürleridir. Bezzar'ın tahricine göre peygamberimiz bir gün sağına bir çizgi ve soluna bir çizgi çiziyor ve yanlarına daha küçük, tali çizgiler çiziyor. Ana çizginin dışındaki tali çizgileri şeytanın çizgileri olarak tanımlıyor. Nitekim Kur'an'da, " bu dosdoğru yolumdur ona uyun; (öteki/tali) yollara sapmayın, aksi halde sizi yolundan ayırır" buyrulmaktadır ( Enam; 153).

 Her devrin tali yollarını, bidatlarını keşfetmek ve bunlarla mücadele ederek insanları ana yola sevk etmek mücedditlerin işidir. Mücedditlerin görevi ana çizgiyi korumak ve kollamaktır. Nitekim bu boyutu açan hadislerden birisi şudur: "(يحمل هذا العلم من كل خلف عدوله ينفون عنه تحريف الغالين وانتحال المبطلين وتأويل الجاهلين) فكيف نفهم هذا الحديث ونحن نرى أن هنالك ممن ينتسب إلى العلم وهم من الفسقة؟) 

"Bu ilmi her haleften, ardıldan dengi alır, yüklenir. Nesiller ilmi taşımada nöbetleşirler. Aşırıların aşırılıklarını bidatkarların bidatını törpülerler, yalan iddiaları ve tezlerini çürütürler cahillerin yorumunu, tevilini tashih ederler." (Beyhâkî, 10/209, (66643); İbn Asâkir, 7/38.)

Dolayısıyla mücedditler bu doğru yolu teyit etmeye, güçlendirmeye adanmışlar, gelmişlerdir. Zaman zaman maheccetü'l beyza olarak tanımlanan beyaz yolu gölgeleyen tortu kabilinden ilaveleri, yanlış katkıları yoldan çekmek, kaldırmak, temizlemek mücedditlerin şanındandır. İslamiyet çok geniş boyutlu ve kapsamlı olduğundan, mücedditler de bu kapsam içinde yer alan muhtelif dairelerde ve şubelerde görev yaparlar. En önemli tecdit alanı genel olarak dinin anlaşılmasıyla alakalıdır. Umum tecdit budur. Elbette bunun hususi alanları, cüzleri ve parçaları da olacaktır. İhtisas ehli parçalarda da tecdit ve yenileme görevlerini icra ederler.

İmansız nesillere, kitlelere iman aşılamak

Kur'an, imanı boğazından aşağıya geçmemiş Müslümanlardan söz ediyor. Muhammed Gazali'nin ifade ettiği gibi, manevi ve dini açıdan önemli olan organların hareketi değil, kalbin ve gönlün titreşimleridir. Zahiri değil batini inkıyat ve teslimiyettir.

Hadislerde de ahir zamanda imanları boğazından geçmeyen nesillerden bahsedilmektedir. İşte mücedditlerin görevlerinden birisi bu sathi dindarlığı derinleştirmek ve taklid-i imanı tahkiki hale getirmektir. Hücurat Suresi 14'üncü ayette Allah bu zahiri ile batini arasındaki kopukluğa işaret etmektedir. Zahiri teslimiyet İslam olmak olarak ifade edilirken, içten ve batini teslimiyet iman olarak tesmiye edilmektedir. " Bedeviler "İnandık" dediler. De ki: Siz iman etmediniz, ama "Boyun eğdik/Müslüman olduk" deyin. Henüz iman kalplerinize yerleşmedi. Eğer Allah'a ve elçisine itaat ederseniz, Allah işlerinizden hiçbir şeyi eksiltmez. Çünkü Allah çok bağışlayan, çok esirgeyendir."

Dolayısıyla din ile algı veya dini anlama arasında derece ve farklar vardır. Ayette de ifade edildiği gibi dinin ruhuna uymayan, yanlış dini algılar ve telakkiler tashihe muhtaçtır. Bunu yapacak olan kimseler ise iman noktasında tecdit yapan zevattır. Bu anlamda Bediüzzaman'ın doğru İslamiyet veya Hasan el Benna'nın ifadesiyle sahih din veya İslam es sahih, sahte kopyalarından ve basmakalıp veya kalpazan dini algı ve telakkilerden uzaktır. Dinin sahte formlarıyla gerçek formunun birbirinden ayrılması her devrin zaruriyatındandır.

Mısırlı Muhammed Gazali' (Saka) ye göre sahte dindarlık veya dini anlayış her türlü felaketin sebebidir. Doğru İslamiyet ise her türlü saadet ve terakkinin kaynağıdır. Sahte dindarlık dine yapılmış en büyük kötülüktür. Müslümanların sekteye uğramalarının baş sebebi ve temelidir. Dolayısıyla ayakların üzerinde durabilme veya kalkabilme ancak doğru bir noktadan başlamakla mümkündür. Bu da doğru İslamiyet formudur. 

Muhammed Gazali, Leyse Mine'l İslam (İslam'dan değildir) ve benzeri Fikri İşgal Bıraktığımız Boşlukta Yeşeriyor gibi kitaplarında bol bol bu sahte dindarlık örneklerinden bahseder. Bunlar İslam'ın aydınlık yüzünü kapatmakta ve perde olmaktadır. Ayet-i kerimenin işaret ettiği gibi imansız Müslümanlık bir gerçektir. Bunun içini doldurmak ise bir görevdir. Yöntem olarak bir görevdir ve tebliğ olarak da mütemmim bir görevdir.

Risale-i Nurlar yöntem olarak imanı tecdit ve takviyeyi esas alır. Bunları muhataplarıyla buluşturmak da bir tebliğ vazifesidir. Risale-i Nur yöntemi ortaya koymuş ve şakirtler de bunu neşrederler ve ihtiyaç sahipleriyle buluştururlar. İmansız veya zayıf imanlı Müslümanların imanlarını tazelemek ya da zayıf imanlı kitlelerin imanlarını takviye etmek en önemli tecdit görevlerinden birisidir.

Tortularından arındırılmış halis din/İslam

İman halis olduğu gibi, İslam da halis ve katıksız olmalıdır. Bazen iman halis olur ama İslami anlayış tortulu ve şaibeli olur. Bu noktada İslami anlayışı tashih etmek de tecdit görevleri arasındadır. Zamanla birlikte İslamiyetin üzerine tortular ve ondan olmayan kütleler bulaşır. Bunları ayıklamak ve kaynağı tekrar duru hale getirmek alimlerin ve mücedditlerin görevidir.

Hadis diliyle İslamiyetin üzerine bulaşan tortulara 'dehen' denilmektedir. Nitekim daima fiten hadislerinden soran hayır yerine şerden sorarak karşılaşması halinde nasıl davranacağını kestirmek isteyen Huzeyfe Bin Yeman Peygamberimize cahiliyet döneminden sonra İslam içindeki şer dönemlerini sorar. Fiten fakihi olan Huzeyfe Hazretlerine Peygamberimiz (A. S. M.) ona mücmel bir surette fiten ve çile dönemlerini haber verir. Alaca ve karanlık dönemlerden bahseder. Peygamberimiz hayırdan sonra şer olacağını haber verince tekrar şer döneminden sonra hayır dönemi olup olamayacağını öğrenmek ister. Peygamberimiz deheni yani dumanı karalığı olan bir dönemden bahseder. Bulanık, alaca bir dönemden bahseder. Huzeyfe (R.Anhu) 'dumanı veya bulanıklığı nedir?' diye sorunca Peygamberimiz bunu söyle tasvir eder: Benim sünnetimle amel etmeyen yöneticiler veya insanlar zuhur edecektir. Siz onların tanır ve reddedersiniz. Marufunu kabul eder ve yanlışlarını da reddedersiniz. Burada peygamberimiz muhtemelen ısırıcı saltanat dönemine işaret etmektedir. Hayır ile şer birbirine bulanmış vaziyettedir. Bu dönem peygamberlik yöntemi üzerine tam müstakim olmaktan uzak, kırıklarla dolu bir dönemdir. Ali minhaci'n nübüvve denildiği gibi peygamberin sünnetine mutabık amelden ve uygulamadan yoksun, uzak bir dönemdir. Müslümanlar bunu kalplerine sindiremezler ve reddederler. İşte bu 'deheni/alacalığı, hayra bulaşmış şerri ' ayıklamak âlimlere düşmektedir.

Nitekim tabiin asrında bunu Hasan el Basri ve Said ibni Cübeyr ve Said ibnü'l Müseyyeb gibilerce icra etmiştir. Gidişatı tam düzeltemeseler bile, en azından teorik zeminde dine bulaşmış tortuları veya peygamberin sünnetinden olmayan nesneleri ayıklamışlardır. Böylece dinin duruluğunu ve paklığını muhafaza etmişlerdir. Din tam olarak afakta yaşanmasa bile gönülde ve enfüs dairesinde yaşanmıştır. Peygamberimiz daha sonra totaliter veya saltanat-ı cebriye; cumhuriyet, demokrasi kılığında ve kılıfında din dışı mutlakiyetçi inkar rejimlerine işaret ederek bilahare dalalet imamlarının zuhur edeceğini ve cehennem kapılarında durmuş vaziyette insanları ateşe çağıracaklarını bildirmekte, haber vermektedir. Bunların da bizim içimizden çıkacaklarına parmak basmaktadır. Zamanla sünnet dışı gelenek serpilmiş ve tortu haline gelmiştir. İşte bunları elemek ve gerçeği ortaya çıkarmak lazımdır. Müslümanları insanlığın derkenarına çeken, kıyısına düşüren ve omuzlarına ağırlık yapan bu ağır mirastan kurtulmak ve bunu elemek gerekir. Sünnet ve Kur'an ortadan çekilmediği halde talim ve öğretileri rüsum ve hareketsiz cisim haline gelmiş ve ruhundan ve akışkanlığından, seyyaliyetinden kopmuş, uzaklaşmıştır. Tecdit hareketi fitneler, tortular arasında hayret makamındakiler için ayıklama yaparak öze ve asla dönüştür. Ümmetin sonu başındaki reçete ile düzelir. 

Demek ki Bediüzzaman'ın geride bıraktığı miras, çağının verilerine göre doğru İslamiyeti anlatmaktır. Mehmet Akif Ersoy'un çok tartışılan bir sözü var ki şudur: "Doğrudan doğruya Kur'an'dan alıp ilhâmı, Asrın idrâkine söyletmeliyiz İslâm'ı"

Bunu, İslam'ı asra uydurmak veya dehrileştirmek anlamında anlayanlar var. Acaba öyle mi? Hazreti Ali'nin (Kerremallahu Veçhehu) 'nesilleri kendi çağınıza göre değil gelecek asırlara göre eğitiniz veya yetiştirin' mealinde sözü var. Asrın idrakine muhatap bir İslami anlayışla bezenmek İslamı sınırlandırmak değildir. Her asrın İslam'dan ve Kur'an hakikatlerinden taze bir nasibi vardı. Bu nedenle İskilipli Atıf Hoca İslam'ın asri değil a'sari olduğunu söylemiştir. Her asra muhatap. Asırlar onunla birlikte büyük ve kavis çizerler. İslam hem çağa hitap eder hem de aşkındır çağlara hitap eder ve çağları aşar. Zamana hitap ettiği gibi zamana ayar verir. 'İnsanlara bildikleri şekilde hitap edin veya idrakleri seviyesinde hitap edin yoksa inkâra yeltenirler ve saparlar' mealindeki hadisleri de hatırlamalıyız.

İslami hitap asırların kalıbına girer ama onunla sınırlı değildir. İşte bu aşkın boyutu otaya koymak mücedditlerin görevleri arasındadır. Asrın idraki yükseldikçe hitap seviyesi de yükselir. Dolayısıyla asır ile Kur'an arasında diyalektik bir ilişki biçimi vardır. İslami anlayış asrın rengini alsa da sonuçta zinhar onu aşmaktadır. Bu asırdan devreden yanlışlar, tortular ileri asırlarda tashih edilmektedir. Kur'an-ı nazara vermek hususunda Akif ve Bediüzzaman'ın özel bir yaklaşımı vardır. Keza Sudanlı mütefekkir Muhammed Ebu'l Kasım Hac Hamd da Kur'an odaklı, eksenli bir medeniyeti müjdelemektedir. Sonuçta, her asır İslam'dan havsalası kadar pay alır.

 

 

Bu yazıya yorum yazın


Not: Yanında (*) işareti olanlar zorunlu alanlardır.

Bu yazıya gelen yorumlar.

DİĞER YAZILAR

BEDİÜZZAMAN HAKKINDA ÖN-YARGI SEBEBİ OLAN İKİ MESELE-2

BEDİÜZZAMAN HAKKINDA ÖN-YARGI SEBEBİ OLAN İKİ MESELE-2

Bakın bu gün Regaib kandili. Benim kanaatim –ki siz de destekleyeceksiniz- şu an Türkiye’de

BEDİÜZZAMAN HAKKINDA ÖN-YARGI SEBEBİ OLAN İKİ MESELE

BEDİÜZZAMAN HAKKINDA ÖN-YARGI SEBEBİ OLAN İKİ MESELE

-Bediüzzaman Ne Demek?- -Yazdı mı? Yazdırıldı mı?-

AZİZ ÜSTADIMA

AZİZ ÜSTADIMA

Aziz üstadım; seni tanıdığıma, eserlerini okuduğuma şükür ediyorum. Sana talebe olma şe

MEĞER İŞ BİZİM ANLADIĞIMIZ GİBİ DEĞİLMİŞ

MEĞER İŞ BİZİM ANLADIĞIMIZ GİBİ DEĞİLMİŞ

Biz münevverler, ekseriyet itibariyle herhangi bir içtimai meselede gazete haberleriyle iktifa ede

BÂZI MÛTEBER KAYNAKLARDA BEDÎÜZZAMÂN’IN DOĞUM TÂRÎHİ

BÂZI MÛTEBER KAYNAKLARDA BEDÎÜZZAMÂN’IN DOĞUM TÂRÎHİ

1- Bedîüzzamân Saîd Nursî: Târihçe-i Hayâtı, Eserleri, Meslek ve Meşrebi, Doğuş Ltd. Şi

BEDİÜZZAMAN’IN KİM VE NE OLDUĞU

BEDİÜZZAMAN’IN KİM VE NE OLDUĞU

Rahmetli Said-i Nursi veya Kürdi'nin nasıl yaşadığını ve nasıl öldüğünü öğrenmek içi

SAİD-İ NURSİ

SAİD-İ NURSİ

Abdürrahim ZAPSU Yetmiş yıl evvel Van vilâyetinin Nurs köyünde doğdu. Babasının ismi Mirza

ABDÜLFETTAH EBU GUDDE’NİN KALEMİNDEN ÜSTAD BEDİÜZZAMAN-5

ABDÜLFETTAH EBU GUDDE’NİN KALEMİNDEN ÜSTAD BEDİÜZZAMAN-5

Bu anlattıklarımız, mücahid alim Said Nursi’nin hayatının bazı safhaları ve lem’alarıd

ABDÜLFETTAH EBU GUDDE’NİN KALEMİNDEN ÜSTAD BEDİÜZZAMAN-4

ABDÜLFETTAH EBU GUDDE’NİN KALEMİNDEN ÜSTAD BEDİÜZZAMAN-4

Esaretten kurtulup Van’a döndüğünde Müslüman safları ve cemaatleri arasındaki İslami gayr

ABDÜLFETTAH EBU GUDDE’NİN KALEMİNDEN ÜSTAD BEDİÜZZAMAN-3

ABDÜLFETTAH EBU GUDDE’NİN KALEMİNDEN ÜSTAD BEDİÜZZAMAN-3

Bu kısa fetret dönemi sonrasında tüm himmetini bütün işlerde dinin tahkimine ve zayıflık g

İSMAİL ÇETİN HOCAEFENDİ ÜSTADI ANLATIYOR-2

İSMAİL ÇETİN HOCAEFENDİ ÜSTADI ANLATIYOR-2

Üstad üstaddır. Müceddiddir. Geçmiş büyüklerle irtibatı çok kuvvetlidir. Geleceklere de ç

Ey iman eden kullarım! Şüphesiz benim arzım geniştir. O halde (nerede güven içinde olacaksanız orada) yalnız bana kulluk edin.

Ankebut, 56

GÜNÜN HADİSİ

Takat getirebileceğiniz ameli alınız.Allah'a yemin olsun ki siz usanmadıkça Allah usanmaz.

Müslim, Kitabu Salati'l-Musafirin ve Kasriha

TARİHTE BU HAFTA

*Kanije müdafaası(18 Kasım 1601) *Hz.Fatıma'nın(r.anha) Vefatı(22 Kasım 632) *İstanbul'un Müttefikler Tarafından İşgali(23 Kasım 1918) *Alparslan'ın Şehadeti(24 Kasım 1072) *Öğretmenler Günü(24 Kasım)

ANKET

Sitemizle nasıl tanıştınız?

Yükleniyor...

SİTE HARİTASI