İslam'ın Faiz'e bakışını anlatırmısınız?
FAİZ MESELESİ Faiz, iktisadın en eski meselelerinden biridir. Haksız bir kazanç olan faizin ne aklî ne de vicdanî hiçbir dayanağı yoktur. Zamanın seyri içinde, faizin meşrûluğu, vasıfları ve ekonomi içindeki fonksiyonu hep münâkaşa edilegelmiştir. Kimi zaman yerin dibine batırılmış, kimi zaman da göklere çıkarılmıştır. Şunu kesin bir dille söyleyebiliriz ki, faize meşrűluk kazandiran devirler, bütünüyle beşerin ahlâken çöküntü içinde oldugu devirlerdir. Meselenin bu yönüne temas etmeden evvel onun târihî seyrine kısaca bir atf-ı nazar etmiş olalım. Faizin târihi Eflâtun ‘Kânun’, Aristo ise ‘Politika’ adlı eserlerinde faizi yerden yere vurmuşlardır. Eflâtun'a göre faiz ahlâk dışı bir davranıştır; fazîletli ve erdemli insana hiç yakışmaz. Onun için mutlaka yasaklanmalıdır. Aristo'ya göre ise faiz, kısır tavuktan, yumurta almaya çalışmak gibi yanlış bir düşüncedir. O, “Para parayı doğurmaz” demektedir. Roma, başlangiçtaki ihtişâm döneminde şiddetle faizin karşisindadir. Ancak yikilmaya yüz tuttugu zaman diliminde faize kurtarici bir simit gibi sarilmiş, fakat dibe dogru çökmekten kendini bir türlü kurtaramamiştir. Hıristiyanlık esas itibâriyle faizi haram kılmış; fakat, içki ve domuz eti gibi bazı haramlarda olduğu gibi, daha sonra yapılan değişikliklerle faiz de helâl hâle getirilmiştir. Oysa ilâhî vahye dayanan bir dinin bunlara cevaz vermesini düşünmek mümkün değildir. Günümüzde Yahova Şahitlerine âit kitaplar da bu konular üzerinde israrla durmaktadir. Gerçi Yahova Şahitleri meselesi ayrica üzerinde durulmasi gereken bir husus olmakla birlikte, sözü dagitmamak için burada o meseleye girmiyoruz. Ortaçağda kilise, faiz aleyhinde şiddetli beyânâtlar vermiş ve tefecilikle çok ciddî kavgaya tutuşmuştur. Ancak kilise babalari, feodalizmin zayiflamasi ve ticârî kapitalizmin gelişmesi karşisinda faizi meşrűlaştirmak zorunda kalmiş ve mesele kitaplara bu şekliyle geçmiştir. Menfaat dine tercih edilmiştir. Husűsiyle sınâî kapitalizmin gelişmesiyle, Batıda faiz karşısındaki direnişler bütünüyle gevşemiş ve faiz herkes tarafından kabûl edilir bir realite hâline gelmiştir. Faiz teorileri Faizi açıklamaya çalışan çok sayıda teori geliştirilmiştir. Bunlar, sermayenin kaynağının tasarruf olduğu konusunda ortak bir görüşe sâhiptir. Ayrıldıkları nokta ise, faizi meşrûlaştıran dayanaklardır. Meselâ Ricardo, özendirmeyi esas alır. Ona göre, parası alınıp işletilen tasarruf sâhibine belli bir pay verilmelidir ki, kişi tasarrufa özendirilmiş olsun. Halbuki Keynes, bu görüşün tamamen karşisindadir. O, “Tasarruf sâhibini, tasarrufa sevk etmek için özendirmeye ihtiyaç yoktur. Hem ferd hem de cemiyet tasarrufa kendiliginden meyillidir” düşüncesindedir. Meseleyi tamamen para ile alâkalı olarak değerlendiren Keynes’e göre faiz, parayı nakit olarak elde tutmaktan(likidite tercihi) vazgeçirmek için insanlara ödenen bir fiyattır. Senior'a göre faiz, fedâkârlığın bir bedelidir. Zira tüketici perhizkâr davranmakta ve tasarruf yapmaktadır. Bu da sermaye arzını meydana getiren bir davranıştır. Sermaye talebi ise sermayenin üretken ve verimli oluşundan kaynaklanmaktadır. Bu verimlilikten sermaye sâhibinin de yararlanması gâyet normaldir. Böylece o, yaptığı fedâkârlığın karşılığını görmüş olacaktır. Marshall ise faizi, beklemenin bedeli olarak değerlendirmektedir. Ferd, elindeki tasarrufu bir başkasına vermekte ve belli bir süre beklemektedir. Öyle ise onun bu bekleyişinin bir bedeli olmalıdır. Böhm-Bawerk ise meseleyi psikolojik açıdan ele almış ve faizi zaman tercihi kavramıyla açıklayarak, ona bir dayanak bulmaya çalışmıştır. Ona göre, insanlar umûmîyetle bugün ellerinde bulundurdukları değerleri yarınki değerlere tercih etme eğilimindedirler. Dolayısıyla, hem tasarrufa teşvik ve hem de bu tasarrufu başka ellere devrettirebilmek için böyle bir psikolojik duygunun tatmîn edilmesi şarttır. O da ancak bugün ve yarın arasındaki değer farkını (acio) ödemekle mümkündür. Ve faiz, ona göre, işte bu şeklide bir meşrû gerekçeye dayanmaktadır. Marks ve Engels gibi sosyalist düşüncenin temsîlcileri her yönüyle faizin aleyhindedirler. Onlara göre faiz, sermaye sâhibinin emekten çaldigi haktir. Sosyalist bir düzende tasarruf ve sermaye olmayacagi için faiz de olamaz. İslâm öncesi faiz Faiz, câhiliyye devrinde bilinen ve tatbîki yaygın olan bir müessese durumundaydı. Günümüzdeki dev kuruluşlar şeklinde olmasa bile, hem ferd hem de küçük organize gruplar olarak faiz alınıp veriliyordu. İslâm öncesi bu devirde faiz müessesesi zenginin elinde bir istismar vâsıtasıdır. Zira, riba adı verilen ve borçlunun ödemek zorunda olduğu fazlalık, bâzan asıl borcun kat kat üstüne çıkıyor ve borçlu her geçen gün artan bu fazlalıklar altında ezilip gidiyordu. Şekil olarak faiz şöyle cereyan ediyordu: Zarűret içinde bulunan bir kişi -ki bu zarűret ne kadar fazla ve âcil ise, verecegi faiz miktari o kadar yüksek olurdu- belli bir süre sonunda ve belli bir fazlalıkla ödemek kaydiyla birisinden borç para aliyor. Vade tamam olunca alacakli gelip parasini istiyor. Eğer borçlu borcunu ödeyemeyecegini söyler ve belli bir vade daha isterse aldigi borç miktari iki katina çikariliyor ve yine ikinci defa ayni durum tekrar ederse, bu sefer borç miktari dört katina çikiyor. Bu muâmele böyle devam edip duruyor Bir gün geliyor ki, alınan borç miktarı ile ödemek zorunda kalınan borç miktarı arasında korkunç denecek ölçüde bir fark söz konusu oluyor. Bu muâmele ile fakir daha da fakirleşirken zengin daha da zenginleşiyor ve iki sınıf arasındaki uçurum her geçen gün daha da derinleşiyor. İmam Katâde câhiliyye devri faizini şöyle anlatıyor: “İslâmiyet’ten önceki devirde kişi, belirli bir müddet sonra fiyatı ödenmek üzere satış yapardı. Alıcı vade sona erdiğinde aldığı malın fiyatını ödeyemezse, fark verir ve müddet uzatılırdı.” İmam Mücâhid de şöyle diyor: “İslâmiyet’ten önceki devirde kişinin borcu olduğunda alacaklısına gider, ‘Sana şu kadar fazla ödeyeyim, borcumu ertele’ der, böylece borcu ertelenirdi.” Fahreddin Râzî ise câhiliyye devri faizini şöyle anlatiyor: “Islâmiyet’ten önceki devrin bilinen ve meşhűr olan faizi vade faizi idi. Buna göre, kişi malini başkasina her ay ödeyecegi belirli bir kâri almayi şart koşarak borç verirdi. Anaparasi oldugu gibi kalirdi. Mühlet sona erince anaparasini da geri isterdi. Borçlu anaparayi veremezse, borç veren hem mühleti uzatir, hem de faizi artirirdi.” Görülüyor ki, câhiliyye devri denilen o dönemin riba anlayışı ile günümüzün faiz anlayışı arasında temelde hiçbir farklılık bulunmamaktadır. İşte İslâm, bütünüyle faizin karşısına dikilmiş, bu zulüm ve ceberrûta son vermiştir. Faizin tanım ve kapsamı Faiz kavramının İslâmî literatürdeki karşılığı ribadır. Riba Arapça bir kelimedir ve sözlükte ziyâde (fazlalık) ve nemâ (artma, çoğalma) manalarına gelir. Câhiliyye dönemi Arapları riba kelimesini bu lügat manasında kullandıkları gibi, ayrıca, bugün genellikle faiz deyince anlaşılan, “Vadenin uzatılmasına karşı borcun da artması” manasında da kullanıyorlardı. İslâm, insanlık târihi boyunca bilinen ödünç veya borç faizi kavramına bir de para ve malların peşin veya vadeli mübadelelerinde ortaya çıkan alış-veriş faizi kavramını eklemiştir. Kur’an, borç faizini ele alırken, hadîsler ağırlıklı olarak alış-veriş faizinin üzerinde durmuştur. Şu halde faiz kavramı İslâm’da diğer sistemlerden hem farklı hem daha şümullüdür. İslâm’a göre faiz iki çeşittir: Borç faizi ve alış-veriş faizi. Önümüzdeki hafta bu konu üzerinde duracağız.