MECAZ NE DEMEKTİR?
Mecaz; bir kelimenin veya sözcüğün gerçek anlamı dışında özel anlamıyla kullanılmasıdır. Mesela “Gözüme toz kaçtı” cümlesini ele alalım. Buradaki göz kelimesi gerçek anlamıyla kullanılmıştır. Fakat “malda, parada gözüm yok” diyen bir kişi, bunu mecaz anlamıyla ifade etmiş, kanaatkâr olduğunu, haris
Mecaz; bir kelimenin veya sözcüğün gerçek anlamı dışında özel anlamıyla kullanılmasıdır. Mesela "Gözüme toz kaçtı" cümlesini ele alalım. Buradaki göz kelimesi gerçek anlamıyla kullanılmıştır. Fakat "malda, parada gözüm yok" diyen bir kişi, bunu mecaz anlamıyla ifade etmiş, kanaatkâr olduğunu, haris olmadığını vurgulamıştır. "Falan kişinin eli delik" dense, o kimsenin elinin gerçekten delik olduğu değil, çok israf ettiği kastedilmiş olur. "Şu kimsenin külü fazla" dendiği zaman ise, o kişinin zengin, cömert ve misafirinin eksik olmadığı anlaşılır. "Falan kişinin eli uzun" dendiği vakit, o adamın nüfuzunun etkili olduğu anlaşılır. "Falan adamın kellesi koltuğunda" söylendiği zaman, o kişinin ölümü göze alarak büyük işlere girdiği, gözünü budaktan esirgemediği ifade edilmiş olur.
Kur'an-ı Kerim'de ve hadis-i şeriflerde birçok teşbih, temsil ve mecaz vardır. Ancak Bediüzaman'ın ifade ettiği gibi; "Teşbihat ve temsiller, havassın elinden avamın eline ve ilmin elinden cehlin eline girse, hakikat telakki edilir." "Dünya neyin üzerindedir" diye sorulan bir suale Peygamber Efendimizin (s.a.v); "Sevrin (öküz) ve hutun (balık) üzerinde" buyurması bir mecazdır. Bazı kimseler burada kastedilen teşbih ve mecazı anlamamış, onu gerçekten öküz ve balık olarak anlamışlardır. Dünya döndüğüne göre, zaten böyle bir şeyi akıl ve mantık kabul etmez.
Bediüzzaman bu meseleyi şöyle izah etmektedir: "Hamele-i Arş ve Semavat denilen melaikenin birinin ismi "Nesir" ve diğerinin ismi "Sevr" olarak dört melaikeyi, Cenab-ı Hak arş ve semavata saltanat-ı rububiyetine nezaret etmek için tayin ettiği gibi, semavatın bir küçük kardeşi ve seyyarelerin bir arkadaşı olan Küre-i Arz'a dahi iki melek, nâzır ve hamele olarak tayin etmiştir. O meleklerin birinin ismi "Sevr" ve diğerinin ismi "Hut"tur. Ve o namı vermesinin sırrı şudur ki: Arz iki kısımdır: Biri, su; biri toprak. Su kısmını şenlendiren balıktır. Toprak kısmını şenlendiren, insanların medar-ı hayatı olan ziraat, öküz iledir ve öküzün omzundadır. Küre-i Arz'a müekkel iki melek, hem kumandan, hem nâzır olduklarından, elbette balık taifesine ve öküz nev'ine bir cihet-i münasebetleri bulunmak lâzımdır."
Eskiden karada yaşayan insanlar ziraat ile meşgul olduklarından ve bunu öküz vasıtasıyla yaptıklarından o hayvan zikredilmiştir. Aynı şekilde, deniz kenarında yaşayan insanlar da rızkını balık üzerinden temin etmekte, onun ticaretini yapmakta hayatlarının bu şekilde idame ettirmekte idiler.
İşte Resul-i Ekrem Efendimiz (s.a.v) bu hakikati gayet veciz ve hikmetli bir şekilde ifade etmişlerdir. Şimdi biri, "Dünya kalemin ve kılıcın üzerindedir" dese, bundan ilim anlaşılacağı gibi, devletin bekası da kılıç ve kalem iledir. Ya da "Devlet ekonominin üzerindedir" dense, devletin maddi güçle ayakta durduğu anlaşılır.
Kur'an'ın her bir ayetinin sarahat, işaret, remz, ibham, ihtar gibi birçok manaları vardır. Kur'an, uçsuz bucaksız bir okyanustur; birçok mürşit ve müceddit istidat ve kabiliyeti nispetinde onun derinliklerine dalmış, dünyevi ve uhrevi saadete vesile olacak nice manalar çıkarmıştır.
Peygamber Efendimiz (sav.) bir Hadis-i şeriflerinde şöyle buyururlar: "Her ayetin bir zâhiri bir batını, bir matlâı ve bir de haddi vardır; bu hâl yediye, hatta yetmişe kadar gider." Evet, Kur'anın sarahat manası olduğu gibi, işari manaları da vardır. Onun sarahati bir manaya açıkça delalet etmesidir.
İşaretinin de remz, ima, telvih, telmîh gibi dereceleri vardır. Mesela; Bir ayet-i kerimede şöyle buyrulmaktadır: "Allah'ın eli onların ellerinin üstündedir. (Fetih Suresi 48/10) Tefsir âlimleri ayette geçen "el" kelimesini "Allah'ın kudretinin ve gücünün her şeye yettiği" şeklinde tevil etmişlerdir. Zira ezelî ve ebedî olan Yüce Allah maddeden ve cisimden münezzehtir, mahiyeti hiçbir mahiyete benzemez. O'nun eşi ve benzeri yoktur. "Ne zâtında, ne sıfâtında, ne ef'âlinde nazîri yoktur, misli olmaz, şebîhi yoktur, şerîki olmaz. Evet, bütün kâinatı, bütün şuûnâtıyla ve keyfiyâtıyla kabza-i rubûbiyetinde tutup bir hane ve bir saray hükmünde, kemâl-i intizamla tedbîr ve idare ve terbiye eden bir Zât-ı Akdese, misil ve mesîl ve şerîk ve şebîh olmaz, muhâldir." (Bediüzzaman Said Nursi) Bir bilgisayar kendisini yapan mühendise benzemediği gibi, bütün varlıkların Halık'ı olan Cenab-ı Hakk'ın kudsi mahiyeti de yarattığı hiç bir mahlûkun mahiyetine benzemeyecektir. Bediüzzaman Hazretleri'nin de ifade buyurduğu gibi; "Vacibü'l-Vücud, zatında, mahiyetinde mümkine benzemediği gibi, ef'alinde de benzemiyor." (Mesnevi-i Nuriye)
Bakara Suresinin 187. Ayetinde, "Onlar,(kadınlar) sizin için bir örtü, siz de onlar için bir örtü durumundasınız" buyrulmakta…………devamında ise, "Ta fecrin beyaz ipliği siyah iplikten size seçilinceye kadar yiyin, için. Sonra da ertesi geceye kadar orucu tam tutun" buyrulmaktadır. Kadınların erkeklere, erkeklerin de kadınlara örtü olması bir teşbihtir. Nasıl ki üzerimize giydiğimiz elbiseler bizi örter, soğuktan ve sıcaktan korursa, kadın ve erkek de birbirlerinin gizli hallerini örter, iffetlerini korur, her türlü menhiyattan ve günahlardan muhafaza ederler. Siyah ve beyaz ip de bir mecazdır, bu iki ipin birbirinden ayırt edilmesi, ancak güneşin doğmasıyla fark edilebilir. Ne imsak saati ile fark edilir ne de imsaktan bir saat sonra. Hem gözü görmeyen ve tek başına yaşayan veya az gören kişiler bu iki ipi birbirinden nasıl ayırt edecekler. İmsak ile beraber güneşin ışığının yansıması bulunduğumuz yere ulaşır ve oradan hafif bir beyazlık meydana gelir, işte bu beyaz iplik olarak ifade edilir, bulunduğumuz mekân karanlık olduğu için de siyah ip olarak belirtilir. Bunlar farklı renklerde, bir doğrultu üzerinde birleştikleri için siyah ve beyaz ip olarak ifade edilir. Siyah iplik ve beyaz iplik meselesi Allah Resulüne (s.a.v.) sorulunca şöyle buyurdular: "Gecenin karanlığından gündüzün beyazlığının seçilmesidir."(Buhârî, Savm: 27; Müslim, Sıyam: 17, Tirmizî)
"Bilmiyorsanız zikir ehli olanlara sorun." (Enbiya Suresi 21/7) Her ilmin bir çok âlimi ve öğreticisi olduğu gibi, ezeli ve ebedi bir nur olan, her bir ayetinde, her bir kelimesinde hatta her bir harfinde derin ve engin manalar bulunan Kur'an-ı Kerimin de en büyük müfessiri Hz. Peygamber (s.a.v) ve O'nun yolundan giden mürşitler, mücedditler ve âlimlerdir. Evet, Kuran ezeli ve ebedi sönmez bir nurdur ancak her âlim bile ondan hüküm çıkaramaz. O sahada derinleşmiş olmak lazımdır.
Bu yazıya yorum yazın
Bu yazıya gelen yorumlar.
DİĞER YAZILAR
Sana yakîn (ölüm) gelinceye kadar Rabb'ine kulluk et!
Hicr, 99
GÜNÜN HADİSİ
Berâe (r.a.) şöyle rivayet etmiştir: "Müminlerden (özür sahibi olanlar dışında) (evlerinde) oturanlar ile Allah yolunda malları ve canları ile savaşanlar bir olamaz."
SON YORUMLAR
- Bütün beytlerin tercümesini gönderebilir misiniz? sitede sadece son birkaç...
- Fıtrat, namaz, tevafuk, sırlar ve tüm bunların sahibi zişanı İlahi kusur...
- Selamünaleyküm İnternette mütalaalı risale i nur dersleri diye arama yapt...
- bu kıymetli yazıdan dolayı ahmed izz kardeşimize teşekkür ederiz çok mani...
- selamün aleyküm Ahmed kardeşimizi tebrik ediyor ve bu faideli tercümelerin...
- Yanında okuyan diğer öğrencileri; Molla Muhammed Kasori Molla Muhammed Era...
- Benim merhum babam Molla İbrahim Azizi de onun yanında icazeti tamamlamıştı...
- Teşekkürler. Sanırım Envar neşriyat idi.Tam hatırlayamıyorum.....
- Çok güzel bir çalışma Rabbım ilminizi arttırsın bu çalışmalarınızı...
- Merhaba, Ben Foliant yayınlarından uğur. Sizinle iletişim kurmak istiyoruz ...
TARİHTE BU HAFTA
*Kanije müdafaası(18 Kasım 1601) *Hz.Fatıma'nın(r.anha) Vefatı(22 Kasım 632) *İstanbul'un Müttefikler Tarafından İşgali(23 Kasım 1918) *Alparslan'ın Şehadeti(24 Kasım 1072) *Öğretmenler Günü(24 Kasım)
ANKET
Sitemizle nasıl tanıştınız?
Yükleniyor...