NAMAZDA İKEN NAMAZDA OLMAK

Bu başlık okuyucu tarafından garipsenebilir, fakat bunu bize armağan eden Mevlana hazretleridir. Müritlerinden biri “Efendim namazda iken nasıl olmak gerekir?” şeklinde bir soru sorması üzerine, Mevlana: “Namazda iken namazda olmak gerekir” diye cevap vermiştir.


Niyazi Beki(Prof. Dr.)

niyazibeki@gmail.com

2016-06-23 17:47:54

Bu başlık okuyucu tarafından garipsenebilir, fakat bunu bize armağan eden Mevlana hazretleridir. Müritlerinden biri "Efendim namazda iken nasıl olmak gerekir?" şeklinde bir soru sorması üzerine, Mevlana: "Namazda iken namazda olmak gerekir" diye cevap vermiştir.

Bunun manası şudur: Namaz kılarken, kişinin namazda olduğunu unutmaması, namazın gereklerini yerine getirmesi, fikren ve aklen okuduklarını, yaptıklarını takip etmesi, Allah'ın huzurunda olduğunun idrakinde olması, namaz miracına yakışır bir şekilde dünyadan sıyrılması, yalnız kılmakta olduğu namazla meşgul olması, başka meşgaleleri geride bırakması, "Namazda iken namazda olma "nın birer açılımıdır.

Bu açılımları İmam Gazali'nin de işaret ettiği(1) birkaç basamakta açıklamaya çalışacağız:

Kalben huzurda olmak: Kalbin namazda hazır bulunup görev alması demektir. Kalıbını kâbeye doğru yönelten kulun, kalbini de Hakiki Mabud olan Allah'a yöneltmesi bu huzurun temel esprisidir.

Dünyevî meşgalelerden kurtulmuş, miraç yolculuğuna başlamış, kesretten vahdete kanat açmış, yaratıklar meclisinden sıyrılıp yaratanın huzuruna çıkmış, ilâhî huzurdaki duruşunun idrakine varmış bir kalp, gerçek huzura kavuşur ve namazın huzuruna huzur katmış olur.

Huzur kazanmak: Huzur kazanmak, kalbi namazda hazır etmek için, namazın en önemli bir görev olduğuna inanmakla mümkündür. Çünkü kalp, mutlaka bir şeylerle meşgul olur, öyle tembel ve boş duramaz. Duygu ve düşüncelerimizde hangi konuya öncelik verirsek, gönlümüz de ona önem verir ve onunla meşgul olur. Kalbin namazda devreye girip hazır olması için, ona namazın önemini hatırlatmamız gerekir. Kişinin himmeti neredeyse, kalbin kıymet ölçüsü de oradadır.

Namazı kavramak: Bundan maksat namazdaki söz ve hareketlerin ne anlama geldiğini kavrayıp bilmektir. Bazen kalp okunan lafzın yanında hazır olduğu halde, onun manasıyla ilgilenmemiş olabilir. Oysa daha önce hiç akla gelmeyen güzel incelikler namazda insanın zihnine, kalbine gelebilir ve bunlarla çok güzel bir rotaya girebilir.

إِنَّ الصَّلَاةَ تَنْهَى عَنِ الْفَحْشَاء وَالْمُنكَرِ

"Namaz her türlü kötülük ve hayâsızlıktan alıkoyar" (Ankebut, 29/45) mealindeki ayette bu gerçeğe de işaret edilmiştir. Namazdaki söz ve hareketleri anlamanın yolu da her şeyden önce kalbi devreye sokmaktan geçer. İnsan zihni, kalbinin önem verdiği konulara yönelip orada yoğunlaşır.

Ta'zim göstermek: Namaz kılan kimsenin, huzurunda bulunduğu yüce Allah'ın sonsuz büyüklüğünü kavraması, ona karşı saygıyla dolması, namazı namaz yapan unsurlardan biridir. Zaten namaz ve ibadetin farz kılınmasının en büyük hikmeti, Allah'ın azametini kalplere yerleştirmektir.

Ta'zimin kaynağı iki şeydir:

a. Her şeyin dizgini elinde, her şeyin anahtarı yanında, ilim ve kudretiyle her şeyin yanında hazır ve nazır olan Allah'ı yakından tanımak. Ki bu, imanın da bir gereğidir.

b. Her şeyiyle Allah'a muhtaç olan kendi nefsinin fakirliğini, acizliğini, hakirlik ve küçüklüğünü idrak edip bilmek. En küçük bir varlık olarak en büyük bir varlık olan kendisini yaratanın huzurunda olduğunu anlamak ve bu büyük saygının bir sonucu olarak da içinde bir huşu/bir ürperti duymaktır.

Mehabet hissetmek: Mehabet kavramı, ileri derecede büyük görülüp de saygı duyulan bir varlık karşısında hissedilen ürperti duygusu anlamına gelir.

Mehabetin kaynağı da Allah'ı yakından tanımaktır.

إِنَّمَا يَخْشَى اللَّهَ مِنْ عِبَادِهِ الْعُلَمَاء

"Kulları içinde Allah'a karşı gereği gibi saygı duyup ürperti hissedenler ancak âlimlerdir" (Fatır, 35/28.)mealindeki ayette belirtildiği üzere, Allah hakkındaki ilim ve bilgi arttıkça, ona karşı duyulan saygı ve mehabet de o nispette artar.

Bir rivayete göre Hz. Aişe şöyle demiştir:

"Hz. Peygamber(a.s.m)'le normal sohbet ederdik. Namaz vakti gelince sanki ne biz onu tanımışız, ne de o bizi tanımış."(2) Bu tavır, Allah'a karşı duyulan saygının olduğu kadar, görev sorumluluğundan kaynaklanan bir kaygının da ifadesidir.

Ümit duygusu: Öyle sultanlar var ki, insanlar onların büyüklükleri karşısında korkup ürperir, fakat onlardan iyilik namına bir şey ümit etmez. Namaz kılan kimse ise, sultanlar sultanı olan Yüce Allah'ın huzurunda; bir yandan büyüklük ve azameti karşısında ürperti duyup iki büklüm olurken, diğer taraftan iman ettiği sonsuz rahmetini ve kılmakta olduğu namazın büyük bir mükâfatını ümit etmektedir. Bu duygu, tarifi imkânsız bir lezzet akıtır.

Hayâ duygusu: Bu duygu yukarıda arz edilen unsurların bir süspansiyonu hükmündedir. Mehabetinden ürperdiği, rahmetini ümit ettiği Rabbinin huzurunda olduğunu düşünen bir kulun içinden şimşekler gibi çakan, kalbinin derinliklerinden kopup gelen nefsinin kusur saçan sinyalleri onun bütün benliğini sarar da benzi sararmaya başlar. Her yönden kusur ve ayıplarla kirlenmiş bir kimlikle, her yönden mükemmel, kusurlardan uzak kutsal bir varlığın karşısında olduğunu, şanına layık bir tarzda kulluğunu sunamayacağının endişesini taşıyan ve bunu idrak eden kimsenin öz benliğini utanç ve hayânın kaplaması kadar tabii bir şey olamaz.

Huşu duygusu: Huşu, sözlük anlamı itibariyle; korkmak, itaat etmek, tevazu göstermek, boyun eğmek demektir.

يَوْمَئِذٍ يَتَّبِعُونَ الدَّاعِيَ لَا عِوَجَ لَهُ وَخَشَعَت الْأَصْوَاتُ لِلرَّحْمَنِ فَلَا تَسْمَعُ إِلَّا هَمْساً

"O gün insanlar, hiçbir tarafa sapmadan Hakkın davetçisine uyarlar. Gözler Rahman'ın heybetinden huşu' içerisine girmiş/kısılmıştır. Artık bir fısıltıdan başka bir ses işitemezsin" (Ta Ha, 20/108.) mealindeki ayette, kıyamet gününde, insanların Allah'ın heybet ve azameti karşısındaki korkuları, bükülüşleri, alçalışları, sessiz-sedasız duruşları "خشوع" (huşu) kavramıyla ifade edilmiştir.

Terim olarak Huşu; bir yandan çekinmek, korkmak, boyun eğmek gibi kalbin bir eylemi, diğer yandan sükûnet içinde olmak, hareketsiz duruş sergilemek gibi organların bir eylemi olarak kendini gösterir. Buna göre, huşu; aslı kalpte, tezahürü/yansıması bedende olmak üzere iki yönlü bir etkileşimin adıdır.

Kur'an'da, kurtuluşun anahtarı, içinde huşuu barındıran namaz gösteriliyor.

قَدْ أَفْلَحَ الْمُؤْمِنُونَ {1} الَّذِينَ هُمْ فِي صَلَاتِهِمْ خَاشِعُونَ

"Şüphesiz, iman edenler kurtulmuştur. Onlar öyle kimselerdir ki, namazlarını huşu ile kılarlar" (Müminûn, 23/1-2.)mealindeki ayette bu gerçeğin altı çizilmiştir.

Fakat şu da bir gerçektir ki, birçok müslüman sürekli olarak, samimi bir şekilde namaz kıldığı ve kılmak istediği halde, insanî bir gaflet hali yaşayabiliyor ve her an huşu içinde olamıyor. O halde bu dermansız derdin teşhisini doğru koymak gerekir.

Burada hemen şunu belirtelim ki, Maun Suresinin 4-5. ayetlerinde, "yazıklar olsun" mealindeki ifadeyle azarlanan kimseler; namaz kılarken gaflete düşenler değil, namaz kılmamakla gaflete düşenlerdir.

Bununla beraber, Kuran'da vurgulanan "Namazdaki huşu" konusu çok önemlidir.

Namazdaki huşuu yansıtan bir hadis-i şerifin rivayeti şöyledir. Hz. Ali anlatıyor: Hz. Peygamber(a.s.m), rükûa vardığında şu duayı okurdu: "Allah'ım! Senin için rükûa vardım, Sana iman ettim, Sana teslim oldum. Kulağım, gözüm, beynim/iliğim, kemiğim ve damarım/sinirim, sana karşı huşu içerisine girmiştir."(3)

Namazdaki Huşuun iki unsuru:

تخلية/Tahliye: Arapça orijinli bu kelimenin üçüncü harfi olan "h/hı", noktalıdır. Türkçede "Evi, dükkânı tahliye etmek" ifadesi bu anlamdadır.

Buna göre bu kelime, namaz konusuyla ilgili kullanıldığı zaman; namaz kılanın, iç âlemini arındırması, temizlemesi, namazla ilgili olmayan düşünceleri kalbinden çıkartıp atması, duygu ve düşünce yuvasını, Rabbinin huzurunda huzurunu bozan her türlü tasavvurdan tahliye etmesi anlamına gelir.

تحلية/Tahliye: Yine Arapça orijinli olan bu kelimenin üçüncü harfi "h/ha" ise, -gözlü "ha" değil- noktasız "ha"dır. Süslemek, ziynet eşyasıyla donatmak anlamına gelir.

Namazda tahliye demek; Namaz kılan kimsenin kalbini, aklını, duygularını, bütün iç âlemini ilâhî huzurla canlandırması, bu huzurun şuuruyla aydınlatması ve namazın hakikatleriyle süslemesi demektir.

Kelime-i tevhitte, tahliyeye/temizleme ameliyesine öncelik verildiği gibi, namazda da bu hususa öncelik vermek gerekir. Bilindiği üzere, Kelime-i Tevhitte, önce "la" edatı, bir süpürge görevini üstlenmiş ve yoldaki tüm mevhum/batıl ilahları ortadan süpürüp silmiştir. Kalbin yuvası, "la" ile yapılan tahliye/temizleme ameliyesine tabi tutularak şirkin kirlerinden temizlendikten sonra, söz konusu kalbin sahibi, "illa" asansörüyle tevhit sarayına çıkmış ve onun hakikatiyle süslenmiş olacaktır. "لا اله الله"(Lâ ilâhe İllallah)cümlesi, bu hakikati ifade etmektedir.

Bu husus namaz için de geçerlidir. Masivanın/Allah'ın dışındaki varlıkların manevî kirlerinden temizlenmeden, gerçek anlamda Allah'ın manevî huzuruna çıkmak ve "huşu" mertebesine ulaşmak mümkün değildir. Çünkü insanın duyguları, birer sarmaşık otu gibi, meşgul oldukları şeylere yapışıp kalırlar. Bunların ellerini/pençesini Masivadan/Allah'ın dışındaki varlıktan çektirmeden, Yüce Allah'ın huzuruna çıkmak ve huşua ermek çok zordur. Ayranla dolu bir kabı sütle doldurmak için, ayranı boşaltmaktan başka çare yoktur. Bu fizik kuralı, meta-fizik için de geçerlidir. Kalp de bir kaptır; içindeki Masiva ayranını dökmeden tevhitten kaynaklanan huzur ve huşu sütünü dolduramazsınız.

O halde, namazda iken yine de dünyevî meşgalelerle haşir ve neşir olmamızın sebebi, söz konusu ilmî ve tecrübe edilmiş kuralı uygulamayışımızdan kaynaklanmaktadır. Dünya işleri daha bütün sıcaklığıyla kalbimizde yer etmeye devam ederken, namaza durmaya ve sonra da "neden huzur ve huşua eremiyoruz" diye şikâyette bulunmaya hakkımız yoktur.

Çünkü –deyim yerindeyse- oyunu kuralına göre oynamıyoruz. "Öyle iman etmişim ki, gaip perdesi açılsa artık imanım artmaz" diyen Hz. Ali bile, namaza durmadan önce söz konusu temizlenme ameliyesine başvurduğu halde, biz kalkıp da çok güçlü bir zamkla dünyaya yapıştırdığımız duygu bantlarımızın kendi kendine sökülmesini ve yepyeni bir pozisyona yönelerek ona göre şekillenmesini bekleyebilir miyiz? Bu fizik kanunlarına aykırı olduğu gibi, imtihan sırrına da aykırıdır. Aslında, temizlik ve abdest gibi ön hazırlıkların namazdan önce öngörülmesinin bir hikmeti de budur.

Abdest almakla; bir yandan maddi yönden temizlenme ameliyesini gerçekleştirdiğimiz gibi, fikir/zihin/duygu planında da manevî bir temizlik işini icra etmiş ve bunu yaparken de, sıkı bir kontrol ile zihnimizi/duygularımızı biraz sonra huzuruna varacağımız Yüce Yaratanımıza yönlendirmekle, önemli bir mesafeyi kat etmiş oluruz.

Huşu Namazın hem çekirdeği hem de meyvesidir.

وَإِنَّهَا لَكَبِيرَةٌ إِلاَّ عَلَى الْخَاشِعِينَ

"Namaz huşu sahiplerinin dışındakilere ağır gelir"(Bakara, 2/45.) mealindeki ayette huşu, namazın çekirdeği olarak gösterilmiştir.

قَدْ أَفْلَحَ الْمُؤْمِنُونَ {1} الَّذِينَ هُمْ فِي صَلَاتِهِمْ خَاشِعُونَ

"Muhakkak ki, iman edenler kurtulmuştur. Onlar öyle kimselerdir ki, namazlarını huşu ile kılarlar" (Muminun, 23/1-2.) mealindeki ayette ise huşu namazın bir meyvesi olarak gösterilmiştir.

Huşuun zıddı gaflettir. Gaflet ise, üçayaklı bir şeytan üçgenidir. Şeytan namazla ilgisi olmayan şeyleri hatırlatıp telkin eder. Nefis, daha önceki meşguliyetini namazda da devam ettirmek ister. Disipline alışmamış fikir ise, Allah'ın huzurunda olduğunu düşünmeden rastgele şeylerle eğlenmek ister. Deyim yerindeyse- huzuru kaçmış bir namaz sahnesinde- şeytan çalar, nefis oynar, fikir de eğlenir, adam da havasını alır. Bu sebeple, vesvese ve lüzumsuz işlerle meşgul olduğumuzu fark eder etmez, hiçbir şey olmamış gibi huzura dönüp yolumuza devam etmemiz gerekir. "Aman niye böyle oldu"sorgulamasına bile yer vermemeliyiz.

Huşu ile kılınan bir namazın, huşusuz kılınan bir namazla aynı olması zaten adalet ölçüsüne de terstir. Ancak baştan sona kadar huzuru yakalamak da güçtür. Mühim olan namazdaki gafletle geçen zaman dilimini asgariye indirmektir. Yoksa ondan bütün, bütün kurtulmak insanın yapısına aykırıdır. Deyim yerindeyse, bu hastalık genetiktir, tedavisi güç bir musibettir.

İşi bu zorluğundan ötürüdür ki, Hz. Peygamber(a.s.m):"Biz küçük savaştan döndük, artık büyük savaşa gideceğiz" diye buyurmuş ve bunun nefisle savaş olduğunu belirtmiştir."(4) Nefisle mücadele etmenin en zorlu sahnesinin de namaz olduğu ifade edilmiştir.

Nitekim Maun Suresinin azarlamasını değerlendiren Hz. Ali, Hz. İbn Abbas ve Hz. Enes gibi bazı sahabîler, ayetteki inceliğe dikkat çekmiş ve "namazdan" ifadesinin, "namazda" tabirinden çok farklı olduğunu söylemişler.

Buna göre: "في صلاتهم" (Fi salatihim) denilse, namazlarında gaflet gösterenlerin vay haline, anlamı çıkar ve yanlış olur. Çünkü namazda gaflet etmemek, sehiv yapmamak insan gücünün dışında bir şeydir. Kaldı ki, Hz. Peygamber(a.s.m)'in bizzat namazda sehiv yaptığı bilinmektedir. Fıkıh kitapların hepsinde, "Namazda sehiv yapma/Sevih secdesi" bölümü vardır.

Onun içindir ki, ayette "عن صلاتهم" (an salatihim) denilmiştir. Yani onlar ki, namazlarından gaflet ediyorlar. Yani; namazın kendisinden haberleri yoktur, onu tamamen unutuyorlar, ehemmiyet vermiyorlar. İnsanlara karşı bir gösteriş kaygıları olmazsa asla kılmazlar.

Bu sebepledir ki, bazı âlimler bu ince farka işaret etmek üzere demişler ki; Allah'a şükürler olsun ki, Kur'an'da "Fi Salatihim=Namazlarında" demeyip de "An salatihim=Namazlarından" demiştir.

Sonuç olarak, namazı huşu ile kılmak, beden ve ruh bütünlüğü içerisinde, huzura varmak ve huzura ermektir. Buna ulaşmak için maddi ve manevi hazırlık yapmak gerekir.

Dipnotlar

1-Gazali, İhyau'l-Ulum, I/167-169.

2-Gazali, İhya, I/160.

3-Müslim, Müsafirin, 201.

4-Zeynu'l-Iraki, Tahricu Ahadis'i-İhya(İhya ile birlikte),Kahire, 1358/1939, III/7.

 

 

Bu yazıya yorum yazın


Not: Yanında (*) işareti olanlar zorunlu alanlardır.

Bu yazıya gelen yorumlar.

DİĞER YAZILAR

Şu insanlar, çarçabuk geçen dünyayı seviyorlar da önlerindeki çetin bir günü (ahireti) ihmal ediyorlar.

İnsan, 27

GÜNÜN HADİSİ

"Haramla beslenmiş vücut cennete giremez."

Taberânî.

TARİHTE BU HAFTA

*Kanije müdafaası(18 Kasım 1601) *Hz.Fatıma'nın(r.anha) Vefatı(22 Kasım 632) *İstanbul'un Müttefikler Tarafından İşgali(23 Kasım 1918) *Alparslan'ın Şehadeti(24 Kasım 1072) *Öğretmenler Günü(24 Kasım)

ANKET

Sitemizle nasıl tanıştınız?

Yükleniyor...

SİTE HARİTASI