NAMAZ VE HUŞU DUYGUSU
Huşu duygusu: Huşu, sözlük anlamı itibariyle; korkmak, itaat etmek, tevazu göstermek, boyun eğmek demektir. "O gün insanlar, hiçbir tarafa sapmadan Hakkın davetçisine uyarlar.
Huşu duygusu: Huşu, sözlük anlamı itibariyle; korkmak, itaat etmek, tevazu göstermek, boyun eğmek demektir. "O gün insanlar, hiçbir tarafa sapmadan Hakkın davetçisine uyarlar. Gözler Rahman'ın heybetinden huşu' içerisine girmiş/kısılmıştır. Artık bir fısıltıdan başka bir ses işitemezsin"(1) mealindeki ayette, kıyamet gününde, insanların Allah'ın heybet ve azameti karşısındaki korkuları, bükülüşleri, alçalışları, sessiz-sedasız duruşları "خشوع" (huşu) kavramıyla ifade edilmiştir.
Terim olarak Huşu; bir yandan çekinmek, korkmak, boyun eğmek gibi kalbin bir eylemi, diğer yandan sükûnet içinde olmak, hareketsiz duruş sergilemek gibi organların bir eylemi olarak kendini gösterir. Buna göre, huşu; aslı kalpte, tezahürü/yansıması bedende olmak üzere iki yönlü bir etkileşimin adıdır.
Kur'an'da, kurtuluşun anahtarı, içinde huşuu barındıran namaz gösteriliyor.
Şüphesiz, iman edenler kurtulmuştur. Onlar öyle kimselerdir ki, namazlarını huşu ile kılarlar"(2) mealindeki ayette bu gerçeğin altı çizilmiştir.
Fakat şu da bir gerçektir ki, birçok müslüman sürekli olarak, samimi bir şekilde namaz kıldığı ve kılmak istediği halde, insanî bir gaflet hali yaşayabiliyor ve her an huşu içinde olamıyor. O halde bu dermansız derdin teşhisini doğru koymak gerekir.
Burada hemen şunu belirtelim ki, -biraz sonra daha detaylı belirteceğimiz üzere-Maun Suresinin 4-5. ayetlerinde, "yazıklar olsun" mealindeki ifadeyle azarlanan kimseler; namaz kılarken gaflete düşenler değil, namaz kılmamakla gaflete düşenlerdir.
Bununla beraber, Kuran'da vurgulanan "Namazdaki huşu" konusu çok önemlidir.
Namazdaki huşuu yansıtan bir hadis-i şerifin rivayeti şöyledir. Hz. Ali anlatıyor: Hz. Peygamber(a.s.m), rükûa vardığında şu duayı okurdu: "Allah'ım! Senin için rükûa vardım, Sana iman ettim, Sana teslim oldum. Kulağım, gözüm, beynim/iliğim, kemiğim ve damarım/sinirim, sana karşı huşu içerisine girmiştir."(3)
Namazdaki Huşuun iki unsuru:
تخلية/Tahliye: Arapça orijinli bu kelimenin üçüncü harfi olan "h/hı", noktalıdır. Türkçede "Evi, dükkânı tahliye etmek" ifadesi bu anlamdadır.
Buna göre bu kelime, namaz konusuyla ilgili kullanıldığı zaman; namaz kılanın, iç âlemini arındırması, temizlemesi, namazla ilgili olmayan düşünceleri kalbinden çıkartıp atması, duygu ve düşünce yuvasını, Rabbinin huzurunda huzurunu bozan her türlü tasavvurdan tahliye etmesi anlamına gelir.
تحلية/Tahliye: Yine Arapça orijinli olan bu kelimenin üçüncü harfi "h/ha" ise, -gözlü "ha" değil- noktasız "ha"dır. Süslemek, ziynet eşyasıyla donatmak anlamına gelir.
Namazda tahliye demek; Namaz kılan kimsenin kalbini, aklını, duygularını, bütün iç âlemini ilâhî huzurla canlandırması, bu huzurun şuuruyla aydınlatması ve namazın hakikatleriyle süslemesi demektir.
Kelime-i tevhitte, tahliyeye/temizleme ameliyesine öncelik verildiği gibi, namazda da bu hususa öncelik vermek gerekir. Bilindiği üzere, Kelime-i Tevhitte, önce "la" edatı, bir süpürge görevini üstlenmiş ve yoldaki tüm mevhum/batıl ilahları ortadan süpürüp silmiştir. Kalbin yuvası, "la" ile yapılan tahliye/temizleme ameliyesine tabi tutularak şirkin kirlerinden temizlendikten sonra, söz konusu kalbin sahibi, "illa" asansörüyle tevhit sarayına çıkmış ve onun hakikatiyle süslenmiş olacaktır. "لا اله الله"(Lâ ilâhe İllallah)cümlesi, bu hakikati ifade etmektedir.
Bu husus namaz için de geçerlidir. Masivanın/Allah'ın dışındaki varlıkların manevî kirlerinden temizlenmeden, gerçek anlamda Allah'ın manevî huzuruna çıkmak ve "huşu" mertebesine ulaşmak mümkün değildir. Çünkü insanın duyguları, birer sarmaşık otu gibi, meşgul oldukları şeylere yapışıp kalırlar. Bunların ellerini/pençesini Masivadan/Allah'ın dışındaki varlıktan çektirmeden, Yüce Allah'ın huzuruna çıkmak ve huşua ermek çok zordur. Ayranla dolu bir kabı sütle doldurmak için, ayranı boşaltmaktan başka çare yoktur. Bu fizik kuralı, meta-fizik için de geçerlidir. Kalp de bir kaptır; içindeki Masiva ayranını dökmeden tevhitten kaynaklanan huzur ve huşu sütünü dolduramazsınız.
O halde, namazda iken yine de dünyevî meşgalelerle haşir ve neşir olmamızın sebebi, söz konusu ilmî ve tecrübe edilmiş kuralı uygulamayışımızdan kaynaklanmaktadır. Dünya işleri daha bütün sıcaklığıyla kalbimizde yer etmeye devam ederken, namaza durmaya ve sonra da "neden huzur ve huşua eremiyoruz" diye şikâyette bulunmaya hakkımız yoktur.
Çünkü –deyim yerindeyse- oyunu kuralına göre oynamıyoruz. "Öyle iman etmişim ki, gaip perdesi açılsa artık imanım artmaz" diyen Hz. Ali bile, namaza durmadan önce söz konusu temizlenme ameliyesine başvurduğu halde, biz kalkıp da çok güçlü bir zamkla dünyaya yapıştırdığımız duygu bantlarımızın kendi kendine sökülmesini ve yepyeni bir pozisyona yönelerek ona göre şekillenmesini bekleyebilir miyiz? Bu fizik kanunlarına aykırı olduğu gibi, imtihan sırrına da aykırıdır. Aslında, temizlik ve abdest gibi ön hazırlıkların namazdan önce öngörülmesinin bir hikmeti de budur. Abdest almakla; bir yandan maddi yönden temizlenme ameliyesini gerçekleştirdiğimiz gibi, fikir/zihin/duygu planında da manevî bir temizlik işini icra etmiş ve bunu yaparken de, sıkı bir kontrol ile zihnimizi/duygularımızı biraz sonra huzuruna varacağımız Yüce Yaratanımıza yönlendirmekle, önemli bir mesafeyi kat etmiş oluruz.
Huşu Namazın hem çekirdeği hem de meyvesidir.
"Namaz huşu sahiplerinin dışındakilere ağır gelir"(4) mealindeki ayette huşu, namazın çekirdeği olarak gösterilmiştir.
"Muhakkak ki, iman edenler kurtulmuştur. Onlar öyle kimselerdir ki, namazlarını huşu ile kılarlar"(5) mealindeki ayette ise huşu namazın bir meyvesi olarak gösterilmiştir.
Huşuun zıddı gaflettir. Gaflet ise, üçayaklı bir şeytan üçgenidir. Şeytan namazla ilgisi olmayan şeyleri hatırlatıp telkin eder. Nefis, daha önceki meşguliyetini namazda da devam ettirmek ister. Disipline alışmamış fikir ise, Allah'ın huzurunda olduğunu düşünmeden rastgele şeylerle eğlenmek ister. Deyim yerindeyse- huzuru kaçmış bir namaz sahnesinde- şeytan çalar, nefis oynar, fikir de eğlenir, adam da havasını alır. Bu sebeple, vesvese ve lüzumsuz işlerle meşgul olduğumuzu fark eder etmez, hiçbir şey olmamış gibi huzura dönüp yolumuza devam etmemiz gerekir. "Aman niye böyle oldu"s orgulamasına bile yer vermemeliyiz.
Huşu ile kılınan bir namazın, huşusuz kılınan bir namazla aynı olması zaten adalet ölçüsüne de terstir. Ancak baştan sona kadar huzuru yakalamak da güçtür. Mühim olan namazdaki gafletle geçen zaman dilimini asgariye indirmektir. Yoksa ondan bütün, bütün kurtulmak insanın yapısına aykırıdır. Deyim yerindeyse, bu hastalık genetiktir, tedavisi güç bir musibettir.
İşi bu zorluğundan ötürüdür ki, Hz. Peygamber(a.s.m):"Biz küçük savaştan döndük, artık büyük savaşa gideceğiz" diye buyurmuş ve bunun nefisle savaş olduğunu belirtmiştir."(6) Nefisle mücadele etmenin en zorlu sahnesinin de namaz olduğu ifade edilmiştir.
Nitekim Maun Suresinin azarlamasını değerlendiren Hz. Ali, Hz. İbn Abbas ve Hz. Enes gibi bazı sahabîler, ayetteki inceliğe dikkat çekmiş ve "namazdan" ifadesinin, "namazda" tabirinden çok farklı olduğunu söylemişler.
Buna göre: "في صلاتهم" (Fi salatihim) denilse, namazlarında gaflet gösterenlerin vay haline, anlamı çıkar ve yanlış olur. Çünkü namazda gaflet etmemek, sehiv yapmamak insan gücünün dışında bir şeydir. Kaldı ki, Hz. Peygamber(a.s.m)'in bizzat namazda sehiv yaptığı bilinmektedir. Fıkıh kitapların hepsinde, "Namazda sehiv yapma/Sevih secdesi" bölümü vardır.
Onun içindir ki, ayette "عن صلاتهم" (an salatihim) denilmiştir. Yani onlar ki, namazlarından gaflet ediyorlar. Yani; namazın kendisinden haberleri yoktur, onu tamamen unutuyorlar, ehemmiyet vermiyorlar. İnsanlara karşı bir gösteriş kaygıları olmazsa asla kılmazlar.
Bu sebepledir ki, bazı âlimler bu ince farka işaret etmek üzere demişler ki; Allah'a şükürler olsun ki, Kur'an'da "Fi Salatihim=Namazlarında" demeyip de "An salatihim=Namazlarından" demiştir.
Sonuç olarak, namazı huşu ile kılmak, beden ve ruh bütünlüğü içerisinde, huzura varmak ve huzura ermektir. Buna ulaşmak için maddi ve manevi hazırlık yapmak gerekir.
Dipnotlar
1-Ta Ha, 20/108.
2-Müminûn, 23/1-2.
3-Müslim, Müsafirin, 201.
4-Bakara, 2/45.
5-Muminun, 23/1-2.
6-Zeynu'l-Iraki, Tahricu Ehadis'i-İhya(İhya ile birlikte),Kahire, 1358/1939, III/7.
Bu yazıya yorum yazın
Bu yazıya gelen yorumlar.
DİĞER YAZILAR
Herhangi birinize ölüm gelip de: Rabbim! Beni yakın bir süreye kadar geciktirsen de sadaka verip iyilerden olsam! demesinden önce, size verdiğimiz rızıktan harcayın
Münafikün, 10
GÜNÜN HADİSİ
Kim bir oruçluya iftar ettirirse, kendisine onun sevabı kadar sevap yazılır. Üstelik bu sebeple oruçlunun sevabından hiçbir eksilme olmaz.
Tirmizi, Savm 82, (807); İbnu Mace, Sıyam 45, (1746)
SON YORUMLAR
- Bütün beytlerin tercümesini gönderebilir misiniz? sitede sadece son birkaç...
- Fıtrat, namaz, tevafuk, sırlar ve tüm bunların sahibi zişanı İlahi kusur...
- Selamünaleyküm İnternette mütalaalı risale i nur dersleri diye arama yapt...
- bu kıymetli yazıdan dolayı ahmed izz kardeşimize teşekkür ederiz çok mani...
- selamün aleyküm Ahmed kardeşimizi tebrik ediyor ve bu faideli tercümelerin...
- Yanında okuyan diğer öğrencileri; Molla Muhammed Kasori Molla Muhammed Era...
- Benim merhum babam Molla İbrahim Azizi de onun yanında icazeti tamamlamıştı...
- Teşekkürler. Sanırım Envar neşriyat idi.Tam hatırlayamıyorum.....
- Çok güzel bir çalışma Rabbım ilminizi arttırsın bu çalışmalarınızı...
- Merhaba, Ben Foliant yayınlarından uğur. Sizinle iletişim kurmak istiyoruz ...
TARİHTE BU HAFTA
*Kanije müdafaası(18 Kasım 1601) *Hz.Fatıma'nın(r.anha) Vefatı(22 Kasım 632) *İstanbul'un Müttefikler Tarafından İşgali(23 Kasım 1918) *Alparslan'ın Şehadeti(24 Kasım 1072) *Öğretmenler Günü(24 Kasım)
ANKET
Sitemizle nasıl tanıştınız?
Yükleniyor...