İSLAMİ KESİMLERİN SİYASETLE İLİŞKİLERİ

İslami kesimlerin siyasetle ilişkilerini üç kategoride değerlendirmek mümkündür. 1- Siyaseti önceleyen ve siyaseti önceleme yoluyla mesafe alınabileceğini inanan ve bunu uygulayan kesimler ve zümreler


Mustafa Özcan

mustafaahmetozcan@gmail.com

2016-12-09 08:29:48

İslami kesimlerin siyasetle ilişkilerini üç kategoride değerlendirmek mümkündür. 

1- Siyaseti önceleyen ve siyaseti önceleme yoluyla mesafe alınabileceğini inanan ve bunu uygulayan kesimler ve zümreler.

Bu zümreyi ele aldığımızda karşımıza Cemaleddin Afgani çıkmaktadır. Cemaleddin Afgani Ayetullah Humeyni'nin 100 yıl önceki selefidir. İkisi de İranlıdır ve Sünni dünyayı etkilemiştir. Bununla birlikte Cemaleddin Afgani Sünni dünya içine sızmış ve bu dünyanın bir parçası olarak algılanmıştır. Afgan halkı Hanefi mezhebine mensup olduğundan dolayı mezhebi sorulduğunda Muhammed Abduh hakkında 'Hanefi mezhebindendir' tezkiyesinde bulunmuştur. Bu hilaf-ı hakikattir. Hâlbuki katıksız imamidir. 

Kahire'de kimliğini gizleyebilen Esedabadlı Cemaleddin Afgani'nin Yıldız Sarayında foyası ortaya çıkmıştır. Ebu'l Hüda es Sayyadi ve Vambery gibi saray müdavimleri onun gerçek kimliğinden haberdar olmuşlardır. Kripto bir şahsiyettir. Yöntemi ise komitacıdır. Üstten inmeci bir yaklaşımı benimsemiştir. Bu yüzden de hem Mısır'da hem de İran da adı suikastlara karışmıştır. HidivTevfik hakkında suikast planları yapmış ve İran'da Nasirüddin Şah'ın öldürülmesinde de parmağı olduğu ifade edilmektedir. İstanbul'dan bendelerinden birini suikast maksadıyla Nasirüddin Şah'a göndermiş ve bu surette ondan intikam almak istemiştir. Zira Nasirüddin Şah kendisini karga tulumba İran sınırlarının dışına atmıştır.

100 yıl sonra bu durum Humeyni için de varit olmuş; hem İran'dan hem de Irak'tan sınır dışı edilen Humeyni selefi Cemaleddin Afgani'den farklı olarak fazlasıyla her iki rejimden de intikamını almıştır. Hem Humeyni hem de Cemaleddin Afgani'nin parolası ittihad-ı İslam'dır. Tek fark şudur ki Afgani Sünni kitleler ve aydınlar arasında Humeyni Şiiler arasında faaliyet göstermiştir. Humeyni rejim sahibi olmuş Afgani ise ülkesinin dışında ve bir nevi İstanbul'da sürgünde ölmüştür. Humeyni'nin devirdiği Şah gurbet ellerde yüzüne art arda kapanan ülkeler arasında dolaşmış ve bunu kaldıramayarak Mısır'da gam ve kederinden ölmüştür. Humeyni de Saddam'la yenişememe yüzünden zehir kupa içerek gözlerini dünyaya yummuştur. Irak konusundaki misyonunu ise halefleri tamamlamıştır.

Cemaleddin Afgani'nin tarzı yukarıdan inmeci (tapdown) ve komitacı bir tarzdır. Arapların deyimiyle ' maliü'd dünya ve şagilun'nas/ kendinden söz ettiren ve dünyayı meşgul eden bir adamdır. Komitacılık ruhu ve yöntemi nedeniyle daha sonra Muhammed Abduh ile Cemaleddin Afgani'nin yolları ayrılır. Muhammed Abduh daha fazla bu siyasi maceraperestliğe tahammül edemez, siyasi mualliminden kopar. Yöntemde bir kırılma olur. Üstten inmeci metotla sağlanacak gelişmelerin geçici olacağını düşünen Muhammed Abduh ilgi alanı gereği eğitime yoğunlaşır ancak kitleleri eğittikten sonra sağlıklı bir siyasi gelişme olabileceğine kanaat getirir. Bu nedenle de Cemaleddin Afgani'nin tarzından ve anlayışından bizar olur, kopar. İkisi arasında cefa ve soğukluk baş gösterir. Bu siyasi mesleklerin birbirinden ayrılmasıdır. Muhammed Abduh üstten inmeci metoda karşı çıkmaya başlar. Hem komitacılık hem de doğrudan siyaset ile bağlarını keser. Siyaset onun için artık tâli bir uğraş alanıdır. Temel altyapı çalışmalarıdır.

Hindistan'da 1857 sonrası yaşananlar Mısır'da 1882 sonrasında yaşanır. Her iki tarih de bu ülkeler açısından İngiliz işgalini remzeder. İngiliz işgali iki şeyi gösterir; Siyasi kurumların cılızlığını ve askeri noktada İngilizlerle baş edilemeyeceğini. Binaenaleyh mücadeleyi geniş eksene yaymak gerekiyordu. Durum arizi bir durum olmayıp derin bir kırılmanın işaretiydi. Dolayısıyla tamirata derinden başlamak gerekiyordu. Bu itibarla Muhammed Abduh Hindistan Müslümanları gibi eğitimi öncelemiştir. Bu siyasete sırt döndüğü anlamına gelmez. 

Muhammed Abduh devrimci değil reformcu idi. Zemin sağlam olmadan siyaset sağlam olamaz. Muhammed Abduh siyaset ve türevlerinden Allah'a sığınmıştır. Burada Muhammed Abduh'u Cemaleddin Afgani yolundan ayıran iki husus var. Bunlardan birisi ahlaki cihettir. Siyaset yolu rahatlıkla karalamayı gerektiren dolayısıyla acımasız bir aforoz yoludur ve burada ahlaki zeminde kalabilmek çok güçtür.

İkincisi ise altyapı ve zemin sağlam olmadan yukarıda inşa edilecek yapı çürük olacaktır. Binnetice sosyolojik temel sağlam olmadan yapılacak siyasi çalışmalar kısır döngüden öteye geçemeyecektir. Bu nedenle kestirme yolla siyaset tarzı üzerinden, halk hareketleri ve devrimlerle birlikte ivedi neticeye ulaşılsa bile müktesebat kalıcı olmayacaktır. Bu mesele bir cihetle aşamalı onarım ve tedricilik meselesiyle alakalıdır.

Rivayet odur ki oğlu Abdulmelik babası Ömer Bin Abdulaziz'e dert yanar; neden toptan ve toplu bir biçimde bir çırpıda İslami kuralları tatbikat mevkiine koymadığını sorar ve tedricilik gözettiğini hatırlatır. Cevabı şöyle olur: "Toptan gelen, toptan gider. Elbette aşamacı anlayışın da kendi içinde kuralları vardır (1). 

Islah ve tedricilik birbirini tamamlayan kavramlardır. Ayiz el Karni de hem Muhammed Abduh hem de Bediüzzaman'a uyarak güncel siyasetle ilgilenmediğini, uzak durduğunu söylemiştir. Burada siyasetle ilgili çekincede iki nokta var. Birincisi ahlaki kriterlerin gözetilmeyişi ikincisi ise üstten inmeci yöntemin hedefe ulaştırmayacağıdır. Bu nedenle Muhammed Abduh siyaset ve türevlerinden Allah'a sığınır. Bediüzzaman da bu hususta onu izlemiştir.

Cemaleddin Afgani ile Muhmmed Abduh'un yolları bu yüzden ayrılmıştır. Bununla birlikte Afgani ile aynı düzeyde olmasa bile Ebul' A'la el Mevdudi ve Hizbu't Tahrir'in hizmet metodunda siyaseti önceledikleri bir vakıadır. İslam devleti Mevdudi'nin öncelikleri arasındadır. Bu devlet ideolojik bir devlettir. İdeolojisini işler. Hizbuttahrir ise daha ziyade hilafetin kurulmasına odaklanmıştır. Bunun en öncelikli mesele olduğunu söyleyerek aslında diğer tamir ve ıslah ekollerinden ayrılmaktadır. Belki Hizbu't Tahrir diğer ekolleri pansumancı ekoller olarak görmektedir. Diğerlerinde aşamacı, hiyerarşik bir süreç gözetilmektedir. Ferdin, toplumun ve milletin ve ümmetin inşası. 

2- Davet ve eğitimi esas alan kesimler, zümreler

 Davet ve terbiye öne çekilince siyaset haliyle tali hale gelecektir. Bu ise Muhammed Abduh, Bediüzzaman, Ebu'l Hasan en Nedevi ve Ferid Ensari gibilerinin ekolü ve mesleğidir. Muhammed Abduh topluma mal olmayan bir akımın geleceği olmadığını görmüştür. Köpük gibi kısa bir süre sonra sönüp gideceğine tanık olmuştur. Hatta temeli olmayan 'hesapsız-kitapsız' hareketlerin düşmanların işine daha fazla yarayacağına kani olmuştur. Muhammed Abduh döneminde Urabi Paşa hareketi buna en tipik misaldir. Günümüzde kurmaca hareket olan IŞİD de böyledir. Kendi zemininden çok düşmanlara hizmet etmektedir. Urabi Paşa isyanı İngiltere'nin Mısır işgalinin bahanesi olmuştur. Mustafa Kamil dessas İngiliz ajanı Lawrance'in selefi Mr. Blunt'den kaçarken Urabi Paşa onun ağına takılmıştır. IŞİD ise yeni Sykes-Picot'nun mutasavver araçları arasındadır. 

Sel gider kum kalır hesabı bazı tafra ve sıçrama dönemlerini iniş dönemleri izlemektedir. Sosyolojik taban granit gibi sağlam hale getirilmedikçe ani inişler ve çıkışlar engellenemez. Muhammed Abduh bunu fark ederek sağlam bir toplum inşa etmek için sağlam bir eğitim ağının ve temelinin gerekliliğine inanmıştır. Cemaleddin Afgani ile birlikte Paris'te Urvetü'l Vuska adıyla sağlam kulp anlamına gelen bir dergi çıkartsalar da hazretin yolunun pek sağlam olmadığını keşfetmiştir.

Muhammed Abduh davet ve eğitimi önceleyen mesleğiyle birlikte Hindistan Müslümanlarının İngilizler karşısındaki refleksini göstermiştir. Hindistan Müslümanları tayin edici zaman olan 1857 yılında İngilizlere karşı huruç hareketinde başarısız olunca bütün enerjilerini eğitime teksif etmişlerdir.

Yenilgi psikoloji veya dönemi sonrasında beliren ekol ve okulları üç kısma ayırabiliriz. Bunlardan birincisi, Batı'yı bütünüyle ve körü körüne taklidi esas alan; bu yöndeki Taha Hüseyin veya İngiliz tarihçisi Arnold Toynbee'nin tavsiyeleri doğrultusunda hareket eden akımdır. Bu akım Aligarh ekolünde tezahür etmiştir. Sir Seyyid Ahmet Han eğitime ağırlık verdiği gibi dinde reforma da kulaç açmıştır. Muhammed Abduh'un Hind modelidir veya selefidir. Dabbetü'l arz gibi meselelere yaklaşımı Muhammed Abduh'un Ebabil kuşlarına yaklaşımıyla aynıdır. Yunan kültürüyle ilk temas sonucunda Mutezile'nin bu tür tevillere kalkışması gibi İngilizlerle de ilk temasta ve kazanılan yenilgi psikolojisiyle birlikte muayyen kesimlerde onları taklit isteği belirmiştir. 

Muhammed Abduh da tefsirle ilgili çalışmalarında Zemahşeri'nin Keşşaf'ını başucu kitabı olarak almıştır. Eski modernizmden yeni modernizme köken aramıştır. Malzeme devşirmiştir. Muhammed Abduh, Sir Seyyid Ahmet'in çizgisinden giderek hem eğitime önem vermiş hem de dinde reform eğilimine kapılmıştır.

Batılılaşma virüsü kapan Sir Seyyid Ahmet İngilizlere hayranlığından dolayı İngiltere'yi ziyaret etmiş ve Batılılaşma tezi üzerine Aligarh mektebini kurmuştur. Aligarh sadece bir okul değil aynı zamanda bir ekoldür. Müslümanlar arasında gönüllüce Batılılaşma veya batıllaşma damarını temsil etmektedir. 

Muhammed Abduh da aynı yolu ve çizgiyi izlemiş ve Lord Cromer gibilerle dost olmuştur. Bununla birlikte eğitim konusunda uzmanlaşan Muhammed Abduh'un Abdülhamid'e gönderdiği ve Başbakanlık Arşivinde saklanan bir mektubu, onun dini eğitim ile ilgili düşüncelerini ihtiva etmektedir. Abduh, mektubunda şu cümlelerle dile getirmektedir: "Benim bu layihayı göndermekten tek kastım, yok olmaya yüz tutmuş olan İslam ümmetinin bu yok oluşuna mani olmaktır. Bu yolda sadece Allah'ın vereceği mükâfatı düşünerek fedayı can etmeye hazırım."

Aynı layihada Muhammed Abduh şunları ifade etmektedir:" İtikat ediyorum ki, şu zamanda imanın şartlarından ilki Allah'a imandır. İkincisi Peygambere imandır. Üçüncüsü de Osmanlı Devleti'nin bekasına imandır. Zira bu devlet yıkılırsa İslam âlemi perişan olacak ve sahipsiz kalacaktır…(2)" Devletin çarkları ve yönetilme tarzı konusunda çekinceleri ve kayd-ı ihtirazileri olsa da Muhammed Abduh Osmanlı Devleti'nin yıkılmasıyla birlikte ümmetin çökeceğini görmüştür.

ngilizlerin muzafferiyetiyle birlikte Hindistan'da üç tarz-ı medrese gelişmiştir. Aligarh, Diyobend ve Nedvetü'l Ulema. Aligarh okulu ve ekolü Batılılaşmayı temsil etmektedir. Bu anlamda bir tezdir. Ya da asalet veya İslami modelin antitezidir. Bunun karşısında ise Batılılaşmanın anti tezi olarak Diyobend Medresesi vardır. Bu ekol bütün bölge ülkelerini etkilemiştir. Cemaat-i İslami'nin bilahare bölge ülkelerini ve coğrafyasını etkilemesi gibi. Üçüncü tarz ise sentezdir ve bu sentezi Nedvetü'l Ulema temsil etmektedir. Nedvetü'l ulema aslında sofistike yapısıyla Şah Veliyyullah Dehlevi'nin izini, yolunu takip etmektedir.

Bu modeli dikey olarak nesiller üzerine de kurgulamak mümkündür. 2016 yılında rahmeti rahmana kavuşan Iraklı ilim adamlarından Taha Cabir Alvani bu yaklaşımı üç nesil üzerine kurgulamakta ve uygulamaktadır. Bu nesillerden ilki Batı ile temas hattında olan Rifaa Tahtavi ve Muhammed Abduh çizgisidir. Fransız düşünür Guy Sorman'ın yazdığı gibi Rifaa'nın çocukları modernist olmuşlardır. Eski ifadesiyle dehri. Kendilerini zamanın savrulmalarına kaptırmışlardır. Batı'nın cazibesine kapılmışlardır. Mevlana'nın metaforunda olduğu gibi ayaklarının ikisi birden yerden kesilmiştir. 'Allahım! Ayaklarımızı sabit kıl' duasının açığına düşmüşlerdir. Halbuki onlardan istenen bir ayakları ile sağlam şeriat çizgisine basmak diğer ayaklarıyla da afakı turlamaktı. Bunu yapamamışlardır. Bu çizgi Batı fodullarını üretmiştir.

Taha Cabir Alvani'ye göre ikinci dalga veya nesil anti tezi temsil etmektedir. Radikal olarak Batı karşıtıdır. Bu nesli de Seyyid Kutup temsil etmektedir. Buna mukabil üçüncü bir nesil daha var ki bu nesil ise dengede durmakta ve aşamaları sentezleyebilmektedir. Bu üçüncü kuşağı temsil eden Ebu'l Hasan en Nedevi'nin Seyyid Kutup'un bazı yaklaşımlarını eleştirmesi tesadüf olmasa gerek! Şeyh Ahmet Yasin de siyasi düzeyde bir üçlemeden bahsederdi. Hazırlık, temkin ve zafer devresi. Bu kuşakları Filistin meselesine uyarlar ve kırkar yıllık üç devre sonunda Filistin'in kurtuluşa ereceğine inanırdı.

3-Siyaseti öne alma ve daveti takdim ve siyaseti tehir mesleğinin yanında bir de iki yolu sentezleyen Hasan el Benna'nın yaklaşımı vardır. Bu yaklaşım da seleflerinden Cemaleddin Afgani ile Muhammed Abduh'un yolunu sentezlemiştir. Siyaseti ve hareketi bir adım öne çıkarmıştır. Devletin yerine aday bir yapı oluşturmuş ve bu da mevcut rejimleri ürkütmüştür. İstemeden de olsa rejimlerle çatışma noktasına gelmiştir. Bu tarz onu ikircikli vaziyette ıslahçı çizginin ötesine fiiliyatta devrimci bir çizgiye taşımıştır. Nitekim Müslüman Kardeşler olmasaydı 1952 yılında gerçekleştirilen Hür Subaylar darbesi veya devrimi gerçekleştirilemezdi. Cemaleddin Afgani komitacı kişiliğine mukabil Muhammed Abduh siyasi mesleği terk etmiştir. Hasan el Benna ise ikisini sentezlemiştir. Bunu en iyi ifade edenlerden birisi Kur'an Adamı başlığıyla Hasan el Benna'nın hayatını kaleme alan Amerikalı oryantalist Robert Jackson'dır (3). Benna'nın siyaset ile daveti sentezlediğini ve bir koltuğa sığdırdığını ifade etmektedir. Hâlbuki mesele teknik bir meseledir. Mesele öncelikler sıralaması ve bu sıralamada anın vacibine isabet edebilmektir. Hilafetin yıkılması anın vacibi olarak onun yeniden ihyasını akla getirse de hilafetin yıkılması bir sonuçtur. Sonuçtan sebepleri tamir ederek kurtulmak mümkündür.

Gazali akıl ile vahiy arasında beş mertebe sayar. Mead, ahiret, Allah'ın sıfatları gibi hususlarda akıl nakle tabidir ki zaten Gazali Tehafut el Felasife ( Filozofların Tutarsızlıkları) kitabında bu yüzden memnu alana girdikleri için filozofları paylar. Akıllarını kullandıkları için değil akıllarını yanlış alanda kullandıkları için onları takbih eder. Beş mertebe konusunda Fahreddin Razi aynen Gazali'ye katılır. Siyaset ile davet ve tebliğ meselesinde de önceliklerin gözetilmesi birinden diğerini inkar değildir.

Bu meseleyi Bediüzzaman'ın bir ifadesiyle açmak mümkündür: "İki elim var; yüz elim de olsa ancak Nur'a kâfî gelir." Davet ve siyaseti aynı anda yürütmek kabil değildir. Birini ihmal kaçınılmazdır. Bu yüzden de İslami hareketler ve özellikle Müslüman Kardeşler yol çatına gelmiştir. Bir koltukta iki karpuzu birden götürmek zor görünüyor. Dolayısıyla iş bölümü ve ihtisas kendisini dayatıyor. Bu din ile siyaseti ayırmak veya laikliğe kulaç açmak değildir. Bununla birlikte belki de Müslüman Kardeşler veya en azından Tunus kanadı Raşid Gannuşi'nin ikisinin alanını açması ve bu yönde yaptığı gözden geçirmeyle birlikte kısmi ifrat basamağından kısmi tefrit basamağına düşmüştür. Neden mi? Temel ve ana eksen siyasi değil davettir. Davet camii yani toplayıcıdır. Türevi temelin yerine koymak öncelikler sıralamasında eksen kaymasıdır. Nahda'nın gözden geçirmesinde siyaset öne çıktığından ve bütün mesai bu yola teksif edileceğinden dolayı pratik olarak öteki alanın hakkını vermek zorlaşmaktadır. Bu gözden geçirme ve siyaset ile daveti birbirinden ayırmada türev takdim temel ise tehir edilmiş ve bu suretle Ebu'l Hasan en Nedevi gibilerinin bu yoldaki tavsiyeleri dikkate alınmamıştır. İmam-ı Rabbani'den beri gelen siyasi yöntem ve gelenek dava zemininden devletle çatışmayı değil ona nasihat etmeyi ve ıslah etmeyi esas alır. Dolayısıyla bu gözden geçirme teorik zeminde, ideal zeminde değil pratik zeminde ilerlemektedir. Siyaset değil davet öne alınmalıydı. 

Müslüman Kardeşler daha önce de yol ayrımına gelmiş ve davet ile siyaset alanında ayrım yapılması zarureti hâsıl olmuştur. Abdussettar Milici gibi Müslüman Kardeşler üyeleri cemaatin siyasi boyutu bırakarak davet boyutuna yönelmeye çağırmışlardır. 2007 yılında da Abdulmünim Ebu'l Futuh en azından siyaset ile davetin birbirinden ayrılmasını talep etmiştir. Muhammed Mehdi Akif gibiler o dönemde ' cenaze levazımatçılığı bile yapsak üzerimize siyaset sinmiştir. Kimse bizim siyasetten el etek çektiğimize inanmaz" demiştir. "

Buna mukabil Azzam Temimi ise Gannuşi'nin İhvan gömleğini çıkardıklarına dair veya davet gömleğini çıkardıklarına dair ifadelerini gereksiz bulmuş ve inandırıcı olmayacağını söylemiştir. İçki içseler ve domuz eti yeseler de yine de onları İslamcı saymaya devam edeceklerini ifade etmiştir. Dolayısıyla siyaseti bıraksalar da bu imajın üzerlerine sindiği ve kolay kolay çıkmayacağı bir gerçektir veya varsayılmaktadır. Daveti bıraksalar, içki dahi içseler yine de onların İslamcı sayılacakları bir gerçektir. Bu itibarla Gannuşi İslamcılığı bıraktıklarını ve Müslüman demokrat kisvesine büründüklerini söylese de eski algılar ve kalıplar kolay kolay kırılamayacaktır. Ne yaptığınız kadar nasıl algılandığınız da önemlidir.

Dipnotlar

1-السبب الاساسي لابتعاد الامام الغزالي عن الحياة العامة اتباعه لقوله عليه الصلاة والسلام: "إذا رأيت شحاً مطاعاً وهوى متبعاً ودنيا مؤثرة وإعجاب كل ذي رأي برأيه فعليك بخاصة نفسك ودعك من أمر العامة".

https://towardsalahuldin.wordpress.com/2014/02/06

2-http://fatwa.islamweb.net/fatwa/index.php?page=showfatwa&Option=FatwaId&Id=176785

3-Belgeler Gerçekleri Konuşuyor, Ahmet Akgündüz, s: 37, OSAV

4- http://forum.islamstory.com/ 4990

 

Bu yazıya yorum yazın


Not: Yanında (*) işareti olanlar zorunlu alanlardır.

Bu yazıya gelen yorumlar.

DİĞER YAZILAR

HZ. AİŞE’NİN (radiyallahu anhâ) EVLİLİK YAŞINA DAİR

HZ. AİŞE’NİN (radiyallahu anhâ) EVLİLİK YAŞINA DAİR

Batılı inkarcılar ve onların fonladığı çevreler yaman bir çelişki içerisindedirler. Buda,

ÜRETİLEN ALGILARLA FİKİR SAHİBİ OLMAYA ÇALIŞMAK

ÜRETİLEN ALGILARLA FİKİR SAHİBİ OLMAYA ÇALIŞMAK

Vehhabilik meselesi zamanla dallanıp budaklanmıştır. Vehhabilik şemsiyesi altında birçok fikr

YEREL ORYANTALİSTLER

YEREL ORYANTALİSTLER

Din mücedditliği için yola çıkanlardan bir kısmı süreçte din münekkidi haline geldi. Zira

İTTİHAD-I İSLAM’IN ÖN ADIMLARI

İTTİHAD-I İSLAM’IN ÖN ADIMLARI

İttihad-ı İslam, bize balon gibi uçarak gelmez. Belki, bizim ona gitmemiz lazım. Yollar dağda

İMANIN ŞEHAMET-İ MANEVİYESİ

İMANIN ŞEHAMET-İ MANEVİYESİ

İslam ahlakının dinamik gücü, imandır. Çünkü, “İman hem nurdur hem kuvvettir. Evet, haki

MUHALEFET KULVARLARI

MUHALEFET KULVARLARI

Hak namına ve hakikat hesabına sırf gerçeği görmek ve göstermek, meseleleri tahlil etmek, sı

UYUYAN DEV UYANMIŞTIR

UYUYAN DEV UYANMIŞTIR

Evet, millet uyandı. İçerdeki hainler, dışardaki alçaklar ne yaparlarsa yapsınlar, artık Ana

YANLIŞ VE HAKSIZ İNTERNET PAYLAŞIMLARI

YANLIŞ VE HAKSIZ İNTERNET PAYLAŞIMLARI

dir. İnternet paylaşımlarındaki kaynak vermemek, metnin yazarını yazmamak, doğruluk olmadığ

MASONLAR VE ESAD AİLESİ

MASONLAR VE ESAD AİLESİ

Masonluk meselesi dallı budaklı bir mesele olduğundan ve yüksek dozda manipülasyon içerdiğind

OSMANLI DÜŞMANI BİR BARELVİ’NİN HEZEYANLARI

OSMANLI DÜŞMANI BİR BARELVİ’NİN HEZEYANLARI

Belki biraz garip gelecek ama peşinen söyleyelim ki anlatılan husus doğrudur. Stalin’in hocala

KADİROV:  KADİRİ-VEHHABİ KIRMASI 

KADİROV:  KADİRİ-VEHHABİ KIRMASI 

Ramzan Kadirov başkanlığındaki Çeçenlerin Suriye’den sonra Ukrayna’da da arz-ı endam etme

Yer yüzünde bulunan her canlı yok olacaktır. Ancak azamet ve ikram sahibi Rabbinin zâtı baki kalacaktır.

Rahman, 26-27

GÜNÜN HADİSİ

"Allah katında, duadan daha kıymetli bir ibadet yoktur."

Tirmizî

TARİHTE BU HAFTA

*Kanije müdafaası(18 Kasım 1601) *Hz.Fatıma'nın(r.anha) Vefatı(22 Kasım 632) *İstanbul'un Müttefikler Tarafından İşgali(23 Kasım 1918) *Alparslan'ın Şehadeti(24 Kasım 1072) *Öğretmenler Günü(24 Kasım)

ANKET

Sitemizle nasıl tanıştınız?

Yükleniyor...

SİTE HARİTASI