KENDİ DİLİNDEN BEDİÜZZAMAN-24

ESKİŞEHİR HAPSİ ÖNCESİ ISPARTA’YA GETİRİLİŞİ Aziz, sıddık, muhlis kardeşim! Yeniden Onaltıncı ve Onyedinci Lem’a yazılmış, daha tekemmül etmediği için gönderilmedi. Bu tebdil-i mekân, dediğin gibi sünuhata bir derece sed çekmiş. Demek Barla’da o tazyikat altında daha ziyade


Salih Okur

nedevideobendi@gmail.com

2018-07-13 18:47:36

ESKİŞEHİR HAPSİ ÖNCESİ ISPARTA'YA GETİRİLİŞİ 

Aziz, sıddık, muhlis kardeşim! Yeniden Onaltıncı ve Onyedinci Lem'a yazılmış, daha tekemmül etmediği için gönderilmedi. Bu tebdil-i mekân, dediğin gibi sünuhata bir derece sed çekmiş. Demek Barla'da o tazyikat altında daha ziyade Nur'a hizmet ediliyordu. Zâten çok mühim harekâtın menşei, tazyikattır. İnşâallah sen mektubunda dediğin gibi Isparta'daki kardeşlerimizin sa'y ü gayretleri o noksaniyetin yerini tutacaktır.  

Size bildirdikleri gibi, bu nakl-i mekânda bana fazla sıkıntı verilmedi ve aleyhimde de bir hareket değildi. Cây-ı hayrettir ki; Barla'da bir-iki âdi serseri memurların verdiği tazyikin bir öşrü kadarını, koca Isparta hükûmeti veremedi (vermedi). Fihriste'nin İkinci Cüz'ünün âhirinde tefe'ül nev'inde, dokuzuncu senede esaretimin biteceğini dokuz kerre dokuzların tevafukundan istihraç etmiştik. Lillahilhamd Isparta'ya geldikten iki gün sonra, dokuz seneki işkenceli esaret kalktı. O kâbusu kendimde hâlâ hissetmiyorum.

Fakat Risale-i Nur'un manevî kuvvetinden ehl-i ilhadın aldığı dehşet ve telaştan, şahsıma karşı hükûmeti bir derece evhama ve ihtiyata sevkediyor. Dünyalarına karışmadığımı ve karışmak istemediğimi kat'î bildikleri halde yine telaş ediyorlar. Bu halde anlaşılıyor ki ve dedikleri gibi, Risale-i Nur'un kuvvet-i maneviyesine karşı hiçbir şey dayanamıyor. İman düşmanlarını tamamıyla mağlub ediyor. Yirmiyedinci Mektub'un fıkralarına daha çok kıymetdar fıkralar ilâve edilmiş. İnşâallah bir zaman onlar da size gönderilecek. Senin hiçbir fıkran kaybolmuyor, bütün içindedir.

Başta pederin Mehmed Hüsrev ve Fethi Bey ve Hoca Abdurrahman ve Müftü Kemaleddin ve İmam Ömer Efendi ve bilhassa kardeşimiz Ergani'deki Abdülmecid olarak ciddi alâkadar olanlara selâm ve dua ediyorum ve dualarını istiyorum. Buradaki kardeşlerimizden Ahmed Hüsrev, Re'fet Bey, Bekir Bey çok selâm ediyorlar. Buraya mektub yazdığın vakit, Saatçı Lütfü Efendi vasıtasıyla Hüsrev veya Bekir Bey namına gönderiniz.(1)

*İktisad, izzet ve cömertliktir. Hısset ve zillet, ehl-i israf ve tebzirin zahirî merdane keyfiyetlerinin içyüzüdür. Bu hakikatı teyid eden, bu risalenin te'lifi senesinde Isparta'da hücremde cereyan eden bir vakıa var. Şöyle ki:

Kaideme ve düstur-u hayatıma muhalif bir surette, bir talebem iki buçuk okkaya yakın bir balı, bana hediye kabul ettirmeye ısrar etti. Ne kadar kaidemi ileri sürdüm, kanmadı. Bilmecburiye, yanımdaki üç kardeşime yedirmek ve Şaban-ı Şerif ve Ramazanda o baldan iktisad ile otuz kırk gün üç adam yesin ve getiren de sevab kazansın ve kendileri de tatlısız kalmasın diyerek, "Alınız" dedim. Bir okka bal da benim vardı. O üç arkadaşım, gerçi müstakim ve iktisadı takdir edenlerdendi. Fakat her ne ise, birbirine ikram etmek ve herbiri ötekinin nefsini okşamak ve kendi nefsine tercih etmek olan bir cihette ulvî bir haslet ile iktisadı unuttular. Üç gecede iki buçuk okka balı bitirdiler. Ben gülerek dedim: "Sizi, otuz kırk gün o bal ile tadlandıracaktım. Siz, otuz günü üçe indirdiniz. Âfiyet olsun." dedim. Fakat, ben kendi o bir okka balımı iktisad ile sarfettim. Bütün Şaban ve Ramazanda hem ben yedim, hem lillahilhamd o kardeşlerimin her birisine iftar vaktinde birer kaşık(2) verip, mühim sevaba medar oldu.

Benim halimi görenler, o vaziyetimi belki hısset telakki etmişlerdir. Öteki kardeşlerimin üç gecelik vaziyetlerini bir civanmerdlik telakki edebilirler. Fakat hakikat noktasında, o zahirî hısset altında ulvî bir izzet ve büyük bir bereket ve yüksek bir sevab gizlendiğini gördük. Ve o civanmerdlik ve israf altında, eğer vazgeçilmese idi, bir dilencilik ve gayrın eline tama'kârane ve muntazırane bakmak gibi, hıssetten çok aşağı bir haleti netice verir idi.(3)

*Isparta talebeleri hatırları için, ben Isparta'yı kendi karyem Nurs ile beraber duamda dâhil ediyorum. Hattâ emvatına, Nurs emvatı gibi dua ediyorum. Hakikî vatanım ve memleketim nazarıyla o vilayete bakıyorum.(4)

*Rabb-i Rahîmime hadsiz şükür olsun ki; sizin gibileri Risalet-ün Nur'a sahib ve naşir ve muhafız halketmiş, benim gibi âciz bir bîçarenin zaîf omuzundaki ağır yükü çok hafifleştirmiş.(5)

* Hüsrev kardeş! Son mektubumda demişim: Hüsrev'lerin vâlideleri sebebiyet verdiler ki; bir seneden ziyade bir vakitten beri bütün talebelerin peder ve vâlideleri duaya dâhil olmuşlar. Sakın yanlış zannetmeyiniz. Senin vâliden gibi, on seneden beri Risalet-ün Nur'un has şakirdlerinin dairesinde bulunan orada çok âhiret hemşirelerim var. Onlar, yeniden başkalarının duaya dâhil olmalarına sebeb olmuşlar demektir.(6)

* Isparta'da Risale-i Nur'un ders ve neşrine iki köşkünü bir zaman tahsis eden kardeşimiz Şükrü Efendi'nin iki genç evlâdının vefatı, beni müteessir etti. Çünki beş-altı yaşında iken, masume kerimesi yanıma geldikçe, her defa "Adın nedir?" soruyordum. Masumane, kemal-i fahrle "Hayrünnisa" derdi, beni şefkatle güldürüyordu. Cenab-ı Hak o mübarek masumeyi birden Cennetine aldı, şu dünya Cehenneminden kurtardı. Ve merhum mahdumu Hayati ise, hastalık inşâallah onu da Hayrünnisa gibi günahsız, masum yaptı. Beraber Cennet tarafına gittiler. Bu nokta-i nazardan ben o iki çocuğu tebrik ediyorum. Ve peder ve vâlidelerini de hem ta'ziye, hem manen tebrik ediyorum ki; o iki evlâdları وِلْدَانٌ مُخَلَّدُونَ sırrına mazhar oldular. Ben o ikisini, Risale-i Nur'un vefat eden şakirdleri içinde dualarımıza dâhil ettik. Rüşdü Efendi benim tarafımdan Şükrü Efendi'ye, ta'ziyenamesi olan Onyedinci Mektub'u, benim yerimde okusun.(7)

ISPARTA CUMHURİYET MÜDDEİUMUMÎLİĞİNE

Dokuz senedir, beni bu memlekette sebebsiz olarak ikamete memur ettiler. Hariçle ihtilattan men'olduğum için çalışamadım, perişan bu gurbette kimsesiz kaldım. Onüç seneden beri, beni bu vilayette tanıyanların tasdikleri tahtında, siyasetle hiçbir cihetle alâkam kalmadığına delilim şudur ki: Onüç seneden beri, bir gazeteyi okumadığımı ve dinlemediğimi sekiz sene oturduğum Barla halkı ile işhad ediyorum. Onüç sene, bu zamanda siyasetin lisanı olan gazeteyi dinlemeyen, işitmeyen, istemeyen bir adamın siyasetle alâkası olmadığı ve sekiz aydan beri merkez-i vilayette bütün buradaki benimle temas edenlerin şehadetleriyle, siyasete taalluk eden hiçbir mes'eleye temas etmediğimi gösterebilirim.

Bu halimle beraber, bu senenin Kurban Bayramında fıtraten sohbetten hoşlanmadığım için, hiç kimseyi kabul etmediğimi gösterir bir-iki satırlık yazı ile kapımda yazdığım ve hiçbir kimse de gelmediği halde, bu mübarek bayramın dört gününde bir polis bulundurulmak suretiyle benim gibi garib, ihtiyar, hastalıklı bir adama şübhe isnad ederek tarassud ettirmek ve hareket-i şahsiyemi bilâ-sebeb taht-ı nezarette bulundurmakla verilen tazyik ve sıkıntı kâfi gelmiyormuş gibi; bu senenin Nisanının dördüncü günü, kış münasebetiyle ve mütemadiyen harekâtımın takib ve tarassud edilmesinden dolayı harice çıkmadığımdan sıkılmıştım.

İşte o günü, altı aylık ızdırabımı tahfif etmek ve biraz teneffüs ve rahatsızlığımı izale etmek için, havanın güzelliğinden istifade ederek gezmeye gitmiştim. Avdetimde bir komiser ile iki polis ikamet ettiğim evimin kapısında ve bir komiserle iki polis de bahçenin dışarısında bulunuyorlardı. İçeriye girdim, komiser ve iki polis beni takib ettiler. Odama çıktım, onlar da arkamda idiler. Benimle beraber girdiler, taharriye başladılar.

Dokuz seneden beri ihtilattan bilâ-sebeb men'edildiğimden, mesleğim itibariyle Kur'an ve iman ile hasr-ı iştigal etmiştim. Ve onun neticesi olarak yazdırdığım eserlerden;

Birisi, Kur'an-ı Hakîm'deki ikibin sekizyüz küsur Lafza-i Celal'in bir sırr-ı kerametini ve bir nakş-ı i'cazını gösterecek, en müstesna bir hatt ile yazılmış gayetle kıymetdar yirmiden fazla Kur'an-ı Kerim cüzlerini,

2- Beka-yı ruh ve melaike ve haşrin hakkaniyetine dair Yirmidokuzuncu Söz namı altındaki risalenin içinde tezahür eden, kendimce en ekall bin liraya değer bir sırr-ı azîmi gösteren risaleyi,

3- Hazret-i Peygamber'in risaletini güneş gibi isbat eden ve hârika bir surette oniki saatte te'lif edilen yüz elli sahifelik Ondokuzuncu Mektub namı altında Mu'cizat-ı Ahmediye risalesini; ki o mu'cizatın kerameti olarak, o risalede tevafuk namıyla öyle bir sırr-ı azîm tezahür etmiş ki, o risale tek başıyla maddeten bin lira kadar kendimizce kıymetdardır.

4- Vahdaniyet-i İlahiyeyi güneş gibi isbat eden ve Kur'an'ın otuzüç âyet-i azîmesini tefsir eden Otuzüç Pencere namındaki Otuzüçüncü Mektub ki, sırr-ı tevafukla beraber kıymet-i ilmiyesi ve edebiyesi itibariyle ehl-i tevhidce yalnız maddeten bin lira kadar ehemmiyetli olan risaleyi,

5- Şirkin esasını ref' edip, vahdaniyeti nihayetsiz derecede kuvvetle isbat eden Otuzikinci Söz namı altındaki eseri ki; o eser bir âlim tarafından zayi' edilse, onu elde etmek için bin lira tereddüdsüz vereceğini zannettiğim misilsiz risalemden mevcud her iki tanesini,

6- İsraftan kurtarmak ve bu fakir milleti iktisada alıştırmak için yazdığım, küçük fakat müstesna bir ehemmiyette olan İktisad Risalesi ismindeki risalemin mevcud olan her üç nüshasını,

7- Kendi ihtiyarlığımdan dolayı, iman noktasında Kur'an'dan bulduğum rica ve teselli nurlarından kaleme aldığım ve mevcudu tam üç nüsha ve iki nüsha da noksan olarak umum beş parçasını ki, bence bu risale benim gibi kabre yakınlaşmış bir ihtiyar adama kıymet takdir edilmeyecek derecede yüksek bir hakikat ile yazılmıştır.

8- Onbeş sene evvel Arabça olarak tab'edilen, Harb-i Umumî'de ateş içinde yazıldığı için, o zamandaki Başkumandanın bu yadigâr-ı harbin hayrına iştirak etmek niyetiyle kâğıdını kendisi verdiği İşarat-ül İ'caz tefsirini; Hem üçyüz otuzbeş senesinde İstanbul'da tab'edilen Katre, Şemme, Habbe, Habbe'nin Zeyli ve Ankara'da Yeni Gün Matbaasında Zeylinin Zeyli ve Ankara Matbaasında tab'edilen Hubab ve İstanbul'da tab'edilen Zühre ve Şu'le gibi risaleleri hâvi Arabça matbu' bir mecmuamı ve İstanbul'da onbeş sene evvel tab'edilen Sünuhat isminde kıymetdar iki matbu' risalemi ve hem biraderzadem Abdurrahman tarafından onbeş sene evvel İstanbul'da tab' ettirilen Tarihçe-i Hayatımın bir kısmına ait matbu' risalemden üç nüshası tamam ve beş-altı nüshası noksan kitablarımı ve hem de İstanbul'da yeni huruf çıkmadan evvel tab'ettirdiğim Onuncu Söz namında gayet kıymetdar haşri ve kıyameti gündüz gibi isbat eden risalemi ve daha bilmediğim hususî ve şahsî ve imanî evraklarımı ve risalelerimi tekrar iade etmek üzere, o taharri neticesinde alıp götürdüler.

Bu taharriyatta o kadar ileri gidildi ki, altı ay evvel oturduğum köşkten şimdiki oturduğum köşke nakledince, sandalye, şişe, demir ve sair eşyaya aid listeye varıncaya kadar aldılar ve el'an da iade edilmedi.

Dokuz seneden beri bu memlekette ve bu kadar dostlarımla temas ettiğim halde, şimdiye kadar hiçbir cürüm bana isnad edilmedi ve hiçbir vukuatım da olmadı ve hayatımda dâî-i şübhe hiçbir emare vücud bulmadı ve menfîliğim de, sebebsiz ve ancak ihtiyat ve tevehhüm yüzünden olmakla inziva ettiğim bir mağaradan çıkartılarak menfîlerle birlikte nefyedildim. Bu müddet zarfında siyasetle ve dünya ile alâkam olmadığına, bu memleketteki dokuz senelik tarz-ı hayatımın şehadetiyle beraber, risalelerimde gerek emniyet dairesi ve gerekse hükûmet dairesi dâî-i şübhe bir şey bulamadıklarıdır.(8)

Eğer bir cürmüm varsa, dokuz seneden beri mütemadiyen dikkat ettikleri halde, cürmümü görmeyen veya gösteremeyenler, şimdi göstermeye mecburdurlar.

Şu kitab zayiatımdan lâakal şahsî iki bin lira zararım var. Çünki, bunların hiç birisinin başka bir nüshasını bende bırakmadılar. Vaktiyle tab' etmek için, yalnız İşarat-ül İ'caz tefsirine ikiyüz elli lira verdim. Arabî mecmuası üç yüz lira. Ve Yirmidokuzuncu Söz ve Ondokuzuncu Sözlerde o sırr-ı azîme hiçbir âlim ve hiçbir edib yoktur ki, "Bin lira kıymetindedir" demesin.

Ve bir de, onüç sene evvel hükûmet Dâr-ül Hikmet'te yüz lira maaş alacak kadar iş görebilecek bir adam nazarıyla bana bakmış, ayda yüz lira maaş vermiş. Bu sekiz senede beni, yarım saat bir köy olan İlama'ya iki defadan fazla gitmeye müsaade edilmeyecek derecede ihtilat ve gezmekten men'edildiğim gibi, bir vâridatım, bir malım olmamakla beraber, o köyde benim gibi bir adam çalışacak iş bulamadığımdan ve kimsenin bir şeyini de kabul etmemek, bir meslek-i hayatım olduğundan, çektiğim perişaniyet ve zarar ve ziyanın takdirini müddeiumumîliğe havale ederek, ya kitablarımın hepsinin iadesini veyahut bu husustaki zarar ve ziyanımın müsebbiblerinden tazminini dava ediyorum.

Tetimme: Hükûmetin kanunu, tarîkat dersi vermeğe ve nusha yazmağa ve nüfuz temin etmeğe müsaade etmediği ve ben de bunlarla alâkadar olmadığım ve hükûmet de yanıma gelen ziyaretçilerihoş görmediği için; bazı adam müteaddid defa tarîkat ve nusha niyetiyle yanıma gelmek istedi. Ben de hükûmetin kanununa riayet etmek ve hükûmet memurlarını sebebsiz kuşkulandırmamak için kabul etmeyip reddettim.

Mesmuatıma göre, bu halden muğber olanlar yalan ve asılsız bir surette isnadatta bulunmuş. Böyle hükûmetin kanununa riayeten reddettiğim kimseler yüzünden beni böyle sıkıştırmaktan, hilaf-ı kanun hareket etmediğim için böyle azab vermek, kanunu dinlememeye mecburiyet vaziyetini veriyorlar manası çıkıyor.

Dokuz senedir dünyevî hayatıma gelen her türlü işkencelere tahammül edip sabrettim, sükût ettim. Fakat dünyalarına karışmadığım halde, böyle hayat-ı uhreviyeme sû'-i kasd suretindeki taarruz karşısında sabrım tükendi. Hakkımı aramak için ikame-i davaya mecbur oldum.(9)

ESKİŞEHİR MAHKEMESİ-1935

A- Tutuklanışları

*Hem yine manidar tevafukat-ı latifedendir ki, Risale-i Nur'un 128 parçası, 115 parça kitab ediyor. Risale-i Nur'un şakirdlerinin ve müellifinin mebde-i tevkifi olan 27/Nisan/1935 tarihi ile, mahkemenin karar ve hüküm tarihi olan 19/Ağustos/1935 tarihi olmasına nazaran, 115 gün olup, Risale-i Nur kitabları adedine tevafuk etmekle beraber, istintak edilen, 115 suçlu gösterilen eşhasın da adedine tam tamına tevafuk ettiği gibi.. gösteriyor ki: Risale-i Nur müellifinin ve şakirdlerinin başına gelen musibet, bir dest-i inayetle tanzim(10) ediliyor.(11)

* (1350) adedi ile Resail-in Nur şakirdlerinin zahirî mağlubiyetleri ve bir sene sonra mahpusiyetleri içinde manevî galebeleri ve metanetleri ve haklarında yapılan müdhiş imha plânını akîm bırakan ihlasları ve kuvve-i maneviyeleri tezahür etmesinin rumi tarihi olan bin üçyüzelli ve ellibir ve elliiki (1350-1351-1352) adedine tam tamına tevafuku..(12)

* (1352) olmakla tam tamına Resail-in Nur şakirdlerinin en me'yusiyetli ve musibetli zamanları olan bin üçyüz elliiki tarihine tam tamına tevafukla o acınacak hallerinde.(13)

*1337'den sonraki seneler korkulu seneler olduğundan en ziyade Kur'an hesabına perişaniyet ve havfa düşmüş olanlara teselli ve teşci' etmesi, bu umumi hitabda her bir seneye birer 'La tahşa' kelimesiyle bakıp 42'ye ve daha sonrasına kadar Risale-i Nur'un mebde'-i intişarı ve te'lifi ve bu fakir, arkadaşlarımla beraber zamanın en dehşetli darbesine maruz olduğumuzdan.(14)

* Hem birinci fıkra cifir ve ebced hesabiyle şedde sayılmaz. 1352 veya 50 eder ki; bu tarih, Risale-i Nur'un gizlenmesine ve gizli parlamasına ve iştialine tam tevafuk eder.(15)

*1353 eder ki; bu tarih, Risale-i Nur'un bir musibet neticesinde muvakkat gizlenmesine ve gizli perde altında parlamasına ve tenvirine tam tevafuk eder.(16)

*1353 senesi zamanını tam gösterdiği ve o zamanda da Risale-i Nur ve şakirdlerinin en korkulu bir zamanıdır.(17)

* Lillahilhamd 1353 tarihinde her yirmidört saatte 171 defa olan ism-i azamı(Sekine duasını) okuyordum. Ve kendimi onunla muhafazaya çalışıyordum.(18)

* Gösterdiği 1353 tarihinde(19) 171 defa esma-i sittesi Risale-i Nur müellifinin daimi virdidir. Ve o 171 defa okuduğum esma-i sitte ile beraber 71 âyeti yirmidört saatte 19 defa okuyarak yekûnü 1353, hem bir cihette 1341 eder ki; bu ism-i azama 1340'tan beri devam ettiğimin tarihine tevafuk ediyor. Hem bir defasında 19 âyet ism-i azamla beraber 19 defa daimi okunur. Ve âyetlerin tekraratının hurufatının adedi 6666 âyât-ı Kur'aniyeye tevafuk ediyor. Sure-i İhlas'ın üç ve Fatiha-i Şerife'nin tekerrür-ü nüzulü için iki olsa yine tam tamına tevafuk ediyor.(20)

* Sekine'yi ve ism-i azamı bu zamanda herkesten ziyade kendine vird eden ve 13 seneden beri ism-i azamla beraber 1001 esma-i İlahiye içinde bulunan Cevşen-ül Kebir'i ile ve o esma ile ulûm-u Kur'aniyenin hazinesini açan 120 risaleyi o esmanın feyzi ile Kur'ana tefsir yapan ve yirmidört saatte 171 defa Sekine ve ism-i azam denilen esma-i sitte-i meşhureyi 1300 mükerrer âyâtla okuyan ve Âl-i Beyt'in manevî gayet mühim bir mirası ve bir maden-i feyzi olan Cevşen-ül Kebir'i kendine üstad eden ve bidayette her günde bir defa ve bazan iki-üç defa tamamını okuyan ve talebelerine tavsiye eden adam, Risale-i Nur müellifidir.(21)

*1354 Arabî tarihinde en sevdiğim kardeşlerimle hapiste ve me'yusiyetli bir vakitte günde 171 defa El İsmillezi celle kadruhu tabir edilen ism-i azamı okuduğum bir zamanda.(22)

*1354'tür, bu tarihte bu müdhiş musibetten hârika olarak selâmetle çıktık.(23)

B-Mahkeme Müdafaalarından

*(Müdâfaatıma Gelen Küçük Bir Tenkide Cevaptır.)

Sen müdâfâatında -âdete muhalif olarak- hakikatı ve doğruluğu tamamen takib ettiğin halde, neden sorgu hâkimlerinin altmışüç sahifelik ittihamnâmesine karşı arkadaşlarını hem kısaca müdafaâ ettin, hem Risale-i Nur ile münasebetleri pek kuvvetli bulunan bir kısım kardaşlarının alâkalarını pek zayıf göstermişsin?

Elcevap : "Her söylediğin doğru olmak gerektir, fakat her doğruyu söylemek doğru değildir." kâidesiyle, o musibette arkadaşlarımın kısmen inkârlarının ve mahkemenin elindeki vesikaların tazyikatı altında ancak o kadar doğruluğu muhafaza edebildim. Kardaşlarımı tekzib etmemek ve vesikaların tekzibine uğratmamak için sükût ettim. Sükût ise hilaf sayılmaz.

Hem, bütün müdâfaâtımda ara-sıra görünen mülâyimâne ve musâlahakârane (Haşiye)(24) tabirler ise; "tevriye" nev'inden olarak mahzun masum kardaşlarımı kurtarmak içindir. Yoksa masumiyetim ve mazlumiyetim beni çok şiddetli konuşturacaktı. Amma, kısaca müdafaatıma karşı mahkeme ve sorgu hâkimlerinin iddiânâme nâmındaki uzun ittihamnâmeleri ise; onlar üç-dört ayda ancak yazdıkları ittihamnâmelerine karşı, bütün müdafaatım dört-beş günün mahsûlü olduğu ve altmışüç sahifelik sorgu hâkimlerinin ittihamnâme ve iddiânâmelerine karşı kırküç sahifelik itiraznâmem dört-beş saatin mahsulüdür. Elbette bu nispetsiz mukabelede, bu müdafâat hârika sayılabilir, kusurlarına bakılmaz.(25)

* Hattâ hayretimi mucib bir rü'ya Eskişehir Hapsi'nde istintakımdan bir gece evvel görüyorum ki: Celcelutiye'nin Süryanî şu fıkrası …. imdadıma yetişmiş, beni sıkıntıdan kurtarmış. Ben birkaç defa tekrar edip okuyorum. Uyandım. Yattım, yine onunla meşgulüm. Sabahleyin fevk-al me'mul istintaka çağrıldım, hem fevkalâde cevab verdim. Müdafaatımın en mühim ve memurları hayrette bırakan parçası tekellüfsüz tezahür etti. Fakat o parçayı ben kaleme alamadım. Onlar yazdılar. Her ne ise.(26)

*Onüç sene müddetle münzevi yaşayan bir adam, elbette resmî işleri ve kanunları bilmez ki onlara riayet etsin. Öyle ise, o resmi sual ve cevab yerine bu ifademi dinlemenizi rica ederim. Çünkü: Isparta'da üç yerde resmi bir tarzda ifadem alınmış ve bu uzun, yeni ifadem sizi şaşırtmayacak. Belki, pek doğru olarak hakkımdaki tahkikatınızı tenvir edecek ve şimdi elinizde olan otuz kitabın, tahkikat ve teftişinden sizi kurtaracak.

Mahkeme hey'et-i hâkimesinin ve Dâhiliye Vekilinin ve Meclis-i Meb'ûsan Riyasetenin hayat-ı ebediyelerine taalluk eden bir arzuhaldir.

Ey muhterem hey'et-i hâkime: Beni, dört-beş madde ile itham edip tevkif ettiler.

Birinci Madde: İrtica' fikriyle dini âlet edip, emniyet-i umumiyyeyi ihlâl edebilecek bir teşebbüs niyeti var olduğu ihbar edilmiş.

Elcevap: Evvelâ; imkânat başkadır, vukuat başkadır. Herbir fert, bir çok fertleri, adamları öldürebilmesi mümkündür. Bu imkân-ı katil cihetiyle mahkemeye verilir mi? Herbir kibrit, bir haneyi yakması mümkündür. Bu yangın imkânatıyla kibritler imhâ edilir mi?

Sâniyen: Yüzbin defa hâşâ! İştigal ettiğimiz ulûm-u îmâniye, Rızâ-yı İlâhiyyeden başka bir şeye âlet olamaz. Evet, Güneş Kamer'e peyk ve tâbi olmadığı gibi, saadet-i ebediyyenin nuranî ve kudsî anahtarı ve hayat-ı uhreviyyenin, Güneşi olan îmân dahi, hayat-ı içtimaiyye-i siyasiye-i dünyeviyenin âleti olamaz. Evet, bu kâinatın en muazzam mes'elesi ve şu hilkat-ı âlemin en büyük muamması olan sırr-ı îmândan daha ehemmiyetli bir mes'ele-i kâinat yoktur ki, bu mesele-i sırr-ı îmân ona alet olsun. Hâşâ!(27)

*Benim medar-ı ittihamım olan ikinci madde: Mu'cizat-ı Ahmediye (ASM) Risalesi'nin ve beka-i ruh ve haşr-i azam risalesinin âhirlerinde görülen imzalardır. Güya onlar bir cem'iyetin efradı veya bir tarîkatın dervişleridir.

Elcevab: Bütün kuvvetimle sizi temin ederim ki, o imza sahiblerinin bu işde hataları yoktur. Hata varsa benimdir. Acaba Mu'cizat-ı Ahmediye bahsinin göz ile görülen bir kerametini güzel görüp ve Yirmidokuzuncu Söz eliflerinin hârika tevafukatını hakkaniyetine bir imza-yı gaybî bilip bir hatıra olarak imza eden ve yanıma nadir gelebilen bir misafirin hatası var mı? Misafirhane sahiblerinin hatıra defterlerinde bu çeşit imzalara ve bakkalların defterlerindeki isimlere cem'iyet namı verilir mi? Ve böyle herkesin eline geçebilen ve levha gibi Barla'daki odamda üç-dört sene ta'lik edilen o imzalar, bir cem'iyet-i hafiyenin efradı olmasını hiç akıl kabul eder mi? O imza sahiblerinin çoğu misafir idiler ve bir kısmı da siyasetle alâkası olmayan bazı âhiret kardeşlerimdir. Bizi yani bu imza sahiblerini çok sıkmayınız.(28)

* Hem makam-ı iddia bir risalenin güzel ve fevkalâde kerametkârane bir tevafukunun imza edilmesiyle "bir cem'iyet efradı" diye manasız bir emare beyan etmiş. Acaba esnafların ve hancıların defterlerinde bulunan bu nevi imzalara cem'iyet ünvanı verilir mi? Eskişehir'de aynı böyle bir vehim oldu. Cevab verdiğim ve Mu'cizat-ı Ahmediye Risalesi'ni gösterdiğim zaman taaccüble karşıladılar.(29)

* Amma red ise; bende red kuvveti olmadığı gibi, veli derecesinde belki hakiki veli telakki ettiğim has kardeşlerimin başlarındaki şapkalar bana kanaat vermiş ki; şapka ihtida edip müslüman olmuş. O geldi başa, secdeye gitme dedi; secde onu secdeye getirdi. İnşâallah baştaki iman onu imana getirdi. Yalnız istemeyerek giyse, belki kurtulur inşâallah.(30)

*Yirmi sene zarfında yazdığım 120 risale içinde medar-ı tenkid ve itiraz yalnız on-onbeş nokta bulunması gösteriyor ki; Risale-i Nur'un yüz bin nuru içinde karanlıklı on-onbeş noktası, nazar-ı adalet ve insafa görünmemek gerektir. Hem de o noktalar, sekiz-dokuz sene evvel yazılmış olan risalelerde bulunmuştur ki; ondan sonra afv kanunları çıkmış.(31)

*Hem bu üç aydır habbeyi kubbe yapar tarzında hakkımızda ve evhamlı bir surette taharriyat neticesinde onbeş-yirmi hususi ve Risale-i Nur'un medhine aid mektubların, onbeş-yirmi hususi dostlarımın bana karşı samimane bir dostluk ve Risale-i Nur'un yüz parçasından ancak zahirî bir nazarda şimdiki bir kısım ehl-i siyasete hoş görünmeyen ve istizaha lüzum görülen on-onbeş madde bulunduğu halde; benim ile edna bir teması bulunan çok bîçare masumlar tevkif ile mühim zararlara düçar oldular. Bu arkadaşlarıma ait halin hakikatı, bu itiraznamemin altında beyan edilecektir. İddianamenin evvelinde ve âhirinde şapka iktisası hakkındaki itiraza size takdim edilen son müdafaatımın nihayetinden altı sahife evvel cevabı yazılmıştır. Hem de Haziran onüçüne kadar hem vaizlik hem imamlık vesikam vardı. 13 Haziran 1935 tarihinden sonra resmen yasak edilmeyen bereden bir tane aldım, fakat giymiyorum. Münzevi hususi odamda bu kanunla amel etmiyorsun denilmez.(32)

Dipnotlar

1-Barla gayr-i münteşirlerinden.

2- (Haşiye): Yani, büyükçe bir çay kaşığı iledir.

3-Lem'alar s: 161-162

4-Kastamonu Lahikası s. 9

5-Kastamonu Lahikası s.14

6-Kastamonu Lahikası s: 23

7-Kastamonu Lahikası s: 177-178

8-(Haşiye): Cây-ı dikkattir ki, sekiz-dokuz seneden beri zulüm ve tazyikat altında gizlemeye mecbur olduğum en eski ve en mahrem evrakları âni olarak taharri edip hiçbir şey bırakmayarak alındığı halde, mûcib-i telaş ve dâî-i endişe ve medar-ı hicab ve hacalet bir şey bulunmaması; garazkâr su'-i zanlı ehl-i dünyanın ona karşı ettikleri haksız tazyikat ve tarassud ne kadar çirkin ve hata olduğunu gösteriyor. Acaba onu ittiham eden ve kendini vatana ve millete sadık tevehhüm eden ehl-i dünyanın en büyük memurundan en küçüğüne kadar, değil sekiz-dokuz sene, belki sekiz-dokuz ay zarfında en mahrem ve en gizli evrakı meydana atılıp tedkik edilse, ona telaş verecek ve utandıracak sekiz-dokuz madde çıkmaz mı?}

9-Barla Lahikası s:358- 362

10- (Haşiye): Cây-ı dikkattir ki: Risale-i Nur şakirdlerinin tevkiflerinin bir kısmı 25/Nisan/1935 tarihinde başlamış olup, kararnamede suçlu gösterilen 117 kimse ise de, ikisinin ismi mükerrer olmasına nazaran bu suretle şakirdlerin adedi 117 adedine o kısmın tevkifinden hüküm tarihine kadar 117 gün olmakla tevafuk edip, evvelki tevafukata bir letafet daha katmıştır.

11-Lem'alar(Söz Basım), s: 457

12-Sikke-i Tasdik-i Gaybi s: 89

13-Sikke-i Tasdik-i Gaybi s: 100

14-Sikke-i Tasdik-i Gaybi(Söz Basım) s: 181

15-Sikke-i Tasdik-i Gaybi(Söz Basım) s: 172

16-Sikke-i Tasdik-i Gaybi(Söz Basım) s: 172

17-Sikke-i Tasdik-i Gaybi(Söz Basım) s: 177

18-Sikke-i Tasdik-i Gaybi(Söz Basım) s: 177-178

19-(Haşiye) Belki 'feya' nida ile çağırdığı El ismillezi celle kadruhu hesab-ı ebced ve cifirle 1354 eder ki; bu Arabî tarihte Risale-i Nur'un kırktan fazla şakirdlerini ve müellifini imha etmek plânı ile hapishaneye attıkları zamandır ve tevkif ettikleri tarihtir. Bu tarihte bu hitaba tam muhatab olacak, yalnız bunlar görünüyorlar. Çünki vaziyetleri gayet korkulu idi. Hâlbuki hârika olarak selâmete çıktılar. Bu fıkrada Hazret-i Ali (RA) diyor: tevekka bihi kulen umuri tesellemet Yani ism-i azamın bereketiyle her bir tehlikeden selâmetle kurtulacaksınız. Evet, şükür kurtulduk. Eğer ellezi celle'deki iki şeddeli lâmlar birer lâm sayılsa 1294 eder ki; o zaman, Risale-i Nur müellifinin dünyaya geldiği tarihtir ve 93 müdhiş harbinden tâ harb-i umumîye kadar ve 1354'e kadar olan tehlikeli bir zamanda yaşayacaksın ve çok tehlikelere düşeceksin, fakat korkma kurtulacaksın diye işaret ediyor.

20-Sikke-i Tasdik-i Gaybi(Söz Basım) s: 178

21-Sikke-i Tasdik-i Gaybi(Söz Basım) s: 188-189

22-Sikke-i Tasdik-i Gaybi(Söz Basım) s: 182

23-Sikke-i Tasdik-i Gaybi(Söz Basım) s: 182

24-Hâşiye: Hatta, layiha-i temyiziyenin âhirinde üç sahife evvel "Eğer pek haklı bu feryadımı adliyenin yüksek makamı işitip, dinlemezse şiddet-i me'yusiyetimden diyeceğim: Bu zamanda adliyede adâlet kalkıyor. Ey, beni bu belâya sevketip, bu hâdiseyi icad eden Isparta muhbirleri" diye olan fıkraya, kardaşlarımın hatırı için "adliyede adalet kalkıyor" cümlesini kaldırdığımdan, o makam müşevveş olmuş. Hem de, buradaki mahkemeyi gücendirmemek için kardaşlarımın hatırına binaen "Isparta muhbirleri" nâmını, "bize zulmeden umum zalimlere" derdim. Halbuki "Şükrü Kaya" her ne ise...

25-Osmanlıca Lem'alar, 27. Lem'a(s: 541-542)

26-Sikke-i Tasdik-i Gaybi(Söz Basım) s: 174-175

27-Osmanlıca Lem'alar, 27. Lem'a

28-Osmanlıca Lem'alar, s: 548

29-Şualar-s: 248-250

30-Osmanlıca Lem'alar, s: 571

31-Osmanlıca Lem'alar, s: 574

32-Osmanlıca Lem'alar, s: 575-576

 

Bu yazıya yorum yazın


Not: Yanında (*) işareti olanlar zorunlu alanlardır.

Bu yazıya gelen yorumlar.

DİĞER YAZILAR

Kim Allah'a güvenip dayanırsa, Allah ona yeter.

Talak,3

GÜNÜN HADİSİ

"Kişi, dostunun dini üzeredir. Bu nedenle, kiminle dost olacağına dikkat etsin!"

Ebû Hureyre radıyallahu anh. Ebû Dâvud.

TARİHTE BU HAFTA

*Kanije müdafaası(18 Kasım 1601) *Hz.Fatıma'nın(r.anha) Vefatı(22 Kasım 632) *İstanbul'un Müttefikler Tarafından İşgali(23 Kasım 1918) *Alparslan'ın Şehadeti(24 Kasım 1072) *Öğretmenler Günü(24 Kasım)

ANKET

Sitemizle nasıl tanıştınız?

Yükleniyor...

SİTE HARİTASI