KENDİ DİLİNDEN BEDİÜZZAMAN-29

KASTAMONU SÜRGÜNÜ-1936 Bir zaman ihtiyarlık vaktinde, Eskişehir hapsinden -bir sene cezayı çekip- çıktım. Beni Kastamonu'ya nefyettiler. Polis karakolunda iki-üç ay misafir ettiler


Salih Okur

nedevideobendi@gmail.com

2018-08-22 17:14:04

KASTAMONU SÜRGÜNÜ-1936

Bir zaman ihtiyarlık vaktinde, Eskişehir hapsinden -bir sene cezayı çekip- çıktım. Beni Kastamonu'ya nefyettiler. Polis karakolunda iki-üç ay misafir ettiler. Benim gibi sadık dostlarıyla görüşmekten sıkılan bir münzevi ve kıyafetinin tebdiline tahammül etmeyen bir adam, böyle yerlerde ne kadar azab çeker anlaşılır.

İşte ben bu me'yusiyette iken, birden inayet-i İlahiye ihtiyarlığımın imdadına geldi. O karakoldaki komiser, polislerle beraber sadık dost hükmüne geçtiler. Hiçbir vakit şapkayı başıma koymayı ihtar etmedikleri gibi; benim hizmetçilerim misillü, istediğim zaman beni şehrin etrafında gezdiriyordular. Sonra o karakolun karşısında Kastamonu'nun Medrese-i Nuriyesine girdim, Nurların te'lifine başladım. Feyzi, Emin, Hilmi, Sadık, Nazif, Salahaddin gibi Nur'un kahraman şakirdleri, Nurların neşri, teksiri için o medreseye devam ettiler. Gençlikte eski talebelerimle geçirdiğim kıymetdar müzakere-i ilmiyeyi daha parlak bir surette gösterdiler.(1)

* Aziz kardeşim Hüsrev!

Şükür, hakkımda inayet-i İlahiye devam ediyor. Ben burada rahatım, fakat şiddetle bir hizmetkâra ihtiyacım var. Sizlerden biriniz yanımda bulunmazsa çok üzüleceğim. En evvel hizmet nöbeti senin alâkasızlığın için sana düştü. Sonra başkası yapar. Bu husus için ben burada hükûmete ve emniyet müdürüne müracaat ettim. Eğer senin yol masrafın verilse veya teshilat gösterilse çok iyi olur. Yoksa borç ediniz, burada beraber çalışıp o borcu vereceğiz. Gelirken beraber mu'cizeli Kur'anımızı ve matbu' Onuncu Söz'ü ve Hâfız Ali'nin elyazısıyla benim için tevafuklu yazılan Onuncu Söz'ü ve altı esma-i İlahiyenin altı nüktelerini eğer yazmışsan birlikte getir. Bu husus hakkında buradaki zabıtaya ve hükûmete bildirdim. 11 Mayıs 1936(2)

* Ben kalben arzu ederdim ki; çelik ve demir gibi sebatkâr Isparta'lı ve civarındakiler gibi metin kahramanlar (Hüsrevler, Hâfız Ali'ler) Kastamonu tarafından dahi burada görünsün. Hadsiz şükür ediyorum ki; Kastamonu Vilayeti benim arzumu tam yerine getirdi, müteaddid kahramanları imdadımıza gönderdi.(3)

*Sıhhatimi soruyorsunuz. Buranın çok şiddetli kışı ve odamın çok soğuğu ve üç hazîn gurbetin tesiri ve üç asabî hastalığın sıkıntısı ve bütün bütün yalnızlık ile kabil-i tahammül olmayacak çok zahmetlere maruz olduğum halde, Hâlıkıma hadsiz şükür ederim ki, her derdin en kudsî dermanı olan imanı ve iman-ı bilkaderden, kazaya rıza ilâcını imdadıma gönderdi, tam sabır içinde şükrettirdi.(4)

* Sabri kardeş! Beni saran ve bağlayan ağır kayıdlara ehemmiyet vermiyorsun. Halbuki buradaki evhamlı ehl-i dünya benim ile pek fazla meşgul ve alâkadardırlar. Hattâ.. hattâ.. hattâ... Her ne ise.(5)

*Kıymetdar kardeşlerim ve hizmet-i Kur'aniyede namdar arkadaşlarım, hak ve hakikat yolunda ziyadar yoldaşlarım! Bu boğucu ve zulümatlı asırda sizler olmasaydınız pek çok ehl-i iman boğulacağı gibi, ben de şiddet-i me'yusiyetten boğulacaktım ve Risale-i Nur mağlub olacaktı.(6)

* Aziz, vefadar ve sıddık kardeşim Sabri!

Benim yanımda zayi' olmak ihtimali bulunan kendi müşevveş yazımla yazılan müsveddeleri size göndermek için bir vasıta bulamadığımdan ve iki sene evvel Risale-i Nur'a ait işarat-ı Kur'aniyenin bir kısım müsveddesini Hüsrev'e gönderdiğim halde vusulünden hiçbir haber alamadığımdan ve ehl-i dünya bana çok dikkat ve tecessüs ettiklerinden çok mahzun idim. Daha muhabere edemedim. Ne olursa olsun diye şimdi niyet ettim ki, bir vasıta ile sana o kıymetli emanetleri muhafaza etmek ve benim için tebyiz etmek için cevabın gelirse göndereceğim. 

Bir keseye bazı âdi şeyler içinde emanet suretinde bir hediye ve başka bir adam tarafından gönderilmesini siz nasıl münasib görürseniz öyle yapalım, sen bilirsin. Oralardaki kardeşlerime ne kadar alâkadarım. Eğer isimlerini yazabilse idim kimleri yazacağımızı da bilirsin, seni tevkil ediyorum. Yalnız müsveddeleri güzelce tebyiz et ve benim hattımı tam okuyabilen ve hatırımdan çıkmayan ve hayat ve sıhhatlerinden haberim olmayan Şamlı Hâfız Tevfik, Hüsrev, Hâfız Ali gibi kardeşlerim mahremce o müsveddeleri tebyiz etsinler. Bilemedikleri bir yeri beraberce baksınlar.

Kardeşlerim kat'iyyen biliniz ki her yirmidört saatte yirmi defa sarih isimlerle dua ve münacatlarımda bulunmakla beraber, Risale-i Nur'un sâdık talebeleri ünvanıyla yüz defadan ziyade ve niyet ve tasavvurca beşyüzden fazla bulunduğunuzu size haber veriyorum. Bundan Risale-i Nur'a sadakat ve hizmet ne kadar ehemmiyetli olduğunu kıyas ediniz. Müsveddelere içinde bulunan tevafuk-u cifrî perdesini bırakıp¨ sarih bir surette Risale-i Nur'un meşhur parçalarına da işaret eden Üçüncü Keramet-i Aleviye bütün hüzünlerimi izale ettiği gibi size de dahi o tesir edecek ümid ederim.

Hem İmam-ı Ali (R.A.) Âyet-i Kübra namını verdiği misilsiz bir risalenin müsveddeleri de beraberdir. Hem iki seneden beri sakladığım ve göndermesine çare bulamadığım Risale-i Nur'a işaret eden otuzüç âyetin müsveddesi içinde var. Eğer evvelce gönderdiğim noksan müsvedde vâsıl olmuşsa mukabele edilsin.

Pek çok hasretler ve iştiyaklar ile sâdık kardeşlerine ve sıddık arkadaşlarına selâm ve dua ve istid'a eden ve beş nevi gurbetlere ve dört çeşit hastalıklarda kemal-i ferah ve şükür ve tam rıza ve sabır bulan ve bütün bütün yalnız kalan kardeşiniz(7)

* Bundan dört-beş gün evvel, şiddetli bir taharri ile menzilim teftiş edildi. Her tarafa baktıkları halde hıfz-ı İlahî ile bizi mahzun edecek bir şey bulamadılar. Yalnız İktisad, Hastalar, İstiaze gibi altı-yedi risaleyi zararsız buldular. Sonra da Hüsrev'in ezan mes'elesi gibi müsadere kaidelerine tam muhalif olarak noksansız iade ettiler. Ben o hâdiseden size endişe edip, dağdan dönerken Abdülmecid, Sabri, Hüsrev, Hâfız Ali ile beraber konuşmak, acaba size de bir taarruz var mı diye sormak istedim. Ve lisanla bağırdım, geldim. Birden Emin kapıyı açtı, dördünüzün mübarek mektublarınızı verdi. Her ikimiz bu ikram ve taharrideki keramet-i hıfzıyeyi ve Hüsrev'in hilaf-ı me'mul öyle bir istida, öyle bir netice vermesindeki inayet-i Rabbaniyeye aynı zamanda muvafık gördük ve Risalet-ün Nur her vakit inayete mazhardır diye şükrettik.(8)

* Sizin beni çok mesrur eden son mektubunuza Isparta yoluyla cevab vermediğimin sebebi; benim, Isparta merkeziyle olan münasebetime buraca çok dikkat edilmesidir. Hem öteki yolda size gelinceye kadar, Risalet-ün Nur'un müteaddid merkezlerinin istifadesidir.(9)

*Sizlere her gün birer uzun mektub yazmak hakkınız var iken, maatteessüf üç seneden beri size göndermek için yazdığım bir mektub şimdiye kadar bekliyor, eski sakomun cebinde duruyor. Demek Risale-i Nur, ehl-i dünya dinsizlerine çok dehşet vermiş ki, dünyalarına karışmadığım halde bu tazyikatı yapıyorlar.(10)

* Onuncu Söz'ün tatlı bir kerameti:

İki-üç senedir bana hapiste verdikleri gibi arzuma muhalif olarak hergün bir tayin veriliyordu. Ehemmiyetli bir iki sebebe binaen kabul etmeye mecburdum. Fakat onu yemezdim. Tebdil ederek şeker, çay, ekmek tedarik ederdim. Bir gün iskân memuru geldi, tayin verdi ve dedi: "Bundan sonra daha sana tayin vermeyeceğiz." Ben memnun oldum. Fakat birden hatırıma geldi ki: Şeker, çay lâzımdır. Hediyeleri de kabul etmem diye bir endişeye düştüm. Aynı günde beş sene şeker ve çayımı temin eden ve merhum Abdurrahman'a beş senede aldığı yaraları tedavi ile kuvvetli bir iman kazandıran ve vefatından bir-iki ay evvel imdadına yetişen ve ehl-i ilhadı azmettikleri inkâr-ı haşirden vazgeçiren Onuncu Söz'ün fevkalme'mul ne nüshalarının vücudundan ve ne de gelmesinden hiç haberim yokken müteaddid nüshaları o vakitte geldi. Lisan-ı hal ile dedi: Merak etme, senin hem vazifene, hem hayatına yardım için geldim. İnayet-i Rabbaniye tarafından gönderildim.(11)

*Kardeşlerim! Fihristeden sonra te'lif edilen risalelerin fihristelerini ötekilerin tarzında yazmasını size bırakıyorum. Ben şimdi eski gibi her risaleyi hülâsa edemiyorum. Sizler eski genç Said'in değil, belki yeni ihtiyar Said'in dinç Saidlerisiniz. Onun vazifesini yaparsınız.(12)

* Aziz, sıddık kardeşlerim! Lütfi'nin vefatını hissetmiştim ve çok mahzun oldum. O mübarek nuranî kalemin yazıları onun manevî hayatını idame edeceğini düşünmesiyle teselli buldum. Size eşrat-ı saat hakkında gayet ehemmiyetli ve kuvvetli olan Beşinci Şua'ı göndermek için vasıta bulamıyorum. Bu kıymetdar ve evham ve şübehatı izale eden risalenin sebeb-i te'lifi, hâlis ve çalışkan kardeşimiz Sarıbıçak ve elmas kalemli Mustafa, benden orada iken dabbet-ül arz hakkında ve cevabsız kalan sualidir. O mes'ele yirmiüç mesail-i mühimmeye vesile olmakla beraber, yine bir derece cevabsız kaldı.

Ey sıddık Sabri! Senin mektubun beni ciddî ağlattırdı. Şimdilik senin suallerine cevab yazamıyorum, gücenme. Senin tabirince makinesi faal ve kalemi Zülfikar gibi kardeşimiz ile beraber, isimlerini yazmadığım has ve sebatkâr kardeşlerimize birer birer selâm ederim.(13)

*Kur'andan kalbime ilham olunan doğru ve hak olan hakikatlar bazan icmalen olduğundan tafsilatında sehv ve nisyanım karışır, karıştırır. Ezcümle: Eskişehir hapishanesinin son meyvesi ve Otuzbirinci Lem'anın Birinci Şua'ı olan İşarat-ı Kur'aniye Risalesi'nin beşinci âyeti bulunan

اَوَمَنْ كَانَ مَيْتًا فَاَحْيَيْنَاهُ وَجَعَلْنَا لَهُ نُورًا يَمْشِى بِهِ فِى النَّاسِ

deki işaretini kuvvetli hissetmiştim. Fakat gayet acele olarak üç buçuk sene evvel karakol içinde, şiddetli tarassud altında tebyiz ettiğimden, o işaretin tasvirinde bir sehiv olmuş, ehemmiyetli sureti gizli kalmıştı. Mükerrer taharriyat neticesinde o vakitten beri benim eski abamın cebinde saklanmıştı. Ancak bugünlerde tedkik ettim. Size doğrusunu yazacağım. Nüshalarınızdaki yanlışı ona göre tashih ediniz.(14)

* Ben, üç senedir burada herşeyden tecrid edildim. Tahammülsüz tazyik altında bulunduğumdan, sizin ile muhabere edemedim. Burada emsalsiz bir evham hükmediyor. Mümkün olduğu kadar, Eşrat-üs Saat buradan gönderildiğini demeyiniz. Belki, onun bir eseridir, başka yerden elimize geçmiş deyiniz.(15)

* Daimî hizmetinde bulunan Risale-i Nur şakirdleri tarafından edilen bir suale cevabdır.

 Sual: Bu kadar zamandır hizmetinizde bulunuyoruz. Dünyaya, hayat-ı içtimaiyeye ve siyasete dair bir alâkanızı, merakınızı görmedik. Daima iman ve âhiret dersinden başka bir meşgalenizi görmüyoruz.

Öyle anlamışız ki; bu onsekiz senedir vaziyetiniz böyle imiş. Nedendir ki; Isparta'da hiçbir şey yokken memleketi heyecana getirip sizi mahkemeye verdiler. Ve yüz arkadaşınızı, dört ay mahkeme tahkikatı neticesinde dünya ile, siyaset ile alâkaya dair hiçbir şey bulamadılar. Yalnız kendilerini ve mahkemelerini ebedî mahcub edecek bir bahane buldular; ve yüzden, yalnız beş-on adama beş-altı ay ceza verdiler.

Hem burada altı seneden ziyade karakolun nezareti ve nazarı altında oturduğun odanın pencereleriyle daima senin her vaziyetin karakolca görüldüğü halde; bundan iki-üç ay evvele kadar her vakit gizli ve aşikâre seni tarassud, kaç defa taharri etmeleri, dostları senden kaçırmak için tahkikatlarla sana en mühim ve karışık bir siyasetçi gibi bakmaları nedendir? Biz bundan hem müteessir, hem mütehayyiriz. Ancak iki-üç aydır yanınıza serbest gelebiliyoruz. Evvelde korkarak, gizli gelebilirdik. Bu mes'eleyi bize izah et.

Elcevab: Ben de sizin gibi, belki sizden çok ziyade bu vaziyetten hem hayret, hem taaccüb ediyordum. Bu sualinizin izahlı cevabı, Yirmiyedinci Lem'a olan mahkemeye karşı Müdafaat Lem'asıyla, Onaltıncı Mektub risalesidir. Şimdilik kısaca bir-iki esas beyan ediyorum:

Birincisi: Asayişi temin ve idare memurları, inzibat polisleri ve komiserleri bize ve mesleğimize karşı değil tevehhümkârane taarruz ve evhama düşmek, belki himayetkârane teşvik ve teşci' etmek vazifelerinin muktezasıdır. Çünki: Onların vazifelerinin temel taşı, hürmet, merhamet, helâl-haramı bilmekle, itaat düsturuyla hayat-ı içtimaiye emniyet dairesinde cereyan edebilir. Risale-i Nur hayat-ı içtimaiyeye baktığı vakit, bu esasları temin ediyor. Neticesi de bilfiil görülmüş. Risale-i Nur'un en mühim merkezi Isparta ve Kastamonu olduğundan, sair memlekete nisbeten zabıta memurları insafla dikkat etseler, Risale-i Nur'un onlara parlak yardımını görecekler.

Hem talebelerinde bu kadar kesret ve kuvvet ve hak ellerinde bulunduğu halde, asayişe hiçbir zararı dokunmadığını ve talebelerden bin adam, on adam kadar hayat-ı içtimaiyeye zarar vermediklerini, kalbi bozuk olmayan görür.

Bu mes'elenin sırr-ı hikmeti budur ki: Âlem-i insaniyette ve İslâmiyette üç muazzam mes'ele olan iman ve şeriat ve hayattır. İçlerinde en muazzamı iman hakikatları olduğundan bu hakaik-i imaniye-i Kur'aniye başka cereyanlara, başka kuvvetlere tâbi' ve âlet edilmemek ve elmas gibi o Kur'an'ın hakikatları, dini dünyaya satan veya âlet eden adamların nazarında cam parçalarına indirmemek ve en kudsî ve en büyük vazife olan imanı kurtarmak hizmetini tam yerine getirmek için, Risale-i Nur'un has ve sadık talebeleri, gayet şiddet ve nefretle siyasetten kaçıyorlar.

Hattâ sizin bu kardeşiniz -siz de bilirsiniz- bu onsekiz senedir, o kadar muhtaç olduğum halde siyasete, hayat-ı içtimaiyeye temas etmemek için, hükûmete karşı bir tek müracaatım olmadığını ve bu sekiz-dokuz aydır küre-i arzın bu herc ü mercinden bir tek defa ne sual ve ne de merak etmek ve ne de anlamak ve ne de medar-ı sohbet etmediğimi hattâ şimdi sulh olmuş mu, harb bitmiş mi, İngiliz ve Alman'dan başka kimler harbediyor bilmediğimi, biliyorsunuz.

Hem herkesi geveze ve sersem eden ve üç seneden beri odamdan işitilen radyoyu, iki defadan başka ne dinlediğimi ve ne de sorduğumu, benimle beraber olan sizler biliyorsunuz. Bu derece bu vaziyetlere karşı alâkasız ve lâkayd bir adamın takib ettiği mesleğe taarruz eden ve evhama düşüp tarassudla sıkıntı veren, ne derece insaftan uzak düştüğünü en insafsız da tasdik eder.

İkinci Esas: Ey kardeşlerim! Sizler biliyorsunuz ki; bizim mesleğimizde benlik, enaniyet, şan ü şeref perdesi altında makam sahibi olmaktan, öldürücü zehir gibi ondan kaçıyoruz. Onu ihsas eden hâlâttan şiddetle ictinab ediyoruz. Elbette burada, altı-yedi sene gözünüzle ve yirmi seneden beri tahkikatınızla anlamışsınız ki, ben şahsıma karşı hürmet ve makam vermek istemiyorum. Sizleri o noktada şiddetle tekdir etmişim. Benim haddimden fazla mevki vermeyiniz, diye sizden darılıyorum. Yalnız, Kur'an-ı Hakîm'in bu zamanda bir mu'cize-i maneviyesi olan Risale-i Nur hesabına, ben de onun bir şakirdi olmak haysiyetiyle ona karşı tasdikkârane teslimi ve irtibatı, şâkirane kabul ediyorum. İşte bu derece enaniyetten ve benlikten ve şan ü şeref namı altındaki riyakârlıktan kaçmayı düstur-u hareket ittihaz eden adamlara karşı ehl-i hükûmetin, ehl-i idare ve zabıtanın evhama düşmeleri ne kadar manasız ve lüzumsuz olduğunu divaneler de anlar.(16)

HİZMETLERİN YAYILMASI VE MUHTELİF HADİSELER

*Size Risalet-ün Nur'un kerametinin bu havalide zuhur eden çok tereşşuhatından bir-iki hâdise beyan ediyorum:

 Birisi: Hatib Mehmed (Rahmetullahi Aleyh) namında ciddî bir ihtiyar talebe, İhtiyarlar Risalesi'ni yazıyordu. Tâ Onbirinci Rica'nın âhirlerinde ve merhum Abdurrahman'ın vefatının tam mukabilinde, kalemi "Lâ ilahe illâ hû" yazıp ve lisanı dahi "Lâ ilahe illallah" diyerek hüsn-ü hâtimenin hâtemiyle sahife-i hayatını mühürleyip, Risalet-ün Nur talebelerinin imanla kabre gireceklerine dair olan işarî beşaret-i Kur'aniyeyi vefatıyla imza etmiş. (Rahmetullahi Aleyhi Rahmeten Vâsia.)

İkincisi: Sizin te'lifiniz olan Fihriste'nin tashihinde, bir müstensihin noksan bıraktığı bir sahifeyi, Tahsin'e dedim: "Yaz!" O da yazmağa başladı. Simsiyah bir mürekkepten ve temiz kalem ile birden yazdığınız ikinci cild fihristenin makbuliyetine hüccet olarak o siyah mürekkep güzel bir kırmızı suretini aldı. Tâ yarım sahife kadar bu garib hâdiseye taaccüb edip bakarken, o mürekkep simsiyaha döndü. Sahifenin öteki yarısı, aynı kalem, aynı hokka tam siyah yazıldı. Bir zaman Barla'da, bağlardaki köşkte, Şamlı, Mes'ud ve Süleyman'ın müşahedesiyle aynı hâdiseyi başka şekilde gördük. Şöyle ki:

Ben, sevmediğim için siyah bir mürekkebi kısmen döktüm; birden mütebâkisi çok

beğendiğim güzel bir kırmızıya tahavvül etti. Risalet-ün Nur'un kâtiblerini şevklendirdi. Gözümüze silsile-i kerametin bir ucunu ve bir tereşşuhunu gösterdi.(17)

* Hem şimdilik bazı ulemanın yeni eserlerinde meslek ve meşreb ayrı ve bid'atlara müsaid gittiği için, Risale-i Nur zındıkaya karşı hakaik-i imaniyeyi muhafazaya çalışması gibi, bid'ata karşı da huruf ve hatt-ı Kur'an'ı muhafaza etmek bir vazifesi iken; has talebelerden birisi bilfiil huruf ve hatt-ı Kur'aniyeyi ders verdiği halde, sırrı bilinmez bir hevesle, huruf ve hatt-ı Kur'aniyeye ilm-i din perdesinde tesirli bir surette darbe vuran bazı hocaların darbede istimal ettikleri eserleri almışlar. Haberim olmadan dağda şiddetli bir tarzda o has talebelere karşı bir gerginlik hissettim. Sonra ikaz ettim. Elhamdülillah ayıldılar. İnşâallah tamamen kurtuldular.(18)

*Sizin çok mübarek ve nazarımızda çok kıymetdar ve benim nazarımda Cennet'in وِلْدَانٌ مُخَلَّدُونَ tarafından ebedî ve Firdevsî bir hediye-i kudsiye gibi geçen ve gelen iki bayramı, Cennet'in şekerlemeleri ve tatlıları gibi tatlılaştıran ve zînetlerin ve nakışların yetmiş tarzlarını giyen Hurilerin hulleleri ve libasları gibi, manevî meclisimizi zînetlendiren kalem hediyenizi aldık. Bu hediye, Risale-i Nur hizmeti noktasından ne derece ehemmiyetli olduğunu bugünlerde başıma gelen ve rü'yama giren bir hâdise ile anlayınız. Şöyle ki:

Bu çok kıymetdar manevî hediyeyi almazdan üç gün evvel, aynen hediyeniz Kastamonu'ya geleceği ânında rü'yada görüyorum ki; terfi-i makam ve rütbe için bizlere bir ferman-ı şahane manevî bir canibden geliyor, kemal-i hürmetle ellerinde tutup bize getiriyordular. Biz baktık ki; o ferman-ı âlî, Kur'an-ı Azîmüşşan olarak çıktı. O halde bu mana kalbe geldi: Demek Kur'an yüzünden Risale-i Nur'un şahs-ı manevîsi ve biz şakirdleri, bir terfi ve terakki fermanını âlem-i gaybdan alacağız.

Şimdi tabiri ise; o fermanı temsil eden masumların kalemiyle manevî tefsir-i Kur'an'ı aldığımızdır. Bu rü'yanın şimdiki tabiri çıkmadan bir-iki saat evvel, Feyzi ile Emin'in gösterdikleri tabir dahi haktır ve ehemmiyetlidir.

Hem bu medar-ı sürur ve ferah olan hediye-i nuraniyeyi, bir hiss-i kabl-el vuku' ile benim ruhum tam hissetmiş, akla haber vermemiş idi ki o gelmeden iki gün evvel, Feyzi ve Emin'in fıkrasında beyan edilen rü'yayı gördüğüm gecenin gününde, sabahtan akşama kadar ve ikinci günü de kısmen, hiç görmediğim bir tarzda bir sevinç, bir sürur hissedip mütemadiyen bir bahane ile ferahımı izhar edip, otuz-kırk defa tebessüm ile güldüm.

Hem ben ve hem Feyzi çok taaccüb ve hayret ettik. Otuz günde bir defa gülmeyen, bir günde otuz defa gülmek bizleri hayrette bıraktı. Şimdi anlaşıldı ki; o sürur, o sevinç, mezkûr manevî fermanı temsil eden masumların ve ümmilerin kalemlerinin yazıları nesl-i âtînin sahaif-i hayatlarına, Âlem-i İslâm'ın sahife-i mukadderatına ve ehl-i iman istikbalinin defterlerine neşr-i envâr edeceklerinin ve o masumların hâlis ve sâfi amelleri ve hizmetleriyle sahife-i a'malimizde hasenatlarını yazıp kaydetmesinin ve Risale-i Nur şakirdlerinin mukadderatını mes'udane idamesinin haberini veren, o daha gelmeyen hediyeden geliyordu. Benim, o azîm yekûnden hisseme düşen binden bir cüz'ü ruhen hissedilmiş, beni mesrurane heyecana getirmiş idi.

Evet böyle yüzer masumların makbul amelleri ve reddedilmez duaları sair kardeşlerimin defterlerine geçmesi misillü, benim gibi bir günahkârın sahife-i a'maline dahi girmesi, binler sürur ve sevinç verir. Böyle karanlık bir zamanda, bu ağır şerait altında böyle masumane ve kahramanane çalışmak için biz, hem o masumları ve o ümmileri ve muallimlerini tebrik, hem peder ve vâlidelerini tebrik, hem köylerini tebrik, hem memleketlerini, hem milletlerini, hem Anadolu'yu tebrik ederiz.

Mübarek masumların ve ümmilerin herbirisine birer hususî teşekkürname ve tebrikname yazmak elimden gelseydi yazacaktım; öyle ise bu arzumu bilfiil yazılmış gibi kabul etsinler. Ben onların isimlerini bir daire suretinde yazacağım, dua vaktinde bakacağım. Hem onları Risale-i Nur'un has şakirdleri dairesine dâhil edip, bütün manevî kazançlarıma hissedar edeceğim.

Benim tarafımdan onların peder ve vâlidelerine veya akraba ve üstadlarına selâmlarımı tebliğ ediniz. Cenab-ı Hak onları ve evlâdlarını dünyada ve âhirette mes'ud eylesin, âmîn.(19)

*Aydın şehri eskide Risale-i Nur'un mühim bir merkezi olmak ümidimiz vardı. O ümid kırılmıştı. Şimdilik Aydın'lı Hasan nâmında mümtaz kalemi ile ve isabetli dirayeti ile ve hâlis sadakatı ile Risale-i Nur dairesinde, hususan Mehmed Zühdü gibi ehemmiyetli bir rükünle el ele verip çalışmakla o kırılmış ümidimi canlandırdı.820)

*Aziz, sıddık kardeşlerim!

Sava medrese-i Nuriyesinin kahraman bir talebesi olan Marangoz Ahmed'in onun Sava medresesinin safvet ve ihlasını ve kuvvet ve irtibatlarını gösteren mektubunda bir-iki noktayı merak ediyor. Bir iki cihette çok mesrur oldum. Mucib-i merak birisi Sava'da Risale-i Nur'u yerleştiren mübarek Hacı Hâfız ile beraber çalışan ve ondan ders alan Hâfız Mehmed kimdir? O zât bence hizmet cihetinde pek ehemmiyetli göründü. İkincisi, o mektubda küçük talebelerden Hüseyin namındaki zât, Hâfız Ali'nin bir iki defa ondan bahsettiği ondört yaşında iken ve hastalıkla beraber fevkalâde Risale-i Nur ile meşgul olan kıymetdar çocuk mudur? Eski Said'in on yaşındaki garib vaziyetini bana ihtar ettiği için merak ettim.

Bizi mesrur eden bir cihet ise, Risale-i Nur'un dairesine masum çocukların çoklukla girmesiyle sahife-i a'malimize onların reddedilmez duaları ve a'mal-i sâlihaları girmesidir. İkincisi: Sava Medresesi etraf köylerinde Nurları neşretmesi ve onların masum çocuklarını da Hâfız Mehmed'in daire-i dersine celbetmesidir diye mektubunda Ahmed yazıyor. Hem onun mektubunda Risale-i Nur'un okuması Hüsrev'in hastalığına ilâç olduğu gibi pek çok defalarda, hattâ geçen müdhiş hastalığımda gelen doktora okudum. Hem ona, hem bana ilâç olduğunu gördük. Evet manevî deva olduğu gibi, bazan maddî ilâç da oluyor.

Risale-i Nur'un santralı olan Sabri'nin mektubunda iki nokta nazar-ı dikkati celbetti. Birincisi: Risale-i Nur'un yüksek talebelerine ve erkânlarına izin ve icazet noktasıdır. Madem Risale-i Nur'un şahs-ı manevîsi onları çok zaman dairesinde muhafaza edip çalıştırmıştır; elbette o sebatkâr, hâlislere icazet vermiş. İzni onlarla beraberdir. Ben de ondan icazet alıyorum. Bu nokta şimdilik yeter.

İkinci Nokta: Hüsrev ve Süleyman Rüşdü her vakit beraber düşündüğüm gibi, Sabri ile Sıddık Süleyman da aynen öyledir. Mektubla veya hayalen Sabri ile konuşsam daima Süleyman da beraberdir. Bu defa mektubumda Süleyman'dan ve Risale-i Nur mescidinin müezzini Şem'înin selâmını yazması münasebetiyle, benim için çok ehemmiyetli bulunan Barla'daki dostlarımı hususan Risale-i Nur'un başkâtibi Şamlı Hâfız Tevfik'i tahassürle tahattur ettirdi. Acaba o dostlarımdan vefat edenler kimlerdir? Onlardan sağ olanlara selâm, vefat edenlere dua..(21)

* Aziz, sıddık, mübarek kardeşlerim!

Sizin bu defa nuranî hediye-i kudsiyeniz o derece bizi mesrur ve minnetdar eyledi ki, ben ölünceye kadar bu hediye sahiblerini unutmayacağım. İnşâallah benim nazarımda gittikçe kıymeti ziyadeleşen ve yüz adam belki bir köy hükmüne geçen ve çok Lütfileri gösteren ve taşıyan ve elhak ikinci bir Hüsrev olan Tahir'in fevkalâde kalemiyle fevkalâde hediyesi ise, size gelen dehşetli taarruzdan haberim olmadan bir aydan beri şiddetli endişe ederek sizin için ruhen çektiğim manevî sıkıntıları ve azabları bütün bütün izale etti. Sürur ile kalbimi doldurdu. Ve kahraman iki Ali'nin muktedir kalemleriyle Tahir gibi imdadımıza koşan hediyeleri ve daha sair kardeşlerimizin ve masumelerin hediyeleri, hususan Hasan Âtıf'ın müstesna, mümtaz kalemiyle hediyesi küçük mikyasta Tahir'in aynı hediyesi gibi bizi ve bu havalideki Risale-i Nur mensublarını minnetdar ve mesrur eyledi. Bilhassa mübarekler heyet-i âlîsinden mübarek Hâfız Mustafa'nın kerametkâr ve zafer müjdecisini veren mektubu bize üç cihette kerametli göründü. On mektub kadar kıymetdar ve nusha gibi endişe hastalıklarına devadır. Allah sizlerden ebeden razı olsun, âmîn. Şimdilik emaneti aldığımıza dair size haber vermek için, bu pusulayı acele dilimi iyi anlamayan birisine yazdırdım. Kardeşlerimize ve hemşirelerimize ve masum ve masumelere ve ümmi ihtiyarlara selâm ve dua ederiz.(22)

*Kardeşimiz Marangoz Ahmed'in medrese-i Nuriyenin başlarından olan Hâfız Mehmed'in tam beraeti ve bütün risalelerini teslim alması onun dediği gibi bir keramet-i Nuriyedir. Biz de tasdik ediyoruz. Rü'yasında Hazret-i Ali (R.A.)'ın etrafımızdaki yılanları öldürmesi tabiri pek zahirdir. Rü'ya-yı sâdıkadır. Hocanın sualine verdiği zarafetli cevab ve temsilî bir teşbih cihetiyle o rü'yanın bir mana-yı işarîsi altına girebilir. Yoksa böyle sarih şeylere manası budur denilse münasib olmaz.(23)

* Risale-in Nur münasebeti ve cereyanı, güneş gibi bütün cereyanların ve münasebetlerin fevkindedir. Hiç bir şeye tâbi' olamaz. Hakikat-ı Kur'aniyeden başka hiç bir şeye âlet olamaz. Onun talebeleri muhtelif cereyanlarda bulunsa da, birbiriyle o nuranî ve semavî zincir ile bağlı olduklarından; hâdisatın fırtınaları inşâallah dağıtamaz. Fakat çok dikkat lâzım. Bu şaşırtan hâdiseler hengâmında en iyi çare; karışmamak, yalnız seyirci olmak gerektir. Talebelerden birisi, dinsizlik tarafdar olduğu bir siyasî cereyana tarafdar olsa, reddedilmez. Çünki Usûlüddin'de şu kaide vardır: "Bir mezhebin lâzımı, mezheb değil ki, lâzım ile mes'ul olsun." Yani eğer bir mesleğin lâzımı ve neticesi küfre girse, fakat o lüzum zahir olmazsa yahut zaruret-i ihtiyaç için girmiş ise; o mesleğin sahibi kâfir olmaz.

Bu kısacık işaret, iki gün evvel kalbime ihtar edildi. Size de belki faidesi var diye, bu kadarcık işaret ettim. Müsamahakârane geçininiz. Birbirinizin kusurunu görmeyiniz, tevil ediniz. Herkes senin gibi kahraman olamaz. Hem çok müşkilpesend olma. Aza kanaat ile, talebelerin az hizmetlerini de takdir et; tâ şevkleri kırılmasın. Hem Risale-in Nur'un dairesi geniştir, darlaştırma. Tâ ki aleyhdarlık fikri talebelere ve muhtaçlara ve siyasetçilere inad girmesin. Çünki dinsizlerin safında dahi fakat istikbalde Risale-in Nur'un talebeleri var diye ümid ederiz. Bu hengâmda görüşmek münasib değil, hem ihtiyat çok lâzımdır. Çünki sair yerlerdeki kardeşlerimize sıkıntı veriliyor. Mümkün olduğu kadar itidal ve teenni ve sabır gerektir.(24)

* Bütün ruh-u canımla bayramınızı tebrik ederim. Ve bu bayramımı çok mübarekleştiren mübarek masumların ve muhterem ümmi ihtiyarların ve üstadlarının bu defa gönderdikleri kıymetdar risaleleri beş cild olarak güzelce cildlettirerek tanzim ettik.

İnşâallah onlardan çok istifade edilecek. O mübarek masumların ve muhterem ümmilerin masumane ve hâlisane yazdıkları risaleler, Risale-i Nur'un kerametine yazıları da bir keramet ilâve ettiğini ve en güzel yazılardan ziyade tesirli olduğunu hissediyoruz.

Hattâ Feyzi'nin güzelce cildlettiği çocukların tevafuklu mecmuasını getirdiği vakit kuluncum ziyade ağrıyordu. Dedim: "Aman kardeşim! Benim kuluncumu tut, pek ağrıyor." Birden o mecmuayı açtık, baktık; birden öyle bir şifa oldu ki, kuluncumu unuttuk. Sonra tahattur ettik, hayret ettik. Hem o risaleleri yazanların isimlerini, hem yaşlarını, o beş mecmuanın başlarında medar-ı ibret ve onlara dua ettirmek için dercedeceğiz. Onları ve hususan üstadlarını ve peder ve vâlidelerini benim tarafımdan birer birer, hem bu hizmetlerini hem bayramlarını tebrik ediniz.

Hem Isparta hakkında benim büyük ümidimi fiilen isbat ettikleri için, bana büyük bir teselli verdikleri için, ölünceye kadar minnetdarlığımı onlara ve Mübarekler Heyetine ve Medrese-i Nuriye ve Nur ve Gül fabrikası sahiblerine tebliğ ediniz.(25)

* Kırk günden beri bura postası yol kapalı olduğundan gelmiyordu. Yalnız dünkü gün muharremin yirmidokuzunda Sabri'nin bir tek mektubunu alabildim. Çok merakta idim. Elhamdülillah sizde mûcib-i endişe bir hal yoktur diye anladım. Sizler ile uzunca konuşmak isterdim. Şimdi acele bir iş için ve postaya muhavereyi leffen ve bunun arkasında acib rü'yayı gönderiyorum. Nur ve Gül fabrikaları ve Mübarekler heyet-i faaliyeye ve medrese-i nuraniyelere ve Atabey kahramanlara ve beni çok minnetdar ve daima mesrur eden masumlara ve ümmi ihtiyarlara yüzbinler selâm ve selâmet duası ile hatm-i kelâm ederim.(26)

* Geçen Ramazan-ı Şerif'te, hastalığım münasebetiyle, herbir kardeşim benim hesabımla birer saat çalışmalarının pek büyük neticelerini aynelyakîn ve hakkalyakîn gördüğümden; böyle duaları reddedilmez masumların ve mübarek ihtiyarların ve bahtiyar üstadlarının, benim hesabıma arasıra lisanen ve kalben duaları ve çalışmaları, kalemleriyle yardımları, benim Risale-i Nur'a hizmetimin uhrevî bir netice-i bâkiyesini dünyada dahi bana gösterdi.(27)

* Aziz, sıddık ve sebatkâr kardeşlerim!

Merhum Lütfi'nin bir ders arkadaşı ve merhum Abdurrahman'ın bir vârisi ve nümunesi olan Zekâi'nin eski Zekâi'ye dönmesini ve tam nedametini çoktan beklediğim, bu defaki mektubuyla aynen merhum Abdurrahman'ın mektubu gibi ciddî bir nedamet ve dünya hevesatından bir nefret gösterdiğini gördüm. Böyle bir talebemi yine eski sadakatta bulduğuma şükrettim. Ve bunun bu sadakat ilticası ciddi olduğuna delalet eden Risale-i Nur'un bir kerametini beyan ediyoruz. Şöyle ki:

Burada Emin, Feyzi hâzır iken Âtıf Hasan'a dedim ki: Zekâi'yi gör ve de ki: Ben onu kabul ediyorum. Hastalara bakması da Risale-i Nur hesabına teselli vermek cihetinde mecburiyetle yapsa men' de etmeyiz. Daha yeni gelen mektubunda istediği mukabele nev'inde söyledik. Güya Zekâi kapı arkasında bulunuyor gibi Risale-i Nur hesabına ona karşı mukabelemi ve kabulümü işitiyor gibi, mesafece çok uzakta bulunan o kardeşimiz aynı zamanda, aynı anda mektubu yazıyor tahmin ettik. Konuşma ile mektubun mâbeynindeki zaman kat'î gösteriyor. Madem bu işaretle tam eski Zekâi ve Lütfi'nin kardeşi ve arkadaşı ve Abdurrahman'ın bir nümunesi makamına giriyor. Biz de onu Risale-i Nur'un has dairesi içine yine ona o makam verilmiş telakki ediyoruz. İnşâallah Mes'ud da Zekâi gibi, kıymetdar vazife-i sâbıkasına dönecek. Umum kardeşlerimize birer birer selâm ediyoruz.(28)

* Hasan Âtıf'ın uzun mektublarına uzun bir mektub ile cevab vermek onun hakkıdır. Fakat onun tam kanaat getirdiği terk-i şahsiyet ve teveccüh eylediği şahsiyet-i maneviye-i Nuriye, hususî mektuba ihtiyaç göstermiyor. Hâlis, muhlis Âtıf'ın uzun mektublarında üç ehemmiyetli cihet gördük. Birincisi: Bu âciz kardeşiniz nasılki esrar-ı gaybiye-i Kur'aniyeye tevafuk anahtarıyla bir zaman müteveccih oldum. Kaç defa kapı açıldı. Fakat onda istihdam edilmedim, kapandı. Çünki hakaik-ı imaniyeye hizmet ciheti yüz defa ihtiyaç noktasında müreccah olduğundan; o meraklı, zevkli olan tevafukat-ı gaybiye o vazife-i hakikiye mâni' olmasından o yolu bıraktık.

Aynen öyle de Hasan Âtıf'ın gayet sâfi kalbi ve gayet ince hissiyatı ve gayet hâlis sadakatı onu Risale-i Nur'un hazinesine garib bir tevafuk anahtarıylagirmeye çalışıyor. Gayet zevkli bir hakikatı hissediyor. Fakat hissiyatını kuvvetli şeylerle bağlayıp ifade edemiyor. Halbuki onun fevkalâde, herkesin nazar-ı istihsanını kendine celbeden kalemi ve sadakat ve ihlası, en ehemmiyetli vazife olan Risale-i Nur'un neşrindeki hizmetine bir derece zarar verdiğinden; o da benim gibi zevkli, meraklı yolda çok meşgul olmasa, ondan daha ziyade istifade edilir.

İkinci cihet: Hakikaten Âtıf fıtraten Risale-i Nur'a ve meşrebine ve hizmetine ve tam talebe olmasına ve sırr-ı ihlas ile fena fi-l ihvan düsturuna tam müsaiddir. Fakat pek hassas ve ince düşünceleri vardır. Hattâ ben iyi dikkatle ancak hissedebiliyorum.

Üçüncü: Müstesna ve parlak hattıyla beş on mühim düsturları -vecizeleri- Risale-i Nur'dan intihab edip, on parça kâğıtlar yazıp göndermiş. Biz de o mübarek vecizeleri odamızda her gelenlere Âtıf'tan bir ders-i Nuriye almak ve Âtıf'a hayır kazandırmak için duvara astık. Odamızı tezyin ettik.(29)

* Bugünlerde benim yanıma müteaddid ayrı ayrı zâtlar geldiler. Ben onları âhiret için zannettim. Hâlbuki ya ticaret veya işlerinde bir kesad ve muvaffakıyetsizlik olduğundan, bize ve Risale-i Nur'a, muvaffakıyet için ve zarardan kurtulmak niyetiyle müracaat edip, dua ve istişare istediklerini anladım.

Ben bunlara ne edeyim ve ne diyeyim? diye tahattur ettim. Birden ihtar edildi: "Ne sen divane ol ve ne de onları divanelikte bırakıp divanece konuşma. Çünki yılanlar zehirine karşı tiryak tedarikiyle ve onları kaçırmasıyla meşgul ve vazifedar bir tek adam, yılanlar içinde duran ve sineklerin ısırmasına maruz olan ve sinekleri kaçırmak için çok yardımcıları bulunan diğer bir adama, yılanların ısırmasını bırakıp ona, sinekler ısırmamasına yardım için koşan divanedir. Ve onu çağıran dahi divanedir. O sohbet dahi divanece bir konuşmaktır."

Evet, hadsiz hayat-ı uhreviyeye nisbeten muvakkat ve fâni kısacık hayat-ı dünyeviyenin zararları, sineklerin ısırması gibidir. Hayat-ı ebediyenin zararları, ona nisbeten yılanların ısırmasıdır.(30)

* Mektubunuzu almadan iki gün evvel gördüğüm bir rü'yayı beyan ediyorum. Şöyle ki: Gördüm: Şimdiki reis veya şimdiki reisler, tanıdığım ehemmiyetli bir-iki hocaya, hilafet rütbesini ve mes'elelerini tatbik etmeye ve hilafet, o hocalara veya reislere hangisine verileceğini rü'yada anladım. Ve o netice-i kararları bana göstermek için, bana karşı geldiklerini gördüm. Sonra uyandım. Sabahleyin kardeşlerime söyledim. Dedim: Allahu a'lem, Isparta havalisinde, Risale-i Nur'un maddî mağlubiyeti içinde manevî bir galibiyeti olmuş ki; büyük makamat-ı resmiyede en mühim mesail-i İslâmiye medar-ı bahs olacak. Biz Isparta'da o musibetin ne derece ileri gittiğini bilemediğimizden ve çoktan beri de ne hal-i âlemden ve ne de resmî halden anlamayıp dinlemediğimiz halde, bu rü'yanın rü'ya-yı sadıka olduğuna bir emare olan, beni bir gün baktırdı. O emare şudur ki:

Risale-i Nur'un ehemmiyetli bir talebesi Ankara'dan gelip, ben sormadan dedi: "Reis, Kur'an'a yeni bir tefsir yazmayı emretmiş, o da yazıyormuş."

Hem söylemiş ki: Dâhiliye Vekili, yirmi senelik bir âdete muhalif olarak, "Dinsiz bir millet yaşayamaz" diye din lehinde beyanatta bulunduğunu ve Maarif Nâzırı da, âdâb-ı İslâmiye lehinde, eski prensiplerine muhalif olarak beyanatta bulunduğu gibi, ehemmiyetli bir değişikliği ihsas ettiğinden; kulağımı kapadığım sekiz aydan sonra, bu rü'ya hatırı için, bu haberleri aldım. Bunun sebebini anlamak cidden arzu ettim.

Birden ihtar edildi ki: Ehl-i dalalet, memur-u siyasiyeyi aldatıp, Risale-i Nur aleyhinde genişçe, buradan oraya kadar bir daire içinde taarruz edip, derece-i kuvveti anlamak istediler. Gördüler ki, sökülmeyecek, mağlub edilmeyecek bir kuvvette gördüklerinden, ehemmiyetli büyük makamat-ı resmiyede, mahiyetini medar-ı bahs ve dikkat ettiklerinden, bilmecburiye bir nevi musalahaya yol hazırlamak ve şimdiye kadar hakikat ve hikmete muhalif olarak iyilikleri ölen reise ve fenalıkları millete, orduya vermek yerinde, o hata-yı azîmeye bedel, bütün fenalıkları ölene verip, kendilerini bir derece o dehşetli hatiattan kurtarmak çaresini aramağa, bir zemin teşkil etmeye çalışmış ki; hem rü'ya, hem bu haberler haber veriyor.(31)

* Bir gün yanıma parlak birkaç genç geldiler. Hayat ve gençlik ve hevesat cihetinden gelen tehlikelerden sakınmak için tesirli bir ihtar almak istediler. Ben de eskiden Risale-i Nur'dan meded isteyen gençlere dediğim gibi onlara dedim ki: Sizdeki gençlik kat'iyyen gidecek. Eğer siz daire-i meşruada kalmazsanız, o gençlik zayi' olup başınıza hem dünyada, hem kabirde, hem âhirette kendi lezzetinden çok ziyade belalar ve elemler getirecek. Eğer terbiye-i İslâmiye ile o gençlik nimetine karşı bir şükür olarak iffet ve namusluluk ve taatte sarfetseniz, o gençlik manen bâki kalacak ve ebedî bir gençlik kazanmasına sebeb olacak.

Hayat ise, eğer iman olmazsa veyahut isyan ile o iman tesir etmezse; hayat, zahirî ve kısa bir zevk ve lezzetle beraber, binler derece o zevk ve lezzetten ziyade elemler, hüzünler, kederler verir. Çünki insanda akıl ve fikir olduğu için, hayvanın aksine olarak hazır zamanla beraber geçmiş ve gelecek zamanlarla da fıtraten alâkadardır. O zamanlardan dahi hem elem, hem lezzet alabilir. Hayvan ise fikri olmadığı için, hazır lezzetini geçmişten gelen hüzünler, gelecekten gelen korkular, endişeler bozmuyor. İnsan ise eğer dalalet ve gaflete düşmüş ise, hazır lezzetine geçmişten gelen hüzünler ve gelecekten gelen endişeler o cüz'î lezzeti cidden acılaştırıyor, bozuyor. Hususan gayr-ı meşru ise, bütün bütün zehirli bir bal hükmündedir.

Demek hayvandan yüz derece, lezzet-i hayat noktasında aşağı düşer. Belki ehl-i dalaletin ve gafletin hayatı, belki vücudu, belki kâinatı; bulunduğu gündür. Bütün geçmiş zaman ve kâinatlar, onun dalaleti noktasında madumdur, ölmüştür. Akıl alâkadarlığı ile ona zulümatlar, karanlıklar veriyor. Gelecek zamanlar ise, itikadsızlığı cihetiyle yine madumdur. Ve ademle hasıl olan ebedî firaklar, mütemadiyen onun fikir yoluyla hayatına zulümatlar veriyor.

Eğer iman hayata hayat olsa; o vakit hem geçmiş, hem gelecek zamanlar imanın nuruyla ışıklanır ve vücud bulur. Zaman-ı hazır gibi, ruh ve kalbine iman noktasında ulvî ve manevî ezvakı ve envâr-ı vücudiyeyi veriyor. Bu hakikatın İhtiyar Risalesi'nde Yedinci Rica'da izahı var. Ona bakmalısınız.

İşte hayat böyledir. Hayatın lezzetini, zevkini isterseniz, hayatınızı imanla hayatlandırınız ve feraizle zînetlendiriniz ve günahlardan çekinmekle muhafaza ediniz. Her gün ve her yerde, her vakit vefiyatların gösterdikleri dehşetli hakikat-ı mevt ise, size -başka gençlere söylediğim gibi- bir temsil ile beyan ediyorum.

Meselâ:Burada gözümüz önünde bir darağacı dikilmiş. Onun yanında bir piyango fakat pek büyük bir ikramiye biletleri veren dairesi var. Biz buradaki on kişi alâküllihal, ister istemez, hiç başka çare yok, oraya davet edileceğiz, bizi çağıracaklar. Ve çağırma zamanı gizli olmasından her dakika ya "Gel i'dam i'lamını al, darağacına çık!" veyahut "Gel, milyonlarla altunu kazandıran bir ikramiye bileti sana çıkmış gel, al!" demelerini beklerken, birden kapıya iki adam geldi. Biri yarı çıplak güzel ve aldatıcı bir kadın, elinde zahiren gayet tatlı, fakat zehirli bir helva getirip yedirmek istiyor. Diğer biri de; aldatmaz ve aldanmaz ciddî bir adam, o kadının arkasından girdi. Dedi ki: "Size bir tılsım, bir ders getirdim. Bunu okursanız, o helvayı yemezseniz, o darağacından kurtulursunuz. Bu tılsımla o emsalsiz ikramiye biletini alırsınız.

İşte bakınız bu darağacını da zâten gözünüzle görüyorsunuz ki, bal yiyenler oraya giriyor ve oraya girinceye kadar da o helvanın zehirinden dehşetli karın sancısı çekiyorlar ve o büyük ikramiye biletini alanlar çendan görünmüyorlar ve zahiren onlar da o darağacına çıkıyorlar. Fakat onlar asılmadıklarını, belki oradan kolayca ikramiye dairesine girmek için basamak yaptıklarını milyonlar, milyarlar şahidler var, haber veriyorlar. İşte pencerelerden bakınız. En büyük memurlar ve bu işle alâkadar büyük zâtlar yüksek sesle ilân ediyorlar, haber veriyorlar ki: O darağacına gidenleri aynelyakîn gözünüzle gördüğünüz gibi, bu ikramiye biletini tılsımcılar aldıklarını hiç şekk ve şübhe getirmez, görür gibi, gündüz gibi kat'î biliniz." dedi.

İşte bu temsil gibi zehirli bir bal hükmünde olan gayr-ı meşru dairedeki gençliğin sefahetkârane zevkleri, hazine-i ebediyenin ve saadet-i sermediyenin bileti ve vesikası olan imanı kaybettiği için, darağacı hükmünde olan ölüm ve ebedî zulümat kapısı olan kabrin musibetine, aynen zahiren göründüğü gibi düşer ve ecel gizli olduğu için genç, ihtiyar farketmeyerek her vakit ecel cellâdı, başını kesmek için gelebilir. Eğer o zehirli bal hükmünde olan hevesat-ı gayr-ı meşruayı terkedip, tılsım-ı Kur'anî olan iman ve feraizi elde etmekle, o fevkalâde mukadderat-ı beşer piyangosundan çıkan saadet-i ebediye hazinesi biletini alacağına, yüzyirmidört bin Enbiya Aleyhimüsselâm ile beraber hadd ü hesaba gelmeyen ehl-i velayet ve ehl-i hakikat ve ehl-i tahkik müttefikan haber veriyorlar ve âsârını gösteriyorlar.

Elhasıl: Gençlik gidecek. Sefahette gitmiş ise, hem dünyada, hem âhirette, binler bela ve elemler netice verdiğini ve öyle gençler ekseriyetle sû'-i istimal ile, israfat ile gelen evhamlı hastalıkla hastahanelere veya taşkınlıklarıyla hapishanelere veya sefalethanelere veya manevî elemlerden gelen sıkıntılarla meyhanelere düşeceklerini anlamak isterseniz; hastahanelerden ve hapishanelerden ve kabristanlardan sorunuz. Elbette hastahanelerin ekseriyetle lisan-ı halinden, gençlik saikasıyla israfat ve sû'-i istimalden gelen hastalıktan "enînler" "eyvahlar" cevabını işittiğiniz gibi, hapishanelerden dahi, ekseriyetle gençlik saikasıyla gayr-ı meşru dairedeki harekâtın tokatlarını yiyen bedbaht gençlerin teessüfatını işiteceksiniz. Ve kabristanda ve mütemadiyen oraya girenler için kapıları açılıp kapanan o âlem-i berzahta -ehl-i keşf-el kuburun müşahedesiyle ve bütün ehl-i hakikatın tasdikiyle ve şehadetleriyle- ekser azablar, gençlik sû'-i istimalâtının neticesi olduğunu bileceksiniz. Hem nev'-i insanın ekseriyetini teşkil eden ihtiyarlardan ve hastalardan sorunuz. Elbette ekseriyet-i mutlaka ile esefler, hasretler ile "Eyvah gençliğimizi bâd-i heva, belki zararlı zayi' ettik. Sakın bizim gibi yapmayınız." diyecekler.

Çünki beş-on senelik gençliğin gayr-ı meşru zevki için, dünyada çok seneler gam ve keder ve berzahta azab ve zarar ve âhirette cehennem ve sakar belasını çeken adam, en acınacak bir halde olduğu halde, اَلرَّاضِى بِالضَّرَرِ لاَ يُنْظَرُ لَهُ sırrıyla hiç acınmaya müstehak olamaz. Çünki zarara rızasıyla girene merhamet edilmez ve lâyık değildir. Cenab-ı Hak bizi ve sizi, bu zamanın cazibedar fitnesinden kurtarsın ve muhafaza eylesin, âmîn...(32)

* Kastamonu'da lise talebelerinden bir kısmı yanıma geldiler. "Bize Hâlıkımızı tanıttır, muallimlerimiz Allah'tan bahsetmiyorlar" dediler. Ben dedim: Sizin okuduğunuz fenlerden her fen, kendi lisan-ı mahsusuyla mütemadiyen Allah'tan bahsedip Hâlıkı tanıttırıyorlar. Muallimleri değil, onları dinleyiniz.(33)

* İki gün evvel, İsm-i Hakem Nüktesi'ni okuyan bir Nakşî dervişi, güneşin ve manzumesinin bahsini, Risale-i Nur mesleğine vech-i tatbikini anlamamış. Demiş: "Bu da ehl-i fen ve kozmoğrafyacılar gibi bahseder" tevehhüm etmiş. Yanımda ona okundu, ayıldı. "Bu bütün bütün başkadır" dedi.(34)

* Bir kardeşimiz kusurunu görmediği münasebetiyle, onu ikaz için yazılmış ince bir mes'eledir. Belki size faidesi olur diye yazdık. Bir zaman evliya-i azîmeden nefs-i emmaresinden kurtulanlardan birkaç zâttan, şiddetli mücahede-i nefsiyeler ve nefs-i emmareden şekvalarını gördüm. Çok hayret ediyordum.

Hayli zaman sonra, nefs-i emmarenin kendi desaisinden başka, daha şiddetli ve daha ziyade söz dinlemez ve daha ziyade ahlâk-ı seyyieyi idame eden ve heves ve damar ve a'sab, tabiat ve hissiyat halitasından çıkan ve nefs-i emmarenin son tahassüngâhı bulunan ve nefs-i emmareyi tezkiyeden sonra onun eski vazife-i seyyiesini gören ve mücahedeyi âhir ömre kadar devam ettiren, bir manevî nefs-i emmareyi gördüm. Ve anladım ki, o mübarek zâtlar hakikî nefs-i emmareden değil; belki mecazî bir nefs-i emmareden şekva etmişler.

Sonra gördüm ki, İmam-ı Rabbanî dahi bu mecazî nefs-i emmareden haber veriyor. Bu ikinci nefs-i emmarede şuursuz kör hissiyat bulunduğu için, akıl ve kalbin sözlerini anlamıyor ve dinlemiyor ki, onlarla ıslah olsun ve kusurunu anlasın. Yalnız tokatlar ve elemler ile nefret edip veya tam bir fedailikle her hissini maksadına feda etsin. Ve Risale-i Nur'un erkânları gibi herşeyini, enaniyetini bıraksın.

Bu acib asırda dehşetli bir aşılamak ve şırınga ile hem hakikî, hem mecazî iki nefs-i emmare ittifak edip; öyle seyyiata öyle günahlara severek giriyor, kâinatı hiddete getiriyor. Hattâ kendim, bir dakika zarfında yirmi paralık bir sıkıntı ile, altmış liralık bir haseneye tercih etmeye çalıştım. Hem on dakika zarfında, büyük bir mücahede-i manevîde, benim cephemde kırkikilik bir top gibi düşmanlarıma atıp yol açtığı halde; o iki nefs-i emmarenin muvakkat bir gaflet fırsatında, hodgâmlık ve meyl-i tefevvuk gibi gayet zulümlü ve zulümatlı hissiyle, büyük bir şükür ve teşekkür yerine, "Ne için ben atmadım" diye en çirkin bir riya ve rekabet damarını hissettim.

Cenab-ı Hakk'a yüzbin şükür ediyorum ki, Risale-i Nur ve bilhâssa İhlas Risaleleri o iki nefsin bütün desaisini izale ve onların açtığı yaraları tedavi ettiği gibi, o bir dakika ve on dakikadaki haletleri birden izale etti. Ve manevî bir istiğfar olan kusurumu bildim. O hatanın muaccel cezası olan içindeki elemden ve azabdan kurtuldum.(35)

* Kastamonu'da ehl-i takva bir zât, şekva tarzında dedi: "Ben sukut etmişim. Eski halimi ve zevkleri ve nurları kaybetmişim." Ben de dedim: Belki terakki etmişsin ki, nefsi okşayan ve uhrevî meyvesini dünyada tattıran ve hodbinlik hissini veren zevkleri, keşifleri geri bırakıp, daha yüksek makama, mahviyet ve terk-i enaniyet ve fâni zevkleri aramamak ile uçmuşsun. Evet bir ehemmiyetli ihsan-ı İlahî; ihsanını, enaniyetini bırakmayana ihsas etmemektir.. tâ ucb ve gurura girmesin.

Kardeşlerim! Bu hakikata binaen, bu adam gibi düşünen veya hüsn-ü zannın verdiği parlak makamları nazara alan zâtlar, sizlere bakıp içinizde mahviyet ve tevazu ve hizmetkârlık kisvesiyle görünen şakirdleri âdi, âmi adamlar görür ve der: "Bunlar mı hakikat kahramanları ve dünyaya karşı meydan okuyan? Heyhat! Bunlar nerede, evliyaları bu zamanda âciz bırakan bu kudsî hizmet mücahidleri nerede?" diyerek dost ise inkisar-ı hayale uğrar, muarız ise kendi muhalefetini haklı bulur.(36)

* Ben sekiz sene, Kastamonu'da bir tek defa valinin ısrarıyla yanına ve iki defa da polishaneye gittim.(37)

* Kastamonu'da sekiz sene mübarek mahdumu ve merhum refikasıyla Risale-i Nur'a fevkalâde bir sadakatla çalışan ve kalemiyle Risale-i Nur'a çok hizmet eden ve çokları Nur dairesine getiren ve hapishanede kendi gibi kahramanlardan olan Sadık Bey'le hem istirahatıma, hem Nur şakirdlerinin tesanüdüne ehemmiyetli hizmet eden ve Feyzi ve Emin ve İhsan ve Ahmed'ler gibi has kardeşlerimizle yine Kastamonu'da Nurlara hizmet eden "Küçük Şeyh" namında Hilmi Bey bana mektubunda, Nurcu olan refikasının vefatını bildiriyor. O merhume hakkında medar-ı şükrandır ki; bir-iki aydır, dualarımda Zehra'lar dediğim vakit, Hacer'ler de derdim; içinde o merhumeyi de niyet ediyordum. Vefatını bilmiyordum. Cenab-ı Hak ona binler rahmet eylesin ve akrabasına sabr-ı cemil ihsan etsin, âmîn! (38)

* Burada lise mektebine tesirli bir nur girdi. O da Otuzikinci Söz'ün Birinci Mevkıfı, Otuzuncu Lem'a'nın İsm-i Adl ve Hakem Nükteleri, Tabiat Lem'ası hâtimesine kadar, Âyet-ül Kübra'nın "Evet bu dünya memleketine ve misafirhanesine giren herbir misafir..." diye başlayan Birinci Makam'ın başından -ilham, vahiy mertebeleri hariç kalıp- tâ onsekizinci mertebe olan kâinatın hudûs hakikatı tâ imkâna kadar, yeni hurufla, bir ihtar-ı manevî ile izin verdik. Daktilo (el makinası) ile kendilerine yazdılar. Siz de bu dört parçayı birden cild yapıp, yeni hurufla, ehl-i inkâra onikilik top güllesi gibi atabilirsiniz.(39)

Dipnotlar

 1-Lem'alar-s: 299-300

2-Kastamonu Lahikası gayr-i münteşirlerinden

3-Şualar s: 272

4-Kastamonu Lahikası s: 14

5-Kastamonu Lahikası s: 15

6-Kastamonu Lahikası gayr-i münteşirlerinden

7-Kastamonu Lahikası gayr-i münteşirlerinden

8-Kastamonu Lahikası s: 16

9-Kastamonu Lahikası s: 23

10-Kastamonu Lahikası s: 30

11-Kastamonu Lahikası gayr-i münteşirlerinden

12-Kastamonu Lahikası gayr-i münteşirlerinden

13-Kastamonu Lahikası gayr-i münteşirlerinden

14-Kastamonu Lahikası gayr-i münteşirlerinden

15-Kastamonu Lahikası s: 31

16-Kastamonu Lahikası s: 124-126

17-Kastamonu Lahikası s: 22- 23

18-Kastamonu Lahikası s: 56

19-Kastamonu Lahikası s: 92-93

20-Kastamonu Lahikası gayr-i münteşirlerinden

21-Kastamonu Lahikası gayr-i münteşirlerinden

22-Kastamonu Lahikası gayr-i münteşirlerinden

23-Kastamonu Lahikası gayr-i münteşirlerinden

24-Kastamonu Lahikası gayr-i münteşirlerinden

25-Kastamonu Lahikası s: 95

26-Kastamonu Lahikası gayr-i münteşirlerinden

27-Kastamonu Lahikası s: 96

28-Kastamonu Lahikası gayr-i münteşirlerinden

29-Kastamonu Lahikası gayr-i münteşirlerinden

30-Kastamonu Lahikası s: 103-104

31-Kastamonu Lahikası s: 118-119

32-Kastamonu Lahikası s:136-139

33-Sözler-s: 169

34-Kastamonu Lahikası s:210

35-Kastamonu Lahikası s:211-212

36-Şualar –s: 277

37-Emirdağ Lahikası-1 s:179

38-Emirdağ Lahikası-1 s:222

39-Kastamonu Lahikası s: 127-128

 

Bu yazıya yorum yazın


Not: Yanında (*) işareti olanlar zorunlu alanlardır.

Bu yazıya gelen yorumlar.

DİĞER YAZILAR

KENDİ DİLİNDEN BEDİÜZZAMAN-59

KENDİ DİLİNDEN BEDİÜZZAMAN-59

Bugünlerde, manevî bir muhaverede bir sual ve cevabı dinledim. Size, bir hülâsasını beyan ede

KENDİ DİLİNDEN BEDİÜZZAMAN-58

KENDİ DİLİNDEN BEDİÜZZAMAN-58

Altıncı Mertebe-i Nuriye-i Hasbiye: Müfarakat-ı umumiye hengâmı olan harab-ı dünyadan haber

KENDİ DİLİNDEN BEDİÜZZAMAN-57

KENDİ DİLİNDEN BEDİÜZZAMAN-57

Şeytanla bir Münazara *Bu risalenin te'lifinden onbir sene evvel Ramazan-ı Şerifte İstanbul'da

KENDİ DİLİNDEN BEDİÜZZAMAN-56

KENDİ DİLİNDEN BEDİÜZZAMAN-56

Irkçı Olmadığı Eğer derseniz: Sana Said-i Kürdî derler. Belki sende unsuriyet-perverlik fik

KENDİ DİLİNDEN BEDİÜZZAMAN-55

KENDİ DİLİNDEN BEDİÜZZAMAN-55

AHLAK-I ÂLİYESİNDEN BİR NEBZE Eski Said’in Ahlakı İstiğnası *Eski Said minnet almazdı.

KENDİ DİLİNDEN BEDİÜZZAMAN-54

KENDİ DİLİNDEN BEDİÜZZAMAN-54

VASİYETNAMESİ * Hem benim şahsımın, hem Risale-i Nur'un şahs-ı manevîsinin sermayesini, ken

KENDİ DİLİNDEN BEDİÜZZAMAN-53

KENDİ DİLİNDEN BEDİÜZZAMAN-53

TARİHÇE-İ HAYATIN NEŞREDİLMESİ * Tahsin’in neşrettiği Tarihçe-i Hayat yirmi büyük mecm

KENDİ DİLİNDEN BEDİÜZZAMAN-52

KENDİ DİLİNDEN BEDİÜZZAMAN-52

Mahkeme Reisine: Pek çok uzun ve mazlumane macera-yı hayatıma dair şu gayet kısa ifademi dinle

KENDİ DİLİNDEN BEDİÜZZAMAN-51

KENDİ DİLİNDEN BEDİÜZZAMAN-51

ISPARTA DÖNEMİ-1953-1960 * Ben Isparta'ya geldiğim vakit, Isparta'da İmam-Hatib ve Vaiz Mektebi

KENDİ DİLİNDEN BEDİÜZZAMAN-50

KENDİ DİLİNDEN BEDİÜZZAMAN-50

DEMOKRAT PARTİYE İKAZ, İRŞAD VE TAVSİYELERİ * Kırk seneden beri takib ettiğim ve Sultan Re

KENDİ DİLİNDEN BEDİÜZZAMAN-49

KENDİ DİLİNDEN BEDİÜZZAMAN-49

Bu mübarek gecede pek şiddetli bir ihtar kalbime geldi ki: İstanbul'daki Üniversiteciler Eski Sa

İnsanlar yalnız inandık demeleri ile bırakılıveriliceklerini, kendilerinin imtihana çekilmeyeceklerini mi sandılar?

Ankebut, 2

GÜNÜN HADİSİ

Her ölenin amel defteri kapanır. Yalnız Allah rızası için yurt sınırında nöbet bekleyenler müstesnadır

Riyazü's Salihin, 2/1297

TARİHTE BU HAFTA

*Kanije müdafaası(18 Kasım 1601) *Hz.Fatıma'nın(r.anha) Vefatı(22 Kasım 632) *İstanbul'un Müttefikler Tarafından İşgali(23 Kasım 1918) *Alparslan'ın Şehadeti(24 Kasım 1072) *Öğretmenler Günü(24 Kasım)

ANKET

Sitemizle nasıl tanıştınız?

Yükleniyor...

SİTE HARİTASI