ÖMER MUHTAR(1862-1931)-1. BÖLÜM

Merhum şehid Ömer el-Muhtar’la alakalı bir çalışmayı seneler önce hazırlamış ve sitemizde neşretmiştim.O zamandan bu yana hakkındaki okumalarım devam etti ve inşallah edecek. Bu arada tuttuğum notlar hayli birikince yazıyı yeni baştan ele almaya karar verdim ve genişlettim. Büyük mücahide sevgimin ve hayranlığımın acizane bir nişanesi olarak, arz ediyorum. Saygılarımla.


Salih Okur

nedevideobendi@gmail.com

2018-09-30 09:02:32

Biz asla teslim olmayız. Ya kazanırız, ya ölürüz. Bizden sonraki nesillerle de savaşacaksınız. Bana gelince, ben cellâtlarımdan daha uzun yaşayacağım." Ömer Muhtar

TAKDÄ°M

Merhum şehid Ömer el-Muhtar'la alakalı bir çalışmayı seneler önce hazırlamış ve sitemizde neşretmiştim.O zamandan bu yana hakkındaki okumalarım devam etti ve inşallah edecek. Bu arada tuttuğum notlar hayli birikince yazıyı yeni baştan ele almaya karar verdim ve genişlettim. Büyük mücahide sevgimin ve hayranlığımın acizane bir nişanesi olarak, arz ediyorum. Saygılarımla. Salih Okur/cevaplar.org

DOĞUMU VE ÇOCUKLUĞU

Ömer Muhtar, 1862 yılında(bazı kaynaklara göre 1858) Libya'da Defne bölgesinin Batnan kasabasında dünyaya geldi. Mensubu olduğu Münifiye kabilesi, Berka(Sireneyka da denilen Libya'nın kuzey doğu kesimi) çöl kabilelerinden ve izzet ve şerefiyle meşhur bir topluluktu.

Babası Muhtar, mertliği, cesareti ve güçlülüğü ile tanınmış kahraman bir şahsiyetti. Annesinin ismi Aişe binti Muharib'tir. Küçük Ömer, ilk eğitimini muhterem pederi Muhtar'dan aldı. Daha sonra Canzur medresesine kaydoldu.

Babası, 1878 yılında hac vazifesini ifâ için Hicaz'a giderken Ömer ve kardeşi Muhammed'i yakın arkadaşı, Canzur zaviyesinin şeyhi Hüseyin El Giryani'ye emanet etti. Muhtar'ın Hac sırasında vefatı üzerine onun ve kardeşi Muhammed'in yetişmesini, baba dostu el-Giryani uhdesine aldı.

MEDRESE EĞİTİMİ

İki kardeş Canzur medresesinden bir müddet okuduktan sonra, o sıralar Kuzey Afrika'da Ezher'den sonra en büyük medrese olarak kabul edilen Cağbub'taki İslami İlimler Akademisine kaydoldular. Ömer Muhtar burada Senusi hareketinin ikinci önderi Mehdî Muhammed b. Muhammed es-Senûsî'nin yanında öğrenimini tamamladı. Sekiz yıl kaldığı bu zâviyede İslâmî eğitimi Şeyh ez- Zervâlî el-Mağribî el-Cevvânî'den, dinî ilimleri ise Fâlih b. Muhammed ez-Zâhirî'den aldı.

İlmi tahsilinin yanında çeşitli sanat dallarında da kendisini yetiştirdi. Marangozluk, demircilik, ziraatçılık, duvar ustalığı gibi el becerilerini elde etti. Aynı zamanda usta bir binici olarak ün saldı.

Cağbub'taki okul arkadaşları onu son derece ciddi, üzerine düşen yükümlülükleri zamanında yerine getiren, istikrarlı bir yaşam süren bir şahsiyet olarak anlatmaktaydı. Kısa zamanda arkadaşları arasında liderlik vasıflarıyla temayüz etti. Gür sesi, üstün zekâsı, güzel konuşması sürekli ilgi odağı olmasına, etrafındaki kişilerin sözlerine kulak vermelerine yol açtı. Mütevazı yaşantısı, servet peşinde koşmaması, onu saygın bir şahsiyet haline getirdi. Bundan dolayı "Sidi Ömer" diye anılır oldu. Mısırlı âlim merhum Ahmed Şerbasi'nin ifadeleriyle; "İnsanlar arasında­ki anlaşmazlıkları dâhiyane ve ustaca çözümleme hususunda Allah vergisi bir yeteneği vardı."

SENUSÄ° HAREKETÄ°

Ömer Muhtar birçok Kuzey Afrikalı Müslüman gibi Senusi tarikatına mensuptu. 19.yy'da Kuzey Afrika'da teşekkül eden bu tasavvuf ekolu, kısa zamanda çok hızlı bir inkişaf göstermiş, içinde barındırdığı dinamizm ile sömürgeci güçlere karşı Afrika Müslümanlarının soluğunu daima diri ve taze tutmuştur. Merhum Ebul Hasen en Nedvi "Hakiki Tasavvuf" adlı eserinde Senusiliğin tasavvufla cihadı, mücahedeyle mücadeleyi birleştirmenin en parlak örneği olduğunu dile getirmektedir. (Bu hareket hakkında Şerif Ahmed Senusi ile ilgili çalışmamızda daha geniş malumat verdiğimizden, oraya havale ediyoruz.)

 ÜSTLENDİĞİ GÖREVLER

Ömer Muhtar'ın ağırbaşlılığı ve saygın kişiliği kendisine önemli görevler verilmesini sağladı. Eğitim yıllarında Mehdî es-Senûsî'nin dikkatini çekmişti. Bundan dolayı Mehdî es-Senûsî, 1895'te Cağbûb'dan ayrılarak Kufra'da yeni kurulan Tâc köyüne gidip burasını merkez zâviye yapmak istediğinde Ömer el-Muhtâr'ı da beraberinde götürdü.

Cağbub Üniversitesinin temsilcisi olarak Mısır ve Sudan'a gönderildi. Çeşitli heyetlere başkanlık yaptı. Kabileler arasında anlaşmazlıkların çözümünde arabulucu olarak görev aldı. Böylece kabilelere ve yaşam tarzlarına iyice muttali oldu. Cağbub üniversitesinde ihtisasını tamamladıktan sonra Kasur zaviyesinin başına getirildi. Seyyid Mehdi'nin şu sözleri Ömer Muhtar'a duyulan itimad ve güvenin en açık göstergesidir; "Ömer Muhtar gibi on adama sahip olsaydık, başka bir şeye ihtiyaç hissetmezdik."

Araştırmacı yazar Ahmed Kavas bey onun buradaki faaaliyetlerine şöyle ışık tutmaktadır; "1897 de, Cebelülahdar'daki kabilelerden Osmanlı Devleti'ne genelde tam itaat göstermeyen Merc kasabası yakınındaki Ubeyd kabilesine ait Kasûr Zâviyesi'ne şeyh tayin edildi. Bu kabileyi kısa zamanda Osmanlı idaresine yaklaştırdı ve buradaki diğer Arap kabileleri arasında devam eden kavgaları da sona erdirdi. Özellikle Ubeyd kabilesini cihad hareketinin öncü kuvveti olacak şekilde eğitti.

Bu zâviyede iken çocuklara İslâmî eğitim vermesi, yolculara ve çevredeki fakirlere ikramda bulunması, müntesiplerinin günlük işlerine yardımcı olması gibi faaliyetleriyle şöhreti arttı."

Daha sonra güneydeki Ayn Kalak zaviyesi şeyhliğine atandı. Gayret ve çabaları ile bu bölgeye Fransız işgal güçlerinin girmelerini engelledi. Daha sonra tekrar Kasur zaviyesi imamlığına getirildi.(1903) Bu vazifesini, İtalyan'nın Libya'ya saldırdığı 1911 yılına kadar sürdürdü.

Ä°TALYA'NIN LÄ°BYA'YA SALDIRMASI

Batılı devletlerinin sömürge kurma yarışında çok geç kalan İtalya, uzun zamandır Libya topraklarına göz dikmişti. Mısır'ın İngiliz işgalinde olması, Osmanlı devletinin deniz gücünün neredeyse olmaması gibi sebeplerden dolayı Libya'yı kolay bir lokma gibi gören İtalyanlar 27 Eylül 1911'de Osmanlı hükümetine verdikleri ültimatomla Trablusgarb'a çıkartma yaptılar.

İtalya askeri yetkililerinin hesabı işgalin 15 günde tamamlanacağı yönündeydi. Fakat bir avuç Osmanlı kuvveti ile dayanışma içindeki Libya halkı büyük bir direniş sergiledi. İtalyan askerleri kıyıdaki sahil kentlerinin çevresinde sıkışıp kaldı. Savaş çıkmaza girdi.

Balkan harbinin başlaması ile İtalya ile uzlaşma yoluna giden Osmanlı Devleti'nin zaten az sayıda olan kuvvetlerinin çekilmesi ile Libya halkı zalim İtalyan güçleri ile baş başa kaldı. Bu sırada umum Senusi mücahidinin başı Seyyid Ahmed eş Şerif es Senusi idi.

Tam bu sırada Senusi hareketinin ve de Libya halkının kaderini etkileyecek bir hadise zuhur etti. Avrupa kâfir zalimleri bir menfaat çekişmesini sonunda kanlı bir savaşa dönüştürdüler, Birinci Dünya Savaşı patlak verdi.

Seyyid Ahmed bu savaşa girme taraftarı değildi. Zira Libya'nın tek yardım kapısı olan Mısır'da hareketlerine göz yuman İngilizlere hücum etmek intiharla eş anlamlıydı. Osmanlı devlet erkânının planı ise, Mısır üzerine yapılacak kanal harekâtında, Senusi güçlerinin Libya tarafından vurmasıyla İngilizleri Mısır'da boğmaktı. Senusi kamplarına gelen Osmanlı subayları Seyyid Ahmed'i iknada çok zorlandılar. Almanya'nın gücünü, Mısır'ın Osmanlı idaresine geçmesi ile mücahidlerin Libya'da rahat bir nefes alacağını izah etmeye çalıştılar.

Fransız ve İtalyanlarla birlikte bir üçüncü cephe açmak istemeyen şeyh, sonunda gittikçe artan ısrarlar karşısında kerhen de olsa, Senusi mücahidlerine İngiliz hududuna saldırı emrini verdi. İngiliz güçlerinin şaşkınlığı sebebiyle hızlı bir ilerleme gösteren Senusi kuvvetleri, İngilizlerin karşı hücuma geçmesi ile ağır kayıplara uğrayıp, Trablus'un iç kesimlerine çekilmek zorunda kaldılar.

Öte yandan, Süveyş kanalı civarında Cemal paşa emrindeki Osmanlı birliklerinin başarısız harekâtları bütün planları suya düşürdü. Ve bu anlamsız hücum Senusilerin Mısır erzak yolunu tehlikeye düşürmekten başka hiçbir işe yaramadı. Senusi şeyhi bu ağır yenilgiden sonra bir kere daha Osmanlı devlet adamlarının iknasına boyun eğdi ve halifenin çağrısı üzerine mücadeleyi yarıda bırakarak bir denizaltı ile payitahta geldi ve 1933'te vefatına kadar bir daha Libya'yı göremedi. 

İDRİS SENUSİ DÖNEMİ VE NETİCESİZ BARIŞ GÖRÜŞMELERİ

Seyyid Ahmed'in ayrılması ile yerine Seyyid Mehdi'nin oğlu Seyyid Muhammed İdris geçti. İdris es-Senusi'nin İtalyanlarla ez-Zeytuniyye, Akrama ve er-Rahbe'de yaptığı bir dizi barış görüşmelerine şiddetle karşı çıkan Ömer Muhtar bu konuda şu tarihi sözünü söylemişti: "Bizim, Allah ve vatanımızın düşmanlarıyla savaşmaktan başka biç bir şeye ihtiyacımız yoktur."

Buna rağmen Emir İdris, İtalyanlarla anlaşma imzaladı ve kıyı şeridlerini İtalyanlara bıraktı. Onun hakkında en güzel değerlendirme yine Ömer Muhtar'a aittir; "Seyyid İdris iyi bir insandır, büyük bir babanın iyi oğlu. Fakat ne yapalım ki, Allah ona bu mücadeleyi ayakta tutacak bir yürek vermemiş." 

FAŞİST DEVRİMİ VE YENİ SALDIRI

Bu sıralar İtalya büyük çalkantılar içindeydi. 1922'den itibaren Benito Mussolini liderliğinde Faşistlerin İtalya'da egemenliği ele geçirmesi Libya üzerindeki kara bulutların daha da artmasına sebep oldu. İtalya'yı Roma imparatorluğu devrindeki azametine döndürme hülyaları kuran İtalyan "Duçe"si, Trablusgarb'taki direnişin ezilmesini, Senusi mukavemetinin kırılmasını birinci öncelikli iş olarak görüyordu.

Evvel emirde İdris Senusi ile yaptıkları tüm anlaşmaları fesheden İtalyanlar 1923 yılında ikinci işgallerine başladılar. Merhum Muhammed Zuvay'ın ifadesiyle "eline kılıçtan çok kalemin yakıştığı" Emir İdris ise beklenen İtalyan saldırısı öncesi Libya'yı terk ederek Mısır'a yerleşti. Yerine kardeşi Muhammed Rıza ile amcazadesi Seyyid Seyfeddin'i vekil bıraktı. Fakat onlar da, kendisi gibi, cihadın yükünü ve liderliğini yapabilecek şahsiyetler değillerdi. Ani İtalyan baskını ile bir an afallayan Mücahidler, kısa bir süre içinde bir büyük liderin etrafında toparlandılar. Daha önceki muharebelerde askeri dehası ile Osmanlı subaylarının dahi dikkatini çeken bu kahraman; Ömer Muhtar'dı.

 ÖMER MUHTAR'IN HAREKETİN LİDERLİĞİNİ ÜSTLENMESİ

Ömer Muhtar direnişin liderliğini üstlendikten sonra emrindeki kuvvetleri 100–300 silahlı atlı ya da yaya olarak küçük gruplar halinde organize etti. Bu güçler birer vurucu tim şeklinde idi. Bu gerilla çetelerine dor(devr) deniliyordu her birinin bir komutanı, bir kadısı, bir kaymakamı, bir istihbarat elemanı ve Osmanlı ordularının kışlalarında eğitilmiş bir subayı vardı. Ömer Muhtar'ın kendisinin de bizzat başında bulunduğu bir doru yani bir gerilla kampı vardı..

Bütün dorlar ise netice itibarıyla Ömer Muhtar'a bağlıydı. Dorlar, çok hızlı ve seri hareket kabiliyetleri ile İtalyan askeri kollarına, nakliyelerine, karakollara baskınlar yapıyor ve bir anda ortadan kayboluyorlardı. Sireneyka'da Ömer Muhtar idaresindeki çetelere genel olarak verilen isim "El Mahafdia" idi. Ve "dağlara tamamıyla onlar hükmediyordu."

Bu arada şu hususu da belirtelim; Libya'da Ömer Muhtar'ın hükmettiği alan Libya'nın Kuzey doğusu olan Berka (Sireneyka) ile sınırlıydı.. Berka, Kufra vahasını da içine alarak toplam 855.400 km2'lik bir sahayı kaplıyor ve Libya yüzölçümünün hemen hemen yarısını içine alıyordu.

Ömer Muhtar hareketin merkezi olarak karargâhını Calu vahasının Cebel-i Ahdar (Yeşil dağ) bölgesine kurdu. Her başarılı lider gibi Sidi Ömer de istihbarata çok önem vermekteydi. Korkuyu, kaçışı akıllarından silmiş bulunan Senusi kuvvetleri İtalyan garnizonları arasında mekik dokumaya başladılar. Hatta bedevi çoban kılığına girerek İtalyan birliklerinin arasında dolaşmakta ve onların hareket stratejilerini daima kontrol etmekteydiler. Senusilerin giriştikleri çarpışmalar belirsiz ama yaygın bir hal arz etmekte, saldırılar akıl almaz bir halde sürmekteydi.

Liderin bir başka yönünü, İtalyan araştırmacı Giorgio Rochat bize şöyle anlatmaktadır; "Zeki kumandan Ömer Muhtar, sürprize uğratılmamak için, erken yola çıkmayı bir alışkanlık haline getirmişti."

MISIR'A GÄ°TMESÄ°

Mücahidlerin kesin başarısı için iyi bir teşkilatlanma gerekiyordu. Bu da bir kısım ekonomik ve askeri yardımlara vabeste bir durumdu. Ömer Muhtar bir ara bunu temin için gizlice Mısır'a gitti. İdris Senusi ile bir takım görüşmelerde bulundu.

Ömer Muhtar'ın Mısır'da olduğunu öğrenen İtalyan gizli haber alma örgütü, onun barış masasına oturması için ikna etmek üzere bazı ajanlarını Mısır'a gönderdi. Bu ajanlar Sidi Ömer'i Mısır'da bulup ona kendilerine göre cazip tekliflerde bulundular. Eğer cihad hareketinden vazgeçer ve teslim olursa kendisine Bingazi'de en güzel bir köşk, hayatının sonuna kadar rahat yaşayacağı yüklü bir maaş ve ekonomik yardımlar teklif ettilerse de, bu büyük dava adamından tarihi bir şamar yiyerek elleri boş dönmek zorunda kaldılar. Şöyle kükremişti Çöl Aslanı: "Ben her isteyenin böyle kolayca yutabileceği bir lokma değilim... Beni kimse imanım, davam ve cihadımdan alıkoyamayacaktır. Allah onların iştahlarını kursaklarında bırakacaktır."

İdris es Senusi ile yaptığı görüşmelerden ümidini kesen Ömer Muhtar Mısır'lı Müslümanların kısmi yardımlarını alarak, beraberindeki heyet ile Cebelü'l-Ahdar'a döndü. Dönüş yolunda, Ebyâr-ul Gubâ mevkiinde İtalyanlar tarafından planlanan bir suikast da başarısızlıkla sonuçlandı.(23 Nisan 1923)

DÄ°RENÄ°Åž

İtalyanların üstün silah ve insan gücüne karşı mücahidler inatçı bir direniş sergilediler. Çatışmaların dozu gün gittikçe arttı. Bazı araştırmacılar sadece 20 aylık bir zaman diliminde Senusi güçleri ile İtalyan ordusu arasında 263 çarpışma geçtiğini belirtmektedirler ki, bu da mücadelenin şiddeti konusunda bize bir fikir vermektedir.

İtalyan kuvvetleri ilk yıllarda ciddi kayıplara uğradılar ve mücahidîne karşı bir üstünlük sağlayamadılar. Mesela Haziran 1923'de Sirte'de meydana gelen bir çatışmada Faşist güçler 13 subay ve 300 asker kayıp verdiler. Genel itibarıyla mücahidler karşısında perişan olan İtalyanlar, hınçlarını masum halktan çıkarıyorlardı. Bu ise direnişe olan desteğin gittikçe artmasına sebep oldu ve Mussolini'nin dediği gibi "Sireneyka, yeşil bitki örtüsüyle kan rengine bulandı."

Ağustos 1923 yılında bir İtalyan elçi heyeti Ömer Muhtar'a gelerek ona ayda 900 franklık bir maaş ve Zuvaya'ya Şeyh nasb ederek orada büyük bir köşk vermeyi teklif ettiler. Ömer Muhtar bu teklifi son derece gülünç bularak elçi heyetini kovmuş ve onlara "elçi heyeti olmasaydınız, kesinlikle sizleri böyle bir teklifi getirdiğiniz için idam ederdim" demişti. 

ÇIKMAZA GİREN DURUM

Mücahidler bin bir yokluk içinde kıvranırken, işgal güçleri, modernize olmuş birlikleri ile artık kesin bir darbe için hazırlanıyorlardı. Kuvvet dengesi olmayan bu çirkin savaşta İtalyanlar için her şey mubahtı. Direniş güçlerinin halktan yardım görmelerini engellemek için bölgedeki hayvanlar telef edilmekte, mahsuller, ürünler zarara uğratılmakta ve ormanlar yakılmaktaydı.

İtalyanlar bu ikinci işgal döneminde hava kuvvetlerini ve zırhlı araçları azami bir şekilde kullandı. Bu da mücahid kayıplarının giderek artmasına sebep oluyordu. Ormanlıkların ateşe verilip, ortadan kaldırılması sonucu, gerilla güçlerinin seyri kolaylıkla kontrol edilebilir hale gelmişti. Gözü dönmüş faşist güçler sadece 1923–1929 yılları arasında 141.766 küçük ve büyük baş hayvanı katlettiler. Yine bu yıllar şehid edilen mücahid rakamı İtalyan verilerine göre 4329'du.

Fakat bütün önlemlere rağmen Libya halkının direnişi, Senusi mukavemeti kırılamıyordu. İtalyan yazar Biagio Pace bu hususta şunları yazmaktaydı; "İçinden çıkılmaz bir konum oluşmuştu. Hem teslim olan kitleler hem de ayaklanan topluluklar cihad önderlerinin kontrol ve yönlendirmeleleri altındaydılar. Öyle ki, bölgede bu kişilerin ekonomik , siyasal, toplumsal etkinlikleri görülmekteydi.

Sivil halk yiyecek, silah, cephane, giysi, para, hayatın ve savaşın temel gereksinim ihtiyaçlarıyla ilgili gerilla guruplarına destek sağlamak amacıyla düzenli vergilerini ödemekteydiler. Bu sorumluktan kaçan hiçbir kişi yoktur. Köylü göçebelerden, şehirli tüccarlardan, çiftçilerden oluşan bu kitleler cihadın devamı için gereken destekte bulunmaktaydılar. Kabile şeyhleri hükümetin güvenini kazanmış olsalar da, Ömer Muhtar'a zekatlarını ödemekteydiler.

Tüm ülke, direnişin kökleşmesini ve yeşermesini sağlamak için gizli destek veren ince ve nazik bir sistem halinde bulunmaktaydı. Gittikçe canlanan bu direnişin planlarını ortadan kaldırmaya çalışmak ise tamamen anlamsızdı. Çünkü savaşan guruplara baskı uygulandığında dağılıp, sivil halk kitleleri arasında yerleşmekteydiler. Böylece onlardan istihabarat almakta, aralarında tedavilerini yaptırmakta, yeniden donatılmaktaydılar."

Fabrizio Serra ise izlenimlerini şöyle anlatmaktaydı; "Halk öylesine kararsız, maceraperest ve sıkıntılara alışkındı ki, savaşın yıkımı karşısında bile direnişten vazgeçmeyi düşünmediler. Yalnız bir gerçek, bir şeye duyulan nefret, bir şeyde gösterilen inat vardı ki, o da Hristiyan işgalcilere karşı duydukları nefrette inat etmelerdir. Öyle ki, olanca gayretleri ile buna devam etmekte ve tüm yakın temas tekliflerini red etmekteydiler." 

Mansur Ömer el Kihya'nın dediği gibi; "İtalyanlar kısa bir süre sonra Berka'daki ince yerel işbirliği tabakasının altında aslında yerinden sökülmesi zor sert bir kaya olduğunu görmüşlerdi."

İtalya'nın Sireneyka valisi Teruzzi, İtalyan birliklerinin içine düştüğü çıkmazı şöyle anlatmaktaydı: "İtalyanların, Senusiler karşısındaki askeri üstünlükleri beş para etmemekteydi. Çünkü savaştığımız güçler düzenli bir ordu değildi. Karşı güçler bir insicam içerisinde hareket etmekteydi. Güçler aynı pozisyonda olsa, ayaklanmaların bastırılması söz konusu olabilirdi. İtalyan birliklerinin çoğu hep savunma durumunda kaldı. Senusilerin direnişi karşısında 5000–10.000 kişilik ordularımız başarılı olamamaktaydı. Çünkü mücahidler hiçbir kayıt ve engel tanımamaktaydılar. Zaten kaybedecekleri neleri kalmıştı ki? Onlar için, esaret ölümden daha beterdi. Yaşadıkları topraklarda boyunduruk altında bulunmayı zül saymaktaydılar. Bugün bir yerde ortaya çıksalar, yarın 50 km ötede, ertesi gün 100 km ötede gün yüzüne çıkarlardı. Bir ay ortadan kaybolur, bir süre sonra masum bedevi kılığına girdikleri olurdu. Ya da ormanlıklara dalarak izlerini kaybettirirlerdi.

Küçük gruplar halinde bulunan, yakalanması mümkün olmayan, çevik, atak, hızlı hareket eden bu ateş parçalarına karşı güçlü askeri birliklerin ne anlamı vardı ki... Gündüzleri biz İtalyanlar, geceleri Senusiler hâkim oluyordu."

-devam edecek-

Bu yazıya yorum yazın


Not: Yanında (*) işareti olanlar zorunlu alanlardır.

Bu yazıya gelen yorumlar.

DÄ°ÄžER YAZILAR

"Allah bize yeter, O ne güzel vekildir" dediler.

Âl-i İmrân; 173

GÃœNÃœN HADÄ°SÄ°

İki kelime vardır ki, Rahman'a sevimli, dilde hafif ve mizanda ağır gelir. Bunlar; "Sûbhanellahi ve bihamdihi, Sûbhanellahil-azim=Yüce Allah'ı hamd ile tesbih ederim, Yüce Allah'ı tenzih ederim." kelimeleridir.

Buhari Tecrid-i Sarih, 2189

TARÄ°HTE BU HAFTA

*Kanije müdafaası(18 Kasım 1601) *Hz.Fatıma'nın(r.anha) Vefatı(22 Kasım 632) *İstanbul'un Müttefikler Tarafından İşgali(23 Kasım 1918) *Alparslan'ın Şehadeti(24 Kasım 1072) *Öğretmenler Günü(24 Kasım)

ANKET

Sitemizle nasıl tanıştınız?

Yükleniyor...

SÄ°TE HARÄ°TASI