RÄ°SALE-Ä° NUR DERS NOTLARIM-188

Ders: 17. Söz İzah: Mehmed Kırkıncı Hocaefendi İzah edilen kısım: “Hâlık-ı Rahîm ve Rezzak-ı Kerim ve Sâni'-i Hakîm; şu dünyayı, âlem-i ervah ve ruhaniyat için bir bayram, bir şehrayin suretinde yapıp bütün esmasının garaib-i nukuşuyla süslendirip küçük-büyük, ulvî-süflî herbir


Salih Okur

nedevideobendi@gmail.com

2018-11-09 15:22:16

Ders: 17. Söz

İzah: Mehmed Kırkıncı Hocaefendi

İzah edilen kısım: "Hâlık-ı Rahîm ve Rezzak-ı Kerim ve Sâni'-i Hakîm; şu dünyayı, âlem-i ervah ve ruhaniyat için bir bayram, bir şehrayin suretinde yapıp bütün esmasının garaib-i nukuşuyla süslendirip küçük-büyük, ulvî-süflî herbir ruha, ona münasib ve o bayramdaki ayrı ayrı hesabsız mehasin ve in'amattan istifade etmeğe muvafık ve havas ile mücehhez bir cesed giydirir, bir vücud-u cismanî verir, bir defa o temaşagâha gönderir."Sözler (s. 202)

* "bir defa o temaşagâha gönderir." Sözler (s. 202 ) bir defa.. Hani Kur'an'da var ya, ahirette kafirler diyecekler, ya Rab bizi tekrar dünyaya gönder, sana güzel kullluk yapalım. Cenab-ı Hak buyuracak "susun..susun.. tekrar dünyaya göndermek olmaz." Müfessirin-i kiram diyorlar ki "tekrar dünyaya döndürülselerdi, aynı şeyleri yapacaklardı."

Not: Merhum hocamızın işaret ettiği ayet-i kerimeler Muminun suresi 106-108. Ayet-i kerimelerdir. Mealen şöyle buyruluyor; "Derler ki: Rabbimiz! Azgınlığımız bizi altetti; biz, bir sapıklar topluluğu idik. Rabbimiz! Bizi buradan çıkar. Eğer bir daha (ettiklerimize) dönersek, artık belli ki biz zalim insanlarız. Buyurur ki: Alçaldıkça alçalın orada! Bana karşı konuşmayın artık!"

*Tenasühtür-menasühtür, kafadan konuşuyorlar..Adam okumuş, fakülteler bitirmiş, te yüksek yerlerde hoca olmuş, tenasühe inanıyor.. Yahu bu hurafeye bu adam nasıl inanıyor yahu Allah Allah..Halbuki bu Tenasüh ta beş bin sene evvel ki firavunların itikadı idi.

Not: Ruh Nedir? adlı eserinde Tenasüh meselesine mufassal bir yer ayıran merhum hocamız şöyle demektedir; "Tenasüh fikrinin, ilkönce nerede doğduğu hakkında ihtilâflar vardır. Bâzı kaynaklara göre, bu nazariyenin menşei Eski Mısır'dır. Tarihçi Herodot da aynı kanaattadır. Eski Mısır'da, ölen bir kimsenin ruhunun, hayvanların, bilhassa kuş ve yılanların cesetlerine geçerek hayatını devam ettirdiğine inanılırdı. Mısırlılar, ruhun, ölümün hemen akabinde bir hayvan cesedine girdiğine, havada, karada ve suda yaşayan pek çok hayvan cesedini dolaştıktan sonra, tekrar insan cesedine döndüğüne inanırlardı. Firavunlar devrinde, Piramitlerin yapılması, bu kaba hurafenin te'sîriyledir.

Bazı kaynaklarda, bu köhne safsatanın, Mısır'da tahsilini yapan Fisagor tarafından Yunanlılara ve böylece, Batı Dünyası'na götürüldüğü kaydedilmektedir. Doğu'da ise, tenasüh görüşü, daha yaygın bir şekilde, Hindistan'da görülmüştür. Ganj ve Sent nehirlerinin sıcak havzalarında yaşayan insanlar, öldükten sonra ruhlarının, kuşların hayatında devam edeceğine inanırlardı.(Mehmed Kırkıncı, Ruh Nedir, s. 73, Zafer Yayınları, İst. 1993)

Bugün enteresan, buna inanan Profesörler var. Hiç düşünemiyorlar, Allah'a veremiyorlar yani..Hani bizde derler; "kızı kendi haline koysan, sabah davulcuya, akşam zurnacıya kaçar." Şimdi bu ruh, cesed kendi hallerinde değiller ki hep Allah'ın emrindeler..

*"bütün esmasının garaib-i nukuşuyla süslendirip" Garaib-i nukuşuyla, yani garip garip nakışlarla..Öyle güzel ifadeler kullanıyor ki hele bakın..Tabii biz ülfet ettiğimiz için hissedemiyoruz yani..Mesela bir bülbül çok garip bir nakış..bir arı çok garip bir nakış..Bir İpek böceğine ne diyeceksiniz? Bir kartala ne diyeceksiniz? Bir ağaca ne diyeceksiniz? Renkli renkli çiçeklere ne diyeceksiniz? Ağrı dağı nakış değildir de nedir yani..bir derya ve içindekiler nakış değildir nedir?

Allah'ın büyüklüğüne bakın ki, yeryüzünde şu anda ne kadar nebatat varsa Allah'ın sıfatları, ilmi, kudreti hep onların yanında.. o yapraklara bakın, dikkat edin..O yapraklara hep damarlar vermiş, hayat alsınlar diye..

Arkadaşlar yani neye baksan hep Allah'ı dinliyorsun, yani hep Allah'ı konuşuyorlar. Şeytanlar ve kâfirler başka da kainatta Allah'ı konuşmayan, Allah'ı sevmeyen, sevdirmeyen bir mahluk yok..

*Allah büyük; sonu yok büyük.. 

*Cenab-ı Hak esma-i hüsnasıyla kainatta bir çok nakışlar yapmış, yapıyor ama Üstadın deyimiyle "nakş-ı azam" (en büyük nakış) insan..

*Zaman zaman nazara veriyoruz; Hz. Allah kendinden sonra insanı çok seviyor. İnsanı öyle seviyor ki, bir insan ne kadar günah ederse etsin, tevbe etti mi Allah ondan memnun oluyor, onu seviyor.

Gene zaman zaman söylüyorum, bir hadis-i şerif var da; (Hocamızın naklettiği hadisi metni ile nakletmek istedim(Salih Okur);

Rasûlullah (s.a.v.)'in hizmetçisi olan Ebû Hamza Enes ibn Mâlik el Ensârî (r.a)'den rivayet edildiğine göre Rasûlullah (s.a.v) şöyle buyurdular: "Kulunun tevbe etmesinden dolayı Allah'ın duyduğu memnuniyet sizden birinin ıssız çölde kaybettiği devesini bulduğu zamanki sevincinden daha çoktur." (Buhârî, Deavât 4; Müslim Tevbe 1)

Müslim'in başka bir rivayeti de şöyledir: "Herhangi birinizin tevbesinden dolayı Allah'ın duyduğu hoşnutluk ıssız çölde giderken üzerindeki yiyecek ve içeceği ile birlikte devesini kaybetmiş ve tüm ümitlerini de yitirmiş halde bir ağacın gölgesine uzanıp yatan, derken devesinin yanına dikiliverdiğini gören ve yularına yapışarak aşırı sevincinden dolayı ne söylediğini bilmeyerek "Allah'ım sen benim Rabbim, ben de senin kulunum" diyeceği yerde, "sen benim kulumsun ben de senin Rabbinim" diyen kimsenin sevincinden çok daha fazladır." (Müslim, Tevbe 7)

* "o temaşagâha gönderir" Ne kadar güzel.. Kainat bir temaşagah tabii.. Sungur ağabeyden dinledik, "Bir gün" diyor, "Üstadımızla birlikte bir taksiyle veya bir jiple bir buğday tarlasının yanından geçerken, Üstad arabayı durdurdu. "Hele gelin, hele gelin" dedi. Buğday tarlası da yeşil boğuma kalkmış daha. Öyle bir ekin ki, sık ve de yeşil. Rüzgar da vurdukça o buğday başakları kalkıp yatıyorlar. İndi üstadımız, baktı..baktı.. Biz de böyle geride duruyoruz.. "Temaşası benim olsun da samanıyla buğdayı kimin olursa olsun.." dedi.

Not: Buna benzer merhum Zübeyir Gündüzalp ağabeyin bir hatırası var; "Birgün otomobille büyük bir buğday tarlasından geçiyorduk. Biz bunların ekmek olup yenmesini düşünüyorduk. Bu sırada Üstad bize, 'Ekmeği sizin, tefekkürü benim' dedi.(Necmeddin Şahiner, Son Şahitler, Cilt. 3, s.21, Nesil Yayınları, İst. 2008)

*"Ve bilhâssa rûy-i zemin, hususan bahar ve yaz zamanında masnuat-ı sagirenin taifelerine öyle şaşaalı ve birbiri arkasında bayramlardır ki, tabakat-ı âliyede olan ruhaniyatı ve melaikeleri ve sekene-i semavatı seyre celbedecek bir cazibedarlık görünüyor ve ehl-i tefekkür için öyle şirin bir mütalaagâh oluyor ki, akıl tarifinden âcizdir. (Sözler, s. 202) Masnuat-ı sagire dediği küçük sinekler, böcekler. Baharda onların ne kadar çok çeşitleri var. Bahar mevsimi onların bayramı.. 

*"Sâni'-i Kerim, Fâtır-ı Rahîm, herbir taifenin resm-i geçit nöbeti bittikten ve o resm-i geçitten maksud olan neticeler alındıktan sonra, ekseriyet itibariyle dünyadan, merhametkârane bir tarz ile tenfir edip usandırıyor, istirahata bir meyil ve başka bir âleme göçmeğe bir şevk ihsan ediyor ve vazife-i hayattan terhis edildikleri zaman, vatan-ı aslîlerine bir meyelan-ı şevk-engiz, ruhlarında uyandırıyor."(Sözler, s. 203)

Ben bazı ihtiyarlarda bu hali gördüm. Bir Kurşunlu camiinin imamı vardı; İnam efendi, bir de Hacı Süleyman Arı efendi'nin babası vardı, Hacı İbrahim efendi. O da hocaydı. Yaşlıydılar, ikisinden de bunu işittim. Hacı İbrahim efendi bir gün bana dedi ki; "Hocaefendi! Daha ben bu dünyada niye duruyorum, anlamıyorum. Benim gitmem lazım. Sen bu işe ne dersin? Ben niye duruyorum acaba?" sanki ben "bir kaç gün daha dur" diyorum da..

İnam efendi de öyleydi. O da bana "hocam" derdi, benden yaşlıydı ama. "Ya hocam ben niye duruyorum burada, sen bu işe ne dersin?"derdi, ben de ona "ehh durmuyorsan git" derdim. İstiyorlardı ki buradan gideler.. Ne kadar güzel bir şey ya...Madem ki sen Allah'a gitmek istiyorsun, Allah seni sever.

Ölüm sevilecek bir şey.. Ölüm bize öyle bir nimet ki..Ölüm sayesinde ebedi hayata gidiyoruz. 

*Kars bir zaman Rusların istilasında kalmış. Cihan harbinden sonra Kars bize geçmiş. O zaman oralarda hoca noksanlığı olmuş. O sıralar bir adam ölmüş. Götürmüşler, kabristana koymuşlar. Telkin verecekler, kimse nasıl telkin verileceğini bilmiyor. Sanıyorlar ki telkin veremezsek olmuyor. "Ula nasıl edek" diye konuşuyorlarken bakıyorlar ki yoldan bir adam geçiyor. Başında Ahmediye var. -Ahmediye derdik biz-Ahmediye nedir biliyor musunuz? Ne kadar güzel bir ifade. Başa az sarılan sarık, görmüşsünüzdür.

"Aaa" demişler "işte bir hoca. Başında Ahmediye var." Adam "ya ben hoca değilim" filan demişse de dinlememişler, " nasıl hoca değilsin? Başında Ahmediye var." Zorla getirmişler. "Hayırdır, buyrun" demiş. "Ya hocam, bu ölüye bir telkin ver" demişler. "Ya kardeş ben telkin vermeyi bilmem" demişse de adamlar dinlememiş. Adam bakmış ki bir şey demezse dayak yiyecek. "İsmi nedir ölünün" demiş. "Mehmed demişler." Eğilmiş demiş ki; "Mehmed! Verdin alamadınsa, burada alırsın. Ama aldın vermedinse beş dakika sonra görürsün."

*Bir kitapta diyor ki, Cenab-ı Hak, bu küre-i arzdaki topraklar var ya, Cennetin arsalarına serptirecek, bu toprakları Cennete götürecek Cenab-ı Hak.

Küre-i arzı da Cennetin bir yerine koyacak ki, cennette her meşru arzu yerine geleceğinden mesela birisi diyecek ki, "Ya Rabbi! Ben dünyayı görmeyi bir arzuladım. Hele ben gidip mesela bir Erzurum'u görebilir miyim?" Gidip orayı bulacak. "Ha burada oturduk, burada ders yaptık. Burada oturduk-kalktık" diyecek. Cennet bu, her meşru olan arzu yerine gelecek.

Hatta kitapta diyor ki "Cennette bir adam diyecek ki "Ya Rab! Ben dünyada çiftçiliği çok severdim. Ben bu dünyada rençberlik yapmak istiyorum." Cennette bu isteği yerine gelecek. (Garık-i Rahmet olsun, Kırkıncı hocamız burada latife yaparak "Kimse satacaksın? Ekiyosun ama..Kime satacaksan, bana ne soracan" diyor ve cemaati güldürüyor.)

 Not: Bu meselede ki bir rivayeti İbn-i Kesir'in "Kitabu'l-Fiten ve'l-Melâhim," adlı eserinden nakledelim. Bu eser, Din İşleri Yüksek Kurul Üyesi Mehmed Keskin hocamız tarafından Ölüm Ötesi Tarihi adıyla dilimize çevrilmiş ve Çağrı Yayınlarınca basılmıştır. "İmam Ahmed b. Hanbel... Ali b. Atâ b. Yesar'dan rivayet etti ki; Ebû Hüreyre şöyle demiştir: Bir gün yanında bedevilerden bir adam varken Ra­sûlullah (s.a.v.) şöyle buyurdu:

"Cennetliklerden bir adam, ekin ekmek için Aziz ve Celil olan Rabbinden izin istedi. Rabbi ona dedi ki:

- Dilediğin şeyin içinde değil misin?

- Evet ama kendim ekin ekmek istiyorum.

İzin verildi. Ekin ekti. Ekini hemen tuttu. Köklerinin üstünde dikilip durdu. Biçilmeye hazır hale geldi. Dağlar kadar oldu. Aziz ve Celil olan Rab­bi ona: "Ekinden geri dur. Çünkü seni hiç bir şey doyurmaz!" dedi."

Rasûlullah (s.a.v.)'in yanında oturmakta olan bedevî dedi ki: "O adam mutlaka Kureyşli ya da Ensarî olmalı. Çünkü ekin sahipleri onlardır. Bize ge­lince biz ekin sahibi değiliz." Bedevinin bu sözüne Rasûlullah (s.a.v.) gül­dü.. (Buhari, Muzaraa, 3/20)

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Bu yazıya yorum yazın


Not: Yanında (*) işareti olanlar zorunlu alanlardır.

Bu yazıya gelen yorumlar.

DÄ°ÄžER YAZILAR

Rabbimiz! Bize gözümüzü aydınlatacak eşler ve zürriyetler bağışla ve bizi takva sahiplerine önder kıl!

Furkan, 74

GÃœNÃœN HADÄ°SÄ°

Herhangi bir kişi, mükemmel bir abdest alıp da namaz kılarsa, o namazla gelecek namaz arasında işlediği bütün günahları bağışlanır.

Buhari

TARÄ°HTE BU HAFTA

*Kanije müdafaası(18 Kasım 1601) *Hz.Fatıma'nın(r.anha) Vefatı(22 Kasım 632) *İstanbul'un Müttefikler Tarafından İşgali(23 Kasım 1918) *Alparslan'ın Şehadeti(24 Kasım 1072) *Öğretmenler Günü(24 Kasım)

ANKET

Sitemizle nasıl tanıştınız?

Yükleniyor...

SÄ°TE HARÄ°TASI