KENDİ DİLİNDEN BEDİÜZZAMAN-40

VASİYETNAMESİ * Vasiyetnamemdir Aziz, sıddık kardeşlerim ve vârislerim! Ecel gizli olmasından, vasiyetname yazmak sünnettir. Benim metrukâtım ve Risale-i Nur'dan olan benim hususî kitablarım ve güzel cildlenmiş mecmualarım vesair şeylerimin bütününü, Gül ve Nur fabrikalarının


Salih Okur

nedevideobendi@gmail.com

2018-11-16 15:07:28

VASİYETNAMESİ

* Vasiyetnamemdir

Aziz, sıddık kardeşlerim ve vârislerim!

Ecel gizli olmasından, vasiyetname yazmak sünnettir. Benim metrukâtım ve Risale-i Nur'dan olan benim hususî kitablarım ve güzel cildlenmiş mecmualarım vesair şeylerimin bütününü, Gül ve Nur fabrikalarının heyetine, başta Hüsrev ve Tahirî olarak o heyetten oniki kahraman kardeşlerime(1) vasiyet ediyorum. Onlara bırakıyorum ki; emr-i hak olan ecelim geldiği zaman, benim arkamda o metrukâtım, benim bedelime o sadık ve mübarek ellerde hizmet-i Nuriye ve imaniyede çalışsın ve istimal edilsin.

Kardeşlerim! Bu vasiyetten telaş etmeyiniz. Ben, teessürattan ve dokuz defa zehirlenmekten, pek çok zaîf olmakla beraber; gizli münafıkların desiselerle müteaddid sû'-i kasdları için bu vasiyeti yazdım. Merak etmeyiniz, inayet-i Rabbaniye ve hıfz-ı İlahî devam ediyor.(2)

* Evvelâ: Risale-i Nur'un kahramanı Hüsrev, benim bedelime ölmek ve benim yerimde hasta olmak samimî ve ciddî istiyor. Ben de derim: Te'lif zamanı değil, şimdi neşir zamanıdır. Senin yazın, benim yazımdan ne derece ziyade ve neşre faideli ise, hayatın dahi hizmet-i Nuriyede benim bu azablı hayatımdan o derece faidelidir. Eğer benim elimden gelseydi, hayatımdan ve sıhhatimden size memnuniyetle verirdim.

 Sâniyen: Şehid merhum Hâfız Ali'nin tam bir vârisi Hasan Feyzi'nin, Denizli hesabına ve o civarda ciddî kardeşlerimizin namına yazdığı parlak kaside ve dördüncü şehnamesi ve orada dahi şakirdlerin faaliyetle Nur'a çalışmaları, benim zehirli, şiddetli hastalığıma bir merhem oldu. Cenab-ı Erhamürrâhimîn'e hadsiz şükür olsun, Denizli'yi ikinci bir Isparta ve büyük bir İslâmköyü yapıyor.

Evet hâkim-i âdil, Muharrem ve Feyzi ve Hâfız Mustafa, bir-iki senede, yirmi sene kadar hizmet-i Nuriyeyi yaptılar; Nur'un şakirdlerini ebede kadar minnetdar eylediler. Cenab-ı Hak onlardan ve beraberlerinde Nur'a hizmet edenlerden ebeden razı olsun, âmîn!

 Sâlisen: Medrese-i Nuriyenin kahramanlarından ve Barla'lı marangoz Mustafa Çavuş ve Hâfız Mehmed'in tam vârisi Marangoz Ahmed'in Medrese-i Nuriye namına pek samimî ve hazîn ta'ziyenamesi, beni sürurla ağlattırdı. Ben de derim: Madem o mübarek medresede küçük ve büyük çok Said'ler var; ihtiyar, âciz, vazifesi bitmiş bir Said noksan olsa, ehemmiyeti yok. Hayat-ı bâkiyede madem beraberiz, bir muvakkat müfarakat olsa da, sizi müteessir etmesin.

Râbian: Hâkim-i âdilden sonra en ziyade hakikî adalete çalışıp Risale-i Nur'un serbestiyetine hizmet eden م ح ر م en hâlis şakirdler içinde ve benim öz kardeşim ve birinci talebem Molla Mehmed ismiyle onun namı, dualarımda ve manevî kazançlarımda beraberdirler.

Hâmisen: Bu saatte Konya'lı Sabri de; -Halil İbrahim ve Hasan Feyzi tarzında vasiyetnamem münasebetiyle- kısa fakat güzel bir kaside yazmış, üstadına çok ziyade kıymet vermiş. Kendi hüsn-ü zannının parlak âyinesinde, bu bîçare kardeşine fevkalâde ehemmiyet vermiş. Ve oranın âlimleri pek ciddî Nur'a çalışmalarını yazıyor.

Ben de derim: O üstad namı verdiği ve çok kıymet verdiği şahıs ise, Risale-i Nur'un şahs-ı manevîsi olabilir. Ben de onun namına kabul ettim, Lâhika'ya geçirdim; hem size de bir suretini gönderdim. Merak etmeyiniz, hastalığım gittikçe hafifleşiyor.(3)

* Ben vasiyetnamemi yazdığım aynı zamanda, gizli münafıklar, benim itimad ettiğim hizmetçilerimi zabıta tarafından yanıma gelmekten men'ettikleri aynı vakitte, fırsat bulup, tanımadığım birisiyle, sâbık dokuz defadan daha tesirli bir zehir bana yutturdular.

Hem aynı zamanda, Tonus'lu ve âlim kardeşlerimizden ve buraya kadar geçen sene beni görmek için gelip görüşmeden giden Hoca Haşmet, Yozgat'tan buraya yazıyor ki: "Said vefat etmiş, Risale-i Nur'un yüzotuz risalesi muhafaza edilsin. Tâ ki, ileride tab'edeceğiz."

Hem aynı zamanda Halil İbrahim'in vefatım hakkında bir hazîn mersiye hükmündeki parlak mektubu, şakirdleri ağlattırdı.

Hem bu zamana pek yakın, Hüsrev'in, kendi âdetine muhalif benim vefatıma dair bir-iki mektubunda, iki-üç gün ömür gibi tabirlerle ecelime işaretleri, bir parça beni müteessir etti. Acaba ben gidiyorum diye endişe ettim.

Hem bu aynı hengâmlarda, en ziyade hayat-ı dünyeviyedeki vazifemi düşünüp vefatımdan sonra şakirdler bu dehşetli zamanda benim bedelime de o vazifeyi yapacaklar mı diye çok merak ederken; birden Denizli, Milas, Isparta, İnebolu, ümidimin yüz derece fevkinde ve öyle bir sahabetkârane ve iltizamperverane o vazifeye koşup başkaları da ve muallim ve âlimleri koşturdular ki, beni hayret hayret içinde bıraktılar.

Elhasıl: Bu beş cihetteki tevafuk, zahir bir keramet-i Nuriyedir. اَلْحَمْدُ لِلّٰهِ هذَا مِنْ فَضْلِ رَبِّى

Kardeşlerim! Merak etmeyiniz, Cevşen ve Evrad-ı Bahaiye bu defa dahi o dehşetli zehirin tehlikesine galebe etti; tehlike devresi geçti, fakat hastalık devam ediyor.(4)

 

* Marangoz merhum Barla'lı, hârika sadakatlı Mustafa Çavuş'un tam yerine geçen Medrese-i Nuriyenin tam çalışkan kahramanlarından Marangoz Ahmed'in benim için Sava'nın Davraz Dağı'nda berzahî ve uhrevî bir menzil, bir mezar düşünmesi ve yazması, beni çok sevindirdi ve hazînane ağlattırdı.(5)

* Çok aziz ve tam sıddık kardeşlerim!

Bu defaki dört-beş mektublarınıza hususî birer mektubla cevab vermeğe şimdiki halim müsaade etmediği için kusura bakmayınız, kısa bir mektubla iktifa ediyorum.

Evvelâ: Hüsrev kardeşim! Sizi bu derece müteessir edeceğini bilse idim, zehirli hastalığımı ve vasiyetnamemi yazmayacaktım. Madem inayet-i İlahiye ve himayet-i Rabbaniye devam ediyor ve madem bu çok azablı hayattan saadetli ve bâki bir hayata geçmek ta'ziyeye değil belki tebrike lâyıktır. Ve madem te'lif vazifesi neşir vazifesine yerini bırakmış ve neşirde binler genç Said'ler, Hüsrev'ler, Abdurrahman'lar çalışıyorlar. Ve madem Risale-i Nur'un daimî ve bâki olan şahs-ı manevîsi, bu bîçare, âciz, fâni Said'den yüz derece ziyade şakirdlerine üstadlık edebilir. Elbette sizin elîm ve hazîn teessüratınız yerine teselliler ve bana ciddî tavsiye ve dualarla tahammüle yardım etmek ve beni tazib eden münafıkları Cehennem'e ve gazab-ı İlahîye havale etmekle kalben istirahat etmek gerektir.

Sâniyen: Kardeşim Re'fet! Senin Kur'an'a kuvvetli hizmetin ve Nurlara ehemmiyetli alâka ve irtibatın çoklara bir hüsn-ü misal ve sebeb-i teşvik olduğunu kat'î biliyoruz. Hususan bu defa Mu'cizat-ı Ahmediye tashihinde yedi çocuğun bahsine yedi yaşında iken Meliha'nın merakla dinlemesiyle tâ o zaman bu çocuk, Kur'ana ve Risale-i Nur'a tam bir şakird olacağını bildim. Ve Şükrü Efendi'nin vefat eden yedi-sekiz yaşında Hayrunnisa namındaki kızı dahi Meliha gibi nazar-ı dikkati celbetmiş idi. Şimdi onun bedeline hemşiresi vazifesini görmeğe başlamış, inşâallah öteki iki arkadaşları da onlar gibi hem Kur'ana hem Nurlara çalışacaklar. Ben onları masum şakirdler içinde dualarıma dâhil ettim. Hem mektubunuzda madem Konya'lı Hâfız Mustafa ve İsmail, Risale-i Nur'a müştaktırlar. Onları kabul ediyoruz. Çünki Isparta'dan başka, her yerden ziyade Konya âlimleri, Risale-i Nur'a tam sahib olmaya başlamışlar.

Sâlisen: Safranbolu kardeşim Mustafa Osman! Senin mektubunda benim haddimden yüz derece ziyade hüsn-ü zannın ve bana karşı samimi şefkatin ve Nurlara kuvvetli irtibatın beni çok mesrur eyledi. Yalnız Hazret-i Azrail Aleyhisselâm hakkındaki tabirin bana ağır geldi, kalben dedim: "Üstadını hürmet cihetinde bu derece ifrat caiz değil." Birden Yirmisekizinci Mektub'un Üçüncü Mes'elesi hatıra geldi ki, herkesin ruhunu Azrail Aleyhisselâm bizzât kabzetmiyor, belki onun taht-ı emrinde neferler gibi onun aveneleri küçük melekler var. Bu meleklerden birisi Said'in ruhunu kabzetmek için gelse, Mustafa Osman'ın tabiri ifrat-ı muhabbetten gelen bir hüsn-ü zanla caiz olabilir bildim. Fakat medar-ı itiraz olmasın diye onu çizdim. Ve Hıfzı ve Abdi ve Osman oralardaki kardeşlerimiz, benim bedelime kendileri ölmek istemeleri beni cidden ağlattırdı. Mâşâallah onlar gençtirler, benim bedelime dünyada kalıp Nur'a çalışsınlar.

Mehmed Feyzi'nin vâlidesi Ayşe'nin vefatını yazıyorsunuz. Cenab-ı Hak ona rahmet eylesin. Ve Feyzi'ye sabr-ı cemil ihsan eylesin. Benim tarafımdan onu ta'ziye ile deyiniz ki: O merhume Ayşe, Nurlar ile alâkadar idi, şakirdler içinde sayılmış idi. Şimdi eski gibi yine Hüsrev'in merhume vâlidesi Ayşe'ye arkadaş olup dualarımda ve manevî kazançlarımda ikisi beraber hissedar oluyorlar. Hem Feyzi madem serbest kalmış, fırsat bulunsa, zaman müsaade etse ben onu yanıma celbedeceğim. Vâlidesine bedel bana hizmet etsin. Çünki o Rüşdü'den ve Süleyman'dan sonra benim mizacımı ve hususi işlerimi görmesini tam biliyor, altı-yedi sene tam yapmış.

 

Râbian: Hüsrev'in mektubuyla gelen Tavas'lı Mehmed Çavuş'un ve A'ma Mehmed'in pusulaları bana ehemmiyetli geldi. Eğer bu Mehmed Çavuş, Molla Mehmed namında biz hapiste iken, tam kardeşimiz olmuş ve Nurlara çalışmış ve şimdi de o hapiste Asâ-yı Musa mecmuasına çalışıyor adam ise, benim nazarımda çok ehemmiyeti var. Çünki ben, o hapsi ehemmiyetli bir medrese-i Nuriye biliyorum. Nurların yazmasına ve okumasına ne lâzım ise, siz yardım ediniz. Benim tarafımdan hem ona, hem o A'ma Mehmed'e, hem o hapisteki umum dostlara selâmımı yazınız. Ve o hapis ve içindekileri ve Denizli'yi hiç unutmayacağımı bildiriniz. Umum kardeşlerime ve hemşirelerime ve masumlara ve ihtiyar ümmilere birer birer selâm ve dua ederiz ve dualarını isteriz.(6)

* Râbian: Konya'lı Sabri'nin mektubu beni çok mesrur eyledi. Mâşâallah her yerden evvel Anadolu medresesi olan Konya âlimleri, medresenin mahsulü ve herkesten evvel hocaların malı olan Risalet-ün Nur'a sahib çıkmağa başlamışlar. İnşâallah başka hocaları da intibaha sevkedecekler. Biz onlara, hem oradaki Nur talebelerine çok selâm ederiz ve Sabri'nin ve Eşref'in mektubundaki şakirdlerin faaliyetlerini tebrik ederiz.

Hâmisen: Gül ve Nur fabrikasının kahramanları Hüsrev ve yardımcıları ittifakla münasib gördükleri işleri kabul ederiz. Manevî tarihçe-i hayat mecmuasına siz münasib gördüğünüz parçaları ilâve edebilirsiniz. Meselâ: Pencerelerden bir kısmını veya tamamını ve Tahirî ve Abdullah Çavuş'un beğendikleri, Eski Said Yeni Said'e inkılabı zamanındaki münacatı gibi fıkraları ilhak edebilirsiniz.

Sâdisen: Mübarekler pehlivanı Küçük Ali'nin her vakit kalemi tam dikkatli ve tam sıhhatlı olduğu halde, bu defa gayet güzel ve mükemmel yazdığı mükemmel Zülfikar'da, Arabî cümlelerde arasıra az sehivlerin bulunması gösteriyor ki, ondan istinsah ettiği asıl nüsha tashihsizdir, o nüsha dahi tashih edilsin, tâ tenkidçi hocalar bahaneler bulmasınlar. Evet hayret ve teessüftür ki; hocalar bütün kuvvetleriyle Risale-i Nur'a yardım ve şakirdlerini teşvik etmek onlara vâcib ve lâzım iken, derd-i maişet sebebiyle aksiyle hareket görünüyor. Hem bu memleketteki vatanperver ehl-i idare herşeyden evvel Risale-i Nur'u resmen tervic ve takdir ve teksir etmek, millet ve memleket maslahatı noktasında onlara lâzım iken bilakis manasız evham yüzünden, asılsız bahaneler ile ve yalan propagandalar ile intişarına ve revacına mâni' oluyorlar. Madem hal böyledir, sizler telaş etmeyiniz, şevkiniz kırılmasın, tâ onların akılları başlarına gelinceye kadar tam metanet edip onların çekinmelerinden me'yus olmayın. Elbette makinenin faaliyetine karşı, münafıklar ve zındıklar dahi aksine çalışacaklar. Hem siz hiç merak etmeyiniz, inşâallah inayet-i İlahiye muarızları susturup makine mahsulâtını âlem-i İslâma neşrettirecek, zemin yüzünde revac verecek.(7)

* Aziz, sıddık kardeşlerim!

Evvelâ: Re'fet'in selâmet ile ameliyatı ve vazife-i Nuriye başına gelmesi ve çok ehemmiyetli vazifemiz olan tashihe yardım etmesi ve seyahatında çok âlimleri ikaz etmesi beni çok mesrur eyledi ve hastalığıma bir nevi merhem oldu. Ve o ameliyata gittiği vakit tâ İstanbul'dan, edilinceye kadar kendi şahsıma ait şifa duasında şerik oldu ve lâyıktı. Ve orada bana tashihatla yardım etmek fikri şimdi çok isabetli oldu. Çünki ben şimdi çok yoruluyorum. Hem kuvve-i hâfızam yardım edemiyor. On ve onbeş sene evvel yazılan bazı risaleleri tashih vaktinde başka nüsha ile mukabele olmadan ezber olarak, kelime ve harflerini aynen tahattur etmek bu haletimde ancak hârika olabilir. Bu münasebetle hizmet-i Nuriyeye ait bir ikram-ı İlahîyi beyan etmek zamanı geldi. Şöyle ki:

Nasıl te'lif zamanında on dakika ve kırk ve bazan bir saatte te'lif olunan risaleleri, şimdi on günde ne ben, ne başkası yapamadığı gibi, aynen onun gibi bir ikram-ı İlahî olarak hem Barla'da, hem Kastamonu'da yalnız iken; hem dağlarda gezmek ve te'lif vazifesini de, hususî işlerimi de görmekle beraber hem etrafta pek çok Risale-i Nur müstensihlerinin birinci tashihlerini tevfik-i İlahî ile mükemmel yapıyordum. Hem başka nüshalar ile hiç mukabele etmeden, hem çok zaman evvel yazılan risalelerin en ince noktaları, harfleri kadar ezber tashihe muvaffak oluyorduk. Bazan bir günde, üç-dört risale tashih ediliyordu. Ve yüzer sahife manayı tamamıyla dikkate alıp noksan kelimeler, bazı satırlar noksan kalemimle mükemmel yazılıyordu. Şimdi kat'iyyen hiçbir şübhem kalmadı ki, o acib tashihler ve mukabelesiz her risalenin te'lif zamanını tahattur edip aynı kelime ve hurufatını ıslah etmek, sırf bir ihsan-ı İlahî ve ikram-ı Rabbanîdir. Ve hizmet-i Nuriyenin makbuliyetine ve marzî-i İlahî dairesinde olduğuna bir işarettir. Bugünlerde bu hastalığın tesiriyle bu noktayı anladım. Bazı günde çok meşgaleler içinde yüzelli sahifeden ziyade, Asâ-yı Musa, Zülfikar gibi mecmualardan tashih ederken şimdi mukabelesiz yapamadığım gibi ancak yirmi sahife yapabilirim. Yine şükür ederim. Yalnız olduğum için çok yerlerden gelen nüshaların tashihatına vakit bulamıyorum. İnşâallah sizler bundan sonra bu noktadan bana yardım edersiniz. En ziyade noktalar ve harekelerde sehiv düşüyor.

Meselâ: Bir müstensih bütün "ihtiyac"ı "ihtiyaç" yazmış….olmuş. Tarz-ı telaffuza bakıp noktalar yanlış konuluyor. Hem ilm-i nahv itibariyle harekeler yanlış düşer. Bu kusurla beraber çok şükür ediyoruz ki; elmas kalemli Nurcular fevkalâde ihtimam ve iştiyak ile mükemmel ve müzeyyen ve çabuk ve tevafuklu yazıp ehl-i imanın yardımına koşuyorlar. Hattâ bir-iki gün evvel kitablar içinde Isparta'lı Halil İbrahim'in yazısıyla bir Zülfikar elime geçti. Baktım ki, baştan aşağıya kadar öyle süslü ve şirin bir tezyinat ve benim çok hoşuma giden bir tarzda yazılmış, tezyin edilmiş. Bin mâşâallah ve bârekâllah dedim. Bu nüshanın bana geldiğini bilmiyordum. O nüshayı birden bulmuş kadar memnun oldum.

Sâniyen: Küçük Isparta'nın makinesinin faaliyette olduğu, bizlere ve Anadolu'lu ehl-i imana büyük bir ihsan-ı İlahîdir. Cenab-ı Hak onları muvaffak eylesin, âmîn. Ve Medreset-üz Zehra'nın şimdilik kâğıtlarının bulunmaması, fakat Hüsrev'in kalemi ihzariye için onun mukaddemesini yapması cihetiyle o te'hir zarar vermez, belki bir hikmeti var, hayırdır. Yahut faaliyetlerine karşı ya bir dost maslahat niyetiyle bilmeyerek veya bir muarız düşmanlık ederek bir bulantı vermiş. Merak etmeyiniz, hiç ehemmiyeti yok. Muarızların üflemesiyle o parlak dağ gibi Nurlar sönmez, belki daha ziyade ışıklanır. Hem beş vecihle ibadet olabilen Nurların kalemle kitabeti ve yazıyla Medreset-üz Zehra'nın faaliyeti manevî ve hiç durmaz bir makinedir.(8)

*Umum kardeşlerimizin namına Tahirî'nin buraya gelip hem leyali-i aşereyi, hem bayramımızı tebrik, hem iyadet-ül marîz a'nî bîçare hasta kardeşinizin keyfini sormak için gelmesi, benim hastalığıma bir manevî ilâç oldu. Ben de o mübarek kahraman kardeşimizi umumunuz namına ve umumunuzu görmüş gibi kabul ettim. Şimdi ben de onu bir Said olarak kendi yerimde umumunuza birer birer bayramınızı tebrik için gönderiyorum. Cenab-ı Hak böyle tevfikli ve faal ve hâlis kardeşleri ve vârisleri bana verdiği için kemal-i sürur ve ferah ile dünyayı terkedebilirim. Umumunuza binler selâm ve tebrikler.(9)

* Aziz, sıddık kardeşlerim!

Evvelen: Dört Zülfikar, bir Asâ-yı Musa arefe gecesinde bu bayramımıza firdevsî ve nuranî bir hediye oldu. Onları yazan Marangoz Ahmed, Efe Şükrü, Ali Osman, Merhum Ahmed'in kerimesi Hatice'nin defter-i hasenatına Cenab-ı Hak herbir harfine mukabil bin hasene yazsın ve onlara ve geçmişlerine binler rahmet eylesin, âmîn. Hakikaten bu kahraman şakirdler, Zülfikar'ın güzel hakikatlarına güzel bir libas giydirmişler. Benim şiddetli hastalığım ve o hastalıktan gelen şiddetli sıkıntılarım onları yanımda görmekle ve düşünmekle ve bakmakla hafifleşiyor. Maddî bir ilâç hükmüne geçiyorlar. Sava medrese-i Nuriyenin kahramanane kalem hizmetleri bu memleketi ve âlem-i İslâmı ileride çok minnetdar edeceğini gösteriyor. Mâşâallah Ali Osman, Nur'un neşir ve yazı gibi iki vazifesini yaptığı gibi, iki mecmuayı birden ve mükemmel yazmış.

Sâniyen: Kahraman Nazif'in makine mahsulü sekiz sahifede yalnız iki küçük sehivden başka bulamadım. Bin mâşâallah. Bu faal kardeşimiz kâğıdların âdi olmasına rağmen pek güzel ve süslü ve dikkatli yazıyor. O sehivlerden birisi: 61. sahifede "büyük" yerine "bütün" sehven yazılmış. 59. sahifede "mütederric" yerinde "münderic" yazıp "te" noktasının yarısını noksan bırakmış. Madem böyle hârika şakirdler, Risale-i Nur'a sahib çıkmışlar. Benim vazifeme çalışmama mâni ne kadar hastalıklar ve ölüm de olsa beş para ehemmiyeti yok. Zâten işaret-i gaybiye ile altmışdörtte vazifem bitecek ihbar edilmiş. Demek bana ihtiyaç kalmayacak. Evet iki Isparta'nın kahramanları o vazifeyi benden çok mükemmel görüp sahib çıkacaklar diye müjde verilmiş. İnebolu şakirdlerinden Ali Osman'ın oradaki şakirdlerin bir kısmını Nur hizmetinde gayretlerini ve lâyık oldukları faziletlerini gösteren mektubunu işaret ettiğim kısımlar Lâhika'ya girsin.

Sâlisen: Karye-i İrfan talebeleri namına ciddî iki kardeşimiz Mehmed Asan ve Mustafa Bayram'ın tebrik mektublarını ve neşriyat-ı Nuriyede faaliyetlerini ve tam sebatkârane ileri gittiklerini anladım. Cenab-ı Hak onları muvaffak eylesin. Ve onların ve Karye-i İrfan ve Soma'daki kardeşlerimizin de benim bedelime bayramlarını tebrik ediniz. Hususan Isparta, Kastamonu ve Denizli vilayetleri, umum memlekette umum kardeşlerimize ve hemşirelerimize ve masum ve ihtiyar taifelere birer birer hem bayramlarını tebrik, hem selâm ve selâmetlerine dua ederiz.(10)

* Aziz, sıddık kardeşlerim!

Evvelen: Çok alâkadar olduğum Kastamonu Nurcuların başı hükmünde merhum Şeyh Ziyaeddin'in vefatı bizi çok müteessir eyledi. O zât eskiden beri Hâlid Ziyaeddin, Ahmed Ziyaeddin, Hazret-i Ziyaeddin, dördüncü bu Şeyh Ziyaeddin olarak daima her gün bütün manevî kazançlarımı onlara da bağışlıyorum. İnşâallah devam da edeceğim. Kastamonu'nun Hüsrev'i olan Mehmed Feyzi bizim bedelimize hem merhumun akrabasını ta'ziye, hem Kastamonu ve civarındaki Nurcuların bayramını tebrik ettiğimizi tebliğ etsin. Hususan Hilmi, Emin'ler, Tahsin'ler, İhsan'lar, Ahmed'ler, Hâfızlar ve sâir Nurcu hemşirelere hem selâm, hem bayramlarını tebrik ediyorum. Hem oradaki komşularıma ve dostlarıma ayrıca selâm ederim.

Sâniyen: Medreset-üz Zehra'nın demirbaş şakirdlerinden Kâtib Osman'ın oranın şakirdleri namına bayram tebrikleri içinde hakkımda ve hakkımızda gayet güzel ve tesirli, inşâallah makbul ve mübarek duaları, benim bu sıkıntılı hastalığımda sürurlu bir inşirah vermesi, o duaların makbuliyetine bir emare telakki ettim. Isparta Hulusi'si Re'fet'in benim yerimde tashihata başlaması ve mübareklerden Tahirî'nin ciddî arkadaşı Abdullah Çavuş'un Zülfikar'ını benim için tashih etmesi, beni çok memnun ve minnetdar eyledi.

Sâlisen: Nurlarla alâkası çok kuvvetli ve az bir zamanda çok iş gören Mustafa Osman'ın Safranbolu şakirdleri namına bayram tebriki münasebetiyle, Nur'un ihbarat-ı gaybiyesinin tezahürüne dair uzun mektubunun mesleğimize muhalif olan siyaset maddelerini bırakıp, yalnız başta ve âhirde bir kısmını Lâhika'ya geçirdik. Hem ona, hem iki masumu ve refikası ile Nurlara çalışan Hıfzı'ya ve o civardaki Nurculara bilmukabele bayramlarını tebrik ve muvaffakiyetlerine dua ediyorum.

Râbian: Aydın tarafında bulunan ve eskiden beri ehemmiyetli bir kardeşimiz Halil İbrahim'in Nur dersinde bir zeki arkadaşı ve hapishanede Nurların kuvvetli bir dava vekili Ahmed Feyzi'nin sizlere yazdığı güzel tebriknamesini ve şiddetli alâkasının devam etmesini gördüm, çok mesrur oldum. İnşâallah o kuvvetli Nurcu o tarafı tenvir edecek. Zâten öyle birisi öyle bir yerde lâzım imiş. Benim tarafımdan ona çok selâm ve şiddetli alâkasını ve bayramını ve orada Nurlarla alâkadar olanların bayramlarını tebrik ediyoruz. Hususan Hacı Emin ve akrabalarına çok selâm ediyorum. Denizli ve civarında ve hapsinde bütün kardeşlerimize ve Nurculara, hususan Denizli Hüsrev'i Hasan Feyzi ve rüfekası ve Nurları bana getiren Hâfız Mustafa ve Yalvaç'lı .. ve hâkim-i âdil ve Nur'un serbestiyetine hizmet eden Muharrem gibi zâtlara ve hapisteki bize kardeş olup çok insaniyet gösteren zâtlara hem bayramlarını tebrik, hem çok selâm ediyoruz ve onları unutmuyoruz ve unutamıyoruz.(11)

ANKARA VALİSİ NEVZAT TANDOĞAN'IN İNTİHARI- 9 TEMMUZ 1946 

*Bana şapka için Ankara'da sıkıntı veren vali Nevzad'ın intiharıyla, kendi tokadını ve cezası kendi eliyle verilmesini..(12)

* Yirmi senede kaç vilayetin zabıtaları kıyafetime ilişmedi. Yalnız yirmibeş sene evvel Ankara Valisi Nevzad Bey, cebren kıyafetime ilişmek istedi; hem muvaffak olamadı, hem kendi kendini intihar etmekle tokadını yedi.(13)

KAZIM KARABEKİR TBMM MECLİS BAŞKANLIĞINA SEÇİLDİĞİNDE- 5 AĞUSTOS 1946

*Kâzım Karabekir ile eskiden münasebetim vardı. Acaba şimdi de o münasebetin sebebi olan merdane mesleğini muhafaza ediyor mu? Eğer eski gibi ise ve Nurlara zararı yoksa ve Nur'a faidesi muhtemel ise ve dost ise, benim selâmımı ona tebliğ edebilirsiniz.(14)

*Madem Receb Bey ve Kara Kâzım seninle dost ve zannımca Eski Said'le de münasebetleri var; onlardan iyilik istemek değil, belki bana karşı selefleri gibi manasız, lüzumsuz tazyik ve zulme meydan vermesinler.(15)

HASAN FEYZİ EFENDİ'NİN HASTALANMASI VEFATI-1946

Pek çok alâkadar olduğum ve Risale-i Nur'un gayet ehemmiyetli bir merkezi ve az zamanda, pek çok Nur işini gören Denizli Hüsrev'i ve gayet ciddî ve sadık rüfekaları, hususan hâkim-i âdil ve Muharrem ve Hâfız Mustafa vesairenin namına bayram tebrikiyle, Hasan Feyzi'nin şiddetli ve tehlikeli hastalığını beyan eden bir mektubu, çok ehemmiyetli bir kardeşimiz olan Muharrem'den aldım. Kanaat-ı kat'iyyem geldi ki; Hasan Feyzi, aynen şehid Hâfız Ali (R.H.) gibi, benim musibetimin kısm-ı a'zamını kendine alıp manevî bir fedakârlık eylemiş. Hâfız Ali benim bedelime birkaç emare ile berzaha gittiği gibi, bu Hasan Feyzi de aynı hastalığım zamanında, aynı vakitte, aynı müddette, aynı tarzda, aynı sıkıntılı dışarıya çıkmamakta tevafuku, kuvvetli bir emaredir ki; bana çok acıyan ve şefkat eden o kardeşimiz, manen hastalığımı kısmen kendine aldı. Bu dört cihetle tevafuk içinde yalnız bir fark var. Benimki zehirden, tesemmümden; onunki soğuktan gelmiştir. Elbette Hastalar Risalesi bizim bedelimize onu teselli edip, iyadet-ül mariz gibi keyfini sormuş ve hastalıktaki büyük sevablar ve sıkıntılarını sürura kalbetmiş. Cenab-ı Hak şifa-i âcil ihsan eylesin, âmîn!

Sâniyen: Bu kahraman kardeşimizin, hayatta kaldığı gibi, defter-i hasenatına herbirimiz, manevî kazançlarımızı -umumda olduğu gibi, hususî bir surette dahi- o kardeşimize hediye etmeliyiz.

Ben kendim onu da, Hâfız Ali, Hâfız Mehmed ve Sava'lı Ahmed ve Mehmed Zühdü'nün beşincisi olarak evliya-i azîmenin has dairesinde manevî kazançlarımı ona da bağışlamaya karar verdim. O zâtın ağır şerait altında Nurların intişarına büyük hizmetler eden Nur hakkındaki fıkraları, Lâhika'da olduğu gibi, münasib gördüğünüz bazı mecmuaların âhirine de o tesirli mektublarının birer tanesini ilhak ediniz. Nasılki Asâ-yı Musa ve Zülfikar'da yazılıyor; tâ onun o canlı fıkraları, onun bedeline Nurlara hizmet etsin.

Hem benim bedelime onun küçücük medrese-i Nuriyesi olan hanesindeki akrabasına ve Denizli ve civarındaki büyük medrese-i Nuriyedeki refiklerine ve talebelerine ve Nur şakirdlerine ta'ziyemizi tebliğ edip deyiniz ki: Ben, bütün ömrümde, bu derece, bir vefattan bu kadar müteessir olup ağlamamıştım.

Hem size bundan evvel yazdığım mektubdaki şiddetli hiddetim ve dimağımdaki perişaniyet, şimdi tahakkuk etti ki, o kahraman kardeşimizin vefatı gününden başlamış. Hattâ o tesir, ihtiyarımı selbetmişti. Öleceğim diye hizmetçiye vasiyetimi söyledim. Demek ikinci bir ruhum hükmünde, Hasan Feyzi benim bedelime ölmüş ve ölüyor. Hattâ onun vefat mektubu, bütün bütün âdetime muhalif bir buçuk saat elimde iken açamıyordum. Her ne ise... Bütün bu elîm acılara mukabil, inayet-i İlahiye imdada geldi; hem kendimi, hem onu, hem Nurcuları mesrurane ruh u canımızla ta'ziye içinde tebrik ettim. Bin bârekâllah ve binler rahmetullah dedim, terhisini alkışladım.

Sâlisen: Merhum Hasan Feyzi'nin berzaha gitmesi ve vazifesi münhal kalması ve mekteblileri Nurlara sevkeden yüksek muallimlik ve mekteb fünununda mütefenninlik sıfatları, çok mekteblilere bir parlak nümune-i iktida olması cihetini teessüfle düşünürken; birden aynı sistemde hem muallim, hem iki mahdumuyla Nurcu, hem Hasan namında, hem bu iki Hasan'lar gibi müstesna ve fedakâr bir muallim olan Ahmed Fuad'ı Nur dairesine girmeğe vesile bulunan Daday'lı Hâfız Hasan'ın üç seneden beri hiç mektubunu almadığım ve halini ve Nurlara devamını bilemediğim halde, bir mektubunu aldım. Dedim: Bir muallim Hasan gitti, yerine bir muallim Hasan ve çok fedakâr diğer bir muallim Ahmed geldi.

Aynı vakitte, hacca gidip yeni gelen Bolvadin'li bir Hasan yanıma geldi. Nur dairesine girdi, risaleleri aldı, tenevvür etmeğe başladı.

Üç-dört saat sonra, Emirdağı'nın bir Hüsrev'i ve Feyzi'si, çok hayırlı olan tabib Hayri yanıma geldi. Dedi: "Buranın ehemmiyetli bir mekteb muallimi Abdurrahman, (Bu muallim aynen Feyzi kadar Nur'a hizmet etti) Nurlara talebe olmak istiyor. Kabul etseniz, Asâ-yı Musa'yı vereceğiz." Dedim: Veriniz.

Hem o merhum Hasan Feyzi gibi az zamanda çok hizmet eden kardeşimiz Mustafa Osman'ın o günde gelen mektubunu gördüm ki; Kastamonu Lisesi'ni kısmen bir cihette şereflendiren ve şimdi Dâr-ül Fünun'u nurlandırmağa çalışan mektebli Mustafa, Nur makinesi münasebetiyle Nurlara zarar gelmemek için matbuat kanununu hatırlatıp ihtiyatkârane muhaberesinden bahsediyor.(16)

Ben dedim: Hadsiz şükür olsun ki; bir muallim terhis edildi, onun bedeline iki Hasan ve iki Mustafa ve üç muallim ve bir çalışkan müteallim, vazifeleri içinde Denizli kahramanının vazifesini görüyorlar. İşte bu hal işaret eder ki: Nasıl Hâfız Ali gitti, Denizli onun yerine geldi, acısını unutturdu; öyle de bir Hasan Feyzi gitti, yerine bir dâr-ül fünun gelecek, inşâallah acısını unutturacak.(17)

* Denizli'nin bir manevî kahramanı merhum Hasan Feyzi'nin (R.H.), Isparta kahramanı merhum Hâfız Ali'nin (R.H.) yanına gitmesi gerçi bizi çok müteessir ediyor, fakat onun gayet has bir talebesi ve Nur'un hâlis bir şakirdi sıddık Muharrem'in dediği gibi deriz: O, bir cihette ölmemiş; belki vazifesini acele bitirmiş, âlem-i berzaha istirahat için gitmiş, terhis edilmiş. Hâfız Ali ile beraber, manen, şefaatleriyle ve bıraktıkları tesirli Nur hakkındaki eserleriyle yardım ediyorlar; yine manen Nur'a çalışıyorlar. Elbette manevî şehid hükmünde olmalarından, "Meyve"nin Onbirinci Mes'elesindeki İlm-i Nahiv talebesinin kendini medresede bildiği gibi; Hâfız Ali ile Nur hakikatlarının müzakeresi ve vefat eden Nurcuların dairesinde meşgul olmalarını, merhamet-i İlahiyeden kuvvetle ümidvarız. İnşâallah Cenab-ı Hak onun vazifesini dünyada gördürecek Nur dairesinde çok Hasan Feyzi'leri yetiştirecek.(18)

Yalnız o mübarek kardeşimiz, benim gibi resmî ilâçlardan çekinmediği için bir sehivdir. Ben ondan ziyade ızdırabda iken, "Nurcuların duası yeter" diye maddî ilâçları aramadım ve hastalık hakkında kimsenin fikrini alıp evham etmedim. O merhum kardeşimiz, bu noktada bana muvafakata muvaffak olamamış. Nurlar hakkında parlak fıkralarında, bu bîçare kardeşine kendini kurban etmeğe söz verdiğinden ve Nur vazifesini acele yapmasıyla istirahat âlemine gitti. Ben hem onun akrabasını, hem Muharrem gibi kıymetli, ciddî talebelerini ve Denizli ve civarı Nurcularını tekrar ta'ziye edip, bizler gibi onlar da o merhumu hasenatlarına hissedar ederek hasenat cihetinde ölmemiş gibi, defter-i hasenatına haseneler yazdırsınlar diyerek umum onlara binler selâm ve ona binler rahmet deriz.(19)

* Ehl-i siyasete hiç bakmadığım halde, bugün tesadüfen kulağıma girdi ki; bazı câmileri kaldırmak için bir mecliste, bir kısım dinsiz meb'uslar çalışmışlar. Aynı vakitte beni tesmim (zehirlendirmesi) ve Hasan Feyzi'nin ölüm hastalığı tesadüfe benzemiyor. Bu üç sû'-i kasd aynı zamanda birbiriyle alâkadar görünüyor. İkisi şimdilik akîm kaldı, birisi bir kahramanı aldı.(20)

* Denizli'den bize gelen Muharrem'in ve Yakub Cemal'in mektubları gösteriyor ki, Hasan Feyzi'nin yerini boş bırakmayacaklar. Hem vazifesini mütesanid bir heyetle yapacaklar. Hususan Tavas tarafında birden Muharrem'in gayretiyle ehemmiyetli şakirdlerin çıkması ve ben Denizli'de iken hem hapiste, hem hariçte çok alâkadarane hizmet eden Şevket ve Hâfız Mustafa ve Ahmed'ler ve onbir mübarek arkadaşları ve Muharrem'in mektubunda isimleri bulunan zâtlara, Risale-i Nur namına onları tebrik ve muvaffakiyetlerine dua ve çok selâm ediyoruz. Yakub Cemal'in güzel kalemiyle eskiden Nurlara ettiği hizmet gibi yine o güzel kalemiyle hizmet etmeğe başlıyor. Cenab-ı Hak muvaffak eylesin, âmîn.(21)

*Aziz, sıddık kardeşlerim!

Evvelen: Az ihtiyatsız olarak buranın parti reisiyle gönderilen merhum Hasan Feyzi'nin dört parça şehnamesini aldık. Şimdi de bu dakikada çok müjdeli ve hastalığıma şifalı Hüsrev'in mektubunu aldım. O mektubda Zülfikar'ın fütuhatına ve makine ile Mu'cizat-ı Ahmediyeye başlamasına kadar ileri gitmesi o kadar bana sevince sebeb oluyor ki; bu gece rü'yamda aynı sevinci bir mektubdan aldığımı görmüştüm. Sorduğunuz bir ay evvel "Evvelen bir mes'eleyi" ünvanıyla Mu'cizat-ı Kur'aniye Risalesi'ndeki âyetlerin ekseri ilââhir olan parçayı Mu'cizat-ı Kur'aniye başında nasıl münasib görürseniz yazarsınız.

Sâniyen: Üniversite namındaki dâr-ül fünunu tenvire çalışan, ikinci bir Salahaddin Abdurrahman Mustafa Oruç'a yeni harfle Asâ-yı Musa'dan beş mecmuayı daha gönderiyoruz. Yazdığı mektubunu leffen gönderiyoruz. Lâhika'ya da geçsin. Tenbel ehl-i kaleme bir kamçı-yı teşvik hükmünde bir fıkra yeni harfle İstanbul'a gönderildiği gibi, size de eski harfle gönderildi. Islah ve tashih edebilirsiniz. Umumunuza binler selâm..(22)

*Hakikaten Merhum Hasan Feyzi gibi az zamanda çok hizmet eden ve Nurlara karşı pek çok ciddî alâkadar olan Mustafa Osman'ın hizmetinin makbuliyetine bir delil olarak, Hasan Feyzi'nin ve onun ruhlarında ve sadakatlarında iki muallim olan Ahmed Fuad ve Mustafa Sungur ve iki yüksek talebe olan Mustafa Oruç ve Rahmi'yi bulması ve Risale-i Nur'un o kuvvetli ellerle hizmetine çalışması, o havali için büyük bir saadettir. Hem bazı cümleleri ta'dilâtla beraber Lâhika'mıza geçirdiğimiz Mustafa Osman'ın ve muallim Mustafa Sungur'un müşterek acib mektubları gösteriyor ki, Merhum Hasan Feyzi nev'inde bir sünbül orada inkişafa başlamış. İnşâallah çok bîçarelerin imanını kurtaracaklar. Hususan onların mahiyetinde ve Isparta'nın küçük masum kahramanlarına benzer Rahmi namında ondört yaşında bir mektebli çocuğun fedakârane Nurların derslerini gaye-i hayat bilmesi, bizleri ve Nurcuları cidden sevindiriyor. Ve o havali için gençlerin kurtulmasına bir fâl-i hayırdır.

Risale-i Nur'un Zülfikar ve sair mecmuaların intişarı için büyük yardımlarda bulunan ve merhum şehid Hâfız Ali'nin en mükemmel tarzda yazdığı ve Nur fabrikasında tam çalışkan bir arkadaşı ve sâdık bir vârisi olan Hâfız Mustafa'nın eline emanet bırakılan bütün Risale-i Nur eczaları onun eline geçmesini temin eden Ahmed Fuad'ı ve emaneti ona teslim eden kardeşimiz Hâfız Mustafa'yı ve Safranbolu memleketini ve oradaki kardeşlerimizi ruh-u canımızla tebrik ediyoruz. İnşâallah Zülfikar'a verdiği herbir banknota mukabil, bin kâr görecek, binler hayırlara medar olacak. Hem ona, hem kardeşlerinden Hatib İbrahim'e, hem yeni bir fedakâr muallim olan Mustafa Sungur'a ve küçük bir Salahaddin olan Rahmi'ye ve başta Mustafa Osman ve Hıfzı olarak oradaki bütün kardeşlerimize selâm ederiz.

Râbian: Risale-i Nur'un erkânından ve Merhum Hasan Feyzi'nin aynı mahiyetinde ve hârika sadakatında olan Halil İbrahim'in Hasan Feyzi'nin vefatı hakkında hem bizi, hem umum Nurcuları, hem memleketini ta'ziye eden güzel mektubunu, hem Ahmed Fuad'ın mektubunu, hem iki Mustafa'nın vesika ve ehemmiyetli mektubunu Lâhika'ya yazdık ve size de gönderiyoruz. Ve Zekâi ve Ahmed Feyzi eski makamlarını tam muhafaza ediyorlar diye selâmımla tebliğ ediniz. Ve müjdeli mektubunuzu aldığım aynı zamanında bize müjde verildi ki, mekteblerde din dersleri okunacak diye radyo söylemiş.(23)

Dipnotlar

1-Kardeşim Abdülmecid, Zübeyr, Mustafa Sungur, Ceylan, Mehmed Kaya, Hüsnü, Bayram, Rüşdü, Abdullah, Ahmed Aytimur, Âtıf, Tillo'lu Said, Mustafa, Mustafa, Seyyid Sâlih.}

2-Emirdağ Lahikası-1 s: 142

3-Emirdağ Lahikası-1 s: 145-146

4-Emirdağ Lahikası-1 s: 147-148

5-Emirdağ Lahikası-1 s: 181

6-Emirdağ Lahikası-1 gayr-i münteşirlerinden

7-Emirdağ Lahikası-1 gayr-i münteşirlerinden

8-Emirdağ Lahikası-1 gayr-i münteşirlerinden

9-Emirdağ Lahikası-1 gayr-i münteşirlerinden

10-Emirdağ Lahikası-1 gayr-i münteşirlerinden

11-Emirdağ Lahikası-1 gayr-i münteşirlerinden

12-Emirdağ Lahikası-1 s: 187

13-Emirdağ Lahikası-1 s: 299

14-Emirdağ Lahikası-1 s: 187

15-Emirdağ Lahikası-1 s: 204

16-Komünistliği, dinsizliği, anarşistliğin esaslarını neşreden bazı ceridelere matbuat kanunları ilişmediği halde, bu vatan ve milletin temel taşını muhafazaya pek tesirli bir surette hizmet eden Zülfikar ve Asâ-yı Musa mecmualarının makinelerine nasıl ilişebilir ve neden ilişirler? Hakikaten hayret ediyorum.

17-Emirdağ Lahikası-1 s: 192-196

18- (Haşiye): Bu merhum kardeşimizin Nur'a ait müteaddid vazifelerini tamamen görecek ve şakirdlerin tensibiyle ve meşveretiyle intihab edilecek bir yeni kahraman bulununcaya kadar, o vazifeleri taksim-ül a'mal suretinde herbir şakird bir vazifesini yapmağa başlasın. Demirbaş Ali Osman, bu vazife Isparta'da sana düştü. Hem oradaki kardeşlerin meşvereti ile, onun yeri boş kalmamak için Nur'la onun gibi çok alâkadar birisi, şimdilik Denizli Hüsrev'i vaziyetini alsın. Ona hediye ettiğim takkeyi muhafaza etsin, tâ hakikî sahib çıkasıya kadar.

19-Emirdağ Lahikası-1 s: 198-199

20-Emirdağ Lahikası-1 s: 200

21-Emirdağ Lahikası-1 Münteşirlerinden

22-Emirdağ Lahikası-1 Münteşirlerinden

23-Emirdağ Lahikası-1 Münteşirlerinden

 

Bu yazıya yorum yazın


Not: Yanında (*) işareti olanlar zorunlu alanlardır.

Bu yazıya gelen yorumlar.

DİĞER YAZILAR

KENDİ DİLİNDEN BEDİÜZZAMAN-59

KENDİ DİLİNDEN BEDİÜZZAMAN-59

Bugünlerde, manevî bir muhaverede bir sual ve cevabı dinledim. Size, bir hülâsasını beyan ede

KENDİ DİLİNDEN BEDİÜZZAMAN-58

KENDİ DİLİNDEN BEDİÜZZAMAN-58

Altıncı Mertebe-i Nuriye-i Hasbiye: Müfarakat-ı umumiye hengâmı olan harab-ı dünyadan haber

KENDİ DİLİNDEN BEDİÜZZAMAN-57

KENDİ DİLİNDEN BEDİÜZZAMAN-57

Şeytanla bir Münazara *Bu risalenin te'lifinden onbir sene evvel Ramazan-ı Şerifte İstanbul'da

KENDİ DİLİNDEN BEDİÜZZAMAN-56

KENDİ DİLİNDEN BEDİÜZZAMAN-56

Irkçı Olmadığı Eğer derseniz: Sana Said-i Kürdî derler. Belki sende unsuriyet-perverlik fik

KENDİ DİLİNDEN BEDİÜZZAMAN-55

KENDİ DİLİNDEN BEDİÜZZAMAN-55

AHLAK-I ÂLİYESİNDEN BİR NEBZE Eski Said’in Ahlakı İstiğnası *Eski Said minnet almazdı.

KENDİ DİLİNDEN BEDİÜZZAMAN-54

KENDİ DİLİNDEN BEDİÜZZAMAN-54

VASİYETNAMESİ * Hem benim şahsımın, hem Risale-i Nur'un şahs-ı manevîsinin sermayesini, ken

KENDİ DİLİNDEN BEDİÜZZAMAN-53

KENDİ DİLİNDEN BEDİÜZZAMAN-53

TARİHÇE-İ HAYATIN NEŞREDİLMESİ * Tahsin’in neşrettiği Tarihçe-i Hayat yirmi büyük mecm

KENDİ DİLİNDEN BEDİÜZZAMAN-52

KENDİ DİLİNDEN BEDİÜZZAMAN-52

Mahkeme Reisine: Pek çok uzun ve mazlumane macera-yı hayatıma dair şu gayet kısa ifademi dinle

KENDİ DİLİNDEN BEDİÜZZAMAN-51

KENDİ DİLİNDEN BEDİÜZZAMAN-51

ISPARTA DÖNEMİ-1953-1960 * Ben Isparta'ya geldiğim vakit, Isparta'da İmam-Hatib ve Vaiz Mektebi

KENDİ DİLİNDEN BEDİÜZZAMAN-50

KENDİ DİLİNDEN BEDİÜZZAMAN-50

DEMOKRAT PARTİYE İKAZ, İRŞAD VE TAVSİYELERİ * Kırk seneden beri takib ettiğim ve Sultan Re

KENDİ DİLİNDEN BEDİÜZZAMAN-49

KENDİ DİLİNDEN BEDİÜZZAMAN-49

Bu mübarek gecede pek şiddetli bir ihtar kalbime geldi ki: İstanbul'daki Üniversiteciler Eski Sa

Ey inananlar! Kendinizi ve ailenizi, yakıtı insanlar ve taşlar olan ateşten koruyun. Onun başında, acımasız, güçlü, Allah'ın kendilerine buyurduğuna karşı gelmeyen ve emredildiklerini yapan melekler vardır.

TAHRÎM,6

GÜNÜN HADİSİ

"Kişi, dostunun dini üzeredir. Bu nedenle, kiminle dost olacağına dikkat etsin!"

Ebû Dâvud

TARİHTE BU HAFTA

*Kanije müdafaası(18 Kasım 1601) *Hz.Fatıma'nın(r.anha) Vefatı(22 Kasım 632) *İstanbul'un Müttefikler Tarafından İşgali(23 Kasım 1918) *Alparslan'ın Şehadeti(24 Kasım 1072) *Öğretmenler Günü(24 Kasım)

ANKET

Sitemizle nasıl tanıştınız?

Yükleniyor...

SİTE HARİTASI