KENDİ DİLİNDEN BEDİÜZZAMAN-45

Evvelâ: Hiç telaş ve merak etmeyiniz. Hakkımızdaki her hâdisede; hem perde altında, hem neticeler itibariyle, hem rahmet ve inayetin iltifatları ve tebessümleri, hem kader ve kısmetin ve adalet ve şefkatin terbiyeleri var olduğu kat'î ve mükerrer tecrübelerle tahakkuk ettiğinden


Salih Okur

nedevideobendi@gmail.com

2018-12-22 09:52:31

* Evvelâ: Hiç telaş ve merak etmeyiniz. Hakkımızdaki her hâdisede; hem perde altında, hem neticeler itibariyle, hem rahmet ve inayetin iltifatları ve tebessümleri, hem kader ve kısmetin ve adalet ve şefkatin terbiyeleri var olduğu kat'î ve mükerrer tecrübelerle tahakkuk ettiğinden, biz en acı vaziyet ve sıkıntılara karşı, kemal-i sabır içinde şükür etmekle mükellefiz. Ve cildleri ve derileri soyulan Cercis Aleyhisselâm gibi binler, milyonlar hakikat mücahidlerinin hakaik-i imaniyenin kudsî hizmetinin bir nümunesine mazhar olan Nur şakirdlerinin çektikleri zahmetler, o eski zâtların zahmetlerine nisbeten binde bir olmaz. Ve ücret ve kazanç cihetinde, inşâallah birdirler ve beraberdirler.

Sâniyen: Onbir defa bana sû'-i kasd eden ve dört defa mahkemeleri aleyhimize sevkedip üç defa hapse sokan gizli düşmanlarımızın Nurlar hakkında plânları akîm kaldığından, bütün desiseleriyle, ehemmiyetsiz şahsıma karşı sıkıntı, tecrid-i mutlak ve kimse ile temas etmemek ve damarıma dokundurmakla işkenceler verdirmeye çalışıyorlar. Ben de, o işkencelerin altında inayetin iltifatını görüp tahammül ederek şükrederim. Zannederim, herbirinizden vücudça on derece zaîf ve on derece ziyade sıkıntılarıma karşı tahammülüm, sizin gibi kuvvetli ve âlîcenab zâtların, küçücük ve geçici ve cüz'î sıkıntılarınızı nazarınızda hiçe indirir diye, daha size teselli vermeye lüzum görmüyorum.

 Sâlisen: Şimdi şahsımı çürütmeğe çalıştıklarından ve sıktıklarından ve ihanet ettiklerinden dolayı sıkılmayınız. Çünki Nurlara ve talebelerine ilişilmediğine bir alâmettir ve tam aldandıklarına bir emaredir. Yani: Kıymeti, hüneri şahsımda zannedip beni sıkıyorlar, çürütmek istiyorlar. Bu aldanmalarında pek büyük bir maslahat ve Nurlara çok faidesi var. Benim tam yapamadığım vazife-i şahsiyemi ve hizmet-i Nuriyemi, bu suretle menfî bir tarzda bana yaptırıyorlar. İnşâallah o nisbette sevab kazandıran kusuratlarıma keffaret olur.

 Râbian: Gizli münafıklar, her nasılsa bazı resmî memurları aldatıp "Said ile görüşen, dost ve Nurcu olur. Kimse temas etmesin." diye onları evhamlandırmışlar. Hattâ heyet-i idare ve gardiyanlar dahi benden kaçıyorlar. Ben de memnun oluyorum ve bu hale şükrediyorum. Sizlerle, sureten görüşmediğimden zararı yok. Çünki bir hanede maddeten ve manen ve ruhen ve kalben ve vazifeten ve fikren ve muaveneten daima beraberiz. Manevî görüşüyoruz, yeter.(1)

* Birkaç gündür sizin ile kalemle konuşmadığımdan sıkılmayınız. Şimdi iki noktayı beyan etmek kalbe geldi.

Birincisi:اَلْخَيْرُ فِى مَا اخْتَارَهُ اللّٰهُ sırrıyla, teslim ve tevekkülden sonra teselli hissettim. Şöyle ki:

Bizi, hususan Çalışkanları tahliye etmeyip ve tefrik etmiyerek te'hir etmelerinde, inşâallah maddî bir zarara mukabil manevî yüz menfaat ve kazanç olacak. Meselâ: Ankara'nın altı makamatına gönderilen ilmî ve imanî ve pek kuvvetli müdafaat şimdi yirmi gündür onların nazarlarındadır. Hem onun kıymetdar hakikatları, hem alâkadarların merakla nazar-ı dikkatlerini celbeden mes'elemizin safahatı, o makamatı elbette lâkayd bırakmazlar. Her halde, eğer o hakikatlara mağlub olmasa idiler, şimdiye kadar bize tecavüz ve şiddetli iş'ar ve emirler olacaktı. Eğer olsaydı, hakkımızda habbeyi kubbe yapanlardan tereşşuhatı hissedilecekti. Demek hakikat galebe etmiş. Olsa olsa tedafüî bir vaziyetle bize hafif bir ilişmek olur. Ben kendi hesabıma, o netice için, şimdiye kadar maddî zarar ve sıkıntılarımın yüz derece fevkinde manevî kazancım var. Sizden her bir kardeşimizi, benden ziyade hissedar biliyorum. Demek, tahliyemizin te'hiri hayırlıdır. Hem, Çalışkanlardan üç kardeş, pek çok Nur şakirdlerini buraya gelmekten kurtardıkları gibi, haklarında edilen iftiralar vasıtasıyla dahi, Risale-i Nur'un bir cihette şimdiki mahkemenin nazarından kurtulmasına bir vesile oldular. Bu iki kıymetdar kazanç, onların hususî tahliyeleriyle bozulacaktı. Hem onların Nurlara pek ciddî alâkaları, halkın nazarında sönecekti.

 İkinci Nokta: Mes'elemiz, Âlem-i İslâm'ı alâkadar eden pek büyük bir vazife-i Kur'aniye ve imaniyedir. Ondan dehşet alan gizli münafıklar, ellerinden geldiği kadar küçültmek isterler. Ve çok ehemmiyet verdiklerinden, zahiren ehemmiyetsiz göstermeye çalışıyorlar; hükûmeti ve adliyeyi aldatıyorlar. Meselâ: Nurlara mensub feriklerden ve miralaylardan sarf-ı nazar edip, Ankara'da Nur talebesi bir nefer askerin elinde, zararsız birkaç risale bulunmasıyla, buradaki mahkeme, mes'eleyi uzattırmaya vesile ediyorlar. Ve benim şahsımın ehemmiyetsizliğini, ihanetler ve tazyiklerle, tecrübelerle gösterip, binler derece şahsımdan ehemmiyetli olan Nurların kuvvetli derslerini ve şakirdlerinin sarsılmaz ve susmaz şahs-ı manevîlerini nazara almayıp güya ehemmiyet vermiyorlar. Halbuki onun ehemmiyetinden titriyorlar ki, o kubbeleri habbe göstermek istiyorlar.

Hem tam aldanmışlar. İçimizde yalnız dört-beş kardeşimiz, ailevî ticaret cihetinde bu te'hirden bir zararları olsa da, inşâallah pek çok manevî kazançları o maddî zararı hiçe indirecek bir inayet altındayız. Hiç merak ve telaş etmeyiniz. Vazifemiz, sabr içinde şükretmek ve mümkün oldukça Nurlarla meşgul olmaktır ve bizden çok ziyade sıkıntıda bulunan mahpuslara teselli vermektir.(2)

* Sâniyen: O yeni avukata, Kemal'e benim tarafımdan çok çok selâmla beraber tebrik ediniz ki, Nur'un mücahidleri içine girmiş. Ben onu umumumuzun vekili nazarıyla bakıyordum. Hem fahrî bir fedakâr biliyordum. Bu gelecek mahkememizdeki vaziyete göre iki eski avukatımızın meşveretiyle bir karar vereceğiz. Fakat şimdi de mahremce müdafaatımızı tam tedkik etsin. Benim bazı mes'elelerde tevilli ve kapalı söylediğimin sebebi, siyasete girmemek hem masum arkadaşlarımı çabuk kurtarmak içindir. Yokse ben çok şiddetli ve açık konuşacaktım. O demiş: "Heyet-i hâkime tevilli değil, açık söylemesini istiyordular." Ben manasını bilemedim. Acaba bu derece bizi ezenlerde muhalefet damarı eğer olsa idi, bu uzatmakla bu kadar bizi tazib etmeyeceklerdi. Her ne ise, merak ettim, anlamadım.(3)

* Aziz, sıddık kardeşlerim!

Mücmel bir manevî ihtar ile bir mes'eleyi, kalbe geldiği gibi beyan edeceğim. Altı makamata giden ve galebe eden müdafaatın cevabı gelmiş ve bize tecavüze çare bulamamışlar. Yalnız bir makamın, gizli bir iş'ar ile, benim fedakâr kardeşlerimi benden soğutmak ve şiddetli alâkalarını gevşetmek plânı var. Zâten çoktan beri beni ihanetlerle ve iftiralarla ve tecridlerle- bu kudsî ve uhrevî ve imanî alâkayı bozmağa çalıştılar, muvaffak olamadılar. Şimdi Nurcuları ürkütmek, zaîf bir damar bulup nazarlarını başka tarafa çevirmeğe bazı bahaneleri buluyorlar. İnşâallah demir gibi metin Nurcuların kahramanane sebatları ve tahammülleri ve mücahid-i ekber olan Nur'un hakikatları onun elinde birer elmas kılınç bulunan şakirdlerin şahs-ı manevîsinin pek hârika fedakârlığı, onların bu plânını da akîm bırakacak. Evet Cennet ucuz olmadığı gibi, Cehennem dahi lüzumsuz değil. Sizlere tekrar ile beyan edilmiş; eski zamanın kahraman mücahidlerine nisbeten en az zahmet, ağır şerait ve bu zamanın şiddet-i ihtiyaç cihetiyle çok sevab kazanan inşâallah hâlis Nurculardır. Ve boş boşuna, bâd-i heva, belki günahlı, zararlı giden birkaç sene ömrünü, böyle kudsî bir hizmet-i imaniye ve Kur'aniyeye sarfeden ve onun ile ebedî bir ömrü kazanan Nur talebeleridir. Ben, kendi hisseme düşen bütün bu hücumlarına karşı, pek çok za'fiyetimle beraber tahammüle karar verdim. İnşâallah kuvvetli, fedakâr, genç, kahraman kardeşlerim benden geri kalmaz ve kaçmazlar. Ve kaçanları da geri çevirmeye, şimdiye kadar çalıştıkları gibi çalışacaklar.(4)

* Aziz, sıddık kardeşlerim!

Evvelâ: Ben sizi merak ederim. Rahatınız nasıldır?

Sâniyen: Beni merak etmeyiniz. Ümidimizin haricinde emsalsiz bir zulüm ve garazla Risale-i Nur'a hiddet ve kanun namına kanunsuzlukla tecavüzle soğuk muamele ile Nur şakirdlerini ağlatmalarına, aynı zamanda kışın bu vakitte emsalsiz kar ve soğuk ile hiddeti ve ağlaması ve ağlatması tevafukunda tesadüfî olmadığını ve tevkifimiz ve Nur'un müsadere zamanında geçen kışın aynı hiddetine benzer tevafuk ederek zeminin zelzele ile, Nur'un bir sadaka-i makbule hükmünde olduğuna işaretini inkâr eden ve vatan namına vatanın bir medar-ı saadeti olan Nurları tezyif eden o zalim, bu vatan ve millete musibettir diye işaret eder. Fakat yazık ki, şahsına değil, masumlara dokunur. Büyük hatalar Mahkeme-i Kübra'ya bırakılmasından, öyleler muvakkaten ceza görmüyorlar.

 (Bundan evvelki mektubun tetimmesidir.)

Birincisi: "Geçici şeylerin kıymeti, ehemmiyeti yok" bir darb-ı meseldir. Hususan o geçici musibetlerin çok ve bâki manevî faideleri kazandıranı olsa, sıkıntısının hiç kıymeti yok.

İkincisi: Kâfir münafıklar, Yahudi, Nasrani şiddetle Kur'an aleyhinde oldukları halde sahabelerin alâka-i imaniyelerine ve Kur'anın kıymetine hiçbir zarar hattâ vesvese vermediği gibi; garazkârların dahi Nurlara tezyifleri hiç kıymeti olmaz.

Üçüncüsü: Sizler az zamanda pek uzun zaman, belki bir kısmınız yüz sene kadar vazife görmüşsünüz. Ve yazılarınız dahi bedelinize o vazifenizi etrafta mükemmel yapıyor. Onun için vazife-i İlahiyeye karışmayıp, kaza ve kaderine razı olmak lâzımdır.

Dördüncüsü: Bu fânilerin bize fenalıklarına karşı pek yakında kabir azabı ve intikam-ı İlahî ve Cehennem ateşi, bizim hiddet ve intikamımıza ihtiyaç bırakmıyor. Hem bu mazlumiyetimizi bilenden yüzde doksanı hem bize cidden acıyor, dualarıyla yardım ederler. Hem zalimlere hiddetle beddua edip bize muavenet ederler.

Beşincisi: Eğer biz şimdi çıksak, tam ve hazîn bir iftirak olur. Hem bizi rahat bırakmazlar. (Daha yazacaktım. Bir hal mâni' oldu.)(4)

* Me'yus olmayınız, hem merak ve telaş etmeyiniz, inayet-i Rabbaniye inşâallah imdadımıza yetişir. Bu üç aydan beri aleyhimizde ihzar edilen bomba patladı. Benim sobam ve Feyzilerin su bardağı ve Hüsrev'in su bardakları verdikleri haber doğru çıktı. Fakat dehşetli değil, hafif oldu. İnşâallah o ateş tamamen sönecek. Bütün hücumları, şahsımı çürütmek ve Nur'un fütuhatına bulantı vermektir. Emirdağı'ndaki malûm münafıktan daha muzır ve gizli zındıkların elinde bir âlet bir adam bid'atkâr bir yarım hoca ile beraber bütün kuvvetleriyle bize vurmaya çalıştıkları darbe, yirmiden bire inmiş. İnşâallah o bir dahi, bizi mecruh ve yaralı etmeyecek ve düşündükleri ve kasdettikleri, bizi birbirinden ve Nurlardan kaçırmak plânları dahi akîm kalacak. Bu mübarek ayların hürmetine ve pekçok sevab kazandırmalarına itimaden sabır ve tahammül içinde şükür ve tevekkül etmek ve مَنْ آمَنَ بِالْقَدَرِ اَمِنَ مِنَ الْكَدَرِ düsturuna teslim olmak elzemdir, vazifemizdir.(5)

* Aziz, sıddık kardeşlerim ve bu dünyada medar-ı tesellilerim ve hakikatın hizmetinde yorulmaz arkadaşlarım! Bu mübarek aylarda ve sevabı ziyade bu çilehanede mümkün olduğu kadar bir meşgale-i Kur'aniye ve Nuriye ile sıkıntılı vaktiniz sarfedilse, çok faideleri var. Sıkıntı hafifleştiği gibi, kıymetdar kalb ve ruhun ferahlarına medar, sevabı yüksek bir ibadet, o Nurlarla iman cihetinde iştigal, hem tefekkürî bir ibadet, hem İhlas Risalesi'nin âhirinde yazıldığı gibi beş vecihle bir nevi ibadet sayılabilir. Ben bugünlerde, kısmen müdafaatla zihnen meşguliyetimden teessüf ederken kalbe geldi ki: "O iştigal dahi ilmîdir; hakaik-i imaniyenin neşrine ve serbestiyetine bir hizmettir ve bu cihette bir nevi ibadettir." Ben de sıkıldıkça, yüz defa temaşa ettiğim Nur mes'elelerini, yine zevkle tekrar mütalaaya başlıyorum. Hattâ müdafaatları dahi Nur'un ilmî risaleleri gibi görüyorum. Eskiden bir kardeşimiz bana demişti: "Ben, otuz defa Onuncu Söz'ü okuduğum halde, yine tekrar ile okumasına iştiyak ve ihtiyaç hissediyorum." Ve bundan bildim ki; Kur'anın mümtaz bir hâssası olan usandırmamak, Kur'an hakikatlarının bir ma'kesi, bir âyinesi, bir hakikatlı tefsiri olan Nur Risalelerine de in'ikas etmiş bulunuyor.(6)

* Aziz, sıddık kardeşlerim!

Bu dünyada hususan bu zamanda, hususan musibete düşenlere ve bilhâssa Nur şakirdlerinde dehşetli sıkıntılara ve me'yusiyetlere karşı en tesirli çare, birbirine teselli ve ferah vermek ve kuvve-i maneviyesini takviye etmek ve fedakâr hakikî kardeş gibi birbirinin gam ve hüzün ve sıkıntılarına merhem sürmek ve tam şefkatle kederli kalbini okşamaktır. Mabeynimizdeki hakikî ve uhrevî uhuvvet, gücenmek ve tarafgirlik kaldırmaz. Madem ben size bütün kuvvetimle itimad edip bel bağlamışım ve sizin için, değil yalnız istirahatımı ve haysiyetimi ve şerefimi, belki sevinçle ruhumu da feda etmeğe karar verdiğimi bilirsiniz, belki de görüyorsunuz. Hattâ kasemle temin ederim ki: Sekiz gündür Nur'un iki rüknü zahirî birbirine nazlanmak ve teselli yerine hüzün vermek olan ehemmiyetsiz hâdise bu sırada benim kalbime verdiği azab cihetiyle, "Eyvah, eyvah! El'aman, el'aman! Yâ Erhamerrâhimîn meded! Bizi muhafaza eyle, bizi cinn ve insî şeytanların şerrinden kurtar, kardeşlerimin kalblerini birbirine tam sadakat ve muhabbet ve uhuvvet ve şefkatle doldur." diye hem ruhum, hem kalbim, hem aklım feryad edip ağladılar.

Ey demir gibi sarsılmaz kardeşlerim! Bana yardım ediniz. Mes'elemiz çok naziktir. Ben sizlere çok güveniyordum ki, bütün vazifelerimi şahs-ı manevînize bırakmıştım. Siz de, bütün kuvvetinizle benim imdadıma koşmanız lâzım geliyor. Gerçi hâdiseniz pek cüz'î ve geçici ve küçük idi. Fakat saatimizin zenbereğine ve gözümüzün hadekasına gelen bir saç, bir zerrecik dahi incitir. Ve bu noktada ehemmiyetlidir ki, maddî üç patlak ve manevî üç müşahedeler tam tamına haber verdiler(7)

* Bizler imkân dairesinde bütün kuvvetimizle Lem'a-i İhlas'ın düsturlarını ve hakikî ihlasın sırrını mabeynimizde ve birbirimize karşı istimal etmek, vücub derecesine gelmiş. Kat'î haber aldım ki, üç aydan beri buradaki has kardeşleri birbirine karşı meşreb veya fikir ihtilafıyla bir soğukluk vermek için üç adam tayin edilmiş. Hem metin Nurcuları usandırmakla sarsmak ve nazik ve tahammülsüzleri evhamlandırmak ve hizmet-i Nuriyeden vazgeçirmek için sebebsiz mahkememizi uzatıyorlar. Sakın sakın!. Şimdiye kadar mabeyninizdeki fedakârane uhuvvet ve samimane muhabbet sarsılmasın. Bir zerre kadar olsa bile, bize büyük zarar olur. Bizler birbirimize -lüzum olsa- ruhumuzu feda etmeğe, hizmet-i Kur'aniye ve imaniyemiz iktiza ettiği halde, sıkıntıdan veya başka şeylerden gelen titizlikle hakikî fedakârlar birbirlerine karşı küsmeğe değil, belki kemal-i mahviyet ve tevazu ve teslimiyetle kusuru kendine alır; muhabbetini, samimiyetini ziyadeleştirmeğe çalışır. Yoksa habbe kubbe olup tamir edilmeyecek bir zarar verebilir. Sizin ferasetinize havale edip kısa kesiyorum.(8)

* Evvelâ:اَلْخَيْرُ فِى مَا اخْتَارَهُ اللّٰهُ sırrıyla, inşâallah mahkememizin te'hirinde ve tahliye olan kardeşlerimizin yine mahkeme gününde burada bulunmalarında büyük hayırlar var.

Evet, Risale-i Nur'un mes'elesi; âlem-i İslâmda, hususan bu memlekette küllî bir ehemmiyeti bulunduğundan böyle heyecanlı toplamalar ile umumun nazar-ı dikkatini Nur hakikatlarına celbetmek lâzımdır ki, ümidimizin ve ihtiyatımızın ve gizlememizin ve muarızların küçültmelerinin fevkinde ve ihtiyarımızın haricinde böyle şaşaa ile Risale-i Nur kendi derslerini dost ve düşmana aşikâren veriyor. En mahrem sırlarını en nâmahremlere çekinmeyerek gösteriyor. Madem hakikat budur, biz küçücük sıkıntılarımızı kinin gibi bir acı ilâç bilip sabır ve şükretmeliyiz, "Yâhu bu da geçer" demeliyiz.

Sâniyen: Bu Medrese-i Yusufiye'nin nâzırına yazdım: Ben Rusya'da esir iken, en evvel Bolşevizm'in fırtınası hapishanelerden başladığı gibi, Fransız İhtilâl-i Kebiri dahi en evvel hapishanelerden ve tarihlerde serseri namıyla yâdedilen mahpuslardan çıkmasına binaen; biz Nur şakirdleri, hem Eskişehir, hem Denizli, hem burada mümkün oldukça mahpusların ıslahına çalıştık. Eskişehir ve Denizli'de tam faidesi görüldü. Burada daha ziyade faide olacak ki, bu nazik zaman ve zeminde Nur'un dersleriyle geçen fırtınacık(9)yüzden bire indi. Yoksa ihtilaftan ve böyle hâdiselerden istifade eden ve fırsat bekleyen haricî muzır cereyanlar, o baruta ateş atıp bir yangın çıkacaktı.(10)

*Aziz, sıddık, sarsılmaz, sıkıntıdan usanıp bizlerden çekilmez kardeşlerim!

Şimdi maddî, manevî bir sıkıntıdan nefsim sizin hesabınıza beni mahzun eylerken, birden kalbe geldi ki; hem senin, hem buradaki kardeşlerin tek birisiyle yakında görüşmek için bu zahmet ve meşakkatin başka surette on mislini çekseydiniz yine ucuz olurdu. Hem Nur'un takvadarane ve riyazetkârane meşrebi, hem umuma ve en muhtaçlara hattâ muarızlara ders vermek mesleği, hem dairesindeki şahs-ı manevîyi konuşturmak için eski zamanda ehl-i hakikatın senede hiç olmazsa bir-iki defa içtimaları ve sohbetleri gibi; Nur şakirdlerinin de, birkaç senede en müsaid olan Medrese-i Yusufiye'de bir defa toplanmalarının lüzumu cihetinde bin sıkıntı ve meşakkat dahi olsa ehemmiyeti yoktur. Eski hapislerimizde birkaç zaîf kardeşlerimizin usanıp daire-i Nuriyeden çekinmeleri onlara pek büyük bir hasaret oldu ve Nurlara hiç zarar gelmedi. Onların yerine daha metin, daha muhlis şakirdler meydana çıktılar. Madem dünyanın bu imtihanları geçicidir, çabuk giderler. Sevablarını, meyvelerini bizlere verirler. Biz de inayet-i İlahiyeye itimad edip sabır içinde şükretmeliyiz.(11)

* Aziz, sıddık, sarsılmaz, telaş etmez, âhireti bırakıp fâni dünyaya dönmez kardeşlerim!

Bir parça daha burada kalmaktan, mes'elemizi bir derece genişlendirmek istemelerinden mahzun olmayınız. Bilakis benim gibi memnun olunuz. Madem ömür durmuyor, zevale koşuyor. Böyle çilehanede, uhrevî meyveleriyle bâkileşiyor. Hem Nur'un ders dairesi genişliyor. Meselâ; ehl-i vukufun hocaları, tam dikkatle Siracünnur'u okumağa mecbur oluyorlar. Hem bu sırada çıkmamızın, bir-iki cihetle hizmet-i imaniyemize bir noksanlık vermesi ihtimali var. Ben sizlerden şahsen çok ziyade sıkıntı çektiğim halde çıkmak istemiyorum. Siz de mümkün olduğu kadar sabır ve tahammülle ve bu tarz-ı hayata alışmağa ve Nurları yazmak ve okumaktan teselli ve ferah bulmağa çalışınız.(12)

* Ehemmiyetli bir taraftan, ehemmiyetli ve manidar bir sual edilmiş. Bana sordular ki: "Siz cem'iyet olmadığınıza, üç mahkeme o cihette beraet vermesiyle ve yirmi seneden beri tarassud ve nezaret eden altı vilayetin o noktadan ilişmemeleriyle tahakkuk ettiği halde, Nurcularda öyle hârika bir alâka var ki hiç bir cem'iyette, hiçbir komitede yoktur. Bu müşkili halletmenizi isteriz." dediler.

Ben de cevaben dedim ki: Evet Nurcular cem'iyet memiyet, hususan siyasî ve dünyevî ve menfî ve şahsî ve cemaatî menfaat için teşekkül eden cem'iyet ve komite değiller ve olamazlar. Fakat bu vatanın eski kahramanları kemal-i sevinçle şehadet mertebesini kazanmak için ruhlarını feda eden milyonlar İslâm fedailerinin ahfadları, oğulları ve kızları, o fedailik damarından irsiyet almışlar ki, bu hârika alâkayı gösterip Denizli Mahkemesinde bu âciz bîçare kardeşlerine bu gelen cümleyi onlar hesabına söylettirdiler:

"Milyonlar kahraman başlar feda oldukları bir hakikata başımız dahi feda olsun" diye onlar namına söylemiş, mahkemeyi hayret ve takdirle susturmuş. Demek Nurcularda hakikî, hâlis, sırf rıza-yı İlahî için ve müsbet ve uhrevî fedailer var ki; mason ve komünist ve ifsad ve zındıka ve ilhad ve Taşnak gibi dehşetli komiteler o Nurculara çare bulamayıp hükûmeti ve adliyeyi aldatarak lastikli kanunlar ile onları kırmak ve dağıtmak istiyorlar. İnşâallah bir halt edemezler. Belki Nur'un ve imanın fedailerini çoğaltmağa sebebiyet verecekler.(13)

* Aziz, sıddık, vefadar ve şefkatli kardeşlerim!

İki gündür hem başımda, hem a'sabımda tesirli bir nezle ağrısı var. Böyle hallerde bir derece dostlarla görüşmekten teselli ve ünsiyet almağa ihtiyacım içinde acib tecrid ve yalnızlık vahşeti beni sıktı. Böyle bir nevi şekva kalbe geldi: "Neden bu tazib oluyor, hizmetimize faidesi nedir?"

Birden bu sabah kalbe ihtar edildi ki: Siz bu şiddetli imtihana girmek ve inceden inceye sizi kaç defa "altın mı, bakır mı" diye mihenge vurmak ve her cihette sizi insafsızca tecrübe etmek ve nefislerinizin hisseleri ve desiseleri var mı yok mu üç-dört eleklerle elenmek; hâlisane, sırf hak ve hakikat namına olan hizmetinize pekçok lüzumu vardı ki; kader-i İlahî ve inayet-i Rabbaniye müsaade ediyor. Çünki böyle meydan-ı imtihanda inadcı ve bahaneci insafsız muarızların karşısında teşhir edilmesinden herkes anladı ki: Hiç bir hile, hiç bir enaniyet, hiçbir garaz, hiçbir dünyevî ve uhrevî ve şahsî menfaat karışmayarak, tam hâlis, hak ve hakikattan geliyor. Eğer perde altında kalsaydı, çok manalar verilebilirdi. Daha avam-ı ehl-i iman itimad etmezdi. "Belki bizi kandırırlar" ve havas kısmı dahi vesvese ederdi. Belki bazı ehl-i makamat gibi kendilerini satmak, itimad kazanmak için böyle yapıyorlar diye daha tam kanaat etmezlerdi. Şimdi imtihandan sonra, en muannid vesveseli dahi teslime mecbur oluyor. Zahmetiniz bir, kârınız bindir inşâallah.(14)

* Evvelâ: Medar-ı ibret ve hayret iki esaretimde şahsıma karşı bir muameleyi beyan etmek ihtar edildi. Şöyle ki:

Rusya'da Kosturma'da doksan esir zabitlerimizle beraber bir koğuşta idik. Ben o zabitlerimize arasıra ders veriyordum. Bir gün Rus kumandanı geldi, gördü, dedi: "Bu Kürd gönüllü alay kumandanı olup çok askerimizi kesmiş. Şimdi de burada siyasî ders veriyor. Ben yasak ediyorum, ders vermesin." İki gün sonra geldi, dedi: "Madem dersiniz siyasî değil, belki dinîdir, ahlâkîdir; dersine devam eyle." İzin verdi.

İkinci esaretimde: Bir hapiste iken yirmi sene derslerimi dinlemiş ve benden daha güzel ders veren bir has kardeşimin ve zarurî hizmetimi gören hizmetçilerimin benim yanıma gelmeleri adliye memuru tarafından yasak edildi, tâ benden ders almasınlar. Halbuki Nur Risaleleri başka derslere hiç ihtiyaç bırakmıyor ve hiçbir dersimiz kalmamış ve hiç bir sırrımız gizli kalmamış. Her ne ise bu uzun kıssayı kısa kesmeye bir hal sebeb oldu.(15)

* Aziz, sıddık kardeşlerim!

Bugün müdür tarafından size gelen sıkıntıdan merak etmeyiniz. Hiç ehemmiyeti yok. Yalnız şevkinizi kırmak için o keyfî ve kanunsuz farfaralığı yapıyor. Eğer münasib görseniz birkaç gün sonra hem müddeiumuma, hem reise bir istida veriniz ve deyiniz ki: Mes'elenin vahdeti cihetiyle her birimizin elinde hem hocanın umumumuzun hesabına olan müdafaanamesi, hem Risale-i Nur'un Meyve namındaki müdafaanamesi bulunmak kanunen hakkımızdır. Bizi bu hakkımızdan men' edenlere emrediniz, bizi sıkmasınlar. Madem en mahrem, en ehemmiyetli kitablar ve yazılarımız ve evraklarımız en mühim makamlarda medar-ı nazardır. Ve hiçbir şeyimiz gizli kalmamış. Elbette hapiste kendi menfaatine, hayırlı, zararsız, hakikat, hak bir yazı ile meşgul olmak makbuldür. Yasak edilmez, diye yazarsınız.(16)

* Sıkıntılı musibetlerimi hiçe indiren bir hakikatlı tesellidir

 Birinci: Hakkımızdaki zahmet rahmete dönmesi.

 İkinci: Kader adaleti içinde rıza ve teslim ferahı.

 Üçüncü: İnayet-i hâssanın Nurcular hakkında hususiyetindeki sevinç.

Dördüncü: Geçici olmasından zevalinde lezzet.

 Beşinci: Ehemmiyetli sevablar.

 Altıncı: Vazife-i İlahiyeye karışmamak.

 Yedinci: En şiddetli hücumdan en az meşakkat ve küçük yaralar.

 Sekizinci: Sair musibetzedelere nisbeten çok derece hafif olması.

 Dokuzuncu: Nur ve iman hizmetinde şiddetli imtihanından çıkan yüksek ilânatın tesiratındaki sürur.

Dokuz aded manevî sevinçler, öyle teskin edici bir merhem ve tatlı bir ilâçtır ki; tarif edilmez, ağır elemlerimizi teskin ediyor.(17)

* Aziz, sıddık kardeşlerim!

Beni burada sıkıyorlar ve tarassud ediyorlar. Tecrid-i mutlak ve haps-i münferid hükmünde bir vaziyette olduğum halde hadsiz şükrolsun ki sizden gelen sevinç ve sürur bütün sıkıntılarımı ve elemlerimi ve endişelerimi izale eder. Bugünlerde zarurî hizmetimi gören adamlar dahi çekinmeğe başladıkları münasebetle bu fıkrayı onlara tatmin ve temin için ellerine verdim. Belki size de bir faidesi var diye gönderdim. Beni merak etmeyiniz. İnayet-i İlahiye devam ediyor. Ben daha tam Risale-i Nur'un eczalarına bakamadım. Fakat bu kışta benim ihvanımın en güzel ve tatlı ve manevî erzaklarımız olacaklarını tebşir ederim. Medrese-i Nuriyenin kahramanlarından Hâfız Mehmed'in mektubu beni çok müferrah ve mesrur eyledi. Merhum Hâfız Mehmed'in tam bir vârisi ve o medresenin üstadı ve çok hâlis olan mübarek pederinin tam hayr-ul halefi olduğunu gösteriyor. Merhum Hâfız Mehmed Zühdü'nün validesi benim validem ve hemşirelerim içinde manevî kazançlarıma hissedar ve merhum ve mahdumu Hâfız Ali ve Hâfız Mehmed gibi üstadlarımın içinde bütün okuduklarımda hissedardırlar. Umum kardeşlerime ve hemşirelerime binler selâm.(18)

* Aziz, sıddık kardeşlerim!

 Evvelâ: Haccı men'eden, zemzemi döktüren, hakkımızda eşedd-i zulme müsaadekâr davranan ve Zülfikar ve Siracünnur'un müsaderesine ehemmiyet vermeyen ve bizi garazkârane, kanunsuz tazib eden memurları terfi ettirip hanemizden çıkan mazlumane lisan-ı hal ile yüksek ağlamamızı ve sesimizi işitmeyen bir müstebid kabinenin zamanında en rahat yer hapistir. Yalnız mümkün olsa başka hapse naklolsak, tam selâmet olur.

Sâniyen: Onlar nasıl zorla en mahrem risaleleri en nâmahreme okuttular.. öyle de, zorla ısrar edip bizi cem'iyet yapmağa mecbur ediyorlar. Halbuki cem'iyet ve komiteciliğe hiç ihtiyacımızı hissetmiyorduk. Çünki ittihad-ı ehl-i iman cemaatindeki uhuvvet-i İslâmiye; Nurcularda pek hâlisane, fedakârane inkişaf ettiği gibi ve eski ecdadlarımızın kemal-i aşkla ruhlarını feda ettikleri bir hakikata Nur şakirdleri o milyonlar kahraman ecdadlarından irsiyet aldıkları kuvvetli bir fedailik ile o hakikata bağlanmaları, şimdiye kadar resmî veya siyasî, gizli ve aşikâr cem'iyetler ve komiteciliğe ihtiyaç bırakmıyordu. Demek şimdi bir ihtiyaç var ki, kader-i İlahî onları bize musallat ediyor. Onlar mevhum bir cem'iyet isnadıyla zulmederler. Kader ise, "neden tam ihlasla, tam bir tesanüdle, tam bir hizbullah olmadınız?" diye bizi onların elleriyle tokatladı, adalet etti.(19)

* Bu defa taarruz pek geniş dairede.. Reis-i Hükûmet ve hazır kabine, plânlı ve dehşetli bir evham ile hücum etti. Benim aldığım bir habere göre ve çok emarelerle gizli münafıkların yalan jurnalleri ve desiseleriyle bizi hilafet komitesiyle ve Nakşî tarîkatının gizli cem'iyetiyle tam alâkadar, belki pişdar gösterip hükûmeti büyük bir telaşa sevkederek, Nur'un büyük mecmualarının İstanbul'da cildlenip âlem-i İslâm'da intişarını ve inayet ve makbuliyetlerini bir delil gösterip, hükûmeti korkutup, kıskanç resmî hocaları ve vehham memurları aleyhimize insafsızca çevirdiler. Tahminlerince herhalde çok vesikalar, emareler görülecek, hem Eski Said damarıyla tahammül etmeyerek ortalığı karıştıracak diye kanaatları varmış. Cenab-ı Hakk'a hadsiz şükür olsun, o musibeti binden bire indirdi. Bütün taharrilerde hiç bir cem'iyet ve komitelerle bir alâkamızı bulamadılar. Yoktur ki, bulsunlar. Onun için savcı iftiralara ve yanlış manalara, medar-ı mes'uliyet olmayan cüz'î isnadlara mecbur olmuş. Madem hakikat budur, Nurlar ve biz yüzde doksandokuz derece musibetten halas olduk. Öyle ise değil şekva, belki binler şükür etmekle inayet-i İlahiyenin bu cilvesinin tamamını sabır, şükür, istirhamla beklemeliyiz ve Nur dersleriyle bu medresenin mütemadiyen çıkan ve giren muhtaç ve müştaklarına teselli vererek yardım etmeliyiz.(20)

* Aziz yeni kardeşlerim ve eski mahpuslar!

Benim kat'î kanaatım gelmiş ki; buraya girmemizin inayet-i İlahiye cihetinde bir ehemmiyetli sebebi sizsiniz. Yani, Nurlar tesellileriyle ve imanın hakikatlarıyla sizi bu hapis musibetinin sıkıntılarından ve dünyevî çok zararlarından ve boşuboşuna gam ve hüzün ile giden hayatınızı faydasızlıktan, bâd-i heva zayi' olmasından ve dünyanızın ağlaması gibi âhiretinizi ağlamaktan kurtarıp tam bir teselli size vermektir. Madem hakikat budur. Elbette siz dahi, Denizli mahpusları ve Nur talebeleri gibi birbirinize kardeş olmanız lâzımdır. Görüyorsunuz ki: Bir bıçak içinize girmemek ve birbirinize tecavüz etmemek için dışarıdan gelen bütün eşyanız ve yemek ve ekmeğinizi ve çorbanızı karıştırıyorlar. Size sadakatla hizmet eden gardiyanlar çok zahmet çekiyorlar.

Hem siz, beraber teneffüse çıkmıyorsunuz. Güya canavar ve vahşi gibi birbirinize saldıracaksınız. İşte şimdi sizin gibi fıtrî kahramanlık damarını taşıyan yeni arkadaşlar, bu zamanda manevî büyük bir kahramanlık ile heyete deyiniz ki: "Değil elimize bıçak, belki mavzer ve rovelver de verilse, hem emir de verilse, biz bu bîçare ve bizim gibi musibetzede arkadaşlarımıza dokunmayacağız. Eskiden yüz düşmanlık ve adavetimiz dahi olsa da, onları helâl edip hatırlarını kırmamağa çalışacağımıza, Kur'anın ve imanın ve uhuvvet-i İslâmiyenin ve maslahatımızın emriyle ve irşadıyla karar verdik." diyerek, bu hapsi bir mübarek dershaneye çeviriniz.(21)

* Hapislerde, hususan Afyon hapsinde; eski zalim müstebidlerin aldatmak suretinde arasıra af bahsini etmesinden bîçare mahpuslar benden soruyordular: "Acaba af olacak mı?" Ben de derdim: "Bu zalimler aldatıyorlar. Fakat Nur şakirdleri madem mahpuslara teselli vermek ve yüzde doksanını namaz kıldırmak hikmetiyle üç defa hapse girdiler. Rahmet-i İlahiyeden kuvvetli ümid ederim ki, hapislerin tam bir af ile çıkmasına bir alâmet olduğuna kuvvetle ümid ve müjde ediyorum." Çok defa, çok adamlara bu teselliyi veriyordum. Cenab-ı Hakk'a hadsiz şükrolsun ki; kahraman Demokratlar o ümid ve ihbarlarımı tasdik ettirip keyfî, tarafgirane bazı kanunların bahanesiyle ve garazkâr bazı memurların tarafgirlik hesabına bahanelerle ezilen çok masum mahpusları azabdan kurtarmağa vesile oldular. Ve milletin cür'etkâr kısmını kendine ve asayişe taraftar ettiler. O vesile ile pek çok mahpuslar Nurlara ve Nurculara cidden alâkadarlık sebebiyle tamamıyla ıslah-ı hal edip vatan ve millete değil muzır, belki birer hizb ve uzv-u nâfi' hükmüne geçtiler.(22)

* Başta müdür olarak hapsin heyet-i idaresine sureten ehemmiyetsiz, fakat bence çok ehemmiyetli bir maruzatım var. Yirmiiki sene tecrid-i mutlak içinde geçen hayatım ve yetmişbeş yaşında vücudumun aşılara tahammülü yoktur. Hattâ çok zaman evvel beni aşıladılar, yirmi sene onun eseri olarak cerahat yapıyordu. Müzmin bir zehir hükmüne geçti. Emirdağı'nda iki doktor ve arkadaşlarım bunu biliyorlar. Hem dört sene evvel, Denizli'de beni de umum mahkûmlar içinde aşıladılar. Hiçbirisine zarar olmadığı halde, beni yirmi gün hasta eyledi. Hıfz-ı İlahî ile, benim için tehlikeli olan hastahaneye gitmeye mecbur edilmedim. Kat'iyyen vücudum aşıya gelmez. Hem mazeretim kuvvetlidir. Hem yetmişbeş yaşında gayet zaîf olduğumdan, on yaşında bir çocuğa edilen aşıya ancak tahammül ederim. Hem madem daima tecrid-i mutlak içindeyim, benim başkalarla temasım yok. Hem bir ay evvel iki doktoru vali Emirdağı'na gönderdi, beni tam muayene ettiler, hiç bir sâri hastalık bulunmadığı, yalnız gayet za'fiyetten ve tecrid ve ihtiyarlıktan ve kulunç hastalığından başka birşey bulamadılar. Elbette bu hal, beni kanunca aşılamağa mecbur etmez.

Hem büyük bir ricam var, beni hastahaneye sevketmeyiniz. Bütün hayatımda, hususan bu yirmiiki sene tecrid-i mutlak ömrümde tahammül edemediğim bir vaziyete, yani tanımadığım hastabakıcıların hükmü altına mecbur etmeyiniz. Gerçi bu sıralarda kabre girmeyi hoş görmeğe başlamıştım. Fakat insaniyetlerini gördüğüm bu hapsin heyet-i idaresinin hatırları ve mahpusların tesellileri için şimdilik hapsi kabre tercih ettim.(23)

* Aziz, sıddık kardeşlerim! İki-üç defadır ehemmiyetli bir halet-i ruhiye bana ârız oluyor. Aynı otuz sene evvel İstanbul'da beni Yuşa Dağı'na çıkarıp İstanbul'un, Dâr-ül Hikmet'in cazibedar hayat-ı içtimaiyesini bıraktırıp hattâ İstanbul'da bulunan Nur'un birinci şakirdi ve kahramanı olan merhum Abdurrahman'ı dahi zarurî hizmetimi görmek için de yanıma almağa müsaade etmeyen ve Yeni Said mahiyetini gösteren acib inkılab-ı ruhînin bir misli, şimdi mukaddematı bende başlamış. Ve üçüncü bir Said ve bütün bütün târik-i dünya olarak zuhuruna bir işaret tahmin ediyorum. Demek Nurlar ve kahraman şakirdleri benim vazifelerimi yapacaklar, daha bana hiç ihtiyaç kalmamış. Zâten Nur'un her bir câmi' cüz'ü ve sarsılmayan hâlis şakirdlerinin her birisi, benden daha mükemmel ders verir.(24)

* Aziz, sıddık kardeşlerim!

Evvelâ: Sizi teselliye muhtaç bilmiyorum. Birbirinizin kuvve-i maneviyenizi takviye edersiniz, o kâfidir. Karşımdaki levha dahi bana kâfi geliyor. Bu son hücumda, tam haksız ve kanunsuz, yalnız evhamdan ve za'fiyetten gelen bir korkutmak olduğu anlaşıldı ve ahalinin ve zabıtanın vaziyeti, o manasız hücuma bir itiraz hükmünde idi.

 Sâniyen: Benim müdafaatım yeni isnadata dahi kâfi gelir mi? Hem Zübeyr ve avukatlar çalışıyorlar mı? Telaşları yok mu? Hiç merak etmesinler. Bize medar-ı mes'uliyet ettiği maddelere göre, bütün uhuvvet-i imaniyeyi taşıyanları, hattâ bütün imamların cemaatlerini ve bütün üstad ve muallimlerin talebelerini dahi mes'ul etmek lâzım gelir. Demek muhalifleri çok kuvvet bulmuşlar ki, bütün bu telaşlı ve imkânatı vukuat yerinde istimal ederek acib evhamla bize hücum ettiler.

 Sâlisen: Benim kendi kanaatım, tâ bahara kadar hapiste kalmak gerektir. Zâten kışta herşey tevakkuf eder. İnşâallah inayet-i İlahiye yine imdadımıza yetişir.(25)

* Aziz, sıddık kardeşlerim!

 Evvelâ: İhtiyat ve temkin ve meşveret etmek lâzımdır.

Sâniyen: Zübeyr bana merhum biraderzadem Abdurrahman yerine ve Ceylan merhum biraderzadem Fuad bedeline verilmiş diye manevî ihtar aldım. Ben de burada işimi onlara bıraktım.

Sâlisen: Haber aldım ki, çok çalışan fakat ihtiyatsız Ahmed Feyzi'nin "Maidet-ül Kur'an" başında malûm mektubumu mahkeme heyeti bahane ederek (ki: Said kendi hakkındaki medihleri vesaireyi tasdik etmiş) benim mahkûmiyetime bir sebeb gösterilmiş. Ben mükerrer dedim ki, herşeyden evvel Ahmed Feyzi onu beyan edip ki; o mektub, kendi hakkındaki mektubları kabul etmemek ve sair bir kısmını ta'dil etmek için idi demesi lâzımken lüzumsuz onları hiddete getiren şeyleri yazmış. Ben onun bin kusurunu görsem, ondan gücenmem. Fakat Nurlara zarar gelmemek için cesurane ve ihtiyatsız hareketten bir derece çekinmek lâzımdır.

 Râbian: Feyzilerin bir kahramanı olan Ahmed Feyzi kardeşimiz de, Tahirî'nin koğuşu olan medresesinde aynen Tahirî gibi davranmalı. Ve gidenlerin yerinde, onların şakirdlerini Kur'an ve Nur dersleriyle ve yazılarıyla teşvik etsin. Dün bana gönderdiği yeni talebelerin defterleri benim hazîn halimi sevince tebdil etti. Elhamdülillah dedim.(26)

* Aziz, sıddık kardeşlerim!

Hem ihtiyat ve tesanüde dair bir ihbar-ı gaybî, hem hariçten birisinin "Bir casusun Feyzi'nin yazılarını aleyhimize çevirdiklerini" bana ihbarı, hem sobamın demiri sebebsiz üç parça olmasının, hem benim Ahmed Feyzi kardeşime şiddetli bir surette "Bu müdafaatı bırak ve yazdıklarını gizle, başka birine gösterme. Çünki siyasetvaridir. Hem Nurcuları, Risale-i Nur'u siyasete âlet ediyorlar diye mana veriyorlar." deyip o dikkatli ve haklı kardeşimi bir derece incittiğimin ve şevkini o nevi yazılardan kırdığımın, hem bu kabinenin zamanında dehşetli ve sebebsiz bir sıkıntı çektiğimin hikmetlerini şimdi kardeşim Nazif'in bir gazeteden aldığı bir parça bu beş halin sırrını gösterdi.(27)

* Kardeşlerim!

Tahminimce kışın bu hiddeti bize hücum için değil, belki Sebilürreşad gibi dindarların neşriyatlarına bir taarruz içindir. Siz o taarruzdan korkmayınız. Şimdiye kadar yalnız bize idi. Şimdi pek çok muarızları bulacaklar. İnşâallah bizim için bir zarar olmaz. Vakit bulamamıştım, iki defteri şimdi gördüm. Birisini tashihe başladım.(28)

* Kardeşlerim!

Sebilürreşad'ın bu sırada bizim lehimizde yazıları bize zararlı idi. Çünki Risale-i Nur'u dahi dinî ve siyasî bir mecmua nazarıyla bakmaya sebeb olup, kabinenin dikkatini celbedecekti. Hem bu fırtınalı sırada evrakımız Temyiz'e gitmediği hayırlıdır. Demek kabinenin dindarlar aleyhindeki şiddeti, komünistleri aldatmak veya Rus'a bir rüşvet için idi. Dünkü beyanname hangi gazete ve kimindir?(29)

* Mehmed Ali dilimi anlamıyor. Ben demiştim ki, Zübeyr ile Sungur Nur'un kahramanlarıdır. Her biri yirmi-otuz yeni talebelerden ziyade ehemmiyetleri vardır. Ben bir sebebden telaş ettim. Acaba hiç sarsılmayan bu iki Abdurrahman'larım, bunlar da aldanabilir mi ki tam Ceylan gibi çalışamadılar.(30)

* Aziz, sıddık kardeşlerim!

Böyle sıkıntılı, hüzünlü vakitlerde ve yerlerde mümkün olduğu kadar birbirine teselli vermek ve kuvve-i maneviyesini kırmamak, belki takviye etmek ve tesanüdü kuvvetleştirmek ve keder verecek sözleri ve hâdiseleri lüzum-u kat'î olmadan söylememek, hususan bana keder verecek hiçbir şeyi dememek bizlere şimdi gayet elzemdir. Aleyhimizde olanlar istifade ediyorlar, daha ziyade sıkıntı vermeğe başlıyorlar. Madem sizin için istirahatımı, izzetimi, haysiyetimi, hattâ lüzum olsa canımı feda ediyorum. Siz dahi binler masum kardeşlerimiz ve Nurlar için sabr u tahammüle çalışınız. Ve çirkin hallere ve sözlere bakmayıp kulak vermeyiniz. Nur dersleri yazılarındaki kedersiz zevkler size yeter. Biz vazifemizi yapıp, vazife-i İlahiyeye karışmamak ve inayet-i Rabbaniyenin imdadımıza gelmesini beklemektir.(31)

* Aziz sıddık kardeşlerim!

Bugünde sorguda çok ehemmiyetsiz bazı mektublarda isimleri bulunan zâtları sordular. Ben de hiçbirisini söylemedim. Dedim: "Böyle manasız şeylere cevab vermeye mecbur değilim. Hiç ehemmiyeti olmayan lüzumsuz şeyleri benden sormayınız." Ben de kısa cevab verdim. Ben anladım ki, Nurlara ilişmeğe çare bulamadılar ve bulamıyorlar. Onun bedeline beni çürütmek, ihanet etmek, sıkıştırmak için yapıyorlar. Ben de "Tevekkeltü Alallah" diye sabır ve tahammül ediyorum. Siz de hiç merak etmeyiniz. Yeni gelenlere selâm ederim.(32)

* Heyet-i Vekile'nin istidamıza ayn-ı cevab suretini Ahmed Hikmet arasın. Bize gösterilen kâğıd ise, o garazkârın ifadesidir. Hem bu cevab yeni kabinenin, yoksa eskisinindir? Merak ediyorum. Zannımca eskisinindir.

Tashih bu surette olsun: "Bazı yerlerde ehl-i imanın nokta-i istinadının yıkılmağa başladığı ve bir kısım esbab ve neşriyat imanın erkânına karşı muhalif cephe alıp" ilâ âhirihi..

Siz bu musahhah tarzı çabuk Hüsrev'e bildiriniz. Belki teksir ederler ve muarızların ellerine geçer, yanlış mana verirler. Hem benim son mektubumdaki parçacığı dahi beraber Hüsrev'e gönderebilirsiniz. Hem Hüsrev münasib görmediği kelimeleri ya kaldırır, ya ta'dil eder. Ona havale ederiz.(33)

* Âsiye ve Râbia'ya pek çok selâm ve dua ederiz. Ben yarım saat evvel birden Âsiye namı dilime ve kalbime geldi. Ben de mükerrer kaç defa dedim: Çok Âsiye'leri Afyon bize hemşire veriyor.(34)

* Sâniyen: Benim yazımla son ders bir defter burada bir kardeşimizde vardı. Ona diyeceğim, sana versin.

Sâlisen: Birden kalbime kuvvetli bir hatıra ile geldi ki: "Bu medresede yazılan Arabî Hülâsat-ül Hülâsa'sından ilim ve irade ve kudret-i İlahiye hakkındaki kısmı risalet-i Muhammediye Aleyhissalâtü Vesselâm hakkındaki kısım gibi bir nevi tercüme içinde muhtasar bir tarzda o çok ehemmiyetli kudsî sıfât-ı İlahiyeyi isbatına çalış ve ehl-i dalalet ve tabiatı sustur."

İnşâallah vakit ve hal müsaade etse, birkaç gün sonra başlayacağım.(35)

* Aziz, sıddık, müdakkik kardeşim Ahmed Feyzi!

İlim, irade, kudretin tercümesini sana havale edecektim. Fakat Hüsrev teksir makinesiyle kolayca ve muhtasar yazması fikri, o vazifeyi ona verdirdi. Hem tashih için buraya geldiği vakit inşâallah seninle beraber hem izah, hem ıslah, hem tekmil edeceğiz. Sen şimdi Nur'un dersiyle ve yazmak ve yazdırmasıyla meşguliyetin ve koğuşun ve kışın sıkıntısının ve nüshalar ayrı olmak için şimdi en münasib Hüsrev ve arkadaşları o vazifeyi yapsınlar. Biz onlara yardımcı olacağız.(36)

* Ceylan!

Son yazdığım ve bu dehşetli ve zehirli hastalık tekmiline mani olmuş parçayı Hüsrev'e gönder. O benim bedelime ilim, irade, kudret, Hülâsat-ül Hülâsa'daki kısmını bir nevi tercümesini yazsın. Eğer isterse yazdığını bana tashih için göndersin. Hem bana çok dua etsinler.(37)

* Pehlivan cür'etli kardeşim!(39)

Bir zaman gayet cesur ve kuvvetli bir adam, ona hücum eden bir korkak ve kuvvetsiz adamdan kaçıp ona yalvararak "Aman bana ilişme" dediğini gördük. Merak ile sorduk. Dedi: "Belimde sepette kıymetli yumurtalar var, kırılmasın diye kaçıyorum." İşte biz dahi, bir cihette ona benzeriz.(40)

* Çok aziz, tam sıddık, hâlis, çok cesur kardeşim!(41)

Senin bu yeni müdafaanı haklı ve hakikatlı ve kanunî gördüm. Fakat bir derece mübarezekârane olmasından, şimdilik onlara izhar zamanı gelmemiş. Çünki mesleğimiz, müsbet harekettir. Menfî tarzda hücuma halimiz müsaid değildir. Binler bârekâllah, çok ince tedkikatla hakiki hukukumuzu müdafaa etmişsin. Fakat bu kudsî hakikatlara kulak verecek başlar lâzımdır ve bu güzel manaları tasdik edecek kalbler gerektir. Bizi adliye ile ezdirmeğe çalışanlar o kulakları ve kalbleri bulmağa kadar ihtiyatkârane sabretmek lâzımdır.(42)

* Aziz, sıddık, muhlis kardeşim Ahmed Feyzi!

Ben bu gece merhum Hasan Feyzi sisteminde bir Feyzi'yi gördüm. Birden sen zihnime iliştin. Ben dedim: "Fırsat buldukça bu cesur Feyzi'yi, Mehmed Feyzi gibi yanıma alıştıracağım. Tam temkinli, israfsız ve tam ihlasla Nurları hiçbir şeye vasıta, hattâ uhrevî makamlara ve dünyadaki maksadlara âlet yapmamağa ve yaptırmamağa çalışsın."

Şimdi o hakikatı gece hali bir hakikat olarak senin bu Hasan Feyzi gibi yeni bir takrizin ile elime geldi. Nazif, Salahaddin, Ceylan, Zübeyr, Sungur, Tabancalı şimdi sizler bu takrizi güzelce tashih, ıslah ve bir derece muhtasar yapınız ki, Hasan Feyzi'nin takrizi gibi, buranın dersinin âhirinde neşredilsin.(43)

* Aziz, sıddık, hâlis, müdakkik kardeşlerim!

Evvelen: Senin gazi elin(44) bu derece güzel, okunaklı yazısını bilmezdim. Yoksa o mübarek parmakları çok çalıştıracaktım.

Sâniyen: Nur'un metni izaha ihtiyacı olsa, ya satırın üstünde ya kenarda hâşiyecikler yazılsa daha münasibdir. Çünki metin içine girse, teksir edilen nüshalar ayrı ayrı olur, tashih lâzım gelir. Hem sû'-i istimale kapı açılır, muarızlar istifade ederler. Hem herkes senin gibi muhakkik, müdakkik olmaz; yanlış bir mana verir, bir kelime ilâve eder, ehemmiyetli bir hakikatı kaybetmeye sebeb olur. Ben tashihatımda böyle zararlı ilâveleri çok gördüm. Hem benim tarz-ı ifadem, bu zamanın Türkçesine pek uygun gelmiyor. Bir parça dikkat ve teenni ister. Belki bunun da bir faidesi, bir hikmeti var.

Sâlisen: Senin nüshanın başında ve âhirindeki mektublardan işaret ettiğim kısmını, risalenin âhirinde yazılsa münasib bir takriz olur.

Râbian: Şimdi ihtiyat çok lâzım. Hem senin, hem koğuşun dikkat altında olduğunu hissediyorum.(45)

* Aziz sıddık kardeşim Sabri!

Benim bir parça tereyağım var. Şimdi bir parça un aldım. Sen benim için güzel bir helva yap. Sen nezaret et ve tarif et, Hıfzı ve Mustafa ve Metin yapsınlar. Senin bana Emirdağı'nda gönderdiğin tatlılar hoşuma gidiyordu. Hem bunu aynen onlar gibi senin sadakan ve hediyen olarak kabul edeceğim. Ben zayıf düşmüşüm, pek az yiyebilirim. Belki inşâallah bu bir teberrük ve ilâç olur.(46)

* Kardeşlerim!

Hemşiremiz Zehra'ya Elhüccetüzzehra vermek lâzımdır. Eğer Nazif Çelebi kendi yazdığı nüshayı Kastamonu için ona verse iyi olur. Yoksa benim yanımda bir nüsha var, onu vereceğiz. O hemşiremiz tam bir ilâç gibi, hem maddî hem manevî hastalığımın şiddetli fırtınaları aynı vaktinde gelmesi ve o iki marazın bir derece sükûnet bulması, o mübarek hemşirenin tam sadakatına bir emaredir.(47)

* Bu gelen noktalara dair hem buradaki dostlar ve avukatlar, hem Emirdağ'ındaki kardeşlerim çalışsınlar.

Birinci Nokta: Bana hapis kanunuyla muamele etsinler. Keyfî ve tahakkümî tazyiklere tahammülüm kalmadı.

İkinci Nokta: Onlara desinler ki: "Said kendine hürmet, muhabbet istemiyor. Hattâ talebelerini de kendini medhetmekten men' ediyor. Yalnız der: Bana eziyet ve hakaret edilmesin?" Halbuki evham yüzünden beni hem mahpuslara hem kapıya hâriçten gelen dostlarıma bakmaktan ve onlara "Merhaba" işaretini vermekten men' edip yasak etmişler. Dünyada emsali bulunmayan bir tecrid içindeyim.

Üçüncü Nokta: Tâ bayrama kadar mümkün olduğu kadar beni dünya ile meşgul etmemek ve taciz ve eziyet vermemek, pek çok ihtiyacım var.(48)

* Aziz kardeşlerim,

Herhalde üç avukatlarımız mahkeme elinde bulunan çok kıymetli mu'cizatlı Kur'anımızı ve kitablarımızı o insafsızların ellerinden kurtarmağa çalışmak lâzımdır. Hem Siracünnur'un âhirindeki yasak olmuş Beşinci Şua'ı çıkarsınlar, o mecmuamızı da bize iade ve Zülfikar'ın sebeb-i müsaderesi olan iki sahifeyi koparsınlar, o büyük kıymetdar mecmuamızı bize iade etmelerine çalışmaları elzemdir. Hem benim bu ağır vaziyetimin tahfifine, hem Ankara'da hem burada Arpacı Sâlih ile beraber müracaat etsinler. Hem benim Denizli'de dokuz ay hapsim kanunen aynı mes'ele ve aynı mevhum cürüm olmasından bu cezamıza sayılması hakkımızdır. Çalışsınlar.(49)

* Ceylan! Bir sene çamaşırlarımı yıkayan Râbia bana bir gömlek, bir parça kömür göndermiş. Ben bir senedir ona çok minnetdar olduğumdan, onun hediyesini geriye çevirmem. Fakat kaidem bozulmamak için, bana Mekke'den gelen zemzemi ve hurmaları ona mukabil çok selâmım ile beraber gönderiniz.(50)

* Ceylan! Bana ve Nurlara ait kırk küsur sahife kararnameden benim için yazılan ve tashih ettiğim iki parça zayi' olmasın ve size lüzumu kalmadığı vakit bana gönderiniz. Hem son yazdığım pusulalar, benim defterime göre küçük yapraklarda yazınız, belki bana lâzım olur, bana gönderiniz.(51)

* Aziz, sıddık, çok hâlis, çok eski kardeşim ve hizmet-i Kur'aniyede çok fedakâr arkadaşım Ahmed Nazif!

Evvelen: Hiç hayatımda görmediğim ve her gün ondan vefatımı beklediğim bu semli, pek ağır ve sıkıntılı hastalığımdan kalben diyorum ki: Ben ölsem, pek çok Hüsrevler, Tahirîler, Nazifler gibi benden daha kuvvetli kardeşlerim kalıyorlar. Bana ihtiyaç kalmadı. El-hükmü lillah diyerek ölümümü kemal-i ferahla karşılamak suretini rahmet-i İlahiyeden niyaz edip istiyorum.

Sâniyen: Şimdiye kadar hakkımızda kanunsuz şiddetli muameleler, hizmet-i imaniye ve Nuriyemize başka ve ehemmiyetli sahalarda daha parlak ve tesirli inayetlerin tezahürü, bizi şimdilik pek ağır sıkıntımızda sabırla tahammüle davet eder.

Sâlisen: Bu üçüncü musibetimizde bana karşı bütün bütün kanunsuz ve garaz ve aksülamel ile mukabele ve beni mahkemede haklı müdafaatımdan men'etmek ve ondört ay tecrid-i mutlakta tazib etmekle bildim ki; benim onlara müracaatım lüzumsuzdur, belki zararlıdır. Onun için senin ve Abdurrahman'ın iki ehemmiyetli fikrinize cevab vermedim.

Râbian: Salahaddin'in yeni ve ihtiyatkârane ve tedbirdarane takrizini sen münasib görsen, bazı ihtiyatsızlara bir ikaz nevinden baba-oğul Çelebilerin imzasıyla Elhüccetüzzehra'nın âhirinde, Hüsrev ve arkadaşları münasib görseler Isparta'da neşretsin. Siz bir defa daha bakınız, ıslah ve tadile lüzum varsa yaparsınız.(52)

* Kardeşlerim!

Bu taamlara hediye manası karıştığı için bana dokunuyor. Onları ucuz fiyatla münasib ve talib adamlara veriniz. O fiyatla şuhur-u selâsede bana lâzım olacak yiyecek şeyleri alırsınız. Ben sizlere teberrük verecektim. Sonra bildim ki, sizin ihtiyacınız yoktur.(53)

* Kararnamenin yetmişbeşinci sahifesinde büyük bir hataları var. O da şudur:

Ben Denizli müdafaatımda yazmışım ki: Gizli düşmanlarımız bize hücum için istibdad-ı mutlaka "Cumhuriyet" namını vermekle, irtidad-ı mutlakı rejim altına almakla, sefahet-i mutlaka "medeniyet" namını vermekle cebr-i keyfî-i küfrîye "kanun" namını takmakla, hem hükûmeti ve adliyeyi iğfal, hem bizi perişan etmeğe çalışıyorlar.

Şimdi kararnamede tamamıyla tahrif ve tağyir edilmiş, aleyhimize çevirmişler. O mahdud gizli münafıklara ait müdafaamızı, garazkâr ehl-i vukufun yanlışlarına istinaden hükûmete, bütün memurlara çevirip büyük bir hata ve iftira etmişler. Hem benim Kürdlüğüm hakkında insafsızca isnadları zalimanedir. Bizim avukatlarımız bu iki noktayı hem tamam müdafaatımı tam nazara alsınlar.

Hem yahudi ve hristiyan içimizde hem Peygamber'i (A.S.M.) hem milletin ecdadlarını inkâr ve adavet edenlere mahkeme ilişmediği halde, neden Mustafa Kemal'e benim haklı tenkidimi ve onu sevmememi suç saymış?(54)

* Aziz sıddık kardeşlerim!

Mahkememizi başka yere nakletmek esbab-ı mûcibesinden yalnız bir-ikisine işaret etmeğe bir ihtar aldım ki, siz ve avukatlarımıza bir me'haz olsun.

Birincisi: Burada dehşetli bir mana hükmediyor ki, çok muktedir üç avukatımızın haklı kanunî müdafaatlarını ve heyet-i hâkimenin çok ümid ve itimad ettiğimiz hüsn-ü niyetlerini akîm bıraktı. Ve hiç emsali bulunmayan bir uzun tecrid-i mutlakta mecbur olduğum hukukumu müdafaadan beni men'etmekle mes'ele bir iken arkadaşlarımla teması yasak edip beni insafsız ve kanunsuz tam perişan etmek ve mahkemelerde şahlar, âdi adamlar ve muvafıklar ve muhalifler, hattâ en muzır dinsizler ve vatanperver dindarlar beraber bulunup garazsız ve hissiyat karışmadan muhakeme oldukları halde; burada kâh "O Kürddür, ne için ona talebe oldunuz?", kâh "O Şafiîdir," bazan "O, Mustafa Kemal aleyhindedir, onun dersini dinlemeyiniz", bazan "Onun dostları müfritane onu medhediyorlar, elini öpmeyiniz", yani ihanet ediniz ve çürütünüz, kâh bir adamın (İbrahim Kantar gibi) mahkemeye gelmemesiyle, otuz-kırk masumun mahkemelerini te'hir ve mevkufiyetlerini devam ettiriyorlar. Kâh "Belki bir-iki şakird daha var" diye sırf kanunsuz onbeş günde Temyiz hakkımız iken, iki ay belki niyetlerince altı ay te'hir etmek ve onbir ay beni tecrid etmek, konuşturmadan herbir günde Denizli hapsinde bir ay kadar azab vermek ve masum şakirdlerin ayn-ı hakikat ve kuvvetli müdafaatlarına hiç ehemmiyet vermemek kat'î gösteriyor ki; hakikat-ı adaletin zıddı bir mana burada hükmediyor ki, bu iş böyle oluyor.(55)

Dipnotlar

1-Tarihçe-i Hayat s:578-579

2-Tarihçe-i Hayat s:580-581

3-14. Şua Gayr-i münteşirlerinden

4-Tarihçe-i Hayat s:581-582

5-14. Şua Gayr-i münteşirlerinden

6-Tarihçe-i Hayat s:581-582

7-Tarihçe-i Hayat s:583

8-Tarihçe-i Hayat s:583-584

9-Tarihçe-i Hayat s:585

10- (Haşiye): Bu fırtına ise Afyon hapsinde bir isyan çıktı, hiç bir Nur talebesi karışmadı.

11-Tarihçe-i Hayat s: 585-586

12-Tarihçe-i Hayat s: 587-588

13-Tarihçe-i Hayat s: 588

14-Tarihçe-i Hayat s: 589

15-Tarihçe-i Hayat s: 590-591

16-Tarihçe-i Hayat s: 591-592

17-Emirdağ-1 Gayr-i Münteşirleri

18-Tarihçe-i Hayat s: 592

19-Emirdağ-1 Gayr-i Münteşirleri

20-Tarihçe-i Hayat s: 592-593

21-Tarihçe-i Hayat s: 593-594

22-Sözler-s: 166

23-Emirdağ Lahikası-2 s: 51

24-Şualar, s: 484-485

25-Şualar, s: 531-532

26-Şualar, s. 536

27-Şualar, s. 537-538

28-14. Şua Gayr-i münteşirlerinden.

29-14. Şua Gayr-i münteşirlerinden.

30-14. Şua Gayr-i münteşirlerinden

31-14. Şua Gayr-i münteşirlerinden

32-14. Şua Gayr-i münteşirlerinden

33-14. Şua Gayr-i münteşirlerinden

34-14. Şua Gayr-i münteşirlerinden

35-14. Şua Gayr-i münteşirlerinden

36-14. Şua Gayr-i münteşirlerinden

37-14. Şua Gayr-i münteşirlerinden

38-14. Şua Gayr-i münteşirlerinden

39-Ahmed Feyzi ağabeye hitaptır.(Salih Okur)

40-14. Şua Gayr-i münteşirlerinden

41-Ahmed Feyzi ağabeye hitaptır.(Salih Okur)

42-14. Şua Gayr-i münteşirlerinden

43-14. Şua Gayr-i münteşirlerinden

44-Ahmed Feyzi ağabeyin eli Birinci Cihan Harbinde gazi olmuş.(Salih Okur)

45-14. Şua Gayr-i münteşirlerinden

46-14. Şua Gayr-i münteşirlerinden

47-14. Şua Gayr-i münteşirlerinden

48-14. Şua Gayr-i münteşirlerinden

49-14. Şua Gayr-i münteşirlerinden

50-14. Şua Gayr-i münteşirlerinden

51-14. Şua Gayr-i münteşirlerinden

52-14. Şua Gayr-i münteşirlerinden

53--14. Şua Gayr-i münteşirlerinden

54-14. Şua Gayr-i münteşirlerinden

55-14. Şua Gayr-i münteşirlerinden

 

Bu yazıya yorum yazın


Not: Yanında (*) işareti olanlar zorunlu alanlardır.

Bu yazıya gelen yorumlar.

DİĞER YAZILAR

Hala mı Allah'a tövbe etmezler ve O'ndan bağışlanma istemezler? Allah, çok bağışlayandır, çok merhamet edendir.

Maide, 74

GÜNÜN HADİSİ

SABAH İLE YATSI NAMAZLARINI CEMÂATLE KILMANIN FAZÎLETİNE DÂİR EBÛ HÜREYRE HADÎSİ

Münâfıklara sabah ile yatsı (cemâat) namazlarından daha ağır hiç bir namaz yoktur. (Halbuki) bu iki namaz(ın cemâatin)de olan (ecir ve fazîlet)i bilseler emekliye, emekliye (sürtüne, sürtüne) de olsa onlara gel(ip hâzır ol)urlardı. (Ebû Hüreyre)

TARİHTE BU HAFTA

*Kanije müdafaası(18 Kasım 1601) *Hz.Fatıma'nın(r.anha) Vefatı(22 Kasım 632) *İstanbul'un Müttefikler Tarafından İşgali(23 Kasım 1918) *Alparslan'ın Şehadeti(24 Kasım 1072) *Öğretmenler Günü(24 Kasım)

ANKET

Sitemizle nasıl tanıştınız?

Yükleniyor...

SİTE HARİTASI