KENDÄ° DÄ°LÄ°NDEN BEDÄ°ÃœZZAMAN-47

AFYON HAPSİ SONRASI * Aziz, sıddık, kahraman kardeşim Hüsrev! Üstadınız tahliye oldu. Hayri’yle Ziya, Konya namına gelmişler. O da ruh u canıyla kabul etmiş. Kararın sehivleri olan parça, Mahkeme-i Kübra’ya Şekva hem müdafaatın âhirinde, hem münasib görülürse ehemmiyetleri için birer müstakil nüshaları bulunsun. Bu iki kardeşimizi


Salih Okur

nedevideobendi@gmail.com

2019-01-08 09:07:16

AFYON HAPSÄ° SONRASI

* Aziz, sıddık, kahraman kardeşim Hüsrev!

Üstadınız tahliye oldu. Hayri'yle Ziya, Konya namına gelmişler. O da ruh u canıyla kabul etmiş. Kararın sehivleri olan parça, Mahkeme-i Kübra'ya Şekva hem müdafaatın âhirinde, hem münasib görülürse ehemmiyetleri için birer müstakil nüshaları bulunsun. Bu iki kardeşimizi iki canlı mektub olarak gönderiyoruz.(1)

* Aziz, sıddık kardeşlerim!

Mektubunuzdan Hüsrev'in hastalığını hissettim. Cenab-ı Erhamürrâhimîn şifa ihsan eylesin, âmîn. Şübhem yok ki, benim hastalığımdan kendisine bir kısım aldı, bana yardım etti. Yoksa ben ucuz kurtulmayacaktım. Fakat sizleri temin ederim ki, elimden gelse idi onun ve onun gibilerin hastalık ve sıkıntılarını kendime alırdım. Çünki onlar elmas kalemleri ve ihlaslarıyla, benim bitmiş vazifemi daha parlak bir tarzda kendi vazife-i kudsiyeleri içinde idame ediyorlar.(2)

*Aziz, sıddık kardeşlerim!

Evvelen: Buraya görüşmek için çok zâtlar, bazan çok uzak yerlerden gelip çok da masarıf ederek bizimle görüşemeden ve mecburiyetle görüşmeden dönüyorlar. Hocalardan birisi uzaktan gelmişti. Bir saat âdi şahsıma bedel, Asâ-yı Musa mecmuasıyla bir sene sohbet etmek için aldı, memnuniyetle gitti. Evet Risale-i Nur'la görüşen benim âdi şahsımla değil, belki Kur'an hâdimi ve Nur tercümanıyla görüşür. Çünki Nurlardaki ilim, başka kitablar ve ilimler gibi bir ilmî ders dinlemek değil, belki müellifinin manevî ameliyat ve tedavileri içinde bütün latife ve duygularıyla çırpındığı ve çalıştığı ve kısmen kazandığı aklî ve halî ve kalbî ve hissî tasdik ve zevkettiği hakikatları onun ders aldığı yerden ders almak ve o manevî muhavere ve sual ve cevabı müstefidane dinlemektir. Bu ise fâni ve fena şahsımla sohbetten çok ziyade faidesi var. Hem meşrebimizde sûrî ve muvakkat sohbet esas değildir. Manevî ve daimî sohbet yeter.(3)

* Ey beni görmek isteyen âhiret kardeşlerim ve hemşirelerim!

Bazı esbaba binaen şimdilik zaruret olmadan görüşmemek lâzım gelmiş. Zübeyr'i tam bir Said olarak tevkil ettim. Onunla görüşen, benimle görüşmüş gibi kabul ederim.(4)

* Aziz, sıddık kardeşlerim!

Evvelen: Geçen bayramınızı ruh u canımızla tebrik ediyoruz. Sureten görüşmediğimizden merak etmeyiniz. Biz manen daima beraberiz.

Sâniyen: Zübeyr'in ve başkaların bir-iki sualine cevabdır. Dediler ki: Neden halkın hâlisane teveccüh ve hürmetlerinden çekiniyorsun. Ve memurların bu bayramda halkı senin ziyaretine gelmesine men'etmelerine ve mütemadi tarassud etmelerine karşı sıkılmadın, memnun oldun?

Elcevab: Risale-i Nur bazı yerlerinde bu ehemmiyetli sualin cevabını vermiş. Bir hülâsası budur:

Bu zamanda enaniyet ziyade hükmettiğinden hakikata hizmet edenler ihlasını muhafaza etmek için, enaniyeti okşayan şeylerden bütün bütün çekilmek lâzım geldiği gibi; bu zamanda ekseriyetçe halkın teveccüh ve hürmeti ve malını pek pahalı verir. Yani verdiği sadaka, hediye ve hürmete mukabil bende salahat belki de bir manevî mertebe niyetiyle veriyor. Bazan makbul duaları da mukabilinde ister. Demek benim hakikî şahsıma vermiyor, belki hüsn-ü zanla kâmil tahayyül ettiği "Said" namında bir şahsa veriyor. Öyle ise o sadaka ve hürmet ve teveccüh bana caiz değil, helâl olmuyor. Çünki eğer ben kendimi sâlih ve onların düşündüğü gibi bilsem, o vakit bir gurur ve enaniyet olup o salahatın ademine delildir. Salahate mukabil olan mal, bana helâl olamaz. Eğer kendimi sâlih bilmezsem, onların düşündüğü bende olmadığını bilsem yine bana o teveccüh ve o hediye caiz olmaz. Hem mukabilinde makbul dua ve himmet istenildiğinden o fiyatı veremediğimden alması bana ağır geliyor. Belki de caiz değil. Eğer yalnız gurbetim ve ihtiyarlığım ve hastalığım ve hocalığım için merhamet, hürmet, teveccüh, yardım olsa idi belki bana dokunmayacaktı.

Sâniyen: Risale-i Nur haysiyetiyle benim şahsıma haddimden çok ziyade olan teveccüh ve hürmeti aynen hediye ve sadaka ile verilen mal gibi bana şahsım itibariyle kabul ve arzu etmekliğimi caiz görmüyorum. Çünki Nurlardaki mal benim değil, Kur'anın malıdır. Fikrimin mahsulü değil, belki şiddet-i ihtiyacım için bu zamanda en evvel o kudsî ilâçlar bana verilip tercüman oldum. Sonra o çok menfaatlı hizmeti, Nur şakirdlerinin şahs-ı manevîsi tam tamına gördü. Benim hisseme karşı ziyade teveccüh ve hürmet çok pahalı oluyor. O fiyatı veremediğimden ve başkaların hakkı olduğu için o manevî hediyeyi kabul etmek bana ağır geliyor, helâl olmuyor. Onun içindir ki, şimdi bu üçüncü imtihanımızda Nur şakirdlerinin her birini derecesine göre nisbeten kendime birer vâris ve hizmet-i kudsiyede birer Said ve her birisine hususan haslara icazet-i ilmiye ve bir nevi şehadetname hükmünde birer icazetname vermeye karar verip ve o icazetnameye liyakatlarını rahmet-i İlahiyeden rica ediyorum. Ve onların hüsn-ü zan ile benden bekledikleri üstadlık ve ustabaşılık vazifesi itibariyle benim bedelime Nur'un her bir mecmuası birer üstad ve birer ustabaşı, onlara inayet-i İlahiye tarafından verildi. Ve Nur'a hizmet olan büyük vazifem dahi, o mübarek ve metin ve hâlis şakirdlere verilmiş diye kanaat ettim. Bunun için benim bu teveccüh ve hürmet-i umumîde hissem pek azdır. O küllî teveccühü kendime kabul etmek, kendi nokta-i nazarımda ihlasıma münafî görüyorum.

İkinci sual: Senin bu teveccüh-ü ammeden çekilmen, Nur'un intişarına ve istifadesine belki bir zarar olur.

Elcevab: Vazifemizi yapmak ve vazife-i İlahiyeye karışmamak elzemdir. Nurları halka kabul ettirmek ve onları ondan istifade ettirmek, vazife-i İlahiyedir. Ona karışmayız. Yalnız müşteri ve muhtaç olanlara tebliğ ve göstermektir. Ve onları aramak ve Nurları satın almağa teşvik etmeğe ihtiyaç kalmamış. Çünki hem bu şiddetli imtihanlarda Nurlar çok kıymetdar olduğu tahakkuk ettiği için müşteri aramaz. Müşteri onu aramalı ve yalvarmalı. Hem Nur onbeş sene zarfında üç-dört dehşetli imtihan meydanında muhtaç müşterilere kendini göstermiş. Hem ($) yani zarara rızasıyla ve pis zevkiyle veya inadıyla razı olana merhamet edilmez ve lâyık değildir, kaide-i esasiye ile Nurların hiç bir şübhe ve vesvese bırakmayan kuvvetli hüccetlerine karşı temerrüd edip kabul etmeyen belki aleyhinde bahanelerle çalışanlara şefkat ve merhamet edilmez. Ve onların hatırı için onlara dalkavukluk ve temelluk etmek, Nurların izzetine münafî olduğu gibi (..) düstur-u esasiyesine muhalif ve onların pek çok çirkin temerrüd ve inadlarını bir okşamak hükmüne geçtiği için onları unutmak, zihnen meşgul olmamak şimdiki vaziyetime lâzım gördüğümden; bu pek soğuk ve ihanetkârane bana karşı vaziyetlerinden müteellim olmuyorum, belki bir cihette memnun oluyorum.

Râbian: Bu zamanda avam-ı mü'minînin tam itimad etmesi ve iman hakikatlarını tereddüdsüz alması için öyle muallimler lâzım ki; değil dünya menfaatlerini belki âhiret menfaatlerini dahi ehl-i imanın menfaat-i uhreviyesine feda ederek o ders-i imanîde her cihetle şahsî faidelerini düşünmeyip yalnız ve yalnız hakikatlara rıza-i İlahî ve aşk-ı hakikat ve hizmet-i imaniyedeki şevk-i hak ve hakkaniyet için çalışsın. Tâ her muhtaç delilsiz kanaat edebilsin, bizi kandırıyor demesin. Ve hakikat pek çok kuvvetli olduğunu ve hiç bir cihette sarsılmadığını ve hiç bir şeye âlet olmadığını bilsin, tâ imanı kuvvetlensin ve o ders ayn-ı hakikattır desin ve vesvese ve şübheleri zâil olsun. İşte mezkûr hakikatlar içindir ki, mukabil bir şey vermediğim maddî ve manevî hediyeler bana dokunuyor ve kabul edemiyorum.

Hâmisen: Madem hususî vazife-i Nuriyem kardeşlerime havale edilmiş, benim şahsıma karşı ne kadar bela gelse ehemmiyeti yoktur, merak etmeyiniz. Bilakis hizmet-i imaniye itibariyle memnun oluyorum. Çünki gizli düşman münafıklar yalnız beni ihanetlerle, iftiralarla düşürmeğe, çürütmeğe, söndürmeğe gaddarane çalışmaları, şahsımdan pek çok ziyade çalışan kardeşlerime ilişmemeye bir vesile olduğu için Cenab-ı Hakk'a şükrediyorum.(5)

* Aziz, sıddık kardeşlerim!

Evvelen: Mahkememizin yine kırk gün te'hir etmesinde üç faide var. Mûcib-i merak değil, mûcib-i teşekkürdür.

Birincisi: Maddeten ve manen hissedildi ki, Afyon Adliyesi de Denizli gibi Nurlardan istifadeye perde altında başlamasıdır.

İkincisi: Risale-i Nur'un hârika kuvvetini mahkeme anlamış ki, böyle bahanelerle iki günlük işi kırk güne atıyor ki; Adliye Vekili ve Başvekil Meclis-i Meb'usanda Nur'un faaliyetine karşı gelemiyoruz demeleri ve Afyon Adliyesi de aynı hârika kuvveti bilmiş ki, serbestiyetine mani' olmak için böyle te'hir etmiş ve ediyor.

Üçüncüsü: Bu te'hir gösteriyor ki; üç senede hakikî olarak medar-ı mes'uliyet bir şey bulamıyorlar. Yoksa habbeyi kubbe yaptıkları halde, böyle nazik zamanlarda çok medar-ı mes'uliyet bahaneler gösterecektiler. Risale-i Nur tam galebe etmiş.

Sâniyen: Nur'un hizmetinde çok ehemmiyetli vazifeleri gören Şamlı Hâfız Tevfik ve Safranbolu'lu Mustafa Osman'ın mektubları beni cidden ağlattırdı. Ben Barla'yı ve Tevfik gibi kardeşlerimi unutamıyorum. Hayalen çok vakitlerde kendimi orada tahayyül ediyorum. Âhir hayatımı da o mübarek yerde geçirmek isterdim ve bazı vakitte Senirkent'te oturmak arzu ederdim. Fakat şimdilik ihtiyar elimde değil. Isparta ve civarı benim için taşı toprağı ile mübarektir. Isparta'nın Medreset-üz Zehra'sı ise, umum Anadolu Üniversitesi ve âlem-i İslâm'ın dârülfünunu olacağını kuvvetle ümid ediyoruz. Onun için ben kabrimi o havalide istiyorum.

Mustafa Osman'ın Bitlis'li Abdürrezzak ve Van'lı Çaycı Emin ile muhaberesi ve Nur'dan hediyesi, beni çok memnun eylemiş, zâten Mustafa Osman da Safranbolu Isparta'sında bir Hüsrev olduğunu biliyorum.

Sâlisen: Eski hizmetkârım nükteci nakkaş küçük Mehmed'in şoförle gönderdiği mektubu beni çok memnun etti. Mâşâallah eski zamanda gördüğüm nükteci Mehmed'i bu mektub vasıtasıyla eski gördüğüm gibi cidden ferahlandım. Onun hayatta ve ne halde olduğunu bilemiyordum. Fakat şimdi kırk gün sonra yine mahkeme burada olduğu için tâ bayrama kadar burada kalmak lüzum var.

Râbian: Kardeşimiz Âtıf'ın Pakistan gibi yeni İslâm devletlerine Delâil ve Hülâsat-ül Hülâsa'yı göndermek ve başında Arabî bir fıkra da benim bulunmak niyetini Hüsrev'e yazıyor. Evet Âtıf'ın bu fikriyle bunları büyük Nur mecmualarıyla beraber Medreset-üz Zehra'nın erkânı münasib gördüğü tarzda göndermeleri münasibdir. Erkânlar benim bedelime Arabî fıkrayı yazarlar.

Hâmisen: Hakikî fedakâr Zübeyr, en lüzumlu ve hizmete şiddet-i ihtiyacım zamanında buraya imdadıma geldi. Yoksa Isparta'dan o sistemde birisini isteyecektim. Çünki Halil askere gitmek üzeredir.

Umum kardeşlerime ve hemşirelerime selâm ve dua.(6)

* Evvelen: Leyle-i Kadrinizi ruh u canımızla tebrik ve Ramazanın her bir gecesinin Nur şakirdlerinin hakkında birer Leyle-i Kadir kadar bir Leyle-i Beraet hükmünde olmasını rahmet-i İlahiyeden niyaz ediyoruz.

Sâniyen: Ramazanın aşr-i âhirinde en ziyade dünyayı unutmağa ihtiyacım varken, Risale-i Nur'a ehemmiyetsiz bir taarruz yapıldı ki; buradaki kardeşlerimizin Sebilürreşad'a bera-yı malûmat yazdıkları ve size bera-yı malûmat leffen gönderdiğimiz mektubdaki hâdise beni bir-iki gün ziyade sarstı. Fakat inayet-i İlahiye ile inşâallah bu hâdise yeni hükûmeti eski hükûmetin rağmına olarak Risale-i Nur lehinde vaziyet almağa sebebiyet verecek diye teselli oldum.

Sâlisen: İnebolu talebeleri namına büyük ruhlu küçük İbrahim'in mektubuyla Abdurrahman Salahaddin'in merhum Molla Mehmed kardeşimin vefatı münasebetiyle yazdıkları mektubları bu küçük hâdisenin teessüratını izale ettikleri için Allah razı olsun dedim. Benim kardeşim onların kardeşi de olduğu için, ben de onları ta'ziye ederim. Benim tarafımdan onlara bildirirsiniz. Ve Akşehir'de Nur'un on talebesinin imzasıyla benim Akşehir'de bir mikdar kalmam arzusuyla yazdıkları samimane mektublarına çok teşekkürle beraber, şimdilik kendim onlara cevab veremiyorum, kader kısmete bırakıyorum. Umum hemşire ve kardeşlerine dua eden ve dualarını isteyen..(7)

*(İstanbul'a gönderilen mektubun suretidir.)

Aziz, sıddık kardeşlerim!

Evvelen: Mektubunuzda isimleri bulunan has kardeşlerimizin İstanbul'a gelmekliğim hakkında tedbirlerine minnetdarım ve onlardan ziyade kendim oraya gelmeyi ruh u canımla arzu ediyorum. Ve çok zaman o mübarek yerlerde geçirdiğim eski hayatlarımı sinemavari görmek bu âhir-i ömre büyük bir iştiyakım var. Fakat görüyorum ki, ihtiyar arzularımdan ziyade gaybî bir irade ve inayetkâr bir sevkiyat benim ihtiyar arzumu susturuyor. Ben de Risale-i Nur'a birer faide, birer maslahat gördüğümden her zahmete sabır ve tahammüle karar veriyorum. Şimdilik daha Afyon'dan kitablarımızı ve Kur'anımızı almadığımdan buradan çok sıkıldığım halde, başka yere gidemiyorum. Belki inşâallah bir zaman arzu ettiğiniz tarzda hayatım kalmış ise oraya gelirim.

Sâniyen: Başta mektubunuzda isimleri bulunan bütün hakikî dostlarımıza çok selâm edip onların dualarını rica ediyorum. Şahsıma karşı şu son sû'-i kasd şiddetle beni rahatsız ediyor. İnşâallah dualarınızla Şâfî-i Hakikî şifa ihsan eder. Benim İstanbul'da kalbimle alâkadar çok yerler var. O zamanlar oralarda ciddî dostlarım vardı. Hayatta olanlara çok selâm ve dua ediyorum ve dualarını isterim.

Sâlisen: Dine ve hakaik-ı imaniyeye neşriyatıyla hizmet eden Eşref Edib gibi dinî mecmualar sahibi Yirminci Lem'a-i İhlas'ı hem neşretmek, hem mâbeynlerinde hakikî bir düsturu rehber yapmak ve beraber dikkatle okumak bu zamanda iktiza ediyor ve hizmet-i imaniye onu emrediyor. Şayet Lem'a-i İhlas'ta bazı cümleleri beğenmezlerse orada Nur talebeleri tayyedebilirsiniz. Din ve iman için neşriyat yapanlar, bu ağır şerait altında bir neferin bir saat nöbeti bir sene ibadet gibi, sırr-ı ihlas şartıyla bir büyük fazilet ve yüksek bir hizmet-i imaniye ve derecat-ı uhreviye kazanırlar.

Râbian: Otuzbeş senedir ki, siyaseti bırakmıştım ve Nurculara da bırakınız diyordum. Sebebi, siyaset ihlası kırar. Fakat şimdi hissettim ki; bazı münafıklar dindarları perde yapıp dini siyasete âlet, sonra da siyaseti dinsizliğe âlet etmeğe çalıştıklarından safdil dindarların hatırı için bir-iki defa siyasete baktım. Gördüm ki: Bizi bu üç-dört mahkemede dini siyasete âlet ediyor diye bizi itham edenler, kendileri dessasane dini tezyif etmek için dinsizlik düsturlarını kanuna bağlamak gibi, dünyada hiç bir şeddad, hiç bir zalim yapmadığı bir dehşet gördüm. Şiddetli bir me'yusiyetim içinde Hürriyet başında bizimle yani İttihad-ı Muhammedî (A.S.M.) cem'iyetiyle İttihadcıların bir kısmındaki gizli farmasonlara muarız ve manen bizimle yani İttihad-ı Muhammedî (A.S.M.) ile müttefik olan Ahrar Fırkası yine otuzbeş sene sonra dirildi, yine uyandı. Birden şeair-i İslâmiyenin başında olan ezan-ı Muhammedî'yi (A.S.M.) farmasonların zincirlerini kırıp ilân etmesiyle siyasetten kat'-ı alâka eden eskide İttihad-ı Muhammedî (A.S.M.) şimdi Nurcular namını alan ve İttihad-ı İslâm içinde bulunan kardeşlerimiz yanlış basmamak için bazı şeyleri söylemek isterdim. Fakat Risale-i Nur benim bedelime konuşuyor ve Risale-i Nur'un ehemmiyetli bir nâşiri Eşref Edib Bey, seksenikinci nüshasında söylemek istediği "Kızıl taassub" hakkında aynen söylemiş. Allah razı olsun dedim, yine yüzümü çevirdim.

Hâşiye: Maatteessüf bir halimi beyan edeceğim: Pek çok iştiyakla o merkez-i mübarekte hâlis dostlarımla konuşmak, sohbet etmek çok ziyade ihtiyacım olduğu halde, bu yirmibeş sene işkenceli tecrid-i mutlak ve benimle ihlasa zararlı olan siyasete hiç bir cihetle karışmamak için inziva-i mutlakta kendimi alıştırdığımdan gayet müştak olduğum bir kardeşimi yirmi dakikadan fazla zarurette ancak tahammül edebilirim. Ben oraya gelsem, ruh u canımla sevdiğim eski ve yeni kardeşlerimle görüşmeğe tahammülüm olmayacak. İnşâallah bu acib hal de tahavvül eder.(8)

*Bayram tebrikiyle beraber her birinizi derecesine göre birer Said ve birer vârisim ve benim yerimde Nurların birer bekçi muhafızı olarak, manevî bir hatıraya binaen kabul ettiğimi haber verdiğim gibi şimdi de size beyan ediyorum. Madem haddimden çok ziyade hüsn-ü zannınızla bana ulûm-u imaniye ve hizmet-i Kur'aniyede bir üstadlık vermişsiniz. Ben de herbirinize derecesine nisbeten eski zaman üstadlarının icazet almaya lâyık olan talebelerine icazet-i ilmiyeyi verdikleri misillü icazet veriyorum. Ve bütün kanaatımla ve ruh u canımla sizi tebrik ediyorum. İnşâallah şimdiye kadar sadakat ve ihlas dairesinde fevkalâde neşr-i envâr ettiğiniz gibi daha parlak devam edip bu âciz, zaîf, mütekaid Said bedeline binler muktedir, kuvvetli, vazifeperver Said'ler olursunuz.(9)

* Afyon mahkemesinin yeni ve dindar ve âdil reisine hususî bir hasbihaldir. Hususî bir mektub yerine kabul etmesini rica ediyorum.

Şimdi Afyon'da müsadere olan kitablarımı iki sene Denizli Mahkemesi ile Ankara Ağırceza Mahkemesi ve Mahkeme-i Temyiz, ehl-i vukuflarla tedkik ettikleri halde, müttefikan hem benim, hem o kitablarımın beraetlerine, hem de umumen bana iade etmesine ve bir sebeb-i hapsimiz olan eski harfle gizli tab' edilen Âyet-ül Kübra Risalesi'nden beşyüz nüshası müsadere edildiği halde, bize aynen iade ettiler. Hem Afyon'da müsadere edilen kitabların umumu Isparta'da sekiz-on sene evvel Isparta Mahkemesi dört ay tedkikten sonra sahiblerine iade etti. Hem Afyon Mahkemesindeki kitabların bir kısm-ı mühimmi Mersin'de müsadere edilip, Ankara'ya gönderilmiş, tedkik edilip iadesine karar verilmiş. Tarsus Emniyet Müdürü vasıtası ile, Nur talebelerine iade edilmiş. Hem Afyon'daki kitabların bir kısm-ı mühimmi Ankara'da Nur talebelerinden emniyet dairesi müsadere ettikten sonra tedkik edip, tamamen o Nur talebesine emniyet dairesi iade etmiş. Hem Afyon'daki müsadere edilen kitabların bir kısm-ı mühimmi, İstanbul'da Rehber tab' eden Nur talebesinden, Rehber ile beraber alınmış, sonra bana beraet verdikleri gibi, o mühim mecmuaları da bize iade ettiler. Hem Eskişehir Mahkemesi yalnız Tesettür Risalesi'nin bir-iki sahifesine ilişmişti, başkalarına ilişmedi ve bizi de tesettürden başka olan risalelerden mes'ul etmediler. Hem bununla beraber, bir hükûmetin elbette mahkemeleri ve kanunları bir olur. Bu dört-beş mahkemelerin ve üç-dört emniyet dairelerinin bize iade ettikleri kitablar, Afyon Mahkemesi hangi kanun ile zabtediyor, vermiyor?

Haydi farz-ı muhal olarak, bir-iki sahife Siracünnur'un âhirinde, birbuçuk sahife Mu'cizat-ı Kur'aniye'de ve iki-üç yaprak Tesettür Risalesi'ndeki mes'eleler, yüzer kanuna muhalif de olsa o parçalar, o sahifeler çıkarılıp, yüzbinler sahife zararsız ve kanunların ilişmediği kitablarımızın iade edilmesini bütün Nur talebelerinin dili ile istiyoruz. Hem otuz üç âyât-ı Kur'aniyenin tahsinkârane işaretine mazhariyetini ve İmam-ı Ali Kerremallahü Veche ve Gavs-ı Azam (R.A.) gibi evliyanın takdirlerini ve yüzbin ehl-i imanın tasdiklerini ve bu yirmi senede, millete ve vatana zararsız ve pekçok menfaatli bir mertebeyi kazanan Risale-i Nur'u, sinek kanadı gibi bahanelerle bazı risalelerin müsaderesine, hattâ 400 sahife olan ve yüzbin adamın imanlarını kurtarıp kuvvetlendiren Zülfikar Mu'cizat Mecmuasında, eskiden yazılmış ve mürur-u zaman ve af kanunları görmüş iki âyetin tam haklı tefsirine dair iki sahife bahanesi ile o pek menfaatli, kıymettar mecmuanın müsadere edilmesi, elbette Mahkeme-i Kübra-i Haşir'de sorulacak.

Kitablarımı müsadere eden heyete, onaltı sene evvel Eskişehir Mahkemesinde tesettür âyetine dair tefsirimin bahanesiyle beni mes'ul tuttukları için o vakit Mahkeme-i Temyiz ve tashiha verdiğim fıkrayı, Afyon'un sâbık mahkemesinin heyetine tekrar ediyorum: "Adliyenin mahkemesine derim ki: 1350 senede ve her asırda 350 milyon müslümanların hayat-ı içtimaiyesinde kudsî ve hakikî bir düstur-u İlahî, 350 bin tefsirin tasdiklerine ve ittifaklarına istinaden ve 1350 senede geçmiş ecdadımızın itikadlarına iktidaen tefsir eden bir adamı mahkûm eden haksız bir kararı, elbette ruy-i zeminde adalet varsa, o kararı red ve bu hükmü nakzedecektir, diye bağırıyorum. Bu asrın sağır kulakları dahi işitsin." Âlem-i İslâm'a hiçbir zararı olmadığı gibi, pekçok faydası bulunan Risale-i Nur'un tam serbestiyetini vermek ve bu hükûmet-i İslâmiyenin büyük bir vazifesidir. Beş mahkemenin ve dört emniyet dairesinin bize iade ettikleri aynı kitabları ve Mahkeme-i Temyiz de, o kitablar lehinde beraet ile hüküm verip onbeş-yirmi gün zarfında, zararsız olduğuna karar verdiği halde, Afyon Mahkemesinin sâbık azaları, dörtbuçuk sene gayet bahanelerle kitablarımı vermediler. Kitablar hakkında müsaderenin mahiyeti, Risale-i Nur'un 133 kitabından bir tek kitabın bir-iki sahifesi, bir kumandana elli sene evvel bir hadîs ile vurduğum tokadı bahsetmiş. Bunun dolayısıyla 130 kitabı müsadere etmek, bir adamın hatası ile 130 adamı cezalandırmak gibi bir acib gaddarane zulüm olması ve şimdi kütübhanelerde ve kitabçılarda ve ellerde gezen ve hususan vatan ve din aleyhinde dinsizlerin, mülhidlerin, zındıkların, komünistlerin kitabları hattâ baştan aşağıya kadar İslâmiyet aleyhindeki Doktor Duzi'nin kitabı bazı ellerde gezmesi gösteriyor ki, Risale-i Nur'a karşı müsadere yerden göğe kadar haksız bir zulümdür, bir gadirdir.

Çünki Risale-i Nur, ekser âlem-i İslâm'ın mühim merkezlerinde ve bu yirmisekiz senede bu vatanda, ülemaların elinde gezdiği halde, hiçbir âlim, hiçbir feylesof itiraz etmemiş. Mahkemeler ve siyasiyyunlar yalnız bir tesettüre, diğeri âhirzamanda bir kumandan başına şapka koyacak ve cebren giydirecek gibi iki mes'eleye ilişmişler. Sonra da bu mes'eleler için, dört-beş mahkeme o mes'eleler de dâhil olduğu ve beraet verildiği halde; o bir-iki sahife için, yirmi bin sahifeyi mes'ul ve mahkûm etmek hükmünde Risale-i Nur'u müsadere etmek, aynı bu mes'eleye benziyor: Bir adamın bir adama haksız değil belki haklı taarruzu yüzünden ki, başkaları da onu medar-ı mes'uliyet görmediği ve beş mahkeme de cinayet saymadığı halde, o mevhum suç ile yirmi bin adamı suçlu yapmak gibi yirmi bin Nur sahifelerini bir-iki sahife yüzünden müsadere ve dörtbuçuk sene Afyon'da hapsetmek, o taarruzun yüz mislinden daha ziyade bir hatadır ve bir cinayettir ve bu vatana bir sû'-i kasddır.

Bana sıkıntı verilen mes'elenin birisi de şudur: Başa şapka koymamaktır. Bunda hiçbir kanun olmadığı gibi, hiçbir menfaat ve maslahat dahi yoktur. Çünki askerler ve dairelerde vazifede memurlar ve kadınlar ve başı açık gezenler, giymemekte mes'ul olmadığından ve bere giymek yasak olmamasından gösteriyor ki; şapkayı başa koymakta hiçbir kanun yoktur ve hiçbir maslahat da yoktur. Başı açık kalmak, benim gibi çok ihtiyar ve başı çok nezleli ve doktorların da çare bulamadıkları bu nezle hastalığı için, başıma gecelik takkesinin üzerine sıcaklık için mendil bağlamaya mecburum. Bu hal ile beraber vazifedar memur olmadığımdan bana resmî elbise teklif edilmez. Demek gayet acib, manasız ve manevî bir sû'-i kasd fikri ile benim tarz-ı libasım, mevhum, asılsız bir kanuna aykırı namı verilmiş ki, bana birbuçuk sene sıkıntı çektirdiler. Bu kısacık davamın izahı, benim sâbık mahkemelerdeki müdafaatıma, hususan Mahkeme-i Kübra'ya Şekva kısmına havale ediyorum.(10)

DEMOKRAT PARTİ'NİN BAŞA GEÇMESİ-1950

* Celal Bayar

Reis-i Cumhur

Zâtınızı tebrik ederiz. Cenab-ı Hak sizi İslâmiyet ve vatan ve millet hizmetinde muvaffak eylesin.

Nur Talebelerinden ve onların namına

Said Nursî (11)

* Reis-i Cumhur Celal Bayar ve Heyet-i Vükelasına

Ankara

Biz Nur Talebeleri yirmi senedir emsalsiz bir tazib ve işkencelere hedef olmuşuz. Sabrettik. Tâ Cenab-ı Hak sizi imdadımıza gönderdi. O işkencelerin sebebini onbeş senedir üç mahkeme hakikî ve kanunî olarak yüzotuz kitab ve bin mektubatta bulamadıklarına, Mahkeme-i Temyiz'le Denizli Mahkemesini şahid gösteriyoruz. Otuz seneden beri ben siyaseti terketmiştim. Bu defa birkaç gün zarfında Ahrarların başına geçip milletin mukadderatına sahib çıkması sebebiyle Reis-i Cumhuru ve Heyet-i Vekileyi tebrik ile beraber, bir hakikatı ifşa ediyorum; şöyle ki:

Bize hücum eden ve mahkemelerde tazib edenler demişler: "Bu Nur talebelerinin dini siyasete âlet etmek ihtimalleri var, belki de ediyorlar." Biz de o zalimlere karşı müdafaatlarımızdaki binler hüccet ile demişiz ve diyoruz ki: Biz, dini siyasete âlet değil, belki rıza-yı İlahîden başka hiçbir şeye, hattâ dünyaya ve saltanata âlet etmemek bizim esas mesleğimiz olduğundan, düşmanlarımızca da tahakkuk etmiş ki: Üç senedir üç çuvaldan ziyade dosyalarımızı garazkârane tedkik ettikleri halde, bizi mahkûm edemiyorlar. Verdikleri keyfî ve vicdanî hükümlerine de bir bahane bulamıyorlar ki, Temyiz o hükmü bozdu. Evet biz dini siyasete âlet değil, belki vatan ve milletin dehşetli zararına siyaseti mutaassıbane dinsizliğe âlet edenlere karşı; bizim siyasete bakmamıza mecburiyet-i kat'iyye olduğu zaman, vazifemiz siyaseti dine âlet ve dost yapmaktır ki, üçyüz elli milyon kardeşlerin uhuvvetini bu vatandaki kardeşlere kazandırmağa sebeb olsun.

 Elhasıl: Bize işkence edenler, siyaseti asabiyetle dinsizliğe âlet etmelerine mukabil; biz de siyaseti dine âlet ve dost yapmakla bu vatan ve milletin saadetine çalışmışız.(12)

DİYANETE RİSALELERİ GÖNDERMESİ

*Aziz, sıddık kardeşlerim!

Herhalde biriniz benim bedelime Diyanet Riyaseti'ne gitsin, benim selâm ve hürmetlerimle Ahmed Hamdi Efendi'ye desin ki:

Zâtınız iki sene evvel Nur'un Külliyatından bir takım istemiştiniz. Ben de hazırlattırdım. Fakat birden hapse soktular; tashih edemedim, gönderemedim. Şimdi onların tashihiyle meşgulüm. Fakat tesemmüm hastalığıyla ziyade perişaniyetimden çabuk bitiremiyeceğim. Bitirdikten sonra, inşâallah takdim edilecektir. "Hediye almayan elbette hediye veremez" kaidesine binaen, bu ziyade kıymetdar manevî tefsir-i Kur'an, bu memleket-i İslâmiyenin âlimler reisi olan zât-ı âlînize Nurların serbestiyetine mümkün olduğu derecede çalışmanıza ve nümune için üç cüz'ü size evvelce gösterdiğimiz Kur'anımızın basılmasına himmet ve sa'y etmenize bir kudsî ücrettir.

Kat'iyyen size beyan ediyorum ki: Mes'elemizde hiçbir tarihte ilm-i hakikate ve hakaik-i imaniyeye karşı bu derece garazkârane, gaddarane tecavüz olmamış. Sizin daire-i ilmiyeniz ve riyasetiniz, her şeyden evvel bu vazife-i diniye ve ilmiyeyi yapmanızı iktiza ediyor. Ben bu son zehirlendiğim zamanda öleceğimi düşündükçe, "Benim bedelime Ahmed Hamdi Nurlara sahib çıkacak" diye kalbim ferahlanıyordu, teselli buluyordum. Size mahkeme müdafaatımızdan bazı parçalar evvelce dairenize gönderdiğimiz halde; şimdi tamam, mükemmel ve ayn-ı hakikat bir nüsha müdafaatımı da size gönderiyorum. Ona göre sizin delaletinizle Nurların serbestiyetine çalışacak zâtlara bir me'haz olarak göstermek niyetiyle gönderdik.(13)

* Aziz, sıddık kardeşlerim Safranbolu, Eflani havalisi Nur şakirdleri!

Sizlere, gönderdiğiniz Nur eczalarının hediyesine bin bârekâllah, mâşâallah deriz. Cenab-ı Hak sizleri iki cihanda mes'ud eylesin, âmîn.

Nur'un mübarek fedakâr şakirdlerinin herbiri bir kısım risaleleri güzelce yazıp, bu sırada bana hediye etmeleri ve bir kısım tatlı teberrük ile beraber, şiddetli hastalığım ve sıkıntılarım içinde garib bir tarzda bana gelmesi, eskiden beri mukabelesiz hediyeyi kabul etmemek kaidem iken, o kaidenin aksine olarak kemal-i sevinç ve memnuniyetle kabul ettiğime sebeb, üç manidar ve garib hâdiselerdir:

 Birincisi: Bir kısım paramla aldığım bana mahsus makine mahsulü onbir mecmua ve elmas kalemli Nur'un kıymetdar üç şakirdinin yazdıkları tam bir takım Risale-i Nur'u Diyanet Riyaseti'nin beş-altı defa musırrane istemesi üzerine hazırladığım aynı zamanda ve bir derece yabanî kalan müftüler ve hocalara bir manevî hediye ve müşevvik olarak göndermek teşebbüsü zamanında böyle çok ehemmiyetli bu vazifeyi yerine getirmek için Hüsrev'i buraya istiyordum. Halbuki vaziyetim müşkil bir halde, çok merak ediyordum. Birden küçük bir Hüsrev olan kahraman Sungur aynı vakitte geldi. Beni çok endişe ve telaşlardan ve masraflardan kurtardığı gibi; bu vazife, iki sene mütemadiyen yanımda hizmeti kadar kıymetdar olduğu için, kat'î kanaatım geldi ki, bu da Nur'un neşrindeki muvaffakıyetin bir kerametidir.

İkinci hâdise: Ben kendime ait nüshalarımı Diyanet Riyaseti'ne gönderdiğim aynı zamanda, aynen mizanla ziyade-noksan olmayarak tartılsa aynen o kadar Nur'un Safranbolu, Eflani havalisindeki Nur'un küçük kahramanları gönderdikleri mübarek hediyeleri lisan-ı hal ile bana dediler: "Merak etmeyiniz, biz zayiat yerine geldik. O zayiatın yerini doldurduk." Ben de ruh u canla kabul ettim ve gönderenleri tebrik ettim; daha teberrükleri bana dokunmadı.

Üçüncü hâdise: O mübarek hediyeler odama geldiği zamandan on dakika evvel, serçe kuşuna benzer bir kuş yatağımın ayağı altında gördüm. Halbuki pencereler ve kapı kapalı; hiçbir delik yok ki, o kuş girebilsin. Baktım benden kaçmıyor. Bir parça ekmek verdim, yemedi. Kalben dedim: "Üç-dört sene evvel aynı burada kuşların müjde vermesi gibi, bu da müjde veriyor." Hakikaten aynı zamanda o mübarek nurlu hediye geldiği gibi, üç senedir haber almadığım müftü kardeşim Abdülmecid'den güzel bir mektub aldım. Bana hizmet eden Halil geldi. "Bu kuşa bak, bu da eski kuşlar gibi bir müjdecidir" dedim. Sonra pencereyi açtık, gitsin; gitmiyordu. Yukarıda beş-altı defa uçtu, gitmedi. Sonra Sungur da geldi: "İşte sen de gör" dedik, o da gördü. Yarım saat sonra nasıl görülmesi hârika oldu, bulunmaması da hârika oldu. Pencereden çıkmadan Halil ile aradık, bulamadık; kayboldu. Hattâ bu manevî hediyenin gelmesi ve Hüsrev yerinde Sungur imdada yetişmesi, ehemmiyetini göstermeğe bir kat'î hâdise budur ki: Sungur gelmeden iki gün evvel -demek o evden çıktığı gün- Halil rü'yada görüyor ki: Sungur, Mustafa Osman ile buraya gelmişler; büyük bir hâdise ve şaşaalı bir merasim yapılmış. Benden "Tabiri nedir?" diye sordu. Ben de merak ettim: "Sen ne için bu rü'yayı bana söyledin? Acaba onların başına bir zarar mı gelmiş?" diye bir gece sabaha kadar endişe ile müteessirdim. O rü'ya-yı sadıka az bir tabir ile çıktı.(14)

* Muhterem Ahmed Hamdi Efendi Hazretleri!

Bir hâdise-i ruhiyemi size beyan ediyorum: Çok zaman evvel zâtınız ve sizin mesleğinizdeki hocaların zarurete binaen ruhsata tâbi' ve azimet-i şer'iyeyi bırakan fikirler, benim fikrime muvafık gelmiyordu. Ben hem onlara, hem sana hiddet ederdim. "Neden azimeti terkedip ruhsata tâbi' oluyorlar?" diye Risale-i Nur'u doğrudan doğruya sizlere göndermezdim. Fakat üç-dört sene evvel yine şiddetli, kalbime sizi tenkidkârane bir teessüf geldi. Birden ihtar edildi ki:

"Bu senin eski medrese arkadaşların olan başta Ahmed Hamdi gibi zâtlar, dehşetli ve şiddetli bir tahribata karşı "ehven-üş şer" düsturuyla mümkün olduğu kadar bir derece bir kısım vazife-i ilmiyeyi, mukaddesatın muhafazasına sarfedip, tehlikeyi dörtten bire indirmeleri, onların mecburiyetle bazı noksanlarına ve kusurlarına inşâallah keffaret olur" diye kalbime şiddetli ihtar edildi. Ben dahi sizleri ve sizin gibilerini, o vakitten beri yine eski medrese kardeşlerim ve ders arkadaşlarım diye hakikî uhuvvet nazarıyla bakmağa başladım. Onun için benim bu şiddetli tesemmüm hastalığım vefatımla neticelenmesi düşüncesiyle, sizi Nurlara benim bedelime hakikî sahib ve hâmi ve muhafız olacağınızı düşünerek, üç sene evvel mükemmel bir takım Risale-i Nur'u size vermek niyet etmiştim. Fakat şimdi hem mükemmel değil, hem tamamı değil, fakat ekseriyet-i mutlaka eczaları Nur şakirdlerinden gayet mühim üç zâtın on-onbeş sene evvel yazdıkları bir takımı sizin için, hastalığım içinde bir derece tashih ettim. Bu üç zâtın kaleminin benim yanımda on takım kadar kıymeti var. Senden başka bu takımı kimseye vermeyecektim. Buna mukabil onun manevî fiatı da üç şeydir:

Birincisi: Siz mümkün olduğu kadar Diyanet Riyaseti'nin şubelerine vermek için; mümkünse eski huruf, değilse yeni harf ile ve has arkadaşlarımdan tashihe yardım için birisi başta bulunmak şartıyla, memleketteki Diyanet Riyaseti'nin şubelerine yirmi-otuz tane teksir edilmektir. Çünki haricî dinsizlik cereyanına karşı böyle eserleri neşretmek, Diyanet Riyaseti'nin vazifesidir 

İkincisi: Madem Nur Risaleleri medrese malıdır. Siz de medreselerin hem esası, hem başları, hem şakirdlerisiniz; onlar sizin hakikî malınızdır. Münasib görmediğiniz risaleyi şimdilik neşrini geri bırakırsınız.

Üçüncüsü: Tevafuklu Kur'anımız mümkünse fotoğraf matbaasıyla tab'edilsin ki, tevafuktaki lem'a-i i'caziye görünsün. Hem baştaki Türkçe tarifatı ise; o, Kur'an ile beraber tab'edilmesin, belki ayrıca bir küçük risalecik olarak ya Türkçe veya Arabîye güzelce çevirip öylece tab'edilsin.(15)

Dipnotlar

1-14. Şua Gayr-i münteşirlerinden

2-Emirdağ Lahikası- Gayr-i münteşirlerinden..

3-Emirdağ Lahikası- Gayr-i münteşirlerinden..

4-14. Şua Gayr-i münteşirlerinden

5-14. Şua Gayr-i münteşirlerinden

6-14. Şua Gayr-i münteşirlerinden

7-14. Şua Gayr-i münteşirlerinden

8-14. Şua Gayr-i münteşirlerinden

9-Emirdağ Lahikası-2-s: 5

10-14. Şua gayr-i münteşirlerinden

11-Emirdağ Lahikası-2-s: 15

12-Emirdağ Lahikası-2-s: 15-16

13-Emirdağ Lahikası-2-s: 5-6

14-Emirdağ Lahikası-2-s: 6-7

15-Emirdağ Lahikası-2-s: 9-10

 

Bu yazıya yorum yazın


Not: Yanında (*) işareti olanlar zorunlu alanlardır.

Bu yazıya gelen yorumlar.

DÄ°ÄžER YAZILAR

Rabbin için namaz kıl ve kurban kes.

Kevser:2

GÃœNÃœN HADÄ°SÄ°

"Kelimetan hafifetan alellisan. Sakiyleten filmizan. Habiybetan ilerrahman: Subhanellahi ve bi hamdihi, subhanellahi'l-azim."

"İki kelime vardır ki, dile hafif, mizanda ağırdırlar: Sübhanellahi ve bi hamdihi, sübhanellahi'l-azim." (Buhari, Deavat: 11/175)

TARÄ°HTE BU HAFTA

*Kanije müdafaası(18 Kasım 1601) *Hz.Fatıma'nın(r.anha) Vefatı(22 Kasım 632) *İstanbul'un Müttefikler Tarafından İşgali(23 Kasım 1918) *Alparslan'ın Şehadeti(24 Kasım 1072) *Öğretmenler Günü(24 Kasım)

ANKET

Sitemizle nasıl tanıştınız?

Yükleniyor...

SÄ°TE HARÄ°TASI