YAVUZ BÃœLENT BAKÄ°LER HOCAMIZDAN HATIRALAR-1

Takdim Kıymetli ziyaretçilerimiz, değerli Üstad Yavuz Bülent Bakiler hepimizin yakından tanıdığı bir sima..Seksenini aşmış bir kültür çınarı, bir memleket sevdalısı, bir samimiyet remzi.. Kendilerinin internet ortamındaki tüm sohbetlerini zevkle dinleyerek anlattığı hatıraları notlar almaya başlamıştım. Sonra bu notları tasnife tabi tuttum. Seksen beş sayfa tutan hatıralar


Salih Okur

nedevideobendi@gmail.com

2019-01-08 09:22:01

Takdim

Kıymetli ziyaretçilerimiz, değerli Üstad Yavuz Bülent Bakiler hepimizin yakından tanıdığı bir sima..Seksenini aşmış bir kültür çınarı, bir memleket sevdalısı, bir samimiyet remzi.. 

Kendilerinin internet ortamındaki tüm sohbetlerini zevkle dinleyerek anlattığı hatıraları notlar almaya başlamıştım. Sonra bu notları tasnife tabi tuttum. Seksen beş sayfa tutan hatıraları kendilerine gönderip, tasdikinden sonra sitemizde sizlerin hizmetine sunmak istedim.

Yorucu bir çalışma oldu ama ben çok istifade ettim. Sizlerin de-her konuda fikirlerine iştirak etmeseniz bile- zevkle okuyacağınızı tahmin ediyorum.

Hocamıza sıhhat ve afiyet diler, sitemizde hatıralarını yayınlama izninden dolayı tekrar teşekkürlerimi arz ederim. Salih Okur/cevaplar.org

ÇOCUKLUĞUM

Ben 23 Nisan 1936 tarihinde, Sivas'ta, bir bayram günü dünyaya gözlerimi açmışım. Benim çocukluğum son derece sessiz ve sakin geçti. (Medipol Üniversitesi, 24 Aralık 2014, Geçmişten Günümüze Türk Dili Konferansı) Babam bir devlet memuruydu. Annem bir ev hanımıydı. (MPL TV, Güzin Osmancık, Bâb-ı Âlem Programı)

Çocukluk yıllarımda oyuncak yüzü görmedim. Yaz geldiği zaman bütün oyuncaklarımız çamurdandı. Çamurdan elma, armut; karpuz kabuğundan öküz arabası gibi birtakım oyuncaklarımız hep bizim gayretimizle çamurdan yapılırlardı. Dayım Ankara'dan geldiğinde bana bir mızıka alıp getirmişti. Ben de o mızıkadan çok büyük bir sevinç duymuştum. Arkadaşlarıma göstermek için hemen dışarı çıkmıştım. Evimizin yanından bir ırmak akıyordu. O ırmakta bir iki çamurdan oyuncak yapmak istedim. Mızıkam çamurlanmasın diye onu arkama bıraktım. Mahalledeki çocuklardan biri ben çamurla oynarken mızıkamı çalıp kaçmıştı. Günlerce ağladığımı hatırlıyorum. Bir mızıka ve bir top, bütün çocukluk yıllarımın muhteşem oyuncaklarıydı. Onlarla da doyuncaya kadar oynayamadığımı söyleyebilirim. (TRT Haber, Gündeme Özel, Yavuz Bülent Bakiler 11.03.2012)

BABAM

Babam için yazdığım bir tek mısra bile yoktur. Çünkü ben yanlış bir terbiye ile büyüdüm. Bu, son derecede kötü bir terbiye sistemi idi. Hatta diyebilirim ki, bir nevi terbiyesizlik sistemi içerisinde büyüdüm. Bunun çok uzun yıllar acısını çektim. 

Benim babam son derece otoriter bir adamdı. Yani bizim evimizde babam bir orgeneral hüviyetinde idi. Ben onun karşısında adeta bir onbaşıdan farksızdım. Babam doğrudan doğruya benimle konuşmazdı, terbiyem bozulmasın diye. Annem aramızda büyükelçiydi. Ben bütün isteklerimi anneme söylerdim. Babam anneme cevabını bildirirdi. Annem gelir, babamdan dinlediklerini bana anlatırdı. Onunla böyle karşı karşıya, yüz yüze oturup konuştuklarımız çok azdır..Böyle baba-evlat münasebeti olmaz.

Ama ben böyle büyüdüm. O kadar böyle büyüdüm ki, mesela Televizyon programında ben konuşuyorum. Ve babam da bizde dinliyor. Program bittikten sonra babamın ağzında bir tek cümle yok..bir tek cümle..Yani, "oğlum, aferin iyi konuştun" veya "keşke şunu da söyleseydin" veya "şunu söylemeseydin" diye bir tek kelime yok. Niçin yok? Daha ziyade babamın başka arkadaşlarının söylediklerine göre, bir iki kere de babamın anlattığına göre, böyle söyleyince benim terbiyem bozulurmuş..

Biliyor musunuz, yirmiye yakın kitabım yayınlandı. Bunlardan sadece bir tanesi hakkında babamın bir tek cümlesi vardır. Üsküp'ten Kosova'ya adlı kitabım çıkmıştı. Onu dikkatle iki defa okudu. Bu kitabımı okuduktan sonra bana bir tek cümle söylemiştir; "adamı berbat etmişsin."

İkinci bir cümle yok.. "Adamı berbat etmişsin" demekten maksadı da şu; Fazıl Hüsnü Dağlarca ile aramızda bir münakaşa olmuştu. Ben bu münakaşayı olduğu gibi yazdım. Babam onu dikkate alarak bir cümle söyledi; "adamı berbat etmişsin."

Babam vefat ettikten sonra kütüphanesini üç kardeş aramızda bölüştük. Benim ilk kitabım olan Yalnızlık elime geçti. Baktım, bütün şiirlerimi dikkatle okumuş. Yanlarına notlar koymuş. "Birinci baskısında bu mısra şöyleydi. Şimdi bunu böyle düzeltmiş" diye yazmış. Ama o kitabımla ilgili de babam bana bir tek kelime söylemedi. (Bayrak Şairi Arif Nihat Asya Konferansı, 4 Ocak 2013), (Küçükçekmece Belediyesi, Şiir Mektebi Etkinliği, 28 Ekim 2014), (Yavuz Bülent Bakiler'in Hayatı adlı özel ev sohbeti), (Kutlu Ülke Derneği Söyleşisi), (TRT Haber, Gündeme Özel, Yavuz Bülent Bakiler 11.03.2012)

Babam çok otoriter adamdı. Çok bilgili adamdı. Bir şehirde müftülük yapabilecek kadar dini bilgiye sahip olduğunu arkadaşları bana söylemişlerdi. Galiba Eskişehir'de uzun yıllar Türkçe öğretmenliği yapan ve babamın çok yakın dostlarından olan Vehbi Cemaşkun; "baban bir ortaokulda çok rahatlıkla Türkçe derslerine girebilecek kadar edebiyata vâkıftır" demiştir. (Küçükçekmece Belediyesi, Şiir Mektebi Etkinliği, 28 Ekim 2014), (Yavuz Bülent Bakiler'in Hayatı adlı özel ev sohbeti), (Kutlu Ülke Derneği Söyleşisi)

ANAM

Annem beş vakit namazında bir kadındı ve ben Türk Edebiyatında Anne konusunda en çok şiir yazan kişilerden biriyim. "Anamın Namazları" adlı şiirimde onu şöyle anlattım;

Anam namaza durur günde beş vakit.

Bir serinlik duyarız ondaki büyük huzurdan.

Aydınlanır içimiz, odalarımız.

Yüzündeki ince, mübarek nurdan.

Beyaz başörtüsü ile savrulur gider sanki.

Yakalar büyük sırrı her yeni ezan sesinde.

Kehrübar tespihinde sabır boynunu büker.

Şükür secde açar seccadesinde.

Üçleri, yedileri, kırkları mı düşünür?

Bir gariplik çöker üzerine her akşam

Hem ağlar iplik iplik, sessiz sedasız

Hem namaz kılar anam.

Anamın duaları üzerimde olmasa

Yıkılır sırtımı verdiğim duvar.

Kopar, elime gelir uzandığım dal.

Kapımı çalmaz bahar.

Ne şikâyet, ne kin, ne şüphe biraz

Sessizliği yüreğinin niyazındandır.

Elinin bereketi, iffeti, merhameti

Kıldığı sonsuzluk namazındandır."

Benim güzel annem zaman zaman sonsuzluk namazı kılardı. Yani iplik iplik ağlayarak namaz kılardı. Hz. Ali efendimizin bir tespiti var; "bütün ömrü boyunca bir veya iki defa sonsuzluk namazı kılan, yani Allah'ın huzurunda, Onu görüyormuş gibi, gözyaşları ile namaz kılan bir kimse, bütün ömrünü ibadetle geçirmiş gibi sevap kazanır." (Yıldırım Bayezıd Üniversitesi, Varlık Sebebimiz Türkçe Semineri, 23.03. 2016), (Kutlu Ülke Derneği Söyleşisi), (08. 02. 2014, Erdem Hastahanesi, şiir sohbeti), (TRT Haber, Gündeme Özel, Yavuz Bülent Bakiler 11.03.2012)

Ben beş vakit namazında ve niyazında olan bir anne-babanın evladıyım. Benim annem okuma yazma biliyordu. Fakat sonra okumayı kem küm yürüttü ama yazmayı tamamen unuttu. Beş vakit namazında niyazında olan annemin imanı tam, ama bilgisi sıfır noktasında.

Mesela annem beş vakit namaz kılmasına rağmen hâlâ şaman inancının bir takım inançlarını bizim evde yaşatmak istiyordu. Mesela yemeklerden sonra ablama soruyor; "kızım, ocakları temiz tuttun mu? Ocakları temizledin mi?"

 -Temizledim anne!

Ben araya girip soruyordum:

-Anne niçin ocağın temizlenmesinde bu kadar titizlik gösteriyorsun?

-Ocakların sahipleri var oğlum!

-Anne ocağın sahibi varsa, tuvaletin de sahibi var. Oranın da çok temiz tutulması lazım.

 "Namızsız!(namussuz kelimesi karşılığında) Tuvaletin sahibi olur mu oğlum? Sen okudukça dinden imandan çıkıyorsun." Hâlbuki dinin dışında bir takım hurafelere sahip olan kendisi. Şaman Türkleri inanıyorlardı ki, aileden biri öldüğü zaman, onun ruhu evin ocağı üzerinde durur ve o evi bütün kötülüklerden korur. O ruhu ocak üstünden kaçırmamak için, ocaklar temiz tutulurdu.

Sivas'ta "Mum Baba" diye bir yer var. Annem her yıl benim için Mum Baba'ya gidip mum yakıyor. Ve gelip diyor ki; "bu sene senin için de mum yaktım. İnşallah imtihanların, derslerin iyi geçecek." Ben yalvarıyorum; "anne yapma! Anne etme! İslam'da bir takım böyle türbelere götürüp mum yakmak yoktur. Çaput bağlamak yoktur anne. Bunlar İslam'dan önceki Türklerin bir takım gelenek görenekleridir."

Vallahi ve billahi annem anlatılmaz derecede üzüntü duyuyor ve beni hep 'dinden çıkmakla' suçluyor. Bu, bizim analarımızın iman noktasında noksansız olmalarına rağmen, bilgi noktalarında çok zayıf kaldıklarına işaret.

Mesela annem bizi katiyyen eşikte oturtmazdı. "Eşikte oturmayın."

-Niye?

EÅŸikte oturmak iyi deÄŸildir.."

Ben ilkokulda, ortaokulda, lisede kendi kendime düşündüm, dedim ki; "galiba bizim atalarımız bu pencere ile kapı arasında cereyanda kalmamak için bizi eşikte oturtmak istememişler. Bu oradan kaynaklanıyor. Sonra Türkistan'a gittiğimde gördüm ki, Eski Türkler, eşik tanrısının varlığına inanıyorlardı. Eşiğe basmamamız, eşiğe oturmamamız işte o inançtandır. Şaman Türkleri, eşik tanrısını memnun etmek için, eşiğin üzerindeki kapıyı çok süslü yaptılar. Bizim bin bir şekille süslü kündekâri kapılarımız hep eşik tanrısı inancımızdandır. Bugün Türkmenistan'da, Müslüman Türkler de katiyen eşiğe basmıyor, eşiğe oturmuyorlar. Türkmenler de Müslüman olmuşlar ama Şaman inancını bırakmamışlar.

Güneş tutulduğu zaman, ay tutulduğu zaman annem bahçeye çıkarak benim teneke çalmamı isterdi.

-Niye anne?

- Oğlum, görmüyor musun, güneşi veya ayı cinler tutuyor. Teneke çalalım ki güneşi tutan cinler, korkup kaçsınlar...

-Anne bak, ben senin hatırın için sabaha kadar teneke çalabilirim. Ama anne, vallahi, billahi benim çaldığım bu tenekenin sesini bir sokak ötemizdeki komşu duymaz ya? Güneşteki veya aydaki cin bunu nasıl duyar?

-Ulan yine dinden, imandan çıkarak konuşuyorsun.."

 (Adım Dostluk Grubu, Şubat Buluşması, 2018) (Kutlu Ülke Derneği Söyleşisi)

Benim annem-katiyyen bir mübalağa yok- ömrü boyunca dışarı çıkarak, dışarıdan bir kilo sebze almış, bir kilo meyve almış bir kimse değil. Bilmez fiyatlarını katiyyen. Bir kilo et kaç liradır bilmez. Bir ekmek kaç liradır bilmez. Ömrü boyunca benim annem bir çift ayakkabı almış değildir. Ayakkabı almak istediği zaman babamdan ister, babam gider, onun ayak numarasına göre beş-altı çift getirir, annem giyer, beğenir "bu kalsın" der, babam diğerlerini geri götürür.

Annem elbiselerini kendi dikerdi. Elbise dikmek istediği zaman babama söyler, "şu şu renkte olabilir" der, babam gider, o renklerden bir kaç top kumaş getirir, annem beğendiği kumaştan kendisine elbise dikerdi. (Kutlu Ülke Derneği Söyleşisi)

Annem de, babam da namazında niyazında kimselerdi. Babam da rüştiye mezunuydu. Diplomasında bütün dersleri on, bir dersi dokuzdu. Annemin okuması vardı da, yazması yoktu. Bütün ömrü boyunca ağlaya ağlaya ve döne döne okuduğu kitap: Hz. Ali'nin Kesik Baş Destanı idi.

Eskiden çerçiler, yumurta karşılığında sokaklarda kitap, boncuk, cıncık satarlardı. Bu alışverişte para yerine yumurta kullanılırdı. Her evin bir bahçesi vardı. Bahçeler bir kümesle güzelleşirdi. Kümeslerde 5-6 tavuk olurdu. Her gün 5-6 yumurta yenilir mi hiç? Toplanan yumurtalarla çerçilerden öteberi alınırdı. Annem, on tavuk yumurtasına, Hz. Ali'nin Kesik Baş Destanı'nı satın almıştı. Onu okuyup okuyup ağlıyordu. Bazen bize gelen misafirler içinde, Kesik Baş Destanı evin havasını gözyaşlarıyla destanlaştırıyordu.

O kitabı okumayanlar için özetliyorum: bir gün, Hz. Ali, Peygamberimizle otururken yanlarına yuvarlana yuvarlana bir kesik baş gelmiş. Hz. Peygambere demiş ki:"Benim karımı bir dev kaçırdı, filan yerde bir kuyunun dibinde yaşıyorlar. Karımı devin elinden kurtarın!''

 Peygamberimiz, Hz. Ali'ye demiş ki "bu kesik başa yardımcı ol!" Hz. Ali atına binmiş. Kesik baş önüne düşmüş. Kuyunun başına gelmişler. Hz. Ali atının terkisindeki ipi kullanarak kuyunun dibine inmeye başlamış. İpin ucu elinde kaldığı halde, ayakları yere değmemiş. Kendini boşluğa bırakmış. Tam 7 gün, 7 gece düşmeye devam etmiş. Bu arada Hz. Ali namazlarını katiyen terk etmemiş. Sonunda kuyunun dibine inmiş. Devin başını kılıçla keserek, kesikbaşın karısını kurtarmış. Kadını ve kesikbaşı alarak Hz. Peygamberin yanına götürmüş. Peygamberimiz de dua etmiş. Kesikbaşın gövdesi gelip başıyla birleşmiş… filan falan!

Ben ortaokulda okurken, o kitapta yazılanların baştan sona uydurma olduğunu anneme anlatmaya çalıştım. Yüzü hüzünle gerildi:

Oğlum dedi, sen okudukça dinden imandan çıkıyorsun! Tövbe et! Tövbe et! Tövbe et!

1950 yılında seçimleri Demokrat Parti kazandı. Babama dedim ki; "baba, annem bu masallar yüzünden darmadağınık oluyor. Bu masalların bir şekilde annemin elinden alınması lazım."

Babam bir gün eve geldiğinde dedi ki; "Hanım, Demokrat parti iktidara geldi. Celal Bayar bir tamim yayınladı, bir emir yayınladı. Diyor ki; "kimin elinde kesikbaş ve benzeri hikâye ve masallar varsa getirsin, versin. Yoksa onlar mahkûm olacaklar."

İnanın bana her seçimde anam bana derdi ki; "oğlum, bu kör Bayar'a bir mektup yazacağım. Diyeceğim ki; "Kör Bayar! Sen niçin benim kitaplarımı aldın, götürdün. Sulara atılmasını emrettin. Kör Bayar! Sen Allah'ın huzuruna nasıl çıkacaksın? Sen ne biçim cumhurbaşkanısın?"

Annemin öfkesinin, şikâyetlerini ben çok ciddiye alıyor görünüyordum. Sadece imzasının atabilen, bir-iki cümlelik bir düşünceyi bile katiyen yazamayan anneme diyordum ki:

-Yapma anne! Yazma! Adamcağızı çok üzersin! Vazgeç Allah aşkına!

(Kutlu Ülke Derneği Söyleşisi), (Avrasya Bir Vakfı Söyleşisi)

AZERBAYCAN HASRETÄ°

Benim soyum sopum Azerbaycan'ın bugün Ermeni işgalinde kalan Karabağ bölgesinin Ağdam Köyü'nden Türkiye'ye hicret etmişlerdir. O bakımdan evimde Azerbaycan ile ilgili destanları, masalları çok dinledim. Yüreğimde Azerbaycan'a karşı bir yakınlık duydum.

Babam Sivas'ta Azerbaycan radyolarını dinlerdi. Çok zor alırdık o radyo yayınlarını ama Azerbaycan Türkçesi de benim içimde adeta güller gibi açılırdı..(TRT-1- Yavuz Bülent Bakiler Belgeseli)

ANNEMÄ°N MASAL OKUMALARI

Benim babam Sivas'ta nüfus müdürüydü. Akşamları Sivas'ta her Sivas erkeği gibi umumiyetle arkadaşları ile beraber olurdu ve annem bütün geceleri babamı beklemekle geçirirdi.

Sivas'ta o 1940'lı yılarda elektrikler saat sekiz denilince kesilirdi. Annem gaz lambası altında bir şeyler örerken, ben de yatağımı annemin yanına sererdim. Ve bana masal söylemesini isterdim. Meselâ "Boş Beşik" masalını defaetle dinlemişimdir. Kendimi bir kartal tarafından kaçırılan bebeğin yerine koyardım. Genç annenin 'Bebek oy!' diye başlayan ağıtlarına dayanamazdım. Usul usul ağlamaya başlardım. Annem, ağladığımı görmesin diye, başımı yastığımın altına sokardım. Annem ağladığımı bilirdi, ama bilmemezliğe gelirdi. Her gece, ama her gece ben o 'Boş Beşik' masalının ağıtlarıyla iplik iplik gözyaşı dökerek, uykuya dalardım. Babamın ne zaman geldiğini, gaz lambamızın gecenin hangi saatinde söndürüldüğünü bilmezdim.

Annemin bana söylemiş olduğu masallar içerisinde türküler vardı. Annemin sesi güzeldi ayrıca. Annemin söylemiş olduğu türkülerle, sokaklarda halk şairlerimizin söylemiş olduğu şiirler arasında çok büyük benzerlikler kurardım. Ve annemin türküleri de beni onlar tarzında şiir söylemeye teşvik ederdi. Oralardan beslendim, geldim. 

Anam türkü söylerdi bana masal yerine

Hüzünlü, boynu bükük, hep Azeri türküler

Yüzüme bakamazdı, acısını anlardım

Rüzgârlarla savrulur, yağmurlarla yağardım

Ya yer yatağımda ya serin sofalarda

Anamı dinlerken ağlardım. 

Ben süt gibi mübarek türkülerle büyüdüm

Bir yanım aydınlık, bir yanım gurbet

Anamın 'ay balam'lı türkülerinde

Bin yakarış gibiydi baştanbaşa memleket.

 

Bir kınalı türküdür dilim Türk'ü söyleyen

Bu Sivas türküsü, bu Kars, bu Eğin…

Ölürsem bana bir Yasin okuyun

Sonra başucumda türkü söyleyin. 

Sevda türkülere benzer, anama benzer

Anadolu'ma benzer, bereketli, katıksız.

Bir sabah türkülerle düştüm yollara

Yeni türkülerle döndüm sonra her yerden:

BaÄŸlardan, harmanlardan, damlardan, sekilerden

Kanıma iliğime işlemeseydi türküler

Farkım kalmazdı bitkilerden.

Bir gün baktım, her şeyde bir başka hal var:

Toprağa düşen tohum, ellerime yağan kar

Yediveren güllerle ansızın gelen bahar

Selçuklu çinisinden yüzüme esen rüzgâr

Bir ince mermer sütun, bir kerpiç duvar

Anadolu: Dağından kara taşına kadar

Hep anamın diliyle türküler söylüyorlar.

Şimdi burda Sakarya, orda Seyhun, Deli Kür

Bir yanık bozlak gibi yüreğime dökülür.

Yüreğim 'ay balam'lı türkülerimle büyür

Beni sonsuzluğa hep türkülerim götürür

Gel ey Kırımlı Sinan, atını ufkuma sür

Sesim Estergon'da yine gümbür gümbürdür

Benim bayrağım bile tarifsiz bir türküdür.

(MPL TV, Güzin Osmancık, Bâb-ı Âlem Programı), (08. 02. 2014, Erdem Hastahanesi, şiir sohbeti)

-devam edecek-

Bu yazıya yorum yazın


Not: Yanında (*) işareti olanlar zorunlu alanlardır.

Bu yazıya gelen yorumlar.

DÄ°ÄžER YAZILAR

Kim Allah'a ve Rasûlü'ne îman etmezse, (bilsin ki) biz inkâr edenlere alevi çılgın bir ateş hazırladık.

(Fetih, 13)

GÃœNÃœN HADÄ°SÄ°

SABAH İLE YATSI NAMAZLARINI CEMÂATLE KILMANIN FAZÎLETİNE DÂİR EBÛ HÜREYRE HADÎSİ

Münâfıklara sabah ile yatsı (cemâat) namazlarından daha ağır hiç bir namaz yoktur. (Halbuki) bu iki namaz(ın cemâatin)de olan (ecir ve fazîlet)i bilseler emekliye, emekliye (sürtüne, sürtüne) de olsa onlara gel(ip hâzır ol)urlardı. (Ebû Hüreyre)

TARÄ°HTE BU HAFTA

*Kanije müdafaası(18 Kasım 1601) *Hz.Fatıma'nın(r.anha) Vefatı(22 Kasım 632) *İstanbul'un Müttefikler Tarafından İşgali(23 Kasım 1918) *Alparslan'ın Şehadeti(24 Kasım 1072) *Öğretmenler Günü(24 Kasım)

ANKET

Sitemizle nasıl tanıştınız?

Yükleniyor...

SÄ°TE HARÄ°TASI