KAVALALI MEHMET ALÄ° PAÅžA-1

Mehmet Ali Paşa 1768 yılında Kavala’da doğmuştur. 42 sene Mısır’da valilik yapmış, Sonra aklını kaybetmiş ve yerine oğlu İbrahim Paşa Mısır valisi olmuş, 1-2 sene kadar da deli olarak yaşadıktan sonra, 81 yaşında iken İskenderiye’de ölmüş ve Kahire’de defnedilmiştir


Nail Papatya

.

2019-02-15 15:29:43

Mehmet Ali Paşa 1768 yılında Kavala'da doğmuştur. 42 sene Mısır'da valilik yapmış, Sonra aklını kaybetmiş ve yerine oğlu İbrahim Paşa Mısır valisi olmuş, 1-2 sene kadar da deli olarak yaşadıktan sonra, 81 yaşında iken İskenderiye'de ölmüş ve Kahire'de defnedilmiştir.

O günlerde bir vilâyetimiz olan Selânik'in 8000 nüfuslu bir kazası bulunan Kavala, o zaman da bugün olduğu gibi tütün, ziraat ve ticareti ile meşhurdu. Henüz 4 yaşında iken, bir derbent bekçisi olduğu söylenen babası İbrahim ağa ölünce Mehmet Ali'nin, akraba olarak yalnız amcası Tosun ağa kalmıştı.

Kavala'da mütesellim olan Tosun ağa, küçük Mehmet Ali'yi yanına aldı ise de, çok geçmeden Tosun ağa'da idam edildi. Kimsesiz kalan Mehmet Ali'yi 'babasının eski dostlarından Pıravışta çorbacısı (Subay) yanına alıp, bir evlât gibi büyütmüştür.

Çorbacı, Mehmet Ali'yi büyüttükten sonra, aynı zamanda onu, dul kalan bir akrabası ile evlendirmiştir. Bu kadının sahib olduğu bir miktar servet ise, Mehmet Ali'ye ilk sermaye olmuştur.

Evlendiği zaman 18 yaşında idi. Okuma yazma bilmezdi. Kavala'da bulunan bir Fransız taciri ile olan münasebeti onda hem ticaret hevesini, hem de ileride Mısır valiliğinde de tesirini gösterecek olan Fransız dostluğunu meydana getirmişti. Mehmet Ali bu suretle tütün ticaretine veya bir rivayete göre kaçakçılığına başlamıştı.

Mehmet Ali, bir gün Kavala'da kahvenin birinde otururken, biri suda pişmiş Mısır satıyormuş. Mehmet Ali: «Bu Mısır kaç'a?» diye sormuş «10 para» cevabını almış bir kaç tane aldıktan sonra: «Mısır, bu kadar ucuz mu, acaba kendisi de bu kadar ucuz mudur? Gitsek de, bir görsek» diye kendi kendine söylenmiş.

Yakınlarından nakledildiğine göre, bu pişmiş mısır aklına geldikçe kendisi; "Beni Mısır'a gelmeğe ilk heveslendiren bu Mısırcı olmuştur. Daha o vakit Mısır'a gelmeyi kurmuştum. Nihayet geldim ve hamdolsun ki sonra Mısır'ın yerini de aldık" dermiş.

İşte o günün genç Mehmet Ali ağası, böyle bir hayalle başlamış Mısır seferine... Bu sırada, güzel bir fırsat çıktı Mehmet Ali ağa'ya; Mısırdan Fransızları kovmak için Osmanlı Devleti orduya gönüllü kaydediyordu. Mehmet Ali de Kavala'dan toplanan 200 gönüllü arasında idi, bu suretle ve Kaptan Küçük Hüseyin Paşanın donanması ile Mısır'a geldi.

Fakat bu ilk yolculuk iyi gitmedi. Mısır kıyısında Ebukır denen yerde Mustafa paşa kumandasında yapılan harpte Mehmet Ali'nin içinde bulunduğu birlik bozuldu ve kendisi de bir ara sıkışınca denize atladı. Fakat ecel gelmemişti. Kader imdadına İngiliz Komodoru Sidney'i yetiştirdi. Sidney, onu boğulmak üzere iken kurtardı. Ve sağ salim geri dönebildi. Daha sonra, yine Kaptan Hüseyin paşa ile tekrar Mısır'a gelen Mehmet Ali, bu defa Mısır'a sağ salim çıkabildi. Ve ordu içinde yavaş yavaş kendini göstererek Subaşı oldu. Bu suretle de Kahire'de çevrilen siyasi entrikalara rahatça girebilme imkânını bulmuştu.

Sadece girmekle de kalmadı. Bu entrika ve siyasi dolap çevirmelerde, isyanlarda o kadar maharet gösterdi ki, kısa zamanda, adım adım bütün emsalini geçerek Mısır'a vali oldu. Hatta bunu da kâfi görmeyerek Mısır'da istiklâl hevesine düştü. Bu da kâfi gelmediğinden, Osmanlı devletini ele geçirerek yeni bir haneden kurma teşebbüslerinde bulunacak ve devletin başına gâileler açarak, inkırazın eşiğine getirecek kadar ileri gitti. Paşa, valiliğin ilk günlerinde, eski sade hayatını devam ettirdi. Basit bir kıyafetle dolaşır, dolaşırken de ekseri Bonapartvâri elleri arkasında bulunurdu. Yanında fazla muhafız bulundurmaz, tek bir nöbetçi kendisini beklerdi.

Fakat gittikçe her Mısırlı devlet adamında görüldüğü gibi gurur ve şahane hareketlere heveslenmeğe başladı. Dama, Satranç, bilardo oynamasını çok severdi. Küçük zabitleri, hatta erleri zaman zaman yanına alarak onlarla sohbet ederdi. Fakat bilardo'yu daha çok konsoloslar ve ecnebi seyyahlarla oynardı.

Çabuk müteessir olurdu. Pek şiddetli idi. Ansızın gelen heyecanını gizleyemezdi. Kadınlara karşı zaafı büyüktü. Şana pek düşkündü. Entrikalar çevirmek için çok cömert davranırdı. Muvaffakiyet hâsıl olunca vermek üzere büyük vaatlerde bulunurdu. Yaptıklarından bahsederken büyük bir gururla bahsederdi. Avrupa gazetelerinden çekinir, onların, aleyhinde yazmalarından adeta ürkerdi. Bu gazete tenkitlerinin bütün emellerini engelleyeceğini vehmederdi.

Hatta İngiltere'nin kendi istiklâline muarız oluşunu, o günlerde Mehmet Ali'nin bütün kötülüklerini ifşa eden İzmir gazetesinde (Journal desmyrne) bilirdi. Bunun için de: «Bu gazetenin çıkmaması için 6 milyon Frank vermeğe hazırım» derdi.

Mehmet Ali paşa, politika heyecanlarından ömründe hiç bir rahat görmemiştir. Daha doğrusu, emellerine vâsıl olabilme endişe ve ihtirası içinde ne kendisi huzur bulmuş ne de Mısırlılara huzur vermiştir. Uykularının dahi az ve huzursuz geçtiği söylenir. Rahatını selbeden şeylerin en büyüğü de, kendisine arız olan bir asabî hıçkırıktı. Bu da şöyle başlar: Vehhabilere olan seferi esnasında oğlu Tosun paşa Taif'te Vehhabiler tarafından muhasara edilmiş. Mehmet Ali paşa ise Mekke'de bulunuyordu ve yanında askeri yoktu. Yanında kalanlar Cidde'ye kaçmasını teklif ettiler. Paşa reddetti. Mutlaka oğlunu kurtarmaya gideceğini söyledi. Yanındaki 40 kölemen ile yola çıktı.

Taife yaklaşınca ne yapacağını düşünmek üzere biraz mola verdi. Bu arada yorgunluktan uyuyakaldı. Uyumadan evvel de, yanındaki askerin birine, etrafı gözetlemesini ve herhangi bir şey olursa hemen gelip kendisine haber vermesini emretti. Tam tatlı uykuda iken bu asker, bir vehhabi casusunu yakalar, paşanın yanına getirir ve onu uyarır. Heyecanla uyanan paşayı uyanır uyanmaz şiddetli bir hıçkırık tutar, işte bundan sonra Paşa, ömür boyu bundan kurtulamamıştır. Ne zaman hiddetlense hemen kendisini hıçkırık tutar ve kızdığı da bu hıçkırığından belli olurdu.

Paşa'nın uykusu azdı. Çok faaldi. Esasen bütün hayatı işle, faaliyetle hulasa edilebilir. Sabahın saat dördünde iş başında olur. Akşama kadar bütün zamanını memurlar, subaylar ile işle, resmigeçitle, tersaneleri, fabrikaları vesair iş yerlerini dolaşmakla geçirirdi.

Okur-yazar olmadığına üzgündü. Tekrar öğrenmekte meşgale arasında biraz güçtü. Bununla beraber, 40 yaşından sonra buna da heveslendi. Bir cariyesinden Elifba okumayı öğrenmeğe, bir hocaefendiden de yazı yazmasını öğrenmeğe çalıştı.

Paşa'nın bazı iyi hasletleri de vardı. Samimi olduğu zaman açık açık konuşurdu. Sözlerinde incelik vardı. Mütecessis ve hazır cevaptı, istediği zaman iradesini zabtetmeyi bilirdi.

Hasta denecek derecede Garp ve bilhassa Fransız hayranı ve mukallidi idi, fakat Garb'ı anlıyacak, onun müsbet ve menfi yönlerini ayırt edebilecek çapta bir kültür ve şahsiyete sahip değildi. Adaletsever görünme gayreti de vardı, ama adaletten bihaberdi.

İşte hayatından bu hususta örnek olacak bazı garip vak'alar: Bir gün, bir cariyesi, ufak bir kabahat yapar. Paşa gadaplanır. Ani ve kendine has bir hüküm verir ve kadıncağıza tam 500 sopa attırır. Kızcağız ölü haline gelir.

Bu defa Mısır tedavi usulüne göre bir koyun kestirir ve kızı derisine sardırır, götürürler. Paşa, kızı öldü bilir.

Aradan bir sene geçer, paşa her nasılsa kızı hatırlar, acır ve: "kıza yazık ettik" der. Yanında bulunan hatunlar, kızın ölmediğini, tedavi olduğunu söylerler. Bu defa paşa onu çağırtır, iltifat eder ve onu haremine alır.

Paşa, bir ara Avrupa'dan nadide çiçekler getirtmişti. Bunlar arasında Dahliya adlı çiçekte vardı. Bu çiçek köşkünden uzak bir yerde güneş altında kalır, bol güneş alınca da iyice çiçeklenir. Bir gün bir ecnebi, sohbetinde bu çiçeğin güzelliğinden bahseder. Paşa da çiçeğe o zaman dikkat eder, beğenir ve bir sandığa konarak sarayı gölgelendiren ağaçların altına alınmasını emreder. Bahçıvan, çiçeğin gölgede solacağını söylerse de, paşa dinlemez. Üstelik kaşlarını çatarak, çiçeği soldurursa, kendisini diri diri yere gömeceğine yemin eder.

Bahçıvan, emre uyarak, çiçeğin bir sandık içinde ağacın altına kor. Fakat güneşten mahrum kalan çiçek, bahçıvanın dediği gibi solmaya başlar. Durumu takib eden paşa, çiçeğin solduğunu görünce bahçıvanı çağırıp yere yıktırır, Kırbaçla iyice döğer. Dayanılmaz kırbaç acıları içinde kıvranan bahçıvan, bir ara; "Paşam, insanları itaat -altına almak mümkün, ama çiçekleri itaat altına almak mümkün olmuyor» der. Paşa bu söz üzerine müteessir olur, bahçıvanı bırakır ve ona hediyeler de verir.

Paşa bir ara da Avrupa'dan bazı meyve ağaçları getirtmişti. Bunların arasında makbul bir erik cinsi de vardı. Paşa, bu erik ağacına iyi bakmalarını emretti.

Bahçıvanlar da bu erik ağacına pek güzel baktılar ve bir kaç erik verdi. Paşa bunlara çok kıymet veriyordu. Bir gün, henüz iyice olmadığı halde eriklerin bir tanesini yedi ve pek hoşuna gitti. Geride kalan 3-5 eriğe dikkat etmesi için bahçıvan başına sıkı sıkı tembihte bulundu. Bunun üzerine ağacın etrafı ve üstü tel ile örtülüp kuşların tecavüzüne mahal bırakılmadı. Fazla olarak, ağacın başına bir nöbetçi de kondu. Gece gündüz bekletildi. Fakat aksilik bu ya; o sırada bir bora eserek bir tanesi hariç bütün erikleri düşürdü. Fakat kalan tek erik de inadına güzeldi. Paşa çoktandır eriğin bulunduğu şubraya gelmemişti. Eriği de unutmuştu. Bahçıvan başı arkadaşları ile müzakere etti, erik tamamen olmuştu. Koparılmazsa düşeceğine veya dalında çürüyeceğine, binaenaleyh koparılması gerektiğine karar verildi. Büyük bir ihtimam la eriği kopardılar, pamuğa sarıp bir kutuya yerleştirdiler. Sonra kutuyu mühürleyip Paşaya gönderdiler. Vakit Ramazan'dı. Paşa biraz rahatsızdı ve yemeyi haremde yiyordu. Harem ağası, erik hikâyesini bilmediği için, bu eriği diğer meyvelere karıştırarak paşaya verdi. O da farkında olmayarak eriği yedi.

Aradan bir kaç gün geçince Paşa iyileşti, bahçeyi ziyarete gitti ve doğruca erik ağacını yanına gidip dikildi. Baktı ki erikler yok. Kendisine vak'anın hikâye edilmesine vakit kalmadan Paşa'nın hıçkırığı tuttu. Bu da, onun gayet hiddetlendiğine işaretti. Hemen hiç sormadan bahçıvanbaşını erik ağacının dibine yıktırdı. Adama iyice bir sopa çek­ tiler. Neyse dayaktan sonra olsun adamı dinlemeyi kabul etti. Bahçıvan vak'ayı hikâye etti. Şahit istedi. Gösterdi. Kabul etti. Bu defa Harem Ağasını çağırttı. Harem Ağası, gözükür gözükmez Paşa, uzaktan bağırdı: «Ben erik yedim mi ?» Harem Ağası:

- «Evet bir kaç gün evvel size akşam yemeğinde bir erik verdim» dedi.

Paşa: «Bana söylemedin ya.» diye bağırırken bir eli ile de yatırılmasını işaret ediyordu. Harem Ağası, durumu anladı. Yakalanmadan evvel Paşa'nın atına atlayıp dörtnala kaçtı ve günlerce saklandı. Neyse, Paşa af etti de, adam böylece kurtuldu.

İşte İstanbul'dan kaçan bazı kimselerin hâmisi görünen ve kendilerinden hayal ettiği Osmanlı Devletini ele geçirme plânlarının tatbikatında faydalanmayı düşündüğü kimseler nazarında maznunların hâmisi bilinen paşa'nın böyle akıl almaz adilâne (!) kararları da vardı. Esasen Paşa'nın kanun, adalet, hükümet, idare, vatandaş ve insan hak ve hürriyetleri gibi mefhumlardan haberi yoktu. Hele fellahlar... Onun nazarında zerre kadar bir kıymet taşımazdı. Kölemenlere gelince, onları esasen ilk hamlede insafsızca boğazlatmıştı. Mısır'ı Kölemenlerin idaresinden ve fellahların elinden sayısız katliamlar sonunda eline geçirmişti. Bunun için ne o fellâhları sever, ne de fellahlar onu severdi. Hatta fellahlar onun ismini bile söylemezler, Mehmet Ali Paşa yerine «Zalim Paşa» derlerdi. Gerçi Paşa, son zamanlarda bir kanun da yaptırmıştı. Ama bu sadece kitapta kaldı.

Kanunu tatbikatından ve paşa'nın idaresindeki adalet anlayışından ibret verici bir misâl durumu daha iyi anlatacaktır:

Bu kanunu hazırlayanlardan biri bulunan ve Fransa'da tahsil yapmış olan Muhtar Bey, bir genç uşağına fiili şen'i yapmak istedi. Uşak razı olmayınca onu dayak altında öldürür. O zaman Mısır'da bir söz vardır: «Bir fellâhın başı, bir Türkün bir kılına değmez» diye. Zalim Paşa da bu fikirde olduğundan yeni yaptığı kanun mucibince Muhtar Beyin idamı gerekirken, ona 500 kuruş diyet ödeterek işi bitirtti. Bu para Muhtar Beyin bir yevmiyesinden azdı. Yani Muhtar Bey, isterse yarı yevmiyesini vermek suretiyle her gün, bir senede 365 fellâh öldürebilirdi. Mehmet Ali Paşa idaresindeki Mısır'da... Bu kadarı da, adet yerini bulsun, Mehmet Ali Paşa idaresindeki 'Mısır'da da kanun var' densin diye yapılmıştır. Çünkü uşağın ebeveyni bu 500 kuruşluk diyeti de asla elde edememiş, sadece hükümde kalmıştı..

Paşa'nın idaresinde kanun ve adalet diye bir şeyin bulunmadığını gösteren hadise yalnız bu değil elbette.

Çok olan misaller arasından bir kaçı da şunlar; Selim Paşa namında sayılı bir adam, kölelerinden birini basit bir kabahat için suya atıp boğar, cezasız kalır.

Mahubey, birini döverek öldürür, cezasız kalır. Diğer biri, cinayet işler, cezasız kalır. Bir taraftan Paşa, diğer taraftan ona sırtını dayayanlar, her zalim ve diktatörün idaresinde olduğu gibi, başkalarının mal, can ve namusu üzerinde rahatlıkla tasarrufta bulunurlar. Fakat bir hesap soracak merci bulunmazdı.

Bütün Mısır halkına kanun nazarında sözde eşitlik veren bir kanunnamenin neşrinden iki yıl sonra yine hâlâ Fellâha kızgın tuğla ile işkence ediliyor, Fellâh, kulağından duvara çivileniyor, kırbaçla vura vura derisi sıyrılıyordu. Bütün bunlar da, vergi almak, soyguncu Paşanın soygunculuk torbasını doldurmak içindi. Paşa, soygunculuk, zulüm ve işkence ile Mısır halkını bitiriyordu.

Paşa, Mısır'ı soyup soğana çevirmiş, Halkın elinde, avucunda bir şey bırakmamıştır. Vergi, şu ve bu ismi altında her şey halkın elinden aldığı halde fabrikalarında çalıştırdığı işçiye, memurlara, hükümet memurlarına ve ordu mensuplarına maaşlarını vermez, onları meccanen çalıştırmak isterdi. Memurlar, subaylar, maaş diye bağırırlardı. Fakat nadiren para alabilirlerdi. Ekseri kendi fabrikalarının mamullerini zorla maaş yerine verirdi, ihtiyaçları olmayan bu malları, yarı fiyatına satar, iki misli pahalı verilen bu malları aynı zamanda yarı fiyatına satmak, onları büyük zararlara sokardı.

Paşanın veznedarlarının kasasında para bulunmazdı. Çekleri getiren memur, Paşanın fabrikalarına gönderilirdi. Orada kendisine gösterilen malı beğenirse, onu iki misli fiyatına alıp giderdi. Beğenmez itiraz ederse, gidip maaş koçanını kırıcılara yarı fiatına kırdırır, para alır giderdi. Sonra az bir masrafla bu koçanlar tekrar Paşanın kasasına girer, bu suretle Paşa, kârlı bir 'kırıcılık" da yapardı.

-devam edecek-

Bu yazıya yorum yazın


Not: Yanında (*) işareti olanlar zorunlu alanlardır.

Bu yazıya gelen yorumlar.

DÄ°ÄžER YAZILAR

ZEHRA PAÅžA

ZEHRA PAÅžA

Mısır acaip bir yerdir. Firavunları bol olduğu gibi, Kleopatra’ları da eksik değildir. İşt

ZOMÃŽSYANÃœS

ZOMÃŽSYANÃœS

Bu Roma hükümdarı da pek zalimdi. Milâdın seksen üç senesinde tahta geçmişti. O devirde Hı

YUSUF SAKAFÃŽ

YUSUF SAKAFÃŽ

Emevî valilerindendir. Halife Hişam zamanında azledilen Halid bin Abdullah Kuserî yerine Irak ve

VELÄ°D

VELÄ°D

Velid, Emevî hükümdarıdır. Hişam’dan sonra Emevî halifesi olarak tahta çıkmıştır. Kün

TEODATOS

TEODATOS

Got Kralı Adler ölünce saltanatına varis olarak annesi Hemilsatiya kalmıştı. Fakat kadın iht

TUTÄ°S

TUTÄ°S

Mısır hükümdarı (Firavunu) dır. Hz. İbrahim’le mücadele eden meşhur Babil hükümdarı Ne

NERON

NERON

Bu da bir Roma hükümdarıdır. Zulmü dillere destandır, hatta zalimlere timsaldir. «Neron gibi

ROMALILARIN CEZASI

ROMALILARIN CEZASI

Tarihte Romalılarla Kartaca (Kartoğa) lılar arasındaki harpler malûm. Nihayet Romalılar Sio’

POLYANUS

POLYANUS

Büyük Kostantin’in torunudur. Amcası Kostas tarafından imparatorluğa nasb olunmuştu. Dedesi

KAVALALI MEHMET ALÄ° PAÅžA-2

KAVALALI MEHMET ALÄ° PAÅžA-2

Paşanın oğlu İbrahim mağlup olup Suriye’den çekilirken her şeyin tahrip edilmesi emrini ver

KAVALALI MEHMET ALÄ° PAÅžA-1

KAVALALI MEHMET ALÄ° PAÅžA-1

Mehmet Ali Paşa 1768 yılında Kavala’da doğmuştur. 42 sene Mısır’da valilik yapmış, Sonr

Rabbimiz! Bize gözümüzü aydınlatacak eşler ve zürriyetler bağışla ve bizi takva sahiplerine önder kıl!

Furkan, 74

GÃœNÃœN HADÄ°SÄ°

Her kim bir namazı (kılmayı) unutursa (onu) hatırladığında kılsın. Onun bundan başka keffâreti yoktur.

Sahih-i Buhari, KİTÂBU MEVÂKÎTİ'S-SALÂT

TARÄ°HTE BU HAFTA

*Kanije müdafaası(18 Kasım 1601) *Hz.Fatıma'nın(r.anha) Vefatı(22 Kasım 632) *İstanbul'un Müttefikler Tarafından İşgali(23 Kasım 1918) *Alparslan'ın Şehadeti(24 Kasım 1072) *Öğretmenler Günü(24 Kasım)

ANKET

Sitemizle nasıl tanıştınız?

Yükleniyor...

SÄ°TE HARÄ°TASI