YAVUZ BÃœLENT BAKÄ°LER HOCAMIZDAN HATIRALAR-7

OKUMAYAN ATATÜRKÇÜLER Ben Ankara televizyonundayken 1976 yılında, Şaban Karataş TRT genel müdürüydü. Bana Mareşal Fevzi Çakmak ile alakalı bir program yapmamı emretti. Onun üzerine ben de ilk defa ama ilk defa Atatürk’ün silah arkadaşlarından Mareşal Fevzi Çakmak üzerine bir program hazırladım.


Salih Okur

nedevideobendi@gmail.com

2019-03-08 08:58:43

OKUMAYAN ATATÜRKÇÜLER

Ben Ankara televizyonundayken 1976 yılında, Şaban Karataş TRT genel müdürüydü. Bana Mareşal Fevzi Çakmak ile alakalı bir program yapmamı emretti. Onun üzerine ben de ilk defa ama ilk defa Atatürk'ün silah arkadaşlarından Mareşal Fevzi Çakmak üzerine bir program hazırladım.

Bu program Türkiye'de bir takım çevrelerde adeta küçük bir kıyamet kopardı. Bir takım insanlar adeta çılgına döndüler. Niçin? "neden Mareşal Fevzi Çakmak hakkında program hazırlıyorsunuz. Sizin maksadınız Atatürk'ü unutturmak mıdır?" dediler. Kırk ayrı noktadan batarya gibi bana hücum edildi.

Ben o programda "Başkumandanlık meydan muharebesinin bütün planları Mareşal Fevzi Çakmak tarafından hazırlanmıştır diye bir cümle kullandım. Kıyametler koptu, küçük kıyamet adeta, "sen bunu nasıl söylersin" diye..

Bu cümleyi kim söylüyor biliyor musunuz? Hem de Türkiye Büyük Millet Meclisinde bizzat Atatürk söylüyor. Ben Atatürk'ün Büyük Millet Meclisinde yapmış olduğu konuşmadan o cümleyi alıp kullanıyorum, bir takım kimseler beni Atatürk düşmanlığı ile suçluyorlar. Şu saçmalığı, şu zavallılığı görüyor musunuz?

Her yıl radyo ve televizyon programlarının incelenmesi yapılır TRT genel müdürlüğünde.. Bu programın yayınlanmasından sonra öyle bir kurul toplandı. Çeşitli bakanlıklardan temsilciler gelmişti. Hiç unutmuyorum Türk Tarih Kurumunun genel sekreteri Uluğ İyidemir isminde biri gelmişti. Bu benim hazırladığım programa ağzına gelen bütün cümlelerle, şiddetle hücum etti. Ama neler söyledi, neler. Dehşet içerisinde kaldım.. "Bu Atatürk düşmanlığıdır, Atatürk'ü unutturmaktır. Bizi ortaçağ karanlıklarına götürmektir. İrticadır" diye TRT'de bağırdı, çağırdı.

"Şu nokta yanlıştı" demiyor. Yalnız 'irticadan bahsediyor, inkılâpların elden gitmesinden bahsediyor. Atatürk düşmanlığından bahsediyor..Bu tabii beni son derece rahatsız etti.

Toplantı bittikten sonra kapının yanma çekildim. Toplantı dağılırken Uluğ İyidemir'in önüne geçtim. Yanında da şair Cahit Külebi var. Dedim ki; "Efendim, Mareşal Fevzi Çakmak ile alakalı yapılan programa çok şiddetle hücum ettiniz. O programı ben hazırladım ve ben sundum. Noksanlarımı bilmek istiyorum. Ne gibi noksanlarım varsa, ne gibi hatalar yaptımsa, lütfen bana söyleyin, öğrenmek istiyorum" dedim.

Uluğ İyidemir o zaman 70-75 yaşlarındaydı. Bir canavar görmüş gibi bir kaç adım geri çekildi. Kaşlarını çatarak yüzüme baktı ve bana dedi ki; "Siz o programda nasıl 'başkumandanlık meydan muharebesinin bütün planlarını Mareşal Fevzi Çakmak hazırladı' dersiniz" dedi.

Benim programda böyle bir cümle geçiyordu. Fakat ben orada özellikle inkâr ettim; "Hayır, benim böyle bir cümlem yok, benim böyle bir iddiam yok" dedim. "Var" dedi, "ben kulaklarımla dinledim." "hayır efendim, benim böyle bir iddiam yok.

Ben "başkumandanlık meydan muharebesinin bütün planları Mareşal Fevzi Çakmak tarafından hazırlanmıştır" diye bir iddiada bulunmuyorum, bulunmadım." Tekrar ısrar etti; "nasıl olur, kulaklarımla dinledim. Size mi inanayım, kulaklarıma mı" dedi.

Cahit Külebi çok mütevazı bir insandı, bana "şairim" dedi, "siz böyle söylemeseniz, Uluğ İyidemir bey hiç böyle bir iddiada bulunur mu? Demek siz böyle bir iddiada bulundunuz ki, o da şimdi böyle bir itirazda bulunuyor."

"Cahit ağabey" dedim "benim programda böyle bir cümle geçiyor. "Başkumandanlık meydan muharebesinin bütün planları Mareşal Fevzi Çakmak tarafından hazırlanmıştır" diye bir cümle geçiyor. Ama bu cümleyi ben değil, bizzat Meclis kürsüsünden Atatürk söylüyor, Atatürk" dedim. İşte meclis zabıtları, işte Atatürk'ün beyanı..

Uluğ İyidemir'e dedim ki; "beyefendi, benim bir suçum mu var, Atatürk'ün Büyük Millet Meclisinde yapmış olduğu konuşmadan bir cümleyi alıp kullandığım için. Eğer öyle düşünüyorsanız, gidin, büyük millet meclisindeki zabıtları, tutanakları değiştirin. Bu cümle aynen Genelkurmay başkanlığımız tarafından çıkarılan İstiklal Harbimiz adlı kitapta var. O kitapları ortadan kaldırın."

Bir tek kelime söyleyemedi..O zaman ona dedim ki; "Sayın Uluğ İyidemir beyefendi, biliyor musunuz Atatürk yemek yemediği zaman karnı acıkıyormuş. Uyumadığı zaman uykusu geliyormuş. Atatürk bir yüksekten düştüğü zaman kemikleri kırılabiliyor muş. Atatürk, Başkumandanlık meydan muharebesinden önce attan düşmüş, kaburga kemiği kırılmış. Doktorlar kendisine istirahat tavsiye etmişler. Başkumandanlık meydan muharebesinin bütün planlarını da genel kurmay başkanı Mareşal Fevzi Çakmak hazırlamış" dedim..

Neden böyle? Okumuyorlar...

Ben Kültür Bakanlığında çalışırken bir vazifede bulundum. Milli Eğitim Bakanlığında bakanlıklar arası ortak bir kültür komisyonu kuruldu. O komisyonda komisyon başkanıydım ben.

Yani yurt dışına gitmek için yazılı imtihandan geçen öğretmenlerimiz bir de sözlü imtihandan geçirildiler. Acaba Türkiye'yi Türkiye dışında temsil etme gücüne sahipler mi, değiller mi diye. Bir gün dedim ki; "bu arkadaşlarımın Atatürk hakkındaki bilgilerini bir öğreneyim." Ve aldığım cevapları daha sonra, o zamanın Milli Eğitim Bakanı Hasan Celal Güzel'e anlattım..

Ve yeminle söylüyorum, 99 öğretmene(33 kişilik guruplar halinde alıyorduk) sordum;

-Hocam Atatürkçü müsünüz?"

-Evet, Atatürkçüyüm.

-Tebrik ederim, çok güzel.. Peki, Atatürk'ün Büyük Nutkunu okudunuz mu?

-Okumadım efendim.

 

-Büyük Nutkun kaç cilt olduğunu biliyor musunuz?

-Bilmiyorum efendim.

- Atatürk'ün "Zabit Ve Kumandanla Bir Hasbıhal" adlı bir kitabı var, onu okudunuz mu?

-Okumadım efendim.

-Peki, Atatürk üzerine yazılmış bir kitabı okudunuz mu?

-Hayır efendim, okumadım.

-Ondan da vazgeçtim, Atatürk üzerine herhangi bir kimsenin yazdığı bir eserin adının bana söyleyebilir misiniz?"

-Anımsamıyorum efendim..

Dedim; "Böyle Atatürkçülüğü benim kör ninem de yapar."

Atatürkçülerimizin yüzde doksan dokuzu maalesef böyle..

Yine o günlerde 100 öğretmenimize sordum:

-Kabul edelim ki bu sınavı kazandınız. Devletimiz de sizi Fransa'ya, Almanya'ya veya Hollanda'ya gönderdi. Orada size sorsalar deseler ki: "Siz 1915 yılında Ermenileri niçin kestiniz?" Onlara nasıl cevap verirsiniz?

Bu soruya hiçbir öğretmenimizden doğru bir cevap alamadım. Konuyu bilmediklerini söylediler. En kabadayıları da; "Efendim biz öyle toplantılarda bulunmayız.. Birisi öyle konuşursa, derhal o odayı terk eder, çıkarız" diye cevap verdiler. Ne kadar zırcahilce, ne kadar aptalca bir hareket. "Oldu mu şimdi?" dedim. "Bu yenilgiyi baştan kabul etmek demektir. Aksine sizin demeniz lazım; "teşekkür ederim. İyi ki bana bu soruyu sordunuz. Gelin konuşalım.." Konuşacaksınız ve susturacaksınız. Yoksa böyle odayı terk etmekle, bağırmakla, çağırmakla bir mesele halledilmez" dedim.

(Haber Türk, Öteki Gündem Programı, 6 Kasım 2014), (2008 Atatürk konulu radyo konuşması), (TV Net, Tarih Atlası Programı, 17.01.2014), (Medipol Üniversitesi, 24 - Aralık 2014, Geçmişten Günümüze Türk Dili Konferansı), (Avrasya Bir Vakfı Söyleşisi), (TV Net, Net Bakış Programı), (Kutlu Ülke Derneği Söyleşisi)

ATATÜRK'TEN HATA SÂDIR OLMAZ MI?

Bir TV programına davetliydim. Türkçe üzerine konuşuyorduk. Bir ara dedim ki; "Atatürk'ün üç ayrı dil anlayışı vardır, ikisi; ummanları dolduracak kadar yanlıştır. Bu üç dil anlayışından biri de, ufukları kucaklayacak kadar doğrudur. Bize düşen vazife, Atatürk'ün doğru dil anlayışı üzerinde durmak, o doğru dil anlayışını benimsemektir."

Ben, bu düşüncemi; çok yumuşak kelimelerle ifade edebilirdim. Mesela "Atatürk zaman zaman dil anlayışlarını denedi" der geçerdim. Kimsenin kılı bile kıpırdamazdı. Ama ben, özellikle çok açık, çok sert, ama çok doğru bir ifade ile gerçeği ortaya koydum. İstedim ki, Atatürk konusunda hiçbir şey okumayan, hiçbir şey bilmeyen büyük topluluk arasında bulunan bazı kimseler de düşünmeye, araştırmaya başlasınlar. Başıma gelecek hücumları bildiğim halde, özellikle bir gerçeği sert kelimelerle ortaya koydum.

Düşündüğüm gibi oldu. Program bittikten sonra yetkili kişilerden biri, konuştuğumuz stüdyoya geldi ve 

-"Efendim ben yıllardır dil üzerine Atatürk üzerine programlar yapıyorum. İlk defa siz, Atatürk'ün üç dil anlayışından ikisinin ummanları dolduracak kadar yanlış olduğunu söylediniz. Telefonlarımız adeta kitlendi. Dinleyiciler, bizi ve sizi "Atatürk düşmanlığı ile suçluyorlar!"

O kişiye dedim ki; sizi ve beni Atatürk düşmanlığı ile suçlayanlar teneke beyinli aptal -ahmak adamlardır! Atatürk hakkında hiçbir şey okumamış, bilmemiş öğrenmemiş, zavallı insanlardır. Benim söylediklerim, yüzde yüz doğru tespitlerdir. Aldırmayın! Bırakın tepinsinler, dövünsünler, yoruluncaya kadar. Belki bir gün onlar da gerçekleri öğreneceklerdir!

Biz ayakta konuşurken, o program yapımcısının tekrar cep telefonu çaldı. Telefonunu açtı, bir süre sonra, konuştuğu kişiye;

-Durun! Dedi. Kendisi burada. Telefonu ona vereyim, düşündüklerinizi kendisine söyleyin!

Telefonu kulağıma götürdüm genç bir adam anlatılmaz öfkeyle bağırıyordu. Ama nasıl, ama nasıl bir kinle bana veryansın ediyordu.

-Siz diyordu, büyük bir Atatürk düşmanısınız. Atatürk'ün iki dil anlayışının ummanları dolduracak kadar yanlış olduğunu söylüyorsunuz. Yalan söylüyorsunuz. Atatürk'e iftira atıyorsunuz Atatürk Türk diline âşık bir önderdi. Atatürk bir dahi idi. Atatürk yanlış yapar mı?

-Atatürk de bir insandır! Atatürk de elbet yanlış yapar. Yapmıştır da...

-Ona iftira atıyorsunuz! Atatürk yanlış yapmaz. Yapmamıştır da.

-Sizin isminiz nedir? Ne iş yapıyorsunuz?

-Kemal! İsmim Kemal! İstanbul Hukuk fakültesinde okuyorum.

Peki Kemal, birisi size eşek dese ne yaparsınız?

 -Ben de ona: "eşek sensin! derim.

-Peki, Atatürk sana eşek derse.

-Niçin desin efendim? Atatürk'ün ismi de Mustafa Kemal..

-Sen hiç bilgisayara baktın mı Kemal? Orada nüfus cüzdanında ki ismini gördün mü? Orada yazıyor. Atatürk'ün ismi Kemal değil Kamal..Kamal Müslümanlıktan önceki Türklerde yani şaman inancı içinde yaşayan Türkler de, surları yüksek kale demekmiş. Atatürk bunu öğrendikten sonra, Arapça olan Kemal ismini atarak Şaman Türklerinin Kamal ismini aldı. Ve Hürriyet gazetesi yayınları arasında çıkan Cemal Granda'nın "Atatürk'ün Uşağı İdim" isimli kitapta yazdığına göre, Atatürk bir gün Çankaya köşkünde dedi ki;

- Ben Kemal ismini atarak, Kamal ismini alıyorum. Bütün Kemal'ler eşektirler. Sen, Cemal Granda'nın "Atatürk'ün Uşağı İdim" kitabını okudun mu?

-Okumadım.

-Ben okuduğum için böyle söylüyorum Kemal! Okumadan bilmeden büyük iddialarla konuşmak olmaz ki. Bu tavır bir hukuk talebesine yakışmaz ki.. Şimdi ben sana bir teklifte bulunuyorum. Yarın çık bana gel. Bu televizyon programında söylediklerimi Cumhuriyet devrimizin çok önemli kalemlerine dayanarak, özellikle Atatürk'e misilsiz bir hayranlıkla bağlı olan soyadını da Atay olarak alan Fatih Rıfkı Atay'ın Çankaya isimli eserini gözlerinin önüne koyarak ispat edeyim. Eğer ispat etmezsem, ananın sütü gibi benden sana 10 bin lira cep harçlığı! İspat ettiğim takdirde, sen de bana, Atatürk üzerine yazılan ciddi eserleri okuyacağına, artık boş bir kafa ile ortalığa çıkmayacağına söz veriyor musun?

Bir gün sonra Göztepe'de Marmara Üniversitesi'nin karşısındaki simit sarayında buluştuk. Kendisine dokuz kitapla gittim. Orada Atatürk üzerine söylediklerimi hangi kitaplardan aldığımı bir bir gösterdim. O kitapta işaretlediğim yerleri bizzat kendisi okudu.

Bütün belgeleri gördükten ve okuduktan sonra, kendisine sordum:

-Ne diyorsunuz?

Başı önündeydi. Sesi telefondaki gibi isyankâr değildi.

-Bilmiyordum! dedi. "Öğrendim. Sizden özür dilerim. Bu eserleri ilk defa elime alıyorum!

Sonra, yanımdan usulca yanımdan ayrılıp gitti.

O görüşmeden birkaç gün sonra, Göztepe postanesinden arkadaşlarıma kargo ile kitap gönderiyordum. Arkamdan bir el hafifçe omzuma dokundu. Döndüm baktım, 60 yaşlarında bir kadınla göz göze geldik.

-Siz, Yavuz Bülent Bakiler misiniz? Diye sordu.

-Evet efendim! dedim.

-Bir zamanlar, sizi çok seviyordum.

-Çok teşekkür ederim hanımefendi sağ olun!

-Ama şimdi sizden nefret ediyorum çünkü siz Atatürk düşmanısınız!

-Yine çok teşekkür ederim hanımefendi. Nefret etmeye devam edin!

-Siz, Atatürk'ün iki dil anlayışı, ummanları dolduracak kadar yanlıştı dediniz. Atatürk hata yapar mı?

-Yapmaz hanımefendi. Atatürk hata yapar mı? Atatürk bir dâhidir. Hem dâhidir, hem de çok büyük bir dil âlimidir. Atatürk hata yapmaz.

-Öyleyse neden öyle söylediniz?

-Atatürk düşmanı olduğum için! Affedersiniz hanımefendi, siz ne iş yapıyorsunuz?

-Ben edebiyat öğretmeniyim!

-Ooo! Hem de edebiyat öğretmenisiniz. Derin bilginiz karşısında saygı ile eğiliyorum! Sakın okumayın! Sakın araştırmayın! Sakın öğrenmeyin! Nefret etmeye lütfen devam edin.

Sonra, tekrar önümdeki işe döndüm. Günlerce o kadının sözlerini düşündüm. Bu milletin, 60 yaşına basan edebiyat öğretmenleri böyle olursa, onların yetiştirdikleri de başka türlü olamaz. 

Atatürk bir nutkunda: "Öğretmenler! Yeni nesil sizin eseriniz olacaktır" demiştir. Önce, öğretmenlerimizi ciddi bir eğitimden geçirmeliyiz. Öyle öğretmenlerimizin yetiştirdikleri de işte böyle olacaktır! (Medipol Üniversitesi, 24 Aralık 2014, Geçmişten Günümüze Türk Dili Konferansı)

-devam edecek-

 

 

 

 

Bu yazıya yorum yazın


Not: Yanında (*) işareti olanlar zorunlu alanlardır.

Bu yazıya gelen yorumlar.

DÄ°ÄžER YAZILAR

Gökleri ve yeri yerli yerince yarattı. Sizi şekillendirdi ve şekillerinizi de güzel yaptı. Dönüş ancak O'nadır.

et-Teğabün: 3

GÃœNÃœN HADÄ°SÄ°

Bir kimseye şer olarak bir müslüman kardeşine hakaret etmesi kafidir.

Riyazü's Salihin, 3/1605

TARÄ°HTE BU HAFTA

*Kanije müdafaası(18 Kasım 1601) *Hz.Fatıma'nın(r.anha) Vefatı(22 Kasım 632) *İstanbul'un Müttefikler Tarafından İşgali(23 Kasım 1918) *Alparslan'ın Şehadeti(24 Kasım 1072) *Öğretmenler Günü(24 Kasım)

ANKET

Sitemizle nasıl tanıştınız?

Yükleniyor...

SÄ°TE HARÄ°TASI