YAVUZ BÃœLENT BAKÄ°LER HOCAMIZDAN HATIRALAR-11

ARİF NİHAT ASYA İLE TANIŞMAM Ben Arif Nihat Asya’yı ilk defa Türk Ocağında tanıdım. Gerçi ben lise üçüncü ve lise son sınıfı Malatya lisesinde bitirdim. Orada gıyaben tanımıştım ve kendisine büyük bir hayranlığım vardı. Ama yüz yüze gelmemiz Ankara’da Türk Ocağı çatısı altında oldu.


Salih Okur

nedevideobendi@gmail.com

2019-04-09 08:44:25

ARÄ°F NÄ°HAT ASYA Ä°LE TANIÅžMAM

Ben Arif Nihat Asya'yı ilk defa Türk Ocağında tanıdım. Gerçi ben lise üçüncü ve lise son sınıfı Malatya lisesinde bitirdim. Orada gıyaben tanımıştım ve kendisine büyük bir hayranlığım vardı. Ama yüz yüze gelmemiz Ankara'da Türk Ocağı çatısı altında oldu.

Yirmi yıl. 1955'den 1975 senesine kadar ben Arif Nihat'ın bir çömezi olarak onun yanında ve arkasında oldum. Paltosunu tuttum, elini öptüm. Gideceği yere arabamla götürdüm, getirdim. Her defasında elini öptüğümde; "el öpenlerin çok olsun Yavuz Bülent" derdi. Paltosunu tuttuğumda; "Palto tutanların çok olsun" derdi. Ve onu arabamla bir yere götürüp getirdiğimde, parmağını yüzüme doğru uzatır; "bana bak Yavuz Bülent, senin arabana biniyorum ama senin türkünü söylemem" derdi. Arif Nihat, kendi türküsünü söyleyen müstesna bir adamdı.. (Türk Ocağı Genel Merkezi, Arif Nihat Asya ve Türk Bayrağına Saygı Konferansı), (Arif Nihat Asya konulu Radyo Konuşması-ı. Bölüm)

ARÄ°F NÄ°HAT ASYA'NIN HATIRALARINI ALMAYA BAÅžLAMAM

1974 yılında- hâlâ çok esef ediyorum geç kalmış olmakla birlikte- Arif Nihat Asya'yı - uzun uzun dinledim. Bana hatıralarını, başından geçenleri yazdırdı.

Ben Arif Nihat'ın hatıralarını yazmak için hemen her gün evine gidiyordum. Uykusu gelinceye kadar bana yaşadıklarını anlatıyordu. Hangini konuya başlasa bana diyordu; "Yavuz Bülent, bana güzel bir sekreter kız verecekler, ben sabahtan akşama kadar anlatacağım. O, bir kanaryanın ötmesi gibi daktiloyla şakır şakır yazacak. Sabahtan akşama kadar ben hiç durmadan hatıralarımı anlatacağım. Ve o hiç durmadan yazacak."

Tabii o böyle istiyordu ama ben de anlattıklarını kalemle defterime geçiriyordum.

Zaman zaman hocanın uykusunun geldiğini görüyordum. 0 zaman bırakıyordum. (Türk Ocağı Genel Merkezi, Arif Nihat Asya ve Türk Bayrağına Saygı Konferansı)

ARÄ°F NÄ°HAT ASYA'NIN VEFATI

Arif Nihat Asya kalbinden rahatsızdı. Çünkü çok sigara içiyordu ve kahve tiryakisi idi.

4 Ocak 1975 günü evine gittim. Kendisinin hastanede olduğunu söylediler. Nerede yattığım sordum. Numune hastanesinde, 318 numaralı odada yattığını öğrendim.

5 Ocak günü, yanıma kayınpederim İsmail Hakkı Yılanlıoğlu ve kızım Aybala Tuğba'yı aldım. Beraber Numune hastanesine gittik. Arif Nihat Asya'nın odasına çıktık. Yanında, onun çok yakınlarında olan, daha doğrusu Arif Nihat Asya'ya çok büyük bir yürekle bağlı olan eczacı Sevim Şenli vardı.

Odasına girdiğim zaman gördüm ki Arif Nihat Asya yatağında oturmaktadır. Üzerinde açık kahverengi renginde bir pijama vardır. Beyaz bir fanila giyinmiştir. Yüz basamaklı bir merdivenden koşarak çıkıp inmişçesine, göğsü körük gibi çıkıp inmektedir.

Elini öptük, karşısına oturduk. Dedi ki; "kayınbiraderimi de bu hastaneye yatırmışlardı. Doktorlar ona neyin var diye sormuşlardı, "neyim yok ki" demişti. Her konuda, her uzvundan şikâyetçiydi. Ama sigaraya karşı çok büyük bir zaafı vardı. Doktorlar ona dediler ki; "bakın, bu sigaraya devam ederseniz ölüm mukadderdir. Eğer sıhhate kavuşmak istiyorsanız bu melunu, bu sigarayı bırakacaksınız."

Şimdi Yavuz Bülent, doktorlar da bana sigarayı bırakmayı emrediyorlar. Bilmem ki ben bu sigarayı bıraksam mı bırakmasam mı?" Kayınbiraderim sözünde durdu; "Arif, ben bu sigarayı bırakmamaya ama ölmeye karar verdim" dedi. Sözünden dönmedi ve öldü gitti. Acaba ben de kayınbiraderim gibi sigara içmeye devam etsem mi etmesem mi" diye konuşmaya başladı.

Dedim ki; "Hocam nasıl böyle söylüyorsunuz? Siz bu milletin malı olmuşsunuz. Siz bu millete büyük eserler vermiş bir kimsesiniz. Kendi hakkınızda, kendi hayatınızda böyle tasarrufta bulunmaya hakkınız yok. Yapmayın, mademki doktorlar bu sigarayı bırakmanızı istiyorlar, bırakın" dedim.

Kızdı; "kim bu milletin malı olmuş be?" dedi, "ben bu milletin malı değil, ben bu milletin nalı bile olmadım." Sonra "senin bu hastahane odasında beni sorgu-suale çekme hakkın var mı?" dedi. "Estağfurullah hocam, ne sorgu suali? Ben sadece düşüncelerimi arz ediyorum" dedim.

Devamla dedi ki; "benim de bu odayı bir mahkeme salonu haline getirmeye hakkım var mı?" dedi. Derin bir sessizlik oldu.

Bu esnada içeriye hemşire girdi. Nabzını ölçmek istedi. "Efendim, müsaade ederseniz nabzınızı ölçmek istiyorum" dedi. Ve Arif Nihat Asya zarif, güzel bir hemşirenin avucuna ellerini uzattı. En son esprilerinden birini orada yaptı; "İnanma kızım inanma" dedi, "hiçbir erkeğin nabzı senin gibi güzel bir kızın yanında normal atamaz. Eğer benim nabzımda bir anormallik varsa, bu senin güzelliğinden kaynaklanıyor" dedi. Tabii hemşire de bundan memnun oldu, tebessüm etti.

Sonra "bilmem ki kalsam mı çıksam mı? Doktorlarla yarın görüşmek istiyorum. Siz ne diyorsunuz" dedi. Hemşirenin vermiş olduğu cevap tokat gibi yüzümüze indi; "ben de artık burada kalmanıza taraftar değilim efendim" dedi, "doktorların almış olduğu bütün tedbirlere rağmen siz onların sözlerini dikkate almıyorsunuz. Size sigarayı yasakladıkları halde sigara içiyorsunuz. Yani efendim, biz her gün sizi bir adım öne götürüyoruz. Siz bu sigarayı içmekle her gün iki adım geri gidiyorsunuz. Olmaz ki efendim. Kalmamanızda fayda var bence, çıksanız iyi olur" dedi.

Adeta azarlar gibi konuştu ama bir büyük dehşetle karşı karşıya kaldık. Anladım ki hocanın durumu son derece ciddi. Ama o bu durumu ciddiye almadı; "biliyorum, biliyorum.-Hiçbir şeyim yok. Yarın bir an önce bu işleri yapıp buradan ayrılmak istiyorum" dedi.

Vakit hayli ilerlemişti. Saat 18.00 sularına gelmişti. Ben; "Hocam, müsaade ederseniz biz de ayrılalım. Yarın uygun bulursanız ve emrederseniz, ben evinize geleyim, evinizde ziyaret edeyim" dedim.

"Durun bakayım nereye gidiyorsunuz" dedi. Sonra; "anlat bakalım, dışarıda neler var" dedi. O günler de Ankara'da Sanayi ve Ticaret Odasının hazırlamış olduğu "Harp Sanayii" adlı bir konferans vardı. Ben o konferansla alakalı kendisine bilgiler verdim. Etrafımızı çeviren milletlerin silah bakımından çok üstün oldukları orada zikredilmişti. Bunları anlattım. Bizim silah bakımından, tank bakımından bir takım devletlerden, Suriye'den bile geride olduğumuz anlatılmıştı. Bunları söyledim. Atom bombası yapabilirmişiz. Bunu orada bir profesör ifade etti. Ama yapabilmek için iki reaktörün iki sene hiç durmadan çalışması lazımmış. Bizde böyle iki reaktör varmış, çalışıyormuş. Fakat Amerikalılarla yapmış olduğumuz anlaşma neticesinde, bu reaktörlerden elde edilen malzeme Amerikalılara veriliyormuş.

"Çok üzüldüm, çok üzüldüm. Bütün bunları bildikten sonra bir insan nasıl rahat yaşayabilir" dedi.

Biz müsaade istedik. Saat 18.10 idi. Bizden sonra karısı Servet hanım gelmiş. Ben Arif hocanın vefatından sonra Servet hanımla görüştüm. Bana dedi ki; "Sizden sonra nöbeti ben aldım. İnleyerek bana dedi ki; "Servet, bugün 5 Ocak mı?"

Arif Nihat Asya her 5 Ocak'ta mutlaka Adanalılar tarafından anılmasını isterdi. Adana valiliği, Adana belediyesi, Adana lisesinin onu aramasını, gönlünü almasını, onu Adana'ya davet etmelerini, yetiştirdiği Adanalı yüzlerce talebelerden bir teşekkür mektubu gelmesini beklerdi. Ama hiçbir zaman Adana'daki idareciler, Adana'daki kişiler Arif hocayı 5 Ocaklarda aramadılar.

Ondan dolayı karısına sormuş; "bugün 5 Ocak mı?" "5 Ocak Arif' demiş. Ve karısı Arif Nihat'ın duygulandığını görünce, onu o havadan çekip almak için; "Arif, gel bu 5 Ocakların yüzü suyu hürmetine bu sigarayı bırakalım. Bırak Arif şu sigarayı" demiş. O da "söz, bırakacağım ama fazla üzerime gelme. Yavaş yavaş.." demiş. Servet hanım da "Tamam, yavaş yavaş..Bir kahve yapayım mı sana" demiş. "Sulu sepken bir şey olsun" demiş..

Hanımı demişti ki; "bir kahve yaptım, getirdim, kendisine verdim. Sonra bir de sigara yaktı. Bir gün önce doktorların bütün itirazlarına rağmen dört paket sigara içmişti- olacak iş değil-

Sigaradan bir-iki nefes aldı. Söndürdü.. "Beni sırt üstü yatır Servet" dedi. Sırt üstü yatırdım. Birden bire gözleri kaymaya başladı. Yumrukları sıkıldı.. Anladım bir faciayla karşı karşıya kalacağımızı.. Kucakladım.. "Yapma Arif! Yapma Arif!" diye bağırmaya başladım. Ama beni duydu mu duymadı mı bilmiyorum. Başı birdenbire göğsüme düştü ve son nefesini kelime-i şehadet getirerek verdi."

İşte o 5 Ocak günü akşam saatlerinde ruhunu Cenab-ı Hakka teslim etti. 6 Ocak'ta Ankara'da Yeni mahallede, Karşıyaka kabristanında toprağa verildi. Ben mezarı başında onun bayrak şiirini hıçkıra hıçkıra ağlayarak okudum. Kayınpederim ona layık bir hitabede bulundu. Arif Nihat Asya son yolculuğunda mezarında kendisine mehter marşı çalınmasını istemişti. Öyle bir imkânımız olmadı. Akşam evinde onun Mevlevi arkadaşları toplandılar. Gecenin çok geç saatlerine kadar Arif Nihat Asya'yı Mevlevi inancına göre anmaya başladılar. Ruhuna Kur'anlar okundu. Ney üflendi, Kudümler vuruldu. Dualardan sonra onun yakın arkadaşları -ilk defa orada şahit oldum buna- "Huuu.. Huuu.. Huuu.. Mevlam Huuu.. diye onun güzel ruhunu nakışlamaya çalıştılar. Mevleviler kendi ölülerini vefatlarından sonra böyle anarlarmış. (Bayrak Şairi Arif Nihat Asya Konferansı, 4 Ocak 2013), (Türk Ocağı Genel Merkezi, Arif Nihat Asya ve Türk Bayrağına Saygı Konferansı), (Arif Nihat Asya Konulu Radyo Konuşması, 2. Bölüm)

-devam edecek-

 

 

 

 

 

 

 

 

Bu yazıya yorum yazın


Not: Yanında (*) işareti olanlar zorunlu alanlardır.

Bu yazıya gelen yorumlar.

DÄ°ÄžER YAZILAR

Size yasak edilen büyük günahlardan kaçınırsanız, kusurlarınızı örteriz ve sizi ağırlancağınız şerefli bir yere yerleştiririz.

Nisâ, 31

GÃœNÃœN HADÄ°SÄ°

Yanında ana babası, ya da onlardan biri yaşlanıp da, gerekeni yaparak cennete giremeyen kimsenin burnu sürtülsün!"

Müslim

TARÄ°HTE BU HAFTA

*Kanije müdafaası(18 Kasım 1601) *Hz.Fatıma'nın(r.anha) Vefatı(22 Kasım 632) *İstanbul'un Müttefikler Tarafından İşgali(23 Kasım 1918) *Alparslan'ın Şehadeti(24 Kasım 1072) *Öğretmenler Günü(24 Kasım)

ANKET

Sitemizle nasıl tanıştınız?

Yükleniyor...

SÄ°TE HARÄ°TASI