KUR'AN'IN TEFSİRE OLAN İHTİYACI, SÜNNETİN TEFSİRDEKİ YERİ-3
7. Eşsiz üslûp Bir sözün güzelliği, mükemmelliği, yüksekliği ve derinliği dört unsura bağlıdır: a. Mütekellim b. Muhatap c. Maksat d. Makam. Ediplerin sadece sözün makamını nazara almaları belâğat açısından doğru bir tesbit değildir. Çünkü bir
7. Eşsiz üslûp
Bir sözün güzelliği, mükemmelliği, yüksekliği ve derinliği dört unsura bağlıdır: a. Mütekellim b. Muhatap c. Maksat d. Makam. Ediplerin sadece sözün makamını nazara almaları belâğat açısından doğru bir tesbit değildir. Çünkü bir sözün kimin tarafından söylendiği, kime söylendiği, niçin söylendiği ve hangi makamda söylendiğine bakılarak hakkında doğru karar verilebilir. Bu çerçevede Kur'an'ın durumuna bakıldığı zaman onun eşsizliği kendiliğinden ortaya çıkar. Çünkü bir sözün arkasında, onun sahibinin şahsiyeti, ilim ve kudreti vardır.
Şimdi bakın, Gücünü yüce Allah'ın sonsuz ilminden alan; insanların en en zeki ve en akıllısı, insanlık camiâsının yıldızları olan peygamberlerin en üstünü Hz. Muhammed (a.s) gibi eşsiz bir şahsiyete hitap eden ve bütün insanlık ailesini mühatap alan; 15 asır boyunca edebiyatın en ünlü uzmanlarını belağatına ilmen secde ettiren, onlara boyun eğdiren; insanlık için dünya ve âhiret saadetini temin edecek prensipleri ders veren, Allah'ın birliğini, genelde peygamberlik müessesini ve özelde Hz. Muhammed(a.s)'in peygamberliğini, âhiretin varlığını isbat ve insanlık camiâsında Allah'a karşı kulluk görevi ile adaletin mükemmel bir şekilde işlemesini sağlamayı gâye edinen ve binlerce âyetinde onları ders veren bir kitabın eşi benzeri olamıyacağı gibi, onun ifade inceliklerini kavramak da her babayiğitin kârı değildir. Milyonlarca tefsirin varlığı bunun açık bir delilidir.
Konu ile ilgili bir kaç misal:
وَلَئِن مَّسَّتْهُمْ نَفْحَةٌ مِّنْ عَذَابِ رَبِّكَ لَيَقُولُنَّ يَا وَيْلَنَا إِنَّا كُنَّا ظَالِمِينَ
"Yemin olsun ki, onlara Rabbinin azabından ufak bir esinti dokunsa, şüphesiz ey vah bize! gerçekten biz zâlim kimselermişiz, diyecekler"(1) şeklindeki âyette, azâbın dehşetli gösterilmesi için, en azının tesir derecesi en şiddetli bir tarzda ifade edilmiştir.
Ayetin asıl metninde geçen وَلَئِن مَّسَّتْهُمْ نَفْحَةٌ مِّنْ عَذَابِ رَبِّكَ "(Onlara, Rabbinin azabından ufak bir esinti dokunsa) cümlesinde yer alan altı kelimenin her birisi "azlığı" ifade etmekle, Kur'an'ın "az bir azap ile çok korkutma" maksadına hizmet etmişlerdir. İlk kelime وَلَئِن lâfzı "faraza, eğer " anlamında olup, şek ifade eder. Şek ifade etmekle de "azlığı" gösterir. İkinci kelime مَّسَّتْهُمْ fiilidir. Bu kelimenin anlamı "hafif dokunmak"tır. Yine azlığı ifade eder. Üçüncü kelime " نَفْحَةٌ …" lafzıdır. Bu kelime üç yönden "azlığı" ifade ediyor.
a. Anlamı bir kokucuk olduğu için azlığı ifade eder.
b. Sarf ilmi açısından kelimenin yapısı, "İsm-i merre" dir. "biricik" anlamında olup "azlığı" gösteriyor.
c. Kelimenin sonundaki "tenvin", tenkir ve taklil içindir. O da "azlığı" ifade ediyor. Dördüncü kelime,"tab'iz"i , yani: bir şeyin bir parçasını, az bir kısmını ifade eden مِّنْ lafzıdır.
Beşinci kelime عَذَابِ lafzıdır. "Nekâl" ve "ikâb"a nisbeten hafif bir cezadır. Azlığı gösteriyor. Altıncı kelime رَبِّكَ lafzıdır. Allah'ın Cebbâr, Kahhâr, Müntakim isimleri yerine, şefkati gösteren bu kelimenin gelmesi "azlığı" ifade etmek içindir. Bu kayıtların işaretleri çerçevesinde âyetin meâli, şöyle verilebilir: "(Resulüm!) Eğer o inkârcılara, senin şefkatli Rabbinin azabının ufak bir parçasından, görünmeyecek kadar küçük bir kokucuk, bir defaya mahsus, faraza azıcık dokunuverse; zâlimler mahvolduk, diyecekler." âyette geçen kelimelerin herbirisi, âyetin asıl maksadına kuvvet veriyor"(2)
Bazı âlimlere göre, Kur'an üslûbunun en önemli özellikleri şunlardır:
a. Şimdiye kadar görülmemiş bir tarzda olması. Alışıla gelmiş tüm nesir ve nazım türlerinden farklı, yepyeni bir ifade tarzı.
b. Konularının farklılığına rağmen bütün ifade tarzlarında en yüksek bir edebî seyir takip etmesi.
c. Bütün zaman ve mekânlara, her seviyedeki insan kesimine aynı ifadeyle hitab edip, hepsini ayrı ayrı tatmin etmesi.
Bu özelliklerin insanların sözlerinde bulunmasının imkânsız olduğunu söyleyen Said Ramazan Bûtî, konu ile ilgili olarak şu misalleri vermiştir:
تَبَارَكَ الَّذِي جَعَلَ فِي السَّمَاء بُرُوجاً وَجَعَلَ فِيهَا سِرَاجاً وَقَمَراً مُّنِيراً
"Gökte burçlar kılan, orada parlak bir lamba ve aydınlatıcı bir ay yaratan Allah yücedir."(2) el-Bûti'ye göre, bu âyetten farklı kesimler farklı mânâlar anlamış ve o mânâların hepsi de doğrudur. Meselâ: Alelâde bir insan, bu âyetten, güneş ve ayın her ikisinin de yeryüzüne ışık gönderdiğini anlar. Bir arap filoluğu ise, âyette geçen "Sirac" kelimesinin işaretiyle güneşte ışık ile birlikte ısındırma özelliğinin de var olduğunu anlar. Bir astronomi bilgini ise, Bu tabirlerden güneşin ışığın bizzat kaynağı, ayın ise, ışığını dışarıdan almakta olduğunu anlar. Çünkü, arapçada ışığın kaynağı olan şeyler için "muzî" tabiri, ışığını dışarıdan alanlar için de "münîr" tabirini kullanırlar. Meselâ: Aydınlık bir oda için "Ğurfetün müzîetün" denilmez, aksine "münîretün" denilir. Çünkü odanın ışığı dış kaynaklıdır. Buna karşılık bir ateş közü için "kabesün münîr" denilmez, aksine "müzî" denilir. Çünkü, ateşteki ışık kendisinindir. İşte Kur'an-ı Hakim'in Kur'an'da ay için "nur-münîr", güneş için "ziya-siraç" tabiri kullanması bu ince farkı belirtmek içindir.
Yine
وَالْأَرْضَ بَعْدَ ذَلِكَ دَحَاهَا
"Allah, Yeri de gökten sonra yayıp sermiştir."(3) meâlindeki âyette geçen "Dahv" kelimesinin bir anlamı, serip yaymaktır. Normal bir insan bunu böyle anlar ve anladığı doğrudur. Bu âyeti tetkik eden bir astronomi bilgini ise, bu kelimeden yeryüzünün küre şeklinde yuvarlak olduğunu anlar. "Bu anlayış da doğrudur." diyen Bûtî, kelimeyi her iki anlamda kullanan İbn Rûmî'nin bir şiirine yer vermiştir.(4) Gerçekten bu kelimeden türemiş olan "medha" kelimesi deve kuşu yumurtasının yuvası anlamına gelir ki, bu da tam yuvarlak olmayıp, elips şeklindedir.(5)
8. Kur'an'ın îcazı (Veciz ifade tarzı)
Kur'an'ın en belirgin özelliği îcazıdır. İcaz, İ'câzın en başta gelen formülüdür. Az bir söz ile pek çok mânayı ifade etmek, evrensel boyuttaki Kur'an'ın ana umdelerinden biridir.
وَمِمَّا رَزَقْنَاهُمْ يُنفِقُونَ
" (Kendilerine verdiğimiz şeylerden Allah yolunda harcarlar)(6) âyet-i kerimesi, konumuza ışık tutan bir misâldir. Bu cümlede yer alan kelimeler ve cümlenin kendi düzeni; zekât ve diğer sadaka çeşitlerini ihtiva eden "infâk" ın makbul olmasının şartlarını nazara verecek şekilde dizayn edilmiştir:
a. Sadakaya muhtaç olmayacak şekilde sadaka vermek gerekir. Ayette geçen ve "Bir bölümü" ifade eden " وَمِمَّاlafzındaki " مِنْ kelimesi bu şartı ifade ediyor.
b. Makbul bir sadaka, Ali'den alınıp Veli'ye verilen cinsten olmayıp, kişinin bizzat kendi malından olması gerikir. Ayette geçen رَزَقْنَاهُمْ
lâfzı bu şartı gösteriyor.
c. Sadakanın üçüncü şartı, minnet etmemektir. İkinci maddede yer alan ve bütün malların asıl sahibinin Allah olduğunu gösteren " رَزَقْنَا daki birinci çoğul şahıs için kullanılan " نَا zamiridir. Yüce Allah bu âyetin bu işareti ile mânen buyuruyor ki "Ben size rızık veriyorum. Benim malımdan benim kullarıma bir şeyler verirken, minnet etmeye hakkınız yoktur."
d. Sadakanın bir diğer şartı da sadakayı kötü yerlerde değil iyi ve gerekli ihtiyaç yerlerinde kullanan kimselere verilmesidir. Sefahete sarf edenlere sadaka vermek makbul değildir. İşte bu şarta يُنْفِقُونَ lâfzı işaret ediyor.
e. Beşinci şart sadakayı Allah namına vermektir. Bunu, " رَزَقْنَاهُمْ cümlesi ifade ediyor. Bu işaretin lisanı ile Allah buyuruyor ki: "Mal benimdir, benim namımla vermelisiniz" Demek ki bu âyet, zenginlerin mal sahibi değil, sadece birer veznedar olduklarını onlara hatırlatıyor. ,
Ayrıca " مَاkelimesi sadakanın maldan olduğu gibi, ilim, zekâ, akıl, güç ve nasihat gibi şeylerden de verilebileceğini gösteriyor. (7)
Dipnotlar
1-Enbiyâ, 21/46.
2-Nursi, Sözler,386-87.
3-el-Furkan, 25/61.
4-en-Nâziat, 79/30.
5-bkz. el-Bûtî, Revâyi', 115-16.
6-bkz. Ahter-i Kebîr; el-Mu'cemü'l-Vecîz, "Dahv" maddesi.
7-Bakara.2/3.
8-Nursi, Sözler,387-88.
Bu yazıya yorum yazın
Bu yazıya gelen yorumlar.
DİĞER YAZILAR
Müminler o kimselerdir ki, Allah anıldığı zaman kalpleri titrer.
Enfal,2
GÜNÜN HADİSİ
Kim bir oruçluya iftar ettirirse, kendisine onun sevabı kadar sevap yazılır. Üstelik bu sebeple oruçlunun sevabından hiçbir eksilme olmaz.
Tirmizi, Savm 82, (807); İbnu Mace, Sıyam 45, (1746)
SON YORUMLAR
- Bütün beytlerin tercümesini gönderebilir misiniz? sitede sadece son birkaç...
- Fıtrat, namaz, tevafuk, sırlar ve tüm bunların sahibi zişanı İlahi kusur...
- Selamünaleyküm İnternette mütalaalı risale i nur dersleri diye arama yapt...
- bu kıymetli yazıdan dolayı ahmed izz kardeşimize teşekkür ederiz çok mani...
- selamün aleyküm Ahmed kardeşimizi tebrik ediyor ve bu faideli tercümelerin...
- Yanında okuyan diğer öğrencileri; Molla Muhammed Kasori Molla Muhammed Era...
- Benim merhum babam Molla İbrahim Azizi de onun yanında icazeti tamamlamıştı...
- Teşekkürler. Sanırım Envar neşriyat idi.Tam hatırlayamıyorum.....
- Çok güzel bir çalışma Rabbım ilminizi arttırsın bu çalışmalarınızı...
- Merhaba, Ben Foliant yayınlarından uğur. Sizinle iletişim kurmak istiyoruz ...
TARİHTE BU HAFTA
*Kanije müdafaası(18 Kasım 1601) *Hz.Fatıma'nın(r.anha) Vefatı(22 Kasım 632) *İstanbul'un Müttefikler Tarafından İşgali(23 Kasım 1918) *Alparslan'ın Şehadeti(24 Kasım 1072) *Öğretmenler Günü(24 Kasım)
ANKET
Sitemizle nasıl tanıştınız?
Yükleniyor...