ADALET VURGUSU

Tartıyı adaletle yapın, terazide eksiklik yapma¬yın.”(Şuara: 26/182) Bilindiği gibi, Kur'an'ın dört temel konusu vardır: Tevhit, nübüvvet, haşir ve ibadet ile adaletten ibaret olan ubudi¬yet... Bu yüzden Kur'an'ın dört esasından biri olan adale¬tin dört defa tekrarlanması mânidardır.


Niyazi Beki(Prof. Dr.)

niyazibeki@gmail.com

2019-09-01 11:00:53

وَزِنُوا بِالْقِسْطَاسِ الْمُسْتَقِيمِ

"Tartıyı adaletle yapın, terazide eksiklik yapma­yın."(Şuara: 26/182)

Bilindiği gibi, Kur'an'ın dört temel konusu vardır: Tevhit, nübüvvet, haşir ve ibadet ile adaletten ibaret olan ubudi­yet... Bu yüzden Kur'an'ın dört esasından biri olan adale­tin dört defa tekrarlanması mânidardır.

Bir diğer önemli nokta da şudur:

Gök ile yerden bahseden ayetler arasında zikredilen "ölçü/denge" kavramı, üç defa "tartı aleti" manasında olan "mizan" kelimesiyle, bir defa da "mutlak ada­let/ölçü" anlamına gelen "vezin" kelimesiyle ifade edil­miştir.

Bu farklı iki kavram, bize iki hususu ders vermektedir:

Birincisi: "Vezin" kelimesinin işaret ettiği ve bir atomun özgül ağırlığı gibi, cemiyetin bünyesinde var olması gere­ken bir temel adalet anlayışını ifade eden adalet kavra­mıdır. Eğer bu kavram, insanlar tarafından doğru bir şe­kilde anlaşılmaz ve sağlıklı bir rotaya oturtulmazsa ada­let namına zulümlerin yapılması kaçınılmaz olur.

İkincisi: Adalet kavramının işleyiş tarzını gösteren ve icrasının bir diğer adı olan "mizan" kelimesidir. "Mizan," yasa, kanun, tüzük ve benzeri yönetmelikleri de ihtiva eden ve adalet kavramının dışa yansımasını sağlayan bir ölçüdür.

Adalet Kavramı ve Seçilen Kelimeler

Bilindiği üzere, Kur'an'ın icaz parıltılarından birisi de ayette yer alan kelimelerden her birisinin, içinde bulun­duğu ayetin genel olarak ortaya koymak istediği bir hu­susu ifade edebilmesidir.

 Bu konuyla ilgili olan çok çarpıcı misallerden birisi,

وَلَئِن مَّسَّتْهُمْ نَفْحَةٌ مِّنْ عَذَابِ رَبِّكَ لَيَقُولُنَّ يَا وَيْلَنَا إِنَّا كُنَّا ظَالِمِينَ

"Yemin olsun ki onlara Rabbinin azabından ufak bir esinti dokunsa, şüphesiz, 'Eyvah bize!.. Gerçekten, Biz zalim kimselermişiz!' diyecekler."( el-Enbiya, 21/46) şeklindeki ayettir. Kur'an-ı Kerim, bu cümlede, azabı dehşetli göstermek için, en azı­nın tesir derecesini en şiddetli bir tarzda ifade et­miştir.

وَلَئِن مَّسَّتْهُمْ نَفْحَةٌ مِّنْ عَذَابِ رَبِّكَ

"Onlara, Rabbinin azabından ufak bir esinti dokunsa." cümlesinde yer alan altı kelimenin her birisi "azlığı" ifade etmekle, Kur'an'ın "az bir azapla çok korkutma" maksa­dına hizmet etmişlerdir. İlk kelime "lein" lâfzı "faraza, eğer " anlamında olup şek ifade eder; şek ifade etmekle de "azlığı" gösterir. İkinci kelime "messe" fiilidir. Bu kelimenin anlamı "hafif dokunmak"tır. Yine azlığı ifade eder. Üçüncü kelime "nefha" lâfzıdır. Bu kelime üç yönden "az­lığı" ifade ediyor: a. Anlamı "bir kokucuk" olduğu için az­lığı ifade eder. b. Sarf ilmi açısından kelimenin yapısı, "ism-i merre"dir. "Biricik" anlamında olup "azlığı" gösterir. c. Kelimenin sonundaki "tenvin," tenkir ve taklil içindir. O da azlığı ifade eder. Dördüncü kelime,"tab'iz"i, yani bir şeyin bir parçasını, az bir kısmını ifade eden "min"" lâf­zı­dır. Beşinci kelime "azab" lâfzıdır ki "nekal" ve "ikab"a nispeten hafif bir ce­zadır. Azlığı gösteriyor. Altıncı ke­lime "Rabbike" lâfzı­dır. Allah'ın Cebbâr, Kahhâr, Müntakim isimleri yerine, şefkati gösteren bu kelimenin kullanılması "azlığı" ifade etmek içindir. Bu kayıtların işaretleri çerçe­vesinde ayetin meali, şöyle verilebilir:

"(Resulüm!..) Eğer o inkârcılara, senin şefkatli Rabbinin azabının ufak bir parçasından görünmeyecek kadar kü­çük bir kokucuk, bir defaya mahsus, faraza azıcık doku­nu­verse; zalimler 'Mahvolduk!' diyecekler."(1)

Açıklamakta olduğumuz ayet-i kerimede de aynı üslûp söz konusudur. Şöyle ki:

Söz konusu ayetin takip ettiği asıl maksat, insanların zihnine adalet kavramını yerleştirmek ve onları doğru bir adalet anlayışına yöneltmektir. Kullanılan kelimeler de aynı eksende görev yapmaktadır. Meselâ: Ayette geçen ilk kelime "ekiymû"dur. Bu kelime, bir işi usulüne uygun yap­mayı ifade eder. Buna göre, ayette, adaletin sağlam bir temel üzerine kurulması vurgulanmıştır. Nitekim, Kur'an'da sıkça kullanılan "ekiymu's-salât" tabiri, nama­zın şartlarına uygun kılınmasını ifade etmektedir. İkinci kelime "el-vezn"dir. Bu kelime, genel anlamıyla adalet öl­çüsünü ve bir evrensel değerler manzumesi olarak adalet kavramını ifade eder. Üçüncüsü "el-Kıst" kelimesidir. Bu kelime de burada "sağlam denge kanunu" anlamında ada­lete işaret etmektedir. Dördüncü kelime "lâ tuhsiru"dur. Bu kelime zarar ve hüsranı ifade eder. Ayetteki anlamı ise "başkalarına zarar vermemek, dengeleri başkasının aley­hine bozmamak, adalet ölçüsünü değişik kesimlere göre farklı ayarlamamak" şeklindedir. Beşinci kelime, "el-Mizan"dır. Bu kelime alet ismi olup "adalet" ölçüsünü gösteren tartı demektir. Sarrafın tartısı ne kadar ince ol­mak zorunda ise adalet ilkesini dışa yansıtan birim öl­çüsü de o kadar hassas olmak mecburiyetindedir.

Buna göre, ayetin manası şöyle olur:

"Adalet anlayışınızı adaletle ölçün ve onu sağlam bir zemine oturtun, herkese aynı ölçüyü kullanın ki dengeleri bozmayasınız."

Önce sağlam bir adalet anlayışının var olması, sonra da o adaleti doğru mecrasına koyacak olan hukukun üs­tün­lüğü prensibi...

Bu ayetin verdiği derse göre, öncelikle insanların kendi iç dünyalarında ikiyüzlülükten, ifrat ve tefritlerden, psi­ko­lojik olarak ikilemden ve çifte standartlardan kurtul­ması gerekir. Kur'an'ın ifadesiyle "sırat-ı müstakim"(2) de ol­ması gerekir.

Kâinatta var olan astronomik denge, jeolojik denge ve ekolojik denge gibi, insanlık dünyasında da psikolojik denge, sosyolojik denge ve ekonomik dengelerin olması ge­rekir. Her şeyden önce ferdî adalet anlayışını temsil eden psikolojik dengenin yerleşmesi şarttır. Fertleri zalim olan bir toplumda adalet anlayışını beklemek safdilliktir. Her tarafta insanları zehirlemeye can atan bir istibdat ve ta­hakkümün fertlerinde yeşerdiği bir toplumda evrensel normlarıyla adalet ölçüsünü bulmak imkânsızdır. Bu se­beple, önce "dengeli kişilik" kavramının zihinlere iyice yerleşmesi gerekir.

Dengeli Kişilik

Yaratılışta var olan "kuvvetler ayrılığı" prensibinin göz önünde bulundurularak "ölçülü bir hayat çizgisinin takip edilmesi" demektir.

Bilindiği gibi, pek çok değişkenliğe maruz, zararlı şey­lerden korunmaya ve yararlı şeylerden istifade etmeye muhtaç olan insan bedeninde iskân edilen ruhun yaşaya­bilmesi için "üç kuvvet" yaratılmıştır. Bunlardan "iştiha" kuvveti menfaat elde etmek, "öfke" kuvveti zararlardan korunmak, "akıl" kuvveti ise iyi ve kötüyü, kâr ve zararı birbirinden temyiz edip ayırmak için verilmiştir. Özgür iradeye dayalı bir seçimin yapılması ve "imtihanda fırsat eşitliği" ilkesinin bir gereği olarak tahdit edilmeden ol­dukça serbest bırakılan bu kuvvetlerin ifrat-tefrit ve orta yol [vasat] mertebeleri söz konusudur:

a) İştiha Kuvveti

Bu kuvvetin ifrat mertebesi "fücur"dur ki "haram helâl demeden ırzları, şeref ve namusları ayaklar altına alma arzusu" olarak kendini gösterir. Tefrit mertebesi ise "hü­mud"dur ki ne helâle ne de harama iştihasının olmaması­dır. Vasat mertebesi "iffet"tir ki yalnız helâline iştihasının olmasıdır.

b) Öfke Kuvveti

Bu kuvvetin ifrat mertebesi "tehevvür"dür ki sahibi ne maddî ne manevî hiçbir şeyden korkmaz. Tefrit mertebesi "cebanet"tir ki lüzumsuz yere evham edip korkar. Bu kuv­vetin vasat yanı ise şecaattır ki sahibi dinî-dünyevî hak ve hukuku için gerekirse canını feda eder, ancak meşru olmayan şeylere karışmaz.

c) Akıl Kuvveti

Akıl kuvvetinin ifrat mertebesi "cerbeze"dir ki "hakkı batıl, batılı hak olarak gösterebilen cerbezeci bir zekâya, demagojik bir yapıya sahip olmak" demektir. Tefrit mer­tebesi "gabavet"tir ki sahibinin hiçbir şeyden, ne dünyadan ne de ahiretten haberi vardır. Akıl kuvvetinin vasat mer­tebesi ise "hikmet"tir. Hikmet ehli bir kimse hakkı hak bi­lir, onu takip eder. Batılı [yanlışı] da batıl olarak bilir ve on­dan uzaklaşmaya çalışır.(3)

Dengeli kişilik konusuna ışık tutan bir misalle bu ko­nuya son noktayı koymak istiyorum: Bir kısım sahabiler, ahiret hayatını kazanmak için geceleri hep namaz kıla­cak­larını, gündüzleri oruç tutacaklarını, evlenmeyecekle­rini, evli olanlar da eşlerine yaklaşmayacaklarını söyle­mişlerdi. Hz. Peygamber (a.s.m.), bu gelişmeyi duyunca onları şu sözlerle uyardı:

"Sizin şöyle şöyle dediğinizi duydum. Bakın, yemin ede­rek söylüyorum ki ben, Allah'a hepinizden daha çok say­gılıyım. Bununla birlikte oruç tuttuğum günler de olur, tutmadığım günler de... Namaz da kılarım, uyku da uyu­rum, kadınlarla da evlenirim. Kim benim sünnetimden [yolumdan] yüz çevirirse benden yüz çevirmiş olur."(4)

Hadis-i şerifte şöyle buyurulmuştur:

"Şüphesiz ki Rabbinin senin üzerinde hakkı vardır, nef­sinin de senin üzerinde hakkı vardır, ailenin de senin üze­rinde hakkı vardır; o hâlde, her hak sahibinin hakkını ver."(5)

Tek cümleyle, dünya ahirete mâni olmamalı, ahiret de dünyaya engel teşkil etmemeli; makam ve mevkiler, ayrı­ca­lık pozisyonunda olmamalı; zenginlerden fakirlere yar­dım akışını sağlayan yollar bulunmalı, ancak zenginlerin malı fakirlere peşkeş çekilmemeli; ailede karşılıklı saygı ve sevgi esas olmalı; karşılıklı hak ve ödevlere riayet edilme­lidir.

Adaletin şaşmaz kaynağı, Kur'andır. İnsan fıtraten me­denîdir. Yani tek başına yerine getirmekten âciz kaldığı birçok şeye muhtaçtır. Bu sebeple de diğer insanlarla teş­rik-i mesai etmek mecburiyetindedir. Yukarıda açıklan­dığı üzere, insanların iç donanımını teşkil eden öfke, iş­tiha ve akıl kuvvetlerine bir sınır konulmamıştır. Çünkü Allah, imtihan gereği olarak insanları özgür bırakmayı murat etmiştir. Böyle olunca insanlar, ifrat ve tefritlerle toplum hayatında haksızlık ve zulümlere girmemek için adalete muhtaçtırlar. Ancak her ferdin aklı adaleti idrak­ten âciz olduğundan, küllî bir akla ihtiyaç vardır ki fertler o küllî akıldan istifade etsinler. Öyle küllî bir akıl ise an­cak ka­nun şeklinde olur. Böyle bir kanunun düzgün ve doğru bir ölçüye sahip olması için, insanların bütün ihti­yaçlarını, onların ferdî ve içtimaî hayattaki sıkıntılarını bilen bir kanun koyucu tarafından vazedilmesi gerekir. Bütün bu vasıflara haiz olan ise ancak insanların yaratı­cısı olabilir. İşte Kur'an, Allah'ın sözü olarak insanlığa 14 asır boyunca bu adaleti temin ettiği gibi, bundan sonra da temin etmeye selâhiyetlidir. Şunu hemen ifade edelim ki tarih içerisinde meydana gelen haksızlıklar, Kur'an'ın değil, ona uymayan insanların maharetidir.

Dipnotlar

1-bkz. Muhakemat, s. 93-94; Sözler, s. 386-387.

2-el-Mülk, 67/22.

3-krş. Nursî, İşaratü'l-İ'caz, s. 23.

4-el-Buharî, Nikâh, 1.

5-el-Buharî, es-Savm, 51.

Bu yazıya yorum yazın


Not: Yanında (*) işareti olanlar zorunlu alanlardır.

Bu yazıya gelen yorumlar.

DİĞER YAZILAR

Biz onu (Kur'an'ı) mübarek bir gecede indirdik. Kuşkusuz biz uyarıcıyızdır.

Duhân, 3

GÜNÜN HADİSİ

Yanında ana babası, ya da onlardan biri yaşlanıp da, gerekeni yaparak cennete giremeyen kimsenin burnu sürtülsün!"

Müslim

TARİHTE BU HAFTA

*Kanije müdafaası(18 Kasım 1601) *Hz.Fatıma'nın(r.anha) Vefatı(22 Kasım 632) *İstanbul'un Müttefikler Tarafından İşgali(23 Kasım 1918) *Alparslan'ın Şehadeti(24 Kasım 1072) *Öğretmenler Günü(24 Kasım)

ANKET

Sitemizle nasıl tanıştınız?

Yükleniyor...

SİTE HARİTASI