MUHAKEMAT NOTLARI-3

Ders: Muhakemat, 3. Ders İzah: Prof. Dr. Ahmet Akgündüz *Bediüzzaman bu eserini 1910’da telif etmiş.(Merhum Badıllı ağabeyin tespitine göre 1911. (bkz. Dr. Abdülkadir Badıllı, Mufassal Tarihçe-i Hayat, Cilt: 1, s. 584, Sebat Yayıncılık, İst. 2019 3. baskı)


Salih Okur

nedevideobendi@gmail.com

2019-11-08 10:29:58

Ders: Muhakemat, 3. Ders

İzah: Prof. Dr. Ahmet Akgündüz

*Bediüzzaman bu eserini 1910'da telif etmiş.(Merhum Badıllı ağabeyin tespitine göre 1911. (bkz. Dr. Abdülkadir Badıllı, Mufassal Tarihçe-i Hayat, Cilt: 1, s. 584, Sebat Yayıncılık, İst. 2019 3. baskı) O sırada Abdülhamid han görevden uzaklaştırılmış. İttihad ve Terakki hükümeti iş başında. İttihad Terakki hükümeti içerisinde reformist ve modernistler de var.

Tabii işin içinde, İzmirli İsmail Hakkı bey gibi modernizme saparak veya reformizme saparak işi cevaplandırmaya çalışanlar var. Hatta ben bir şey söyleyeceğim, yanlış anlamayın, modernist değil ama Mehmed Akif gibi, Abdülaziz Çaviş gibi insanlar ciddi manada Muhammed Abduh'u taklid etmişler.

Not: Merhum Eşref Edip Bey, Mehmed Akif adlı eserinde diyor ki; "Şeyh Abduhu'yu çok severdi."

"Şeyh Abduhu'nun yazıları tam onun fikrine, onun zevkine, ruhuna göreydi. Onun düşündüklerini Şeyh Abduhu'nun yüksek kalemi birer inci gibi sıralamış, yazmıştı. Onun için Abduhu'nun hemen bütün o kıymetli, azametli makalelerini tercüme etmişti. Bu kabil yazıların İslam âleminde büyük dini inkişaflar husule getireceğine itimadı vardı." (bkz. Eşref Edip Fergan, Mehmed Akif(haz. Fahreddin Gün) s. 293, Beyan Yayınları, İst. 2011, 2. Baskı)

Not: 2; Diyanet İslam Ansiklopedisine Abdülaziz Çaviş maddesini hazırlayan Muhammed Eroğlu bey merhum Çaviş için "Abdülaziz Çâvîş, ilmî faaliyetleri ve İslâmî gayreti ile Muhammed Abduh'un yolunda yürümüştür. Makaleleri ve eser­leri, onun Muhammed Abduh tarafın­dan açılan çığırı dirayetle devam ettir­diğini gösterir"(Cilt; 1, s. 187) demektedir. Yes'elunek adlı eserinde merhum Ahmed Şerbasi de " Çaviş'in mücadelelerinde birtakım olaylara karşı koymada kendi­sine örnek ve önder kabul ettiği iki kişi vardı: Bunlardan birisi Muhammed Abduh, diğeri Cemaleddin Efgani idi" demektedir.(bkz. A.g.e. Cilt: 4)

*…Evet, Mehmed Akif büyük bir dâhi ve bir İslam kahramanı. Ama bu, Abduh'un reformist olmamasını kabul etmeyi gerektirmez. Bir kısım insanlar onu tadlil ediyorlar. Ben buna katılmıyorum. Hayır, çok büyük bir âlim. Ama fikirleri sapmış. Reformist olmuş yani.

Şu anda aynı durum Türkiye'de var. Türkiye'de bir de şimdi modernistler çıktı. Yani dini daha çok bir tarafa atmaya çalışanlar.

Not: Merhum Şeyhülislam Mustafa Sabri, Abduh, Ferid Vecdi gibi zatlardan bahisle demiş ki; "Avrupa karşısında maddi meselelerde duyulan zaaf, manevi, fikri sahalara ulaşmış, ruhi bir çöküntü olmuş. Bu çöküntü Mısır ulemasını o hâle getirmiş ki, aman şu münevverleri dinden soğutmayalım, madem onlar mucizelere inanmıyorlar, biz de mucizelere bir kulp takıp, tevil edelim. Peygamberi de bir dâhi gibi gösterelim" derken, kendileri yoldan çıkmışlar." (bkz. Ali Ulvi Kurucu, Hatıralar, Cilt:2, s. 63)

Mustafa Sabri Efendi'nin Abduh'u Ferid Vecdi'yi, yine mucizeleri inkâr yoluna sapan ve Abkariyat-ı Muhammed kitabını yazan Abbas el Akkad'ı tenkitleri için merhum Ali Ulvi Efendi'nin hatıralarında s:62 vd, s. 99 vd'na bakabilirsiniz. Ayrıca Türkçeye "Gaybın Önünde" diye tercüme edilen El Kavlul Fasl adlı eseri Peygamberimizin Kur'an'dan başka mucizesi olmadığı iddiasındaki Hüseyin Heykel Paşa'nın 'Hayat-ı Muhammed' adlı eserine bir reddiyesidir, bakılabilir. Terc. Muhammed Uysal, Ketebe Yayınları, İst. 2019)

Merhum Mevdudi de, merhume Meryem Cemile hanımefendi'ye yazdığı bir mektupta, batı karşısında özür dileyen bir tavırla ortaya çıkan Seyyid Ahmed Han ve avanesinden bahsederken "Mısır'da da Şeyh Muhammed Abduh bu ekolün fikirlerine benzer fikirlerle ortaya çıkıp, Arapça konuşan ülkelerin kapılarını sonuna kadar batıcılara açmıştır" demektedir(bkz. Mevdudi, Meryem Cemile, Mektuplaşmalar, çev. Ebubekir Doğan, Akabe Yayınları, İst. 1986)

*Aynı tartışmalar Sırat-ı Müstakim ve Sebilürreşad mecmuasında ortaya çıkmış. Onlar da mesela reformistlere de yer vermişler. Hep Muhammed Abduh'un, Ferid Vecdi'nin, Hüseyin Heykel'in eserlerinden tercümeler yapmışlar. Mısır'ın ileri gelen reformistleridir bunlar. Bunların makalelerini tercüme etmeye başlamışlar.

Not: Merhum Akif'in bu zatlardan yaptığı tercümelerin bir listesi için bkz. Eşref Edip Fergan, Mehmed Akif(haz. Fahreddin Gün) s. 610-617, Beyan Yayınları, İst. 2011, 2. Baskı)

*Bazı Müslümanlar da Müslümanları suçlamaya başlamışlar. Şu anda tam bunu yaşıyoruz. Onun için okuyacağımız bu kısım günümüz Türkiyesi için de geçerli.

*"Şu fakir, garib Nursî ki, Bid'atü'z-zaman lâkabıyla müsemma olmaya lâyık iken haberi olmadan Bediüzzaman ile meşhur olan bîçare.."(Muhakemat s. 9) Akgündüz hoca bu ifadede geçen "garip" tabiri için İstanbul'da üstadın kimsesi olmadığından "garib: gurbette, kimsesiz olduğunu söylüyorsa da, fakirin kalbine gelen "Zîra "Bedi" garib demektir. Benim ahlâkım sûretim gibi, üslûb-u beyanım elbisem gibi garibdir, muhâliftir. Görenekle revacda olan muhâkemât ve esâlibi, üslûb ve muhâkemâtıma mikyas ve mehenk-i itibar yapmamağa bu ünvanın lisan-ı hâliyle ricâ ediyorum. Hem de murad "bedi' acib demektir"( Asar-ı Bediiyye-s: 604) ifadesiyle anlatılmak istenendir diye düşünüyorum.. (Salih Okur)

*Burada şu meseleyi açıklığa kavuşturmak lazım. Ayet-i kerimede "bedi'üs semavati ve'l ard" ifadesini ele alarak "neden Bediüzzaman bu ismi aldı" diyen ve "Allah'ın ismini nur talebeleri Bediüzzaman'a veriyorlar" diyebilen alçaklar var.

Evvela; Cenab-ı Hakkın iki ismi var, bu isimler dışındaki diğer isimleri insanlara da verilebilir. Bunlar; Allah ve Rahman isimleridir. Mesela bir adamın ismine Rahim diyebilir misin? Diyebilirsin. Rahim Er isminde bir gazeteci var. Bir adamın ismine Rahman diye bilir misin? Hayır. Çünkü Allah'a has o..

Bedi demek bir şeyi ilk defa yapmak demek. Cenab-ı Hakkın bütün isimlerindeki mana, kemaliyle ve son noktası itibarıyla Allah'a aittir. Ama mesela sen de Alim olabilirsin..Ama sen Alim-ül gaybi veş şehade olamazsın. Şimdi Cenab-ı Hak için Kur'an'da;

 بَدِيعُ السَّمَاوَاتِ وَالأَرْضِ وَإِذَا قَضَى أَمْراً فَإِنَّمَا يَقُولُ لَهُ كُن فَيَكُونُ

 "Göklerin ve yerin yaratıcısıdır O. O, bir şeye hükmetti mi ona ancak "ol" der, o da oluverir." (el-Bakara, 2/117)

بَدِيعُ السَّمَاوَاتِ وَالأَرْضِ أَنَّى يَكُونُ لَهُ وَلَدٌ وَلَمْ تَكُن لَّهُ صَاحِبَةٌ وَخَلَقَ كُلَّ شَيْءٍ وهُوَ بِكُلِّ شَيْءٍ عَلِيمٌ

"O, gökleri ve yeri yoktan varedendir. O'nun nasıl çocuğu olabilir? O'nun bir eşi de yoktur. Her şeyi O yaratmıştır ve O, her şeyi hakkıyla bilendir. " (el-En'am, 6/101) Yani Allahu Teâlâ kâinatı hiç bir örneği olmaksızın, ilksizlikte ol diye, eşsiz ve benzersiz yarattı demektir.

Bediüzzaman ise zamanında kendisi gibi olmayan demektir. Kendisi vermemiş bu ünvanı. Ben bunu uzun uzadıya yazdım girmek istemiyorum. (bkz. Prof. Dr. Ahmed Akgündüz, Arşiv Belgeleri Işığında Bediüzzaman Said Nursi, Cilt: 1, s. 97-99, OSAV Yayınları, İst. 2013)

Siirt'te hocası Molla Fethullah Efendi kendisine bu ünvanı vermiş. Bunda bir sakınca yok ki "Vahid'ul asr"(Asrının teki) Feridu asrıhi(Asrının yekta şahsiyeti) de deniliyor bazı âlimlere.

Not: 1: Mesela geçen asrın ilk yarısında vefat eden Hintli âlim Enver Şah Keşmiri'ye "İmâmu'l-Asr" (asrın önderi) denmiş. Hatta merhum İkbal, Keşmiri merhum için "İslam tarihinin geçen 500 yılı Mevlana Keşmiri'nin bir benzerini daha gösterememiştir" der. Bu bir hüsnü zandır ve Üstadın dediği gibi "ziyade hüsn-ü zan, eskiden beri cereyan ediyor ve itiraz edilmez.(Emirdağ Lahikası-1, s. 26 )

Not: 2: Merhum Abdülkadir Badıllı, bu ünvanın veriliş tarihinin Hicri 1309 (Miladi 1892) olduğunu yazmaktadır. (bkz. Dr. Abdülkadir Badıllı, Mufassal Tarihçe-i Hayat, Cilt: 1, s. 132, Sebat Yayıncılık, İst. 2019 3. baskı)

Not: 3: Üstad, bu ünvanla alakalı şu izahı yapıyor; ""Meraklı kardeşimiz Re'fet Bey, Bediüzzaman-i Hemedânî'nin üçüncü asırda, vazife ve te'lifatı hakkında malûmat istiyor. Ben o zat hakkında yalnız harika bir zekâveti ve kuvve-i hafızası bulunduğunu biliyorum. Elli beş sene evvel, üstadlarımdan Siirt'li merhum Molla Fethullah eski Said'i ona benzeterek, onun o ismini ona vermiştir... Şimdilik o zâtın sair şeylerini bilemiyorum, unutmuşum. Ve onuncu asırda İmam-ı Rabbanî'nin (R.A.) zamanında onun muhatablarından ehemmiyetli bir zât Bediüzzaman ismiyle İmam ona iki mektub yazmış. Ben İmam'ın kitabıyla tefe'ül ederken aynen o iki mektub bana açıldı. Onun hali bana benziyormuş ki, İmam'ın ona verdiği ders bana ders oldu.(Osmanlıca Emirdağ (Elyazma kitab, Abdülkadir Badıllı) s.383

"Üstadın bu meselede diğer ifadeleri; "O zaman Eski Said'in bir lâkabı, "Bedîüzzaman"dı. Hâlbuki hicretin üçyüz senesinde, Bedîüzzaman-ı Hemedanî'den başka o lâkabla iştihar etmiş zâtları bilmiyordum.(Mektubat, s. 382)

"İstitrad olarak bir latife söyleyeceğim: Böyle ciddiyet esnasında latife söylemekten maksadım; Dünyayı bir mel'abe nazarıyla baktığımı imâ ve işarettir. Zaten şuûnat-ı dünya santranc oyununa benzer. Ben geçen sene Garibüzzaman idim... Sonra Bediüzzaman oldum.. Şimdi de Bid'at-üz zaman oldum. İstanbula da şeamet oldum. O da bana şeametli oldu. Beni sathında kabul etmez, batnına geçirmek istiyor. (Asar-ı Bediiyye-s: 508)

"Vehim: Sen imzanı Bediüzzaman yazıyorsun. Lâkab medhi îma eder?..

İrşâd: Medîh için değildir. Kusurlarımın sened-i özrünü bu unvan ile îbraz edîyorum. Zîra "Bedi" garib demektir. Benim ahlâkım sûretim gibi, üslûb-u beyanım elbisem gibi garibdir, muhâliftir. Görenekle revacda olan muhâkemât ve esâlibi, üslûb ve muhâkemâtıma mikyas ve mehenk-i itibar yapmamağa bu ünvanın lisan-ı hâliyle ricâ ediyorum. Hem de murad "bedi' acib demektir.( Asar-ı Bediiyye-s: 604)

*Hem şimdi anlıyorum ki, eskiden beri benim liyakatım olmadığı halde bana verilen Bedîüzzaman lâkabı, benim değildi; belki Risale-i Nur'un manevî bir ismi idi. Zahir bir tercümanına âriyeten ve emaneten takılmış. Şimdi o emanet isim, hakikî sahibine iade edilmiş.(Mektubat-s: 506)

Not: 4: Tarihte kendisine Bediüzzaman lakabı verilmiş başka zatlar da var, bir kısmını zikredelim;

1- Bedîüzzaman-ı Hemedanî; bu zatla alakalı Dr. Mustafa Şeka'nın 450 küsur sayfalık bir eserini satın aldım. Daha okuma kısmet olmadı, okuduğumda sitemizde paylaşımlar yapmak istiyorum inşallah(Salih Okur)

2- Bedîüzzaman Ebu'l İzz el Cezeri; Ünlü İslam mekanikçilerinden..

3-Bediüzzaman Ebu'l Kasım Hibetullah Hüseyin el Bağdadi; Felsefe, Matematik ve Astronomi dallarında zamanının eşsiziydi.

4-Meşhur Timurlenk'in oğlu Ömer Şeyh'in sülalesinden Hüseyin Baykara'nın oğlu Mirza Bediüzzaman.

5-İmam-ı Rabbani hazretleri zamanında yaşamış bir Mirza Bediüzzaman var ki, İmam iki mektubunu bu Bediüzzaman'a hitab ederek yazmış..

6-Geçen asırda İran'da yaşamış ve Hz. Mevlana ve eserleri ile ilgili çalışmaları ile tanınan edebiyatçı Bediüzzaman Firuzanfer(v. 1970) (Salih Okur)

Not: 5: Son olarak merhum Mısırlı âlim Ahmed Şerbasi'nin(v. 1980) dilimize 'Soru Cevaplarla İslam Fıkhı' diye çevrilen 'Yes'elünek' adlı eserinin 4. Cildinden bir izahı nakletmek istiyorum;

"Soru: "Bedi'uz Zaman" deyiminin anlamı üzerinde arkadaşlarla aramızda anlaşmazlık oldu. Bunun anlamı nedir?

Cevap: Sana'a sözcüğü Arabca'da bir şeyin ilk durumunu ve o şe­yin bir benzeri olmayacak şekilde yapıldığını gösterir. Aynı kökten olan İbda kelimesi bir şeyi örneksiz olarak sanatkârane bir şekilde yap­maktır.

Her hangi bir kimseyi taklit etmeden (özgün) bir söz söyleyince "sözü ibda ettim" denir.

Daha önce benzeri olmayan bir şeyi yapan kimse "Ben şu şeyi ib­da ettim" der.

Birisi daha önce su çıkarılamayan kuyudan su çıkarırsa: "Filan adam bu kuyuyu ibda etti" denir.

Yüce Allah göklerin ve yerin bediidir. Çünkü onları önceden bir benzeri yok iken ilk olarak hikmeti ve kudreti ile yaratmıştır.

Ragıb el-İsfehâni Müfredatında şöyle diyor: ibda kelimesi Allah hakkında kullanıldığı zaman Cenab-ı Hak ibda konusu olan şeyi zaman, mekân, madde ve âlet söz konusu olmadan yarattı anlamına gelir. Ibdâ kelimesine böyle anlam verilmesi sadece Yüce Allah için söz konusudur.

Sözlük yönünden yapılan bu açıklamalardan sonra şunu söyleye­biliriz: "Bedi'uz Zaman" lakabı verilen kimsenin söylediklerini ve yap­tıklarını yaşadığı zamanın insanlarının yapamadığını veya söyleyeme­diğini ifade etmektedir.

Tabidir ki bu anlam insan gücünün sınırları içerisindedir. Buna göre yaratmak ve bir şeyi yoktan var etmek anlamı söz konusu değil­dir. Zira bu özellik yalnızca Allah'a mahsustur."

* "İslâmiyetin mağz ve lübbünü terkederek kışrına ve zahirine vakf-ı nazar ettik ve aldandık."(Muhakemat, s.9) Üstadın ifadesine göre İslamiyet'in özünü kaybettik. Lübb biliyorsunuz cevizin içi veya meyvelerin içidir.

Not: Prof. Dr. Şadi Eren Bey, "Muhakemat Notları" adlı eserinde buna şöyle bir misal veriyor; Hz. Peygamber ata, deveye binmiştir, buradan hareketle günümüzde at veya deveye binmek lüzumunu çıkarmak ve otomobil, tren gibi vasıtaları bidat saymak öz varken kabuğa yönelmek olur" diyor.(a.g.e, s. 13) 

*Ve sû'-i fehm (Muhakemat s. 9) Ayetleri yanlış anladık. Biraz sonra verecek; yeryüzünün küre oluşu meselesi. Mesela bazı âlimlerin yeryüzünün yuvarlak değil bir satıh olmasını iddia etmeleri gibi.

 وَإِلَى الْأَرْضِ كَيْفَ سُطِحَتْ

 "yerin nasıl yayıldığına bir bakmazlar mı?"(Gaşiye: 88/20) ayetini kendilerine delil getirmeleri gibi.

Not: Allame merhum Fahreddin Razi, Mefatih'ül Gayb adlı tefsirinde ilgili ayetle alakalı diyor ki; "Bazı kimseler bu ayet ile, yeryüzünün küre olmadığına istidlal etmişlerdir ki bu zayıftır. Çünkü küre, çok büyük olduğunda, her br parçası bir satıh (düzlük) gibi olur."

Merhum Vehbe Zuhayli tefsirinde der ki; "O yere, nasıl yayılıp döşenmiştir o." Üzerindekiler istikrar bulsun, içindeki gömülü madenler ve kaynaklardan, hayat ve geçimin sağlandığı bitkiler, ekin ve çeşitli ağaçlardan yararlansınlar diye yayılıp döşenmiş, hazırlanmıştır.

Yerin yayılmışlığı, bakan ve üzerinde durana göredir. Bu onun küre şeklinde olmadığını göstermez. Razi'nin de kaydettiği gibi küre, çok büyük olduğunda her parçası düz alan olarak görünür." (Vehbe Zuhayli, Tefsiru'l-Münir, Risale Yayınları: 15/485-487.)

Suriyeli âlim Muhammed Ali Sabuni diyor ki; "Fahreddin Râzî, Ebussuûd ve Âlûsî gibi ilim adamlarımız yeryüzünün yuvarlak olduğunu isbat etmişlerdir. Nitekim biz bunların ifadelerinden bir kısmını Lokman sûresi'nde naklet­miştik. Yeryüzünün düz ve yayılmış olmasına gelince, bu sadece onun büyüklüğüne ve genişliğine göre veya bakanlara göre böyledir. Kur'ân'da ilmî gerçeklere aykırı bir şey yok­tur." (Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü't-Tefasir, Ensar Neşriyat:7/296)

*" Sû'-i fehm ve sû'-i edeb ile İslâmiyetin hakkını ve müstehak olduğu hürmeti îfa edemedik. Tâ o da bizden nefret ederek evham ve hayalâtın bulutlarıyla sarılıp tesettür eyledi.(Muhakemat, s 9)

Ben iyi biliyorum daha küçük bir çocukken tarlada şehriye kesen kadınlara o zaman meşhur olan "Kan Kalesi" kitabını okurdum. Hz. Ali'nin cenklerini anlatan uydurma bir kitap; "Hz. Ali(r.a) bir vurdu, bir vuruşta bin kişinin kellesini kopardı" gibi hayali şeyler. Yine aynen bir uydurma olan Kırk Sual'i okurdum. İçlerinde en iyisi Siyer-i Nebi diye manzum bir kitap var. O da perişan bir kitaptı. "Bir nara attı, kırk bin kişi birden öldü" diyor. Bunlar gibi vehim ve hayal şeyler.

*"Hem de hakkı var. Zira biz İsrailiyatı usûlüne ve hikâyatı akaidine ve mecazatı hakaikine karıştırarak kıymetini takdir edemedik. (Muhakemat s. 9)

İsrailiyat'ta ölçümüz şu;

1-Zaten Kur'an ve hadiste o konu o İsrailiyatın anlattığı gibi anlattıysa, bu kısımlar sahih..

2-Kesin yalan olduğunu bildiğimiz şeyler ki, red edilir.

3-Ne yalan ne de doğru olduğu tasdik edilmeyen şeyler. Biz bu üçüncü guruptaki şeyleri ne toptan kabul ne de toptan red ederiz. Kur'an ve Sünnetin ana ruhuna ters düşmeyen şeyleri nakilde bir beis görmemiş âlimler..

* "mecazatı hakaikine karıştırarak" Maalesef ayet ve hadislerdeki bir kısım mecazi ifadeler hakikat zannedildiği için bir kısım din adamlarının yaptığı izahlar da hiç akılla mantıkla izah edilemeyecek hale geliyor.

*Akgündüz Hocanın bir hatırası; 1998'de Amerika'da, San Fransisco şehrinde bir kongre vardı. O Kongrede yüzlerce oturum var. Her şey serbestçe tartışılıyor. Bir de ana konferanslar var. Ben onlardan birisine gittim. Bir profesör kürsüye çıktı. Yanında da hakem gibi iki profesör bulunuyordu. Onlar sorular alıyorlar ve isteyenlere soru sorduruyorlardı. 

Konuşmayı yapan Profesör Yahudi idi. Dedi ki; "Efendim, İslamiyet Ve Müslümanlar Discriminasi yapıyorlar. Siyahlara adam nazarıyla bakmıyorlar. Bakın Taberi tefsirinden nakledeyim, (Biliyorsunuz Taberi tefsiri bir ansiklopedi gibi, konuyla alakalı ne denmişse, bir elemeye tabi tutulmadan içine konmuş. Seçmeyi okuyucuya bırakmış.)

Profesör dedi ki; "Zenciler niçin siyah olmuş, gelin Kur''andan görelim." Adamın alçaklığına bak. "Güya bir gün Hz. Nuh iç elbisesini değiştiriyor. İç elbisesi bolmuş, yere düşmüş ve affedersiniz avret yerleri görülmüş. Bunu gören Sam ile Yafes hemen yüzlerini kaçırmış ama Ham ise yüz çevirmemiş, daha çok bakmış. Onun üzerine Hz. Nuh Aleyhisselam da "yüzün kara olsun" demiş. Zenciler böyle olmuşlar. Böyle bir din olabilir mi?" dedi.

Hâlbuki Taberi tefsirinde bu nakil yapılırken "Kale Vehb bin Münebbih" deniyor, Yani 'Vehb bin Münebbih dedi ki." Vehb ise bir Yahudi âlimi, sonradan Müslüman olmuş. Yani Tevrat'tan naklediyor veya Tevrat şerhlerinden naklediyor. O naklin İslamiyet ile alakası yok.

Ben söz aldım, dedim ki; "Sayın Profesör, Arapça biliyor musun?" "Evet, biliyorum" dedi. "O zaman, sen ilim adına yalan söylüyorsun. Çünkü senin makalende belirttiğin metinde "Vehb bin Münebbih dedi ki" ifadesi var. Vehb bin Münebbih çok büyük bir Yahudi âlimi idi. Müslüman oldu. Çoğu İsrailiyata ait şeyleri nakleden de odur. Ama suç onda değil. Onun Tevrat'tan veya Tevrat şerhlerinden naklettiği böyle yalan yanlış hikâyeleri İslam'dan zanneden sensin" dedim. Kıyamet koptu tabii. Konferans bitti, benden sonra soru soran olmadı. Adam kürsüyü terk etti, konferans dağıldı. 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Bu yazıya yorum yazın


Not: Yanında (*) işareti olanlar zorunlu alanlardır.

Bu yazıya gelen yorumlar.

DİĞER YAZILAR

Elbette onların etleri ve kanları Allah'a ulaşmayacaktır. Ancak O'na sizin takvanız erecektir. Onları bu şekilde sizin buyruğunuza verdi ki, size yolunu gösterdiğinden dolayı, Allah'ı tekbir ile yüceltesiniz.

Hac:37

GÜNÜN HADİSİ

"Ümmetimin tamamı affedilmiştir, ancak günahlarını ilan edenler müstesna!"

Buhârî

TARİHTE BU HAFTA

*Kanije müdafaası(18 Kasım 1601) *Hz.Fatıma'nın(r.anha) Vefatı(22 Kasım 632) *İstanbul'un Müttefikler Tarafından İşgali(23 Kasım 1918) *Alparslan'ın Şehadeti(24 Kasım 1072) *Öğretmenler Günü(24 Kasım)

ANKET

Sitemizle nasıl tanıştınız?

Yükleniyor...

SİTE HARİTASI