NÃœKTELER-7
İHLÂS İhlâs İhlâs, saf süte teşbih edilirse, Allahü Azîmüşşân’ın rızası dışında herhangi bir gaye için ibadet yapmak, süte o gayenin mahiyetine göre az veya çok su karıştırmak demektir. Cennet için yapılan ibadette, süte bir damla su karıştırılmışsa, dünyevî maksatlar için yapılan ibadetlerde, sütün çoğu su olmuş demektir.
İHLÂS
İhlâs
İhlâs, saf süte teşbih edilirse, Allahü Azîmüşşân'ın rızası dışında herhangi bir gaye için ibadet yapmak, süte o gayenin mahiyetine göre az veya çok su karıştırmak demektir. Cennet için yapılan ibadette, süte bir damla su karıştırılmışsa, dünyevî maksatlar için yapılan ibadetlerde, sütün çoğu su olmuş demektir.
Mukayese
Padişahın huzuruna çağrılan bir kimsenin onun rızası yerine, bahçesinde gördüğü bir karpuza göz dikmesi ne kadar abes ve ne derece düşüncesizlik olacağı bedihîdir.
İşte Cenâb-ı Hakk'ın rızası yanında, bütün dünyevî zevklerin ve makamların bir karpuz kadar dahi kıymeti yoktur.
Ä°LÄ°M-FEN
Keşif mi icad mı?
Amerika'yı keşfeden adamın, o kıtayı kendisinin vücuda getirdiğinden bahsedilemediği gibi, aynı şekilde elektriği keşfedenin de elektriği icad ettiği iddia edilemez.
Bütün ilimler bu kâinatta mevcut olup, âlimlerin vazifesi sadece bu ilimler üzerindeki perdeyi kaldırmaktan ibarettir.
Marifetsiz ilim
Balığın çok güzel yüzdüğü ve bu noktada onunla hiçbir insanın yarış edemediği malûmdur. Fakat bu meziyeti, balığı, hayvanlıktan kurtarmaya kâfi gelmemektedir.
Kimya mühendisi kimya denizinde, doktor ise tıp deryasında yüzmektedir. Eğer onlar, kendi sahalarından, imânlarını ziyadeleştirecek ve tefekkür hazinelerini zenginleştirecek mücevheratları alamıyorlarsa, o ilme vâkıf olmaları onların insaniyetlerine ve kemâlâtlarına hiçbir şey ilave etmez.
Aynı şekilde, inançsız bir ziraat mühendisi de padişahın bahçesinde onu tanımadan çalışan bir bahçıvana benzer.
Diğer inançsız fen adamlarını bu misâllere kıyas edebilirsiniz. Diğer taraftan, bir insandan imân gittiği takdirde, onun ilmi tırnak mesabesinde, fikri ise canavar dişi gibi olur. Yani, imânsız bir kimsenin, fennî bir sahada ilerledikçe elde ettiği bilgileri ve imkânları, imansızlık hesabına geçeceğinden, bu kimse ilmen ne kadar ilerlese cemiyete de o derece zararlı olmaktadır.
İsabetsiz bakış
Felsefeciler, bir kazığa bağlanmış on tane at ile karşılaşsalar, derhal atları tetkike, kazığı incelemeye ve iplerle meşgul olmaya başlarlar, bu atları bu kazığa kimin ve niçin bağladığı ise hiç hatırlarından geçmez.
İşte, güneş bir kazık, seyyareler birer at, cazibe ve dafia kanunları ise birer ip mesâbesindedir. Dinsiz felsefenin kâinata ve ondaki hâdisata bakış tarzının isabetsizliğine bu misâlle bir derece bakılabilir..
Münevver-aydın
Bugünün ilim adamlarının birçoğu aydındırlar, fakat münevver değildir.
Münevver olan kimse, hem kendisi nurlanmış bulunan, hem de başkalarına ışık tutan kimsedir. Aydın ise, kendisi tenevvür etmeyip, sadece başkalara ışık tutmaya çalışan kimse demektir.
Kalb ile aklı, yani din ile medeniyet fenlerini el ele yürütmeye muvaffak olanlar münevver olmuş demektir. Dinden kat-ı nazar veya kat-ı alâka edip sadece fen ilmiyle iştigal edenlere ise münevver demek yerine, aydın demek daha isabetli olacaktır.
Bu gibi kimseler, arının bal vermekten sevap kazanamaması gibi, yaptıkları keÅŸiflerden, insaniyete hizmet noktasında bir sevap kazanamazlar. Bazen aydının münevver mânâsına kullanıldığı da görülmektedir. Bu husus bahsimizden hariçtir.Â
Medeniyet fenleri ve değer hükmümüz
Sâni-i Kerîm'in insana taktığı göz, kulak, dil gibi enfüsî nimetler, zâtında güzeldirler. Fakat bu nimetler, Allah'ın (C.C.) rızası hilâfına kullanıldığında insanı Cehenneme götüren birer azab âleti olurlar.
Medeniyet fenleri ve bu fenlerin semereleri, Cenâb-ı Hakk'ın insanlara, hemcinslerinin eliyle, ihsan ettiği afakî nimetlerdir. Bu nimetler de, müsbet istikamette kullanıldıkları takdirde beşeriyet için hem dünyevî, hem de uhrevî nimet olabildikleri halde, nefis hesabına kullanıldıklarında beşeriyetin başına belâ olurlar. Meselâ; bunlardan birisi radyodur. Nasıl ki insan, bir silahla düşmanını da vurabilir, kendisini de. Mesele silâhta değil, onun kullanış istikametindedir. Aynı şekilde, radyo silâhı bu milletin mânevî ve maddî terakkisine vesile olabileceği gibi, milleti sefil, ahlâksız ve inançsız bir kalabalık haline de sokabilir. Diğer terakki vasıtalarını ve keşfiyatları da bu mizanla ölçebiliriz.
Ä°MAN
Küfürle iman arasındaki perde; çok ince ve çok kalın
Yumurta içerisinde teşekkül etmiş bulunan bir civcivle; güneş, ay ve yıldızlar, hülâsa kâinat arasında ince bir perde vardır.
Yumurta kabuğu olan bu perde bir cihette çok incedir. Kırıldığında o dar ve sıkıntılı yerden bir anda geniş ve harika bir âleme geçilecektir. Diğer cihetten ise çok kalındır. Zira bu perde yırtılmaz ve bu kabuk delinmezse, o yavru o dar yerde boğulup gidebilir.
Hakikaten iman ile küfür arasındaki perdeyi, Peygamberimiz (S.A.V.) yırtmış ve iman güneşi ile hakikat yıldızlarını bütün letafetiyle umum beşere göstermiştir. Fakat nefis, şeytan ve dünyanın surî tatlılığı gibi hususlar, insanın etrafını çevirmekte ve bir yumurta kabuğu şeklinde insanı içlerine almaktadırlar. Böylece insan bu ince ve fakat çokları için kırılması zor olan kabuk içerisinde hapsedilmiş olmaktadır.
Servet ve makam
Sevaplar servet gibi, iman keyfiyeti ise makam gibidir
İmanın tecezziyi kabul etmemesi
Yeni dünyaya gelen bir çocuğun kalbi veya kafası olmazsa, o çocuk yaşayamaz. Diğer âzalarının sağlam olması onun yaşamasına kâfi gelmez. Aynı şekilde, bir odanın da dördü duvar, birisi tavan ve birisi de taban olmak üzere altı rüknü bulunmakta ve bunlardan birisinin olmaması halinde orada oturulamamaktadır.
Diğer bir ifadeyle, bir adamdan bahsettiğimiz zaman, onun bütün azalarını da kasdetmiş olduğumuz gibi bir odadan bahiste de onun bütün rükünlerini ifade etmiş oluyoruz. Bu âzalarda veya rükünlerde tefrik yapmıyoruz.
İşte bu misâller gibi, iman da altı esastan meydana gelmiş bir bütün olup, bir tek rükne iman etmeyen kimse, iman dairesinden çıkmakta ve diğer rükünlere inanması veya inandığını zannetmesi, onu küfürden kurtaramamaktadır.
Bir baÅŸka misal
İmanın tecezzi kabul etmemesine bir başka misâl olarak abdesti verebiliriz. İnsanın herhangi bir âzasında abdest bozacak bir hal vuku bulduğunda bütün abdesti bozulur. Yani abdest bozulması sadece o uzva münhasır kalmaz. Zira abdest, tecezzi kabul etmez. İman da öyledir. İnsan, imanın diğer beş rüknüne iman etmekle beraber, sadece meleklere inanmazsa, kâfir olur.
Altından kıymetsiz miyiz?
Bir kese altını olan bir adam, o altınları başının altına koysa veya bir yere saklasa bile çalınma tevehhümüyle rahatça uyuyamayacağı gibi, yanında gezdirirken de hırsız ve yankesici ellerden muhafazaya çalışır. İşte, altınına bu derece ihtimam gösteren bir insan, bu ihtimamı evinden tarlasına, koyunundan tavuğuna kadar her türlü mal ve servetine karşı da gösterdiği halde, maalesef çoğu zaman kendisine hiç ehemmiyet vermiyor ve düşmanlardan muhafazaya dikkat göstermiyor.
Beşerî hırsızların vereceği zararlar, dünyevî ve dolayısıyla da fanî ve ehemmiyetsiz olduğu halde, üzerinde bu derece hassasiyetle duran insan, nefis ve şeytan gibi hırsızların onun peşinde her an dolaştıklarını ve yanından hiç ayrılmadıklarını nasıl unutabiliyor? Altının çalınmasından doğacak zarar ve kayıpları düşünmek suretiyle telaşa düşen insan, mezkûr düşmanların onun önce iffetinden, sadakatinden başlayıp ve en nihayet imanını çalarak kendisini Cehenneme atmalarına karşı neden hassas davranmıyor ve lüzumlu tedbirlere riayet etmiyor?
Güneş ışığına kapalı pencereler
Güneş doğduğu zaman bir şehirdeki bütün evleri ziyâsıyla ihata ediyor. Yalnız pencerelerini kalın perdelerle kapayanlar bu güneşten istifade edemiyorlar. Bununla beraber güneş, o perdeleri kapalı evlerden de ziyâsını çekmeyip, bıkmadan ve usanmadan o haneleri bekliyor ve her ne zaman bir perde ufacık da aralansa, ziyâsıyla derhal içeriye nüfûz ederek o haneleri de aydınlatmaya başlıyor.
İşte, Erhamü'r-rahimîn olan Allahü Azîmüşşân da rahmet ziyâsı ile kalb pencereleri açık olan umum mü'minlerin kalblerini nurlandırdığı ve hanelerini aydınlattığı gibi, kalb pencerelerini isyan ve günah perdeleriyle kapatmış olanlardan da bu perdeleri tevbe ve istiğfar ile açtıkları takdirde o muhit rahmetini esirgememektedir.
Bir mü'min de, bu âdetullaha tatbik-i hareket ederek, Cenâb-ı Hakk'ın ona lûtfettiği iman, marifet ve muhabbet ziyâlarından diğer insanları da istifade ettirmek için daima çalışacak, yani bir güneş gibi onlara devamlı sûrette durmadan ve dinlenmeden tebligat ziyâlarını serpecek ve her kimde hidâyet babında bir aralık bulsa, derhal ziyâsını oraya akıtacak ve insanı aydınlatmaya sa'y ü gayret edecektir.
Küfürle iman arasındaki perde; çok ince ve çok kalın
Yumurta içerisinde teşekkül etmiş bulunan bir civcivle; güneş, ay ve yıldızlar, hülâsa kâinat arasında ince bir perde vardır.
Yumurta kabuğu olan bu perde bir cihette çok incedir. Kırıldığında o dar ve sıkıntılı yerden bir anda geniş ve harika bir âleme geçilecektir. Diğer cihetten ise çok kalındır. Zira bu perde yırtılmaz ve bu kabuk delinmezse, o yavru o dar yerde boğulup gidebilir.
Hakikaten iman ile küfür arasındaki perdeyi, Peygamberimiz (S.A.V.) yırtmış ve iman güneşi ile hakikat yıldızlarını bütün letafetiyle umum beşere göstermiştir. Fakat nefis, şeytan ve dünyanın surî tatlılığı gibi hususlar, insanın etrafını çevirmekte ve bir yumurta kabuğu şeklinde insanı içlerine almaktadırlar. Böylece insan bu ince ve fakat çokları için kırılması zor olan kabuk içerisinde hapsedilmiş olmaktadır.
Ä°MANSIZLIK(KÃœFÃœR)
Yaban keçileri
Bir insan, dağda yaban keçisi avlasa, ona hiç kimse bir şey söylemez. Ama bir başkasının keçisini tutup kesse, hırsızlık etmiş olur ve ceza görür. Kanunlara itaatli hiçbir kimse böyle gayr-i meşrû bir işe teşebbüs etmez. Fakat devletin kanun ve nizamına isyan eden bir dağ eşkiyasının nazarında ise yaban keçisi ile başkasının keçisi arasında hiçbir fark yoktur. Bulduğuna sahip çıkar, kendi malı ve hakkıymış gibi yer. Yakalandığında çarptırılacağı cezayı aklına getirmez bile.
Aynen bu eşkiya gibi; bu kâinatın mâliki ve umum mevcûdatın hâlikı olan Rabb'ül-âlemin'e iman etmeyerek isyan eden bir kimse için de, her şey ve herkes yaban keçisi mesabesinde demektir. Böyle bir insan, mahkeme-i kübrâyı ve ebedî Cehennem azabını düşünmeyeceğine göre, beş kuruşluk menfaatı için nihayetsiz cinayetler işleyebilir ve hattâ babasını da öldürebilir.
Dünyevî cezalar ve hapis korkusu onu bu vahşetlerden geri alamaz ve alamıyor da!..
Ey insan-ı vahşi! Şu bağıstan-ı âlemdeki umum mevcûdatı sahipsiz ve hamisiz mi zannediyorsun?
İmansıza her şey mâdumdur
Meselâ tad alma duygusu bozulan bir şahıs zehir ile bal arasındaki farkı anlayamaz. Koku alma duygusu dumura uğrayan insan gübre ile gülün kokusunu tefrik edemez. Kör bir adam için en güzel manzaralarla en çirkin sûretlerin farkı olmaz. Sağır bir adam bülbülün nağamatıyla sinek vızıltısını fark edemez.
Aynen öyle de bütün ulvî lâtifeleri küfür ile sönen bir insan da, şu kâinatta tecelli eden esmâ-i ilâhiyeyi okuyamaz. San'ata bakıp Sânii göremez, nimetten in'ama geçmez. Rahmân'ın iltifatını hissedemez. Şu kâinatı dolduran ulvî tesbihatı işitemez ve rabbanî kelâmları fehmedemez. Kâinata ibret nazarıyla bakamaz. Etraf-ı âlemde görünen binlerce hikmetlerin, maslahatların bir kasıdın kasdiyle, bir muhtarın ihtiyâriyle olduğunu bilemez.
Enfüsî ve afakî nimetleri düşünemez. Yani gözünün bir nimet olduğundan gafil olarak yaşar. Dilinin ne kadar harika bir nimet olduğunu bir an olsun hatırına getirmez. Aklın, idrakin ne kadar büyük bir nimet olduğunu düşünemez. Enfüsî nimetleri takdir edemeyen bir insan, uzak ve yakından imdadına gönderilen hadsiz afakî nimetleri de takdir edemez.
Safsataların en acibi, hurafelerin en çirkini inkârdır
Bir insan, bir memleketin muntazam idare edilmesini, kanunların hâkimiyetini, ahalinin itaatını ve her türlü ihtiyaçlarının mükemmelen karşılanmasını. müşahade ettiği halde o memleketin sultanını inkâr etse, ne kadar büyük bir divânelik olur. Öyle de:
Bu kâinatta mükemmel bir nizamın hükmettiğini, atomlardan yıldızlara kadar bütün ecramın bu nizama itaat ettiğini, zemin yüzündeki hadsiz zîhayatın hikmetli tasarrufatını ve birlikte iaşelerini, talimlerini, terhislerini... görüp de, Sultan-ı Kâinat'ı inkâr etmek, ondan bin defa daha cîddi bir dalâlet divâneliğidir.
Bu yazıya yorum yazın
Bu yazıya gelen yorumlar.
DÄ°ÄžER YAZILAR
"İyilik ve takva üzerine yardımlaşınız, kötülük ve düşmanlık üzerine yardımlaşmayınız."
Mâide, 2
GÃœNÃœN HADÄ°SÄ°
Her insan hata yapar. Hata edenlerin en hayırlıları tevbe edenlerdir."
Tirmizi
SON YORUMLAR
- Bütün beytlerin tercümesini gönderebilir misiniz? sitede sadece son birkaç...
- Fıtrat, namaz, tevafuk, sırlar ve tüm bunların sahibi zişanı İlahi kusur...
- Selamünaleyküm Ä°nternette mütalaalı risale i nur dersleri diye arama yaptÄ...
- bu kıymetli yazıdan dolayı ahmed izz kardeşimize teşekkür ederiz çok mani...
- selamün aleyküm Ahmed kardeşimizi tebrik ediyor ve bu faideli tercümelerin...
- Yanında okuyan diğer öğrencileri; Molla Muhammed Kasori Molla Muhammed Era...
- Benim merhum babam Molla İbrahim Azizi de onun yanında icazeti tamamlamıştı...
- Teşekkürler. Sanırım Envar neşriyat idi.Tam hatırlayamıyorum.....
- Çok güzel bir çalışma Rabbım ilminizi arttırsın bu çalışmalarınızı...
- Merhaba, Ben Foliant yayınlarından uğur. Sizinle iletişim kurmak istiyoruz ...
TARÄ°HTE BU HAFTA
*Kanije müdafaası(18 Kasım 1601) *Hz.Fatıma'nın(r.anha) Vefatı(22 Kasım 632) *İstanbul'un Müttefikler Tarafından İşgali(23 Kasım 1918) *Alparslan'ın Şehadeti(24 Kasım 1072) *Öğretmenler Günü(24 Kasım)
ANKET
Sitemizle nasıl tanıştınız?
Yükleniyor...