MUHAKEMAT NOTLARI-6
Ders: Muhakemat-6.Ders, (1.Makale, 1. Mukaddime) İzah: Prof. Dr. Ahmet Akgündüz *“Şek ve şübhe etmemek lâzımdır ki; mu'ciz ve en yüksek derece-i belâgatta olan Kur'an-ı Mürşid, esalib-i Arab'a en muvafıkı ve tarîk-i istidlalin en müstakim ve en vazıhı ve en kısasını ihtiyar edecektir.(Muhakemat, s. 14)
Ders: Muhakemat-6.Ders, (1.Makale, 1. Mukaddime)
İzah: Prof. Dr. Ahmet Akgündüz
*"Şek ve şübhe etmemek lâzımdır ki; mu'ciz ve en yüksek derece-i belâgatta olan Kur'an-ı Mürşid, esalib-i Arab'a en muvafıkı ve tarîk-i istidlalin en müstakim ve en vazıhı ve en kısasını ihtiyar edecektir.(Muhakemat, s. 14)
"esalib-i Arab'a en muvafıkı"; Arap dilinde yerine göre bir çok üslup var, irşad üslubu var, inzar üslubu var, ifham üslubu var, bunlar ayrı ayrı üsluplar..ama en çok bildiğimiz üç meşhur üslubu da Kur'an-ı Kerim kullanmış..
Mesela üslub-u mücerred kullanmış. Peygamber kıssalarının anlatımında olduğu gibi..
Yerine göre üslub-u âliyi kullanmış, özellikle Mekki surelerde..
Yerine göre üslub-u müzeyyen kullanmış, ama israfsız..
*"tarîk-i istidlalin" Bir şeye delil getirme yolları var. Bunlardan biri kıyas'tır, biri istikradır. Biri de tevatürdür. Ayrıca havass-ı selimedir.
*"tarîk-i istidlalin en müstakim ve en vazıhı ve en kısasını ihtiyar edecektir. (Muhakemat, s. 14) Bununla şunu ifade etmek istiyor Bediüzzaman; Kur'an-ı Kerim'i bir fizik kitabı gibi incelemek manasızdır. Çünkü ana hedefi dört ana maksadı anlatmak.(Tevhit, nübüvvet, haşir, adalet ve ibadet) Eğer bir fizik kitabı gibi derinlere girse, o zaman Kur'an'a muhatap olanların kaçta kaçı onları anlayabilir?
*Demek delil olan intizam-ı kâinatı öyle bir vecih ile zikredecek ki; onlarca maruf ve akıllarına me'nus ola..(Muhakemat, s. 14) Kainattaki nizam, Cenab-ı Hakkın varlık ve birliğinin bir delili. Kur'an bu intizamı öyle bir şekilde ders veriyor ki, nüzul ettiği zamandaki bir bedevi de ondan hissesini alıyor, onun anlayışına yabancı gelmiyor, 21. asırdaki bir insana da..
*"Yoksa delil, müddeadan daha hafî olmuş olur."(Muhakemat, s. 14) Yoksa getirdiği delil iddiadan daha kapalı olur.
Not: Prof. Dr. Şadi Eren Bey, "Muhakemat Notları" adlı eserinde şöyle bir misal getiriyor; "Güneş, Allah'a delildir. Müddea ise Allah'ın varlığıdır. Kur'an-ı Kerim, güneşin dünya etrafında değil, dünyanın güneş etrafında döndüğünü söyleyerek Allah'a delil getirseydi, 14 asır öncesindeki ilk muhatapları dünyayı sabit, güneşi ise dünyanın etrafında dönüyor gördüklerinden, bunu kabulde zorlanırlardı. Hâlbuki güneş dönsün veya dönmesin her halükarda Allah'ın varlığına çok parlak bir delildir.
Günümüzde, atomu bilmeyen kimselere atomlardan hareketle Allah'ın varlığını anlatmaya çalışmak da buna benzer." (Prof. Dr. Şadi Eren, Muhakemat Notları, s. 53, İzmir, 2014)
*"Bununla beraber Kur'an-ı Mu'ciz-ül Beyan âyât-ı beyyinatın telâfifinde(apaçık ayetlerin kıvrımlarında) maksad-ı hakikîye telvih(hakiki maksada göz kırptığı) ve işaret ettiği gibi, bazı zevahir-i âyâtı(bazı ayetlerin zahirlerini) -kinayede olduğu gibi- maksada menâr(rehber) etmiştir.(Muhakemat s. 15) Burada telafif kelimesi enteresan, lifleri arasında demek. Yani kelimeleri, cümleleri, harfleri arasında.. Kur'an bazen kelimelerinde, harflerinde bu fenni hakikatlere telmih ve işarette de bulunmuştur.
وَالْأَرْضَ بَعْدَ ذَلِكَ دَحَاهَا
"Ondan sonra da yerküreyi döşedi"(Naziat, 79/30) Burada döşedi tanzim etti manasına دَحَاهَاkelimesi kullanılmış. Bu kelime deve kuşu yumurtası manasına geliyor. Elmalılı da açıklıyor bunu.. Cevher'ul Kur'an tefsirinde merhum Tantavi, resmini bile vermiş..
Not: Ayette geçen دَحَاهَاifadesiyle alakalı merhum Hasan Basri Çantay, Sebilürreşad mecmuasında 1948 senesinde neşredilen bir makalesine yer veriyor. O makalede merhum Çantay, 968. Hicri senesinde(1561 M.) vefat eden, Ahteri lügatinin sahibi Afyonlu Mustafa bin Şemseddin'in bu kelimeyi devekuşu yumurtası şeklinde ele aldığını belirterek, diyor ki; "bu manaya göre ayet-i kerimenin meali şöyle oluyor; " (Cenab-ı Hak) bundan(yani göklerin kuruluşundan ve tanziminden) sonra da yeri bir deve kuşu yumurtası haline (yani mücessem, katı nakıs şekline= elips) getirdi"(bkz. Hasan Basri Çantay, Kur'an-ı Hakim ve Meâl-i Kerim, Cilt: 3, s. 1143, İst. 1980, 11. baskı) ayrıca bak; Prof. Dr. İsmail Karaçam, En Büyük Mucize, s. 425, Yeni Şafak Promosyonu, İst. 2005)
Merhum Celal Yıldırım Hocaefendi de tefsirinde şöyle diyor; "Ayrıca âyette «dahv» kökünden türetilen «daha» fiili kullanılmıştır. Bu kelime dört ayrı manaya delâlet eder:
1- Düzenleyip döşemek,
2- Devekuşu yuvası veya yumurtasının işgal ettiği yere benzer anlamda düzenlemek,
3- Toprağı sürüp yarmak,
4- Gıda maddelerinin oluşmasına uygun ortamı hazırlamak..
Birincisi, yeryüzünün başta insan olmak üzere bütün canlıların yaşamasına elverişli şekilde düzenlenip hazırlandığına,
İkincisi, yeryüzünün devekuşu yuvası gibi elips şeklinde olduğuna,
Üçüncüsü, yeryüzünün jeolojik, fiziksel olaylarla engebeli bir duruma getirildiğine.
Dördüncüsü, yeryüzünün yeterince gıda maddesi yetiştirecek özellikte donatıldığına delâlet etmektedir.
Yerkürenin göklerden sonra düzenlenmesine gelince: Bununla, yerkürenin göklerdeki sistemlerden sonra yaratıldığı değil, onun insan ve diğer canlılar için yaşanır duruma getirildiği belirtiliyor. Öyle ki, gökteki sistemlerle birlikte oluşan yerkürenin birkaç jeolojik devir geçirdikten sonra bugünkü duruma geldiği söz konusudur. Allah daha iyisini bilir.(Celal Yıldırım, İlmin Işığında Asrın Kur'an Tefsiri, Anadolu Yayınları: 13/6577-6578.)
Merhum Vehbe Zuhayli de tefsirinde şöyle diyor; "Ona bir nizam verdi" cümlesi yerin yuvarlak olduğunu, "yayıp döşedi" de yumurta gibi basık olduğunu göstermektedir."( Vehbe Zuhayli, Tefsiru'l-Münir, Risale Yayınları: 15/353)
Bu meselede merhum Haluk Nurbaki'nin izahları için de Kur'an-ı Kerim'den Ayetler Ve İlmi Gerçekler adlı eserine bakılabilir.(Dr. Haluk Nurbaki, Kur'an-ı Kerim'den Ayetler Ve İlmi Gerçekler, s. 181-185, Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları, Ankara, 1993, 5. Baskı)
Not: 2: Prof. Dr. Şadi Eren hocamız ilgili metinle alakalı şöyle diyor; "Mesela şu ayete bakalım;
وَتَرَى الْجِبَالَ تَحْسَبُهَا جَامِدَةً وَهِيَ تَمُرُّ مَرَّ السَّحَابِ صُنْعَ اللَّهِ الَّذِي أَتْقَنَ كُلَّ شَيْءٍ إِنَّهُ خَبِيرٌ بِمَا تَفْعَلُونَ
"dağları görür câmid sanırsın, hâlbuki onlar bulut geçer gibi geçer."(Neml, 27/88) Ayette dağların hareketlerinden bahis vardır. Gökte bulutlar hareket ettiği gibi dağlar da hareket etmektedir. Biraz dikkat edilse, aslında bu ibarenin dünyanın hareketine işaret ettiği görülecektir. "Askerin şapkasına bakın, yürüyor" dediğimizde, askerin yürüyor olması gibi.(Prof. Dr. Şadi Eren, Muhakemat Notları, s. 53, İzmir, 2014)
* Kur'an-ı Kerim'de;
وَمِن كُلِّ الثَّمَرَاتِ جَعَلَ فِيهَا زَوْجَيْنِ اثْنَيْنِ
"meyvelerin hepsinden onda(Arz'da) iki çift yarattı"(Rad: 13/3) buyruluyor. Müsteşrikler(Oryantalistler) bu ayete itiraz etmişler. "Zevceyn derken zaten iki denmiş oluyor, bir de yine niçin isneyn(çift) kelimesi kullanılıyor, Kur'an'ın belagatinde eksiklik var" filan demişler. Elmalılı Hamdi Yazır bunlara güzel cevaplar veriyor.
Not; Bu meselede Akgündüz hoca merhum Elmalılı Hamdi Efendi'nin söylediklerini muhtasaran beyan etmiş. Biz burada o allamenin beyanatını aynen nakletmek istedik, ruhu şâd olsun;
"وَمِن كُلِّ الثَّمَرَاتِ جَعَلَ فِيهَا زَوْجَيْنِ اثْنَيْنِ
Meyvelerin hepsinden onda (O Arzda) iki, çift eş de yaptı - zevceyn; ya'ni zevc, erkek ve dişi gibi zevc ve zevceden mürekkeb bir çift eş demektir. Bunun bir de «isneyn» diye iki ile tevsif olunması, te'kid veya ikişer manasına tevzi' için olduğu söyleniyorsa da, bunun bir taksim olması daha zâhirdir.
Şöyle ki her meyvenin çiçeğinde hayvanatın erkek ve dişisi mesabesinde bir çift eş vardır ki o meyve bunların izdivac ve telkıhinden hâsıl olur. Netekim;
وَأَرْسَلْنَا الرِّيَاحَ لَوَاقِحَ
"Biz, rüzgârları aşılayıcı olarak gönderdik"(Hicr: 15/22) buyrulmuştur.
Sonra bu zevceyn de iki kısımdır. Bir kısmı ayrı ayrı menşe'lerde meselâ incirin erkeği başka ağaçta, dişisi başka ağaçta çıkar. Bir kısmı da hem uzvi tezkir hem de uzvi te'nisi haiz olan hunsâ halinde ayni menşe'de çıkar ki ekser çiçekler böyledir. İşte zevceyn ta'birile her meyvede çiftleşen alel'ıtlak erkek ile dişi, isneyn, tavsıfile de bunların hunsası ve gayri hunsası anlatılmıştır.
Hurma ve incir gibi ba'zı meyvelerin erkeği dişisi bulunduğu ve meyve hâsıl olmak için bunların telkıhi lâzım geldiği eskiden beri ma'lûm idiyse de, her meyvenin, her çiçeğin de zevceyni olduğu yakın zamanlara kadar bilinmiyordu. Bu ahîren hurdebînlerin ı'mali ile nebatatın vezâifül'a'zâsı «fiziyoloji» ilminde hâsıl olan terakkiden sonra anlaşıldı. Onun için müfessirînin bu âyetteki «zevceyn isneyn» e dâir olan izahları ibhamdan hâlî değildir. Bunu iki sınıf veya iki zıdd mefhumuna irca' ederek hassı âmm ile tefsir edercesine izaha çalışmışlar, hurma ve incir gibi bütün meyvelerde de baba ve ana mesabesinde bir zevc ve zevce izdivacı bulunduğuna umumiyyetle hükmedememişlerdir.
Maamafih Keşşaf ve Fahruddini Razî'nin ifadelerinde buna bir takarrüb vardır. Bâhusus Râzî bunu insanın mebdeindeki Âdem ve Havvâ ile tanzir ederek cemi'i eşcar ve zürua ta'mim eylemiştir ki mahzâ mazmun-ı âyetin sevkiyle bir beyandır. Binaenaleyh biz bu günkü nebatat ilminin şehadetiyle anlıyoruz ki bu âyetin bu cümlesinde başlı başına bir mu'cize-i ilmiyye vardır. Bu hakikatin bin bu kadar sene evvel Kur'an'da haber verilmiş olması Kur'an'ın kitabullah ve bunu getirenin hak Peygamber olduğuna re'sen bir delil-i bâhir teşkil eder. Sûrenin başında geçtiği üzere hakikaten
تِلْكَ آيَاتُ الْكِتَابِ وَالَّذِيَ أُنزِلَ إِلَيْكَ مِن رَّبِّكَ الْحَقُّ
("İşte bunlar sana o kitabın âyetleri ve sana rabbından indirilen haktır") dır.
(Elmalılı Hamdi Yazır, Hak Dini Kur'an Dili, cilt: 4, s: 2956-2957, Diyanet İşleri Reisliği Neşriyatından, Matbaai Ebuzziya, İst. 1936)
…Doğru, Kur'an-ı Kerim bitkiler için iki çift diyor. Çünkü bitkiler iki gurup. Bir kısmı eşeyli diğeri eşeysiz üreyen bitkiler. Birisinin hem erkeği hem dişisi aynı ağaçta. Birisinin ise erkeği, ayrı, dişisi ayrı ağaç. Adamın birisi bir yerde ekmek için 500 tane Antep fıstığı ağacı götürmüş. Ama erkek Antep fıstığı ağacı götürmemiş. On sene beklemiş, meyve yok. Bir Antepliyi getirmiş, durumu anlatmış. Antepli de durumu anlamış, erkek Antep ağacı getirmesini öğütlemiş. Bunun üzerine adam ektiği yere iki tane de erkek ağaç getirmiş ki, erkek fıstık ağacı meyve vermez. Tabii o iki ağacı dikince, dişi ağaçlar meyve vermeye başlamış.
Şimdi, ilmin son asırda bulduğu bu gizli işarete Kur'an işaret etmişse, sen de anlamıyorsan, Kur'an'ın kabahati ne?
*"Hem de usûl-i mukarreredendir: Sıdk ve kizb yahut tasdik ve tekzib; kinayat ve emsallerinde, fenn-i Beyan'da "maânî-i ûlâ" tabir olunan suret-i manaya raci' değildirler. Ancak "maânî-i sânevî" ile tabir olunan maksad ve garaza teveccüh ederler. Meselâ: "Filanın kılıncının bendi uzundur" denilse; kılıncı olmazsa da, fakat kameti uzun olursa, yine hüküm doğrudur, yalan değildir.(Muhakemat, s.15),
Belagat ilminin üç kısmından ikincisi olan Beyan ilminin prensiplerine göre bir cümlenin doğru veya yalan oluşunu anlamak veya bir cümleyi tasdik etmek veya yalanlamak için kinaye ve benzerlerinde(remz ve telvihte) birinci manalar denilen hakikat manalarına bakılmaz. "Adamın cebi delik" derken adamın cebinin delik olmaması ile bu söz yalandır denilmez, kinaye olarak onun müsrif olduğu anlatılıyor zira..İkinci mana olan bu manaya bakacaksın.
Not: Prof. Dr. Şadi Eren hocamız şöyle diyor; "Kinaye bir fikri, bir düşünceyi kapalı söylemektir. Mesela cömert insan için "eli açık", cimri için "eli sıkı", müsrif insan için "eli delik", kibirli insan için "burnu büyük" iffetli kimse için "eteği temiz", kıt anlayışlı kimse için "kalın kafalı" şeklinde ifadeler hep birer kinayedir. (Prof. Dr. Şadi Eren, Muhakemat Notları, s. 53, İzmir, 2014)
Not: 2: Merhum Abdulcelil Candan hocamız diyor ki; Kur'an Arapça nazil olduğundan bu dilde bulunan hass, âmm, mecaz, hakikat, mücmel, sarih, kinaye, hafi, mutlak, mukayyed vs. konuları içeren lafızları alması da muhakkaktır. Bunlar da ciddi bir çalışma ve izahı gerektirir. (Yrd. Doç. Dr. Abdulcelil Candan, Kur'ân Okurken Zihne Takılan Ayetler (Müşkilü'l-Kur'an), Elest Yayınları: 33-34.)
Merhum Abdülcelil hoca adı geçen eserinde Kur'an'da geçen kinayeli ifadelere yer vermektedir. Kısaca bazılarını nakledelim; Hz. İsa hakkında Al-i İmrân (3/55)'de geçen "Vefat ettireceğim ve nezdime çıkaracağım' ifadesinde geçen müteveffike kelimesi hakkında Âlûsî şunları demektedir: "Kelime birkaç anlama gelmektedir. En açık olanı, 'senin ecelini bitirmek suretiyle herhangi bir kimseyi sana musallat kılmadan vefat ettireceğim' anlamıdır. Kelime, Hz. İsa'nın düşmanlarından kurtulacağını kinayeli olarak ifade etmiştir." (Âlûsî, Tefsir: 3/179.)
…Nihayet peygamberler ümitlerini yitirip de kendilerinin yalanlandıklarını sandıkları sırada onlara yardımımız geldi." (Yûsuf: 12/110.) Peygamberler uzun yıllar insanları Allah'a davet edip, bu uğurda her türlü, sıkıntı ve zorluklara maruz kaldılar. İslâm'a karşı koyanlar için ilahi azabı beklediler. Ancak bazen öyle uzun süre beklediler ki bu dünyada asilere cezanın inmemesinden endişe duymaya başlayacakları sırada, Allah'ın yardımı indi ve inkârcılar cezalandırıldı. Ayette geçen ümidin yitirilmesi, çok uzun zaman beklemekten kinayedir. (Mağniyye, el-Kâşif: 4/368.)
… "Orada boş söz değil, hoş söz duyarlar ve orada sabah-akşam kendilerine ait rızkları vardır." (Meryem: 19/62) Orada gece ve güneş yoktur. Nimetlerin devamlılığını belirtmek için kinaye olarak sabah-akşam ifadesi kullanılmıştır. (İbn Aşur, Tefsir: 16/138.)
… Bazı hadislerde boynuzlu hayvandan boynuzsuz hayvanın hakkının alınacağı (İbn Hanbel, Müsned: 2/255) haber verilmişse de bu, ilahî adaleti beyandan kinayedir. (Âlûsî, Tefsir: 30/52.)
*" Hem de nasıl kelâmda bir kelime, istiareye karine-i mecazdır." Muhakemat (s. 15) bu da çok önemli..burada mecazı anlatıyor..Mecaz birinci ve ikinci manası olan, ama birinci mananın kastedilmesine engel, emare yani alamet bulunan şeye biz mecaz diyoruz.. Eğer o alamet benzemekse, müşabehet ise o zaman ona istiare diyoruz. Mesela "hamamda bir arslan gördüm" dediğimizde yiğit bir adamı arslana benzetiyoruz.
Mecaza bir misal verelim; وَاسْأَلِ الْقَرْيَةَ "Köyden sor" (Yusuf Suresi: 82) burada "köy ehlinden sor" manasına mecaz kullanılmıştır.
Not; Hitam-ı misk olarak muhterem allame Muhammed Ali Sabuni'nin şu izahını nakletmek istedim; "Mânâyı sırf lafızlara göre vermek (mecaz, temsil, kinaye ve istiare gibi sanatlara bakmamak) mânâyı bozar, tabir ve nazma zarar verir. Bu konuyu açıklığa kavuşturmak için bazı misaller verelim:
وَلاَ تَجْعَلْ يَدَكَ مَغْلُولَةً إِلَى عُنُقِكَ وَلاَ تَبْسُطْهَا كُلَّ الْبَسْطِ فَتَقْعُدَ مَلُوماً مَّحْسُوراً
"Elini boynuna bağlayıp cimri kesilme, onu büsbütün de açıp israf etme ki, sonra kınanmış pişman olarak oturup kalırsın" (İsra Suresi:29) mânâsındaki bu ayeti harfi tercüme edecek olursak ayetin tercümesi: "Elini boynuna bağlama ve elini son derece uzatma, sonra kınanmış pişman olarak oturup kalırsın" şeklinde olur ki, bu mânâ fasittir, Kur'an-ı Kerim bu mânâyı kastetmemiştir. Hatta halk yapılan bu tercümeyi kabul etmez ve: "Allah Teala elimizi boynumuza bağlamamızı ve elimizi son derece uzatmamızı niçin yasaklıyor?" der. Kur'an'da bu ifade israfın veya cimriliğin sonunu açıklamak için "temsil babı'ndan olarak gelmiştir. Bu mânâ, mânâların en üstünlerindendîr ki, bu mânâyı ancak Arapların konuşma üsluplarının en mükemmel üslûbunu anlayanlar kavrar.
Yine:
وَاخْفِضْ لَهُمَا جَنَاحَ الذُّلِّ مِنَ الرَّحْمَةِ
"Onlara acıyarak üzerlerine tevazu kanatlarını indir" (İsra Suresi: 24) mânâsındaki bu ayetin, harfi tercüme yapılması mümkün olmaz. Çünkü bu ayette "istiare-i mekniyye" (bir teşbihden müşebbehün bih "kendine benzetilen" kaldırılarak yalnız müşebbeh "benzeyen"in söylenmesiyle meydana gelen istiare) denilen belagat nevilerinden özel bir nevi bulunmaktadır. Bu belagat türü Arapça olmayan dillerde bulunmaz.
Yine:
وَبَشِّرِ الَّذِينَ آمَنُواْ أَنَّ لَهُمْ قَدَمَ صِدْقٍ عِندَ رَبِّهِمْ
"İman edenlere Rableri katında kadem-i sıdk (sadık şefaatçi), bulunduğunu müjdele" (Yunus Suresi: 2) manasındaki bu ayetin harfi tercüme suretiyle tercüme edilmesi mümkün değildir.
Yine;
تَجْرِي بِأَعْيُنِنَا
"Bizim nezaretimizle gemi akar giderdi" (Kamer Suresi: 14) mânâsındaki bu ayetin harfi tercüme yapılması, mümkün değildir.
هُنَّ لِبَاسٌ لَّكُمْ وَأَنتُمْ لِبَاسٌ
Yine: "Onlar sizin için bir elbise, siz de onlar için bir elbise (gibi)siniz." (Bakara Suresi: 187) mânâsındaki bu ayetin harfi tercüme yapılması mümkün değildir. Şayet bu ayet harfi tercüme yapılacak olsa mânâ tamamıyla bozulur ve saçma sapan sözlerden olur. İşte Kur'an-ı Kerim'de bunlara benzer pek çok ayeti kerîme vardır ki, bunların harfi tercüme yapılması mümkün değildir." (Muhammed Ali Sâbuni, Kur'ân İlimleri, İnsan Yayınları: 265-266.)
Bu yazıya yorum yazın
Bu yazıya gelen yorumlar.
DİĞER YAZILAR
Yapmayacağınız şeyleri söylemeniz, Allah katında büyük bir nefretle karşılanır.
SAFF, 3
GÜNÜN HADİSİ
İçinde Allah'ın anıldığı ev ile içinde Allah'ın anılmadığı ev diri ile ölüye benzer.
Müslim
SON YORUMLAR
- Bütün beytlerin tercümesini gönderebilir misiniz? sitede sadece son birkaç...
- Fıtrat, namaz, tevafuk, sırlar ve tüm bunların sahibi zişanı İlahi kusur...
- Selamünaleyküm İnternette mütalaalı risale i nur dersleri diye arama yapt...
- bu kıymetli yazıdan dolayı ahmed izz kardeşimize teşekkür ederiz çok mani...
- selamün aleyküm Ahmed kardeşimizi tebrik ediyor ve bu faideli tercümelerin...
- Yanında okuyan diğer öğrencileri; Molla Muhammed Kasori Molla Muhammed Era...
- Benim merhum babam Molla İbrahim Azizi de onun yanında icazeti tamamlamıştı...
- Teşekkürler. Sanırım Envar neşriyat idi.Tam hatırlayamıyorum.....
- Çok güzel bir çalışma Rabbım ilminizi arttırsın bu çalışmalarınızı...
- Merhaba, Ben Foliant yayınlarından uğur. Sizinle iletişim kurmak istiyoruz ...
TARİHTE BU HAFTA
*Kanije müdafaası(18 Kasım 1601) *Hz.Fatıma'nın(r.anha) Vefatı(22 Kasım 632) *İstanbul'un Müttefikler Tarafından İşgali(23 Kasım 1918) *Alparslan'ın Şehadeti(24 Kasım 1072) *Öğretmenler Günü(24 Kasım)
ANKET
Sitemizle nasıl tanıştınız?
Yükleniyor...